giri-ft yazar profili

giri-ft kapak fotoğrafı
giri-ft profil fotoğrafı
rozet
karma: 6500 tanım: 377 başlık: 82 takipçi: 21
hey there i am using whatsapp

son tanımları


köprüyü geçene kadar ayıya dayı demek

köprüyü geçtikten sonra ayıyla ahbap olup yol yürümeye karar verilmesi çok muhtemeldir.

atalar sözünün yazıldığı anlamıyla kaldığı zamanlar olmuştur. yaşadığımız vakitlerdeyse, genel olarak yoldan ve "dayıdan" hoşlanılmayla sonlanıyor. yol yapıyor, alışkanlık oluyor sanırım bir süre sonra. ayıya bile dayı diyebildikten sonra kimlere kimlere neler demesi kolay geliyor zannımca.
devamını gör...

bamya

çoğu insanca ötelenen, hor görülen leziz bir sebze.

millet niye sevmiyor bilmiyorum ama ekşili ve kıymalı olanı enfes bir şey. yemesi bir tarafa soymasının da farklı bir keyfi var. geçenlerde valide sultanın işi vardı, al bir dene bakalım dedi. bıçakla bırak bamyanın kafasındaki kısmı soymayı, iri sebzelerin kabuğunu bile soyamam. neyse efendim, başladım bir taneyle baktım akıyor. acayip de zevkli geldi tabi, bir leğeni tamam ettim.
yok slimemış, yok bilmem ne stres ıvır zıvırıymış hikaye. kafa kısmını döndüre döndüre soymanın tadı bir başka. çoluk çocuğunuza şifalı diye yedirin gitsin, siz de stresini bamya soyarak atın. ayrıca, hakkaten ekşilisi güzeldir.
devamını gör...

chp'nin yeni cumhurbaşkanı adayı kim sorunsalı

tırt birilerinin olacağı garantidir.

partinin kk'ye teslim edileceği aşikarken mansur beklentisi de gereksiz olur bence. velev ki aday yaptılar mansur'u, milliyetçilik hortluyor ayağına ikinci "gel bakalım maarem" vakası da mansur üzerinden tekrarlanabilir. kendisinin kk'ye vefa (!) borcu olduğunu da düşünürsek her türlü yaş bana kalırsa. kürtçülük zirvedeyken pasif de olsa milliyetçi cumhurbaşkanı isterler mi aga?

benim sormak istediğim asıl soru şu, biz niye bir partinin aday göstermesini ve arkasına kuyruk gibi takılmayı bekliyoruz ki? orkun özeller'den on numara cumhurbaşkanı olur. şu adam herhangi bir biçimde aday gösterilmezse anlayın abi işte ülkede sistem nasıl işliyor. benim için aday olabilecek tek kişi kendisi, insanlara tanıtılırsa kayda değer başarı gösterebileceğini de düşünüyorum ben. partisi olmadan bu rezil sürece karşı farklı şekillerde karşı çıkıyor. eline devlet gücü verilsin de görün. kürtçü şebelekleri hop hop hoplatır, ardlarını cayır cayır yakar.

demokrasi dediğimiz meret halkın iktidara katılımıysa en azından birilerinden aday beklemek yerine fikir belirtmeli seçmenler, değil mi? böylesine alıştık aga biz, böyle gelmiş, böyle gider denilirse de siz bilirsiniz.
devamını gör...

2 eylül 2025 chp istanbul kongresinin iptal olması

bilinen, öngörülen, beklenen bir eylemdi ve oldu.

chp'ye oy verenler, verecek olanlar isyan etmesinler. yukarıda başkalarının da söylediği gibi pürom geldiğinde bir iki mırın kırından sonra kabul edeceksiniz olanı.
yaşananlara karşı gösterilen tepkileri dizginleyen partileri de göreceğiz sanıyorum chp dışında da. ne çıkıyor buradan bilmem kaç milyarıncı kez daha? türk siyasetinden bir dışkı olmaz. güvenen, inanan varsa kişisel tercihdir efendim, laf salatası yapmanın gereği yok.
ben şahsen zerre alakam olmasa da aktif eylemci tarafları ve terör sürecine karşı koydukları tepki nedeniyle hkp'ye vereceğim oyu. orak, çekiç, sağ, sol umrum değil. böyle çapsız muhalefetle iki adım geri gidiyoruz da bir adım ileri ya oluyor ya olmuyor.
devamını gör...

büyük taarruz erdoğan komutasında gerçekleşti

rivayet olunur ki, ilk kurtlar vadisi editleri bu savaşta kullanılmıştır.
bu mantıkta anadolu ajansı'nı da fahrettin mi kurmuş oluyor acaba? aklımda deli sorular..
devamını gör...

şans yüzüne güldüğü anda cebinde o anda ne var

lotr evreninde "yüsssük" veya "kıymetlimiss" diyerek cevaplanabilecek bir garip soru.

malumunuzhobbit kitabında bilbo baggins kıymetli hobbit totosunu bu soruyla kurtarıyordu.
devamını gör...

çeyiz düzmek

güncel ekonomik şartlarda düzme eyleminin ön plana çıktığı, evliliğe hazırlık ritüeli.
devamını gör...

türk mü türkiyeli mi sorunsalı

türkiyeli denilse sanki örnek vatandaş olacakmış gibi konuşanların drama kastığı başlık.

sevgili arkadaşlar, şu yaptığınız mağduriyet edebiyatını en azından bir temellendirin de gelin artık. bana daral geldi, bunaldım. türkler ırkçı olsa, iddia böyle, yavrum sevmediğimiz etnisiteyi niye zorla türk yapmaya çalışalım? şayet maksat bu değilse de niye ırkçı oluyoruz babacım biri bunun açıklamasını yapsın lütfen. çingen de türk vatandaşı olarak anılıyor, ki yalnız türkler değil, şu ülkede yaşayan tüm etnik unsurlar tarafından dışlanıyor bu adamlar. çingenle yaşanmayan dert niye birileriyle yaşanıyor bir düşünsün mağduriyetini gıdıkladıklarım artık yeter yahu. bizim tarihe salça olmayı bırakacak olduğu sürece isteyen istediği olsun, ki internette falan da zaten bilgilendirme kısmında x asıllı türk bilmem kim diye belirtiliyor genelde. kendi etnisitesinin diktasını yapanlarca suçlanıyoruz ya kafayı yersin.

ulus devlet olarak bu ülke kurulduğunda müslüman inancındakiler "türk" ulus kimliği altında birleştirildi. hıristiyan türkler mübadeleyle gönderildi yahu şu basit bilgiyi okumaktan acizlerle tartışmak zorunda kalmak bile acı verici. özel olarak kürtler'e uygulanan "türk olacaksın" baskısı yok. bak ne dedim yukarıda, çingenler de türk ulus kimliği altında, arap da... sen gidip "lan ülkede çeşit çeşit etnik unsur varken ben niye bu kadar saçmalıyorum da tepki çekiyorum?" demek yerine safsata mağduriyet uydurursan sevilmezsin oğlum tabi. birde ırak ve suriye'de yediği haltı görmeden burada ırkçılık diye ciyaklayanlar da rica ediyorum biraz aynaya baksınlar. maşa olabilecek nüfusun var diye askeri ve siyasi destek görüyorsun ve ses çıkarıyorsun diye haklı olduğun anlamına gelmiyor bu.

oğlum milliyetçiler şöyle böyle dediğiniz ülkede yer alan, adı "milliyetçi hareket partisi" olan partinin ikonik lideri alparsşan türkeş kız kardeşini kürt biriyle evlendirmiş, bunu da söylemekten gocunmayan birisi. ülke kurulduğunda bu sınırlar içinde yaşayanlarla sonradan vatandaş olanları kıyaslamak da hakikaten aklı evvellik. aynı muamele yapılsın isteniyorsa sonra bize ırkçılık yapılıyor hüğ demesin kimse. artık eğilim kimseyi türk kabul etmeme üzerine kardeşim ağlamayın, yeter. gerçi şimdi de türkler daha fazla ırkçı oldu dalga dümeni dönüyor da neyse. dün tutarlı mıydı bunlar ki de şimdi tutarlı olsunlar. dil öğrenimini, ilgili dilin anavatanına hayranlık duyma olarak algılayan bir arkadaş var. beyin kıvrımlarında sorun olduğu muhakkak. tanıyan varsa ailesine haber versinler. elon musk'ın parasını çaldığına inanan ajdar gibi dolanıyor arkadaş buralarda sahip çıkalım yazık, günah. şimdi engel olamazsak ileride, ingilizler'in büyükelçilik binası var, kürtler'in niye yok? muhabbeti üzerinden ırkçı ilan edecek bizi zira saçmalamanın ucu bucağı yok.
devamını gör...

kan sahibi

balkanların kültürel ve korku motiflerinin kullanıldığı, ürkütücü bir korku romanı.

tepedelenli ali paşa'nın hakimiyetindeki bir köyde yaşanan tuhaf ölümlere çözüm bulunmaya çalışıldığı bir hikaye okuyacaksınız. türk okuru için balkanlar'ın farklı adetleri ziyadesiyle şaşırtıcı olacaktır. en şaşırtıcı kısmı ise hem eşkiya, hem de bey olmuş bir kadın. fiziksel olarak kadın ama töreler ve kültür bağlamında erkek kabul edilen bir kadın. mevzuyu eşcinsellik açısından geğerlendirecek olanlar çok yanılırlar. fazla detay vermeyeyim ki okurken öğrenme fırsatınız olsun. balkanlar'ın çok dinli, çok uluslu yapısının ve etkileşimin ortaya çıkarttığı iç içe geçmişliği göreceksiniz. mevzu batıl inançlar olunca ve balkanlar gibi deniz derya olduğu bir coğrafyada bir söylenti üzerine köylerin, kasabaların histeri sonucu boşaltılabildiği düşünülünce hortlakları, ecinnileri defetmek için inançtan bağımsız yapılan uygulamaları anlamak kolaylaşacaktır. insanların farklılıklarına rağmen böyle bir konuda uzlaşmasıysa tarihin cilvesi olsa gerek. korku: insanlar ve toplumları, tüm farklılıklarına karşın yakınlaştırabilecek bir unsur.

her kitapta olduğu gibi burada da "elveda rumeli" teması işleniyor arkada. elden çıkışın sebeplerinden tut, yeniçeri zorbalarının ettiği zulüm sonucu isyan eden köylülere; merkezi otoritenin zayıflayarak hakimiyetin eşkiya ve ayanlara geçmesinden bahsediliyor. din farklılığına rağmen on yıllarca bir arada yaşayabilmiş insanların kanlı bıçaklı olması, birbirlerini gördükleri yerde kesecek hale gelmesi anlatılıyor. osmanlı'nın balkanlar'daki durumu ise bir karakolda ölümü bekleyen yeniçeri zorbalarının ahvali üzerinden çok iyi anlatılıyor bana kalırsa.

başka açıdansa, ideoloji temelli kurgu tarih anlatılarının aksine, osmanlı devlet ve halkının da dünya denilen şu kısıtlı zaman diliminde iyi kadar kötü, sevapları kadar günahkar da olduğu. mevzubahis insan olunca her türlü olasılığın mümkün olduğunu hatırlatıyor. yozlaşmanın, anlayamamanın gerekçeleri, çürümenin sebeplerine dair dolaylı bilgiler edinebilirsiniz. belki de en önemlisi balkan felaketinin neden toplumun bilinçaltında travma oluşturduğu. toprak kayıplarındaki sürati görünce sorunun tespit ve çözümünün de neden yetersiz kaldığını daha iyi anlayabiliyorsunuz. hülasa kurgulanmış da olsa tarih okuyacaksınız. yollarda perişan olmuşların, atalarının mezarlarını bırakmak zorunda kalmışların perişan durumuna şahitlik edeceksiniz. vatan denilen olgunun ehemmiyeti ise acısı ve tatlısıyla bu öykünün bir yerlerinde varlığını mutlaka hissettirecektir. günümüzle kurulabilecek birtakım paralellikleri de okuyacak olanlar gözden kaçırmasınlar. gerçekleşen olaylar her ne kadar geçmişte kalsa da nedendir bilinmez, tekrar eden aynı hatalara farklı bir zamanda şahitlik etmek tarih okumanın en hüzünlü yanlarından biri olsa gerek. farkına varmak ancak değiştirememek.

bu lakırdılardan sonra kitabın içeriğine dair birkaç söz daha edebilirim. arnavut reşat bey (kadın olan), kan davasından kaçarak eşkiya olmuş, ardından da tepedelenli'nin adamı olarak bir köye bey yapılmış. eşkiyaya, köylüye diş geçirir geçirmesine lakin köyde yaşanan esrarengiz ölümler ahaliyi huzursuz etmeye başlar. ne yapalım, ne edelim? derken bir büyüğe sormak icap eder diye ali paşa'nın oğlu veli paşa'nın meskenine yardım istemeye giderler. burada hortlaklar, cadılar, vampirlerden açılan bahis sonucu arayış oraya yönelir. olaylar giderek garipkeşir ve sonlara doğru aksiyon zirveye çıkar. finali ilginç, vakaların sebwbi acayip.

anlatım ve tasvir çok başarılı. yağmurlu ve rüzgarlı bir gecede emre melemez'in storytell'deki sesli kitap halini dinlemiş bulundum. abimizin karakterleri canlandırması ve atmosfer korkutmasa da ürpertti yalan yok. keyifli bir kitap kesinlikle tavsiye ederim.
devamını gör...

canvermezler tekkesi

selim nüzhet gerçek'in kaleme aldığı, edebiyatımızın ilk gotik romanıdır.

"gotik" nitelemesinin farkının ne olduğunu bilmiyorum. kitabı okudum, kısa bir öyküsü ve basit bir hikayesi var. sürükleyici mi, derseniz benim açımdan değil ama bu tarz kitaplardan hoşlananlar için keyifli olabilir. her şeyi bir tarafa bırakırsak cesur bir roman olduğunu söyleyebiliriz, zira türk edebiyatı'nın bilindik isimleri fantastik temalı kitaplara pek hoş bakmıyorlar. kimi yersiz diyor, kimi de dönem türkiye'sindeki bilimsel tutumun neden olduğu bakış açısıyla bu tarz şeylere kocakarı hikayesi veya masal gözüyle bakıyor. böyle bir dönemde fantastik öğeler içeren kitap yazmak cesaret istiyor elbet fakat çok da cesur olamamış sanıyorum ki ahmet kamil mahlasıyla yayınlanmış.

hikayemiz ise bir garip. ali nail bey adındaki beyfendinin başından geçiyor olaylar. karadeniz'de çıkan bir fırtına sonrası çalışanlarına yardım götürmek maksadıyla yola çıkan ali nail, başına gelen türlü talihsizliğin ardından gecenin bir yarısı, ormanın ortasında aşığı meliha hanım'a rast gelir. onca bağırma çağırmaya rağmen dikkatini çekemeyen ali nail, tuhaflığın türkiye şubesinin eline düşecektir. adından da anlayabileceğiniz gibi ölümsüzlük konusu anlatılıyor. felsefe taşı'nı kullanarak çeşitli sihir ve simya zanaatini bilen 3 beyfendinin sırlarına vakıf olacağız.

garibime giden ve anlamlandıramadığım birer olaydan bahsetmek istiyorum.
ilki, "yasak aşk". tanzimat ve cumhuriyet dönemi yazarlarında bu konu nedendir bilemiyorum ama çok kullanılmış. şövalyelik romantizmi mi diyeyim, kadın-erkek ilişkilerinin normal karşılanıp alenileşmesi mi? bilen varsa detaylı, gerekçeli bir yazı ilgi çekici olabilir.
ikinci olay ise kötü adamlarımızın en basit tabirle tuhaf olması. insanların hayatından parçalar çalıyorlar ama öldürecek kadar da fena değiller. ali nail ile konuşmalarıysa acayip. "ölmen lazım ama günah oğul" diyorlar bir nevi. ara yol arıyorlar, kafalarını çalıştırıyorlar. ali nail ne ediyor? derseniz de aşina olduğumuz bir tavrı var. "yarimi bırakın, bana ne isterseniz yapın" teslimiyetinde. aşırı romantizm karakter ve hikaye gelişimine zarar diyebilirim.
devamını gör...

selim nüzhet gerçek

uyarlama usulüyle türk edebiyatı'nın ilk gotik romanını yazmış, modern ve geleneksel tiyatro üzerine çokça emek harcamış eleştirmen ve yazar.

istanbul milli eğitim müdürlüğü yapmış cemalettin bey ve tepedelenli ali paşa'nın torunu emine neyyir hanım'ın oğlu, abdülhak şinasi hisar'ın da kardeşidir.

rumeli hisarı'ndaki gaziosmanpaşa ilkokulunda ilk öğrenimi tamamlayarak galatasaray lisesi'nde eğitimine devam etti. 1910 yılında burada türkçe bölümünden mezun olarak isviçre'ye yüksek tahsil görmeye gitti. cenevre edebiyat fakültesi'ndeki eğitimi bittiği yıl, yani 1914, birinci dünya savaşı'nın başlaması nedeniyle avrupa'da kaldı. bu süre zarfında çeşitli avrupa ülkelerinden sınırdışı edilen türk öğrenci ve ailelerin sıkıntılarıyla ilgilendi ve avrupa tiyatrosunun gelişimini gözlemledi.

yurda dönüşünün ardında robert koleji'nde tarih ve türkçe dersleri vermeye başladı. ayrıca tiyatro eleştirnenliği de yaparak bu sanat dalının gelişimine katkıda bulundu. türk matbağacılığı üzerine eser kaleme aldı. geleneksel türk tiyatrosu'nun unutulmaması için yoğun çaba harcayarak çeşitli gösteriler düzenlenmesini sağladı.

ahmet kamil takma adını kullanarak uyarlama da olsa ileri gazetesi'nde ilk türk gotik romanı olan canvermezler tekkesi'ni yazdı.
devamını gör...

ahmet kamil

(bkz: selim nüzhet gerçek)'in kullandığı mahlas.
devamını gör...

emre melemez

oyuncu ve dublaj sanatçısı.

oyunculuğu ya da oynadığı diziler/filmler hakkında yorum yapamayacağım. zaten dizi izleyen bir tip değilim dolayısıyla mazur görün.

mehmet berk yaltırık abinin en sevdiğim kitabı olan kan sahibi'ni storytell'de seslendiren kişidir kendisi. bence gayet güzel iş çıkarmış. ses tonu güzel adamın, balkan ağzını da güzel yapmış. dinlemesi baya keyifliydi.
devamını gör...

karanlığın şahidesi

bir son gulyabani klasiği, fantastik öğeler içeren korku temalı kitap.

okuyalı uzun zaman olduğu için emin olduğum kısımlarından bahsedeyim.
hikaye: karısından gizli cariyesiyle cinsel münasebette bulunan saffet ağa'nın, yediği halt açığa çıkmasın diye doğumu gizlice ve kadıncağıza eziyet bir yerde, yani hamamda yaptırmasıyla başlar.

malum olduğu üzere bizim korku anlatılarında hamamda cin musallatı motifine sıkça rastlanır. işte ana karakterimiz periveş de tam olarak böyle bir ortamda doğar.
kitapta sıklıkla dönem osmanlısı'nın sokak alt kültürleriyle ilgili motiflerle karşılaşacaksınız. konuşma tarzından tut, yeniçeri zorbalarına; oradan çeşit çeşit batakhanelere... daha en başta doğumu yaptırmaya gelen topal ebe'den anlıyoruz bu durumları. kendisi aleni olamayacak doğumlar ve düşüklerle ilgileniyor. bu konuların piri mehmet berk yaltırık abimizin de uzmanlık alanı olduğundan mütevellit bol bol işlemiş bu konuları.
bir yandan cinler alemiyle, diğer taraftan insanlar alemiyle yaşadığı sorunları okuyacaksınız periveş'in. kendisi hanım hanımcık kız kalıbına da karşı biraz. erkekler yapıyor da ben niye yapamayayım? düşüncesini de aklına getiriyor sık sık. dolayısıyla binbir çeşit bela, musibete dolanıp biz okurları maceranın içine çekiyor.

korku ve fantastik alanında bizim ülke yavaş yavaş emekliyor, daha yürüme ve koşma aşamalarına var ancak emek verip hoş eserler çıkartılıyor. bizim yazarlar, okurlar ve motifler için fazlasıyla bakir bir alan olduğundan her şey taze. beni okurken çok sarmadı açıkçası, youtube kanalındaki bilgilerin kurgu halini okuyor gibi oldum. tarihi gerçekliğin yansıtılması açısından çok iyi ancak kurgu hususunda deneye deneye öğreneceğiz sanırım hangi motif, nasıl kullanıldığında okuması daha keyifli oluyor diye. ayrıca uyarlama değil özgün eser olması da kıymetli. zamanla olacak ben inanıyorum. deniz derya bir kültürel hazine var, böyle kitaplarlar yazılıp okundukça güzelleştiğini göreceğiz. böyle diyorum diye de kötü sanılmasın, güzel kitap ama hikayesi benim açımdan iz bırakıcı, akılda yer edici bir etki göstermedi onu kast ediyorum.
devamını gör...

ifşa ve linç kültürüne dayanak olarak feminizm

her türlü olgunun birtakım çıkar gözeten kişilerce kendi amaçları için kullanılmasına farklı bir örnek.

sosyal medya kullanmıyorum ama haber olsun, yorum olsun denk geliyorum ilgili durumlara. sosyal hayatta envai çeşit yeni çürüme belirtileriyle karşılaşırken mevzubahis konu şaşırtmasa da can sıkıntımı güncel tutmaya yetti. teknolojik olanaklar bir güzel ego tatmin aracı olarak kullanılıyor. internet denilen şu nane dehşet bir şey, bilinçli kullanılırsa acayip kolaylık sağlıyor, erişim fırsatı sunuyor. gel gelelim bu tarz maksatlarla kullanarak gereksiz davranışlarını reklam etmekten haz alan insanlar hep olmuştur, hep de olacaktır ne yazık ki.

#3710411

erkeklik mi modası olmuş? yahu sokaklar kriminal çöplük olmuş vaziyette, gücü yeten yetene dişini geçiriyor da arkadaşım yorumunun alaka düzeyini minimumda tutmak için ne kadar çaba harcadın merak ediyorum. kadınların meşru taleplerini zedeleyen bir durum olduğunun belirtilmesi, gerekçeleri ve daha ötesi "bamyası" olmayan, olamayacak olan bir kadının açtığı başlığa böyle kılçık bir yorum yapmak gerçekten takdir edilesi. başarının devamını dilerim.
devamını gör...

joseph conrad

polonya asıllı, dili ve tasvirleri enfes ingiliz yazar.

şimdiye dek hiç okumamıştım zaatı şahanelerini. bunun büyük kayıp olduğunu düşünüyorum, bir yandan da içeriği anlamayacağım zamanlarda okuyarak kitabı heba etmediğim için de seviniyorum.

beyfendi çarlık despotluğuna karşı muhalif tavır alan bir babanın oğlu olarak doğmuş. hayatının bir dönemi kara, bir bölümü de denizlerde sürgünle geçmiş. kendisi için: shakespeare'dem sonra ingiliz edebiyatındaki en mahir dil ustası olduğu söyleniyor.
sürgün hayatı esnasında ingiltere vatandaşı olsa, bu ülkenin diliyle edebi mucizeler yaratsa da anavatanı polonya için her daim atmaya devam etmiş yüreği. rus despotizmine karşı, ingiltere ve fransa'nın polonya'ya yardım etmesi için çaba harcamış. bu bağlamda takdir edilmesi gereken biri olduğu su götürmez. eserleri ve hayatından çıkartılacak dersler olduğunu düşünüyorum. döneminin hegamon gücünün güvenliğinde, saygın bir hayat yaşarken kökünü unutmadan sahip çıkabilmek önemli bir meziyettir.

türkiye'de popülerliği olması gerektiği kadar değil bence, aksi geçerliyse de benim cehaletime verilsin. neyse ki rastlaştık kitabıyla ve okumaya başladım. insan doğasının gerçekçiliğini yansıtmak ve idealizm arası bir anlatımı var. ikisini de yerli yerinde kullanmış, çok iyi de yapmış.
bahsettiğim sürgün nedeniyle hayatı sıkıntılarla geçse de rus halkına karşı nefret duymamış. okuduğum tek kitabında bu konuyu gayet anlayışlı ele aldığını gördüm, hakkaniyetli de bir adam vesselam.

dünyanın savaşlarla, çekişmelerle çalkalandığı ve birinci dünya savaşı gibi tarihi sarsan bir dönemde yaşaması, bolşevik devrimini görmesi de göz önünde bulundurulursa şahitlikleri, eserlerine aktardıkları çok kıymetli. doğu-batı arasında kalmışlığı, tam anlamıyla ait olamamayı çok hoş aktarmış. ingiltere vatandaşı bir polonyalı olduğu gerçeği de buna eklenince bakış açısındaki çeşitlilik ve eserlerindeki zengin yansımalarının okura yapacağı katkıyı hayal edin. ben okurken aşinalık hissettim. iki tarafın da çekiştirmesi, iki tarafın da tam manasıyla kabul etmemesinin meydana getirdiği garip durumu, öznelliğini de karakterler ve iç çatışmalar üzerinden anlatmayı tercih etmiş. bir ulusun düşüncelerini bu çatışmalarda görebiliyorsunuz.

hayata bakışını, denizleri ve anılarını anlattığı bir kitabı da mevcut. denizci bir yazarın kaleminden gemicilik ve deniz terimleriyle tasvir edilmiş aforizmalar okumanın hissinin de farklı ama hoş olduğunu belirtmeliyim. tatlı bir tatil beldesinde yazlıkçıların gitmesiyle etrafın sessizliğinde, hayat tecrübesi dolu dolu bir ihtiyarı dinlemek gibi. arada çay veya kahveden bir yudum alıyorsun, arka fonda deniz sesi kendiliğinden oluşuyor zaten. keyif alabileceğini düşünenler için mutlak okunmalı. son olarak, bize aydın profili nasıl olmalı üzerine de fikir verdiği kanaatindeyim. modernite ve medeniyet algısında öz benliğini kaybetmemiş hakiki bir şahsiyet abimiz. denizci olmasından mı kaynaklıdır, pusula kullanmasını mı, yıldızlara bakarak yön bulmasını mı bildiği için böyledir, tartışmaya açık. bana sorulacak olursa gerçek anlamı değil, benzetme olarak almanın daha doğru olduğunu düşünüyorum deniz, pusula ve yıldızları...

kitap(lar):
(bkz: batılı gözler altında)
(bkz: denizin aynası anılar ve izlenimler)
devamını gör...

ahmet minguzzi davası bağlamında muhalefet mafya ve adalet

minguzzi ailesinin avukatı rezan epözdemir'in tutuklanmasına müteakiben ailenin, peker'in avukatı ersan barkın'ı tutması üzerine gelişen olayları konu alan düşünceler içerir.

tanımın yanısıra birkaç bilgi daha eklemek gerekiyor, zira yazı iç dökme mahiyetinde olsa da, sözlük açık kaldığı müddetçe konuyu gelecekte araştıracak olanlar için özet bilgi vazifesi görmesi gerektiğini de düşünüyorum. ayrıca yazıyı yazarken etkilendiğim ve düşüncelerime kaynaklık eden olayları da yazıyorum ki eksik veya yanlış olduğu düşünülen kısımlar olursa bu bağlamda kusurum açığa çıksın. eleştiri yapılacaksa da bu açıdan yapılmasını temenni ederim, çünkü: güncel açmazların sonucu olarak arayış içindeyiz ve sorunları çözmeye, anlamaya çalışıyoruz. maksadım da buna hizmet etmek, gereksiz polemik oluşturmak veya asılsız ırkçılık kavgalarına girmek gibi bir derdim yok. "ırkçı, faşist" ithamında da bulunulacaktır mutlaka, varsın yapılsın sorun değil ama önyargısız okuyacaklar için gerekçe ve motivasyonumu bildirmem gerektiğini düşünüyorum.

mevzu nedir?
ersan barkın'ın davayı üstlenmesinin ardından suçlu şahısların seslerinin kesilmesi, suçlu yakınlarının hesaplarını silmesi, suçlu pohpohlayan sanal teröristlerin de seslerinin tizleşmesine neden oldu.
devletin "yaptırım ve ceza" gücünü hiçe sayarak umursamayan medeniyete fransız, suç imalathanesi bu güruhun devletten korkmadığı ve hatta hapishaneye girmeyi dahi bir çeşit "varoş erginlenme töreni" olarak gördükleri, meziyet saydıkları hakikati de akıldan çıkartılmamalı. ezcümle, devletin "babalığını" göstermediği noktada mafya "babası" fiilen istemese de namıyla caydırıcılığı tesis etti.

bu durum, gerçekle alakası olmasa da algısal yanılgılar sebebiyle adaletin sağlanacağı, belki de illegal yollarla suçluların cezalandırılacağı beklentisini doğurdu. genellikle iktidar karşıtı ve kendini muhalif başlığı altında konumlandıran insanların yaşadığı tatmin de maalesef kısa sürdü. peker kasıtsız etkisini düzeltmekle kalmadı; devletinin umursamadığı, adalete aç sıradan vatandaşların illegal de olsa "adalet" beklentisini kibarca boşa çıkararak iktidar söylemini tekrarladı. bir dönem yaşanan çıkar kavgasına dayanarak bazı muhaliflerce "köroğlu" yanılsaması oluşturuldu, şişirildi ve kahramanlaştırıldı. sonrasında da balon patladı, ümutlar suya düştü.
iktidar tarafıyla uzlaşıldığı için bu algı, bizzat kendisi tarafından alaşağı edildi.

peker'in açıklaması:


bir toplumun mahvolmasına sebep olacak en önemli şey, insanların bazı kişilerin işlediği suçlardan dolayı halkı oluşturan bir kesimi (türk'ü, kürt'ü, arap'ı ve benzeri) toplu olarak suçlu görmesidir.
üzülerek görmekteyim ki ülkemizin ciddi bir bölümü bu hatayı yapmaktadır. bu hatada ısrar edilirse, bazı güçlerin hazırlamak istediği “türkiye'de oluşturulmak istenen toplumsal kaosun değirmenine su taşımaktan” başka bir işe yaramayacaktır. kürtçede “keko” sözcüğünün anlamı kardeştir.
ülkemizin insanlarının arasına nifak sokmak isteyenlerin değirmenine su taşımayın. iki çeşit insan vardır: birincisi iyi insan, ikincisi ise kötü insandır. kişilerin etnik aidiyetine değinerek kötü sözler söylemeyin. bunun zararı, ülkemize gelecekte çok büyük olur.
değerli avukatım ersan barkın’ın, henüz 14 yaşındayken vahşice katledilen ahmet minguzzi kardeşimizin ailesinin avukatlığını üstlendiği haberi medyada yer alınca, “sedat peker devletin yapamadığını yaptı.” gibi üzücü paylaşımlar gördüm.
şunu net olarak belirtmek isterim: ben annemin ve babamın çocuğuyum. ancak bundan daha önce kendimi devletin çocuğu olarak görürüm, kabul ederim ve buna tüm kalbimle inanırım.
insanları tahrik ederek bir şeyler söyletmek istiyorsunuz. bunun neticesinde, beni seven insanların da onlara zarar vereceğini biliyorsunuz.
sizlerin başka bir işi yok mu? sosyal medya başında siz keyifli vakit geçireceksiniz diye belki çok korkunç olaylara sebep olacağınızı görmüyor musunuz? yapmayın. kendinize gidip başka eğlenceler bulun. insanların canıyla, kanıyla oynamayın.”

cumhuriyet

okumaya üşenenler için özet:
- milleti etnik aidiyetleri üzerinden ayrıştırmayın. dış güçlerin oyununa gelmeyin.
-kürtçe sözcükleri hakaret için kullanıyorsunuz, kullanmayın.
-devlet yapamadı, peker yaptı diyorsunuz. ben anamdan, babamdan önce devletin çocuğuyum (iktidara sahip çıkma).
-bilgisayar başında insanları birbirine düşürüp keyif alıyorsunuz, eğleniyorsunuz (?). kan aksa hoşunuza mı gidecek?

insanlarda hukuk ve adalete güvenin zerre de olsa kalmaması neticesinde alternatif arayışlar artıyor. devlet mekanizmasının çürüdüğü toplumlarda, insanların mafya benzeri gayrimeşru oluşumlara bel bağlaması, yardım istemesi görülmemiş şey değil. burada mesele, halihazırda suç ve kişisel çıkar amaçlı kanunları çiğneyen bir oluşumdan medet ummanın çelişkili olması da değil; daha kötüsü medet umulan kişinin yaşadığı sorunları çözdükten sonra iktidarla olan yakın temasının devam etmesi. kimi kime şikayet ediyorsun? vaziyeti söz konusu kısaca. çözüm süreci adındaki garabetin devam ettiği şu günlerde, peker'in iktidarı destekleyici açıklamalar yapması ve tepki gösterenleri bu çıkar ilişkisi bağlamında suçlaması, geldiğimiz durumun acılığını net biçimde gösteriyor. suçlaması dedim, buradaki ironi bile tek başına durumumuzun rezaletini anlatmak için yeterli.

çaresizlik bir tarafa, insanların kavramları yerli yerine oturtamaması da ayrı bir üzüntü kaynağı. iktidarla bir dönem zıtlaşan herkesi robin hood sanma, kurtarıcı olarak görme sorunu hala devam ediyor. onca olay yaşandı, onca kazık yendi fakat ısrarla hatalı yargılarda bulunulmaya devam ediliyor. neticeye bakarsak iş peker'e yaradı. en iyi mafya reklamı yapıldı, iktidara yakın söylemlerde bulunarak, varsa da, olası şüpheler azaltıldı, güven tazelendi. başka açıdansa bu tarz vakaların tekrar ve tekrar normalleşmesine katkı sağlandı.

fark edilmesi gereken bariz şey şu: mafya, parti, sendika, dernek örgütlenmeleri türk milleti yararına iş yapmıyor. vatandaşların temel hakları dahi umursanmıyor. olanı söylemek, ırkçı yaftası yemekle eşdeğer olmuş itiraz kabul edilmiyor. her yoldan, topyekun biçimde terörü meşrulaştırma girişimlerini türk halkına dayatmaya çalışıyorlar. her fırsatta "kürtler eziliyor" kisvesi altında terörü meşrulaştırmaya çabalıyorlar. en son prof. dr. bengi başer'in başına gelen olay da bunun delili. sokak köpeklerinin toplatılmasına karşı çıkarak, hırtlar vadisi yazılı bir görselin altına "köpekler yerine şu insan alt türlerini ıslah etmeye vakit ayırsanız" minvali söylemi üstüne alan dem ve diyarbakır barosu hemen suç duyurusunda bulunmuş. sebep* hırtlar ve insan alt türü derken kürt halkını kast ediyormuş... bunca uyduruk mağduriyetin arasında hasbelkadar biri çıkıp da hakikaten "ırkçı" bir yorum yapsa dövmeye bahane ararlar, ki bu yorum da kendilerine yakıştırdıklarından daha hafif bir yorum olur muhtemelen. bu alıngan tavrın, hassasiyetin (!) türk halkını barbar kalıbına sokarak çıkar sağlamadaki mantık anlaşılıyor değil mi?
silahlı çetelerle, terör örgütleriyle milleti sömürenlere kimse ses çıkarmasın isteniyor. ortada cinayet var, sokakta kan gölcükleri oluşmuuş ama eşgal veremiyorsun babacım, eşgal verirsen de şansa hassas (!) bir eşgale denk gelirse üzerine bir de suçlu çıkarsın.
---
bengi hanımın olayı yazarken aklıma geçmiş yıllarda viral olmuş bir video geldi. babası ve küçük bir oğlan çocuğu ingilizce sayı sayıyor. beş yani five kısmına gelene kadar sorun yok fakat altıya gelince işler karışıyor. babası "six" dediğinde "sex" anlayan minik zıpırımız, "nasıl sekss dersin babaa, nasıl?" şaşkınlığı yaşarken birkaç defa daha aynı şaşkınlık yaşanıyor. demem o ki: millet six diyor ama birileri seks anlıyor diye ahlaksız damgası yiyoruz. öte yandan sekse maruz kalan da biziz ama bu da fark edilsin istenmiyor. yaşananlara gülüp geçelim isteniyor da arada kan var. en kibar haliyle "oişkinlik" denilebilir buna.
---
her şey daha da kötüye gidiyor. kabadıyılık dönemi geçeli çok oldu, yerini mafyaya bıraktı. her ne kadar cani olsalar da belirli bir saygınlık kaygısı güderek işlerini yürütmeye çalışıyorlardı bunlar. sokak çetelerinin durumu daha da kötü. salt kazanç, kuralsızlık, ahlaksızlık, her türlü melaneti hak gören bu tipler açık açık ırza tasallut, haraç, cinayet gibi farklı çeşit her türlü cürümü pervasızca işliyor. artık belirli iyi kötü kanısına sahip olarak hareket etmek gerekiyor. her defasında karavana, her seferinde yanılgı...ne kadar itiraz edilse de mafya, terör örgütü, sokak çeteleri gibi toplum zararlısı silahlı oluşumların türk milletine karşı ortak paydada birleşmesinin tek anlamı olabilir, o da: türk milletinin varlık, kimlik ve değerlerini yok etmek. gayrimeşru işlere ses çıkarmayan ancak halkın kendisini legal yolla savunabilmek için ruhsatlı silah edinmeyi kat kat zorlaştırılması da apayrı bir durum. katlettikleri insanların ailelerine pkk yazılı satırlarla tehdit mesajları atılması başka nasıl açıklanabilir? kör bir nefretin, çeşitli kazançlar gerekçe gösterilerek halkın üzerine salınması durumu. ne yazık ki tecavüzcüsüne giderek yardım uman sayısı da azımsanacak gibi değil.

kendi öz benliğiyle barışmadan adalete erişim fırsatı verilebileceğini sanmıyorum. birilerinin giydirdiği gömleği kabullenip uysalca her denileni kabul eden bir milletin itiraz ve isyan nitelikleri zamanla körelir. birilerinin hukuksuz ve terörist faaliyetlerini örtbas etmek, grotesk görünümlerini gizlemek için en bolundan kılıflar uydurması ve bizleri şartsız kabule zorlaması adaletsizliğin daniskası. bu uydurma kılıflara kanarak sürekli mahçup, sürekli özür diler halde elimizdeki her şeyin alınmasını mı beklememiz gerekiyor? bu mütevazi tutum ve kendini geri çekme tavrı, birilerinin her fırsatta taleplerinin artmasına ve dolayısıyla da adalet arayan bu milete bir türlü sıranın gelmemesine neden oluyor.

devletin, vatanın asli unsuru vatandaşların, kendilerine biçilen muhalefet rolünü özümseyerek dışına çıkmaması ise tarifsiz bir acı. hakimiyet ve asıllıktan, boş bir muhalefet pozisyonunda anlamadan, karanlıkta bırakılarak, kavramadan uzak halde vaziyeti anlamlandırmaya çalışıyor. mahcubiyete o kadar alışmış ki hakkını, mirasını talep etmeyi aklına bile getirmiyor. fiziksel prangaları kırmak kolay olabilirdi ama varlığından haberdar dahi olunmayan görünmez zincirlerden nasıl özgür kalınabilir?

mevzuya virgül koyacak kadar bile yaklaşmadım ama nokta koyayım. toparlayacak olursam: birilerinin zorla taktığı göz bağıyla adalet ararken sürekli mafyaların, rantçıların, çıkarcıların kollarında buluyoruz kendimizi. bu rastlaşmalara küfür savurup yola devam ediyoruz ancak gözler hala bağlı. devlet babamız da bizi arkamızdan itekleyere(; mafyalara denk getirerek, terör dikenlerine bastırarak yolun sonundaki uçuruma götürüyor bizi. kulağımıza bir şarkı mırıldanıyor lakin şarkıda acı bir ton var. hipnoz ediyor, güven telakki ediyor, sakinleştirmeye çalışıyor ama uçurum çok engebeli düşüş belli ki çok acılı olacak.
devamını gör...

yürüyen şato (kitap)

diana wynne jones ablamızın, bir garip büyülü dünyada geçen masalsı ve eğlenceli kitap serisinin ilk kitabı.

bu sihirli dünyada envai çeşit gariplikle karşılaşmak mümkün. ana karakterimiz sophie hatter'den bahsedelim biraz. kendisi büyük çocuk olmanın verdiği sorumluluk duygusunu iliklerine kadar hisseden, bu durumu kabullenmiş ve tüm macera hayallerine rağmen "ben yapmazsam kim yapacak canım? büyük çocuğun vazifesi bunlar." mottosuyla hareket eder. kendisi dışında 2 de kız kardeşi vardır. ortanca kız olan lettie: aralarında en güzelidir, sophie ile anne ve baba bir kardeşlerdir. küçük yaşta anneleri ölünce babaları, genç bir tezgahtar kız olan fanny ile evlenir. buradan da martha isimli en küçük numara doğar. fanny evlat ayrımı yapmadan hepsiyle ilgilenir ama eşiyle şapkacı dükkanında çalıştıkları için kızlarla ilgilenme vazifesi genelde sophie'ye kalır. en iyi okullara giderler, bir dedikleri iki edilmez. babaları kızlarına çok düşkündür ve onlar için en iyisini ister. dükkan da iyi iş yaptığı ve mali durumları da iyi olduğu için sorun yaşamazlar.

gel zaman, git zaman... bu olağan gidişatı değiştirecek ve karakterlerimizi farklı yollara itecek bir olay vuku bulur. bay hatter vefat eder ve arkasında kayda değer bir borç bırakır. bu durum yeni şartlar gerektirdiği için kızların eğitim hayatı, ki sophie son senesindedir, yerini çalışma hayatına bırakmak zorunda kalır. lettie için pastanede çıraklık işi ayarlanır, çok güzel olduğu için burada hoş bir beyle evlenip mutlu bir hayat süreceğini düşünür sophie. martha ise zekidir ve zengin bir hayat onu bekler, bu nedenle iyi kalpli bir cadı olan hanımefendi fairfax'in yanına çırak verilir. sophie ise elbette en büyük kız olmanın verdiği sorumluluk nedeniyle şapkacı dükkanında kalacak, işi öğrenecek ve fanny emekli olduğunda da dükkan ona kalacaktır. büyük kız olunca kısmetini bile aramaya çıkamaz işte sophie.

durumundan hoşnut olmasa da vazife bilinciyle kabullenir. şapka yapmasını biliyordur zaten, fanny'den de pazarlama konusunda küçük ipuçları alır. dükkan sahibi olacağı için çalışanlarla samimi de olamaz, sıkıntıdan patlar ve çok yalnız hisseder kendisini. o da başlar şapkalarla konuşmaya. "seni takan kesinlikle zengin bir kısmet bulur" der tırtıl yeşili bir tanesine, "sen takanı kesin çok genç ve tatlı gösterirsin" diye laf atar pembe fiyonklu bir başkasına. şapkalarla konuşarak, müşterilerin anlattığı dedikoduları dinleyerek günlerini geçirir. çok şey öğrenir dedikodulardan ve şapka satışları da anormal ölçüde artmıştır. sophie kendi kısmetini arayamaz ancak sattığı şapkalarla insanlar kısmetini bulur. fanny de dükkana uğramaz olur, sabahtan akşama dışarılarda gezinir. sophie şapkaları manifestleye dursun, diğer kızlar hallerinden memnun ve kısmetlerini aramakla meşgüldür. 2 sokak uzaktaki lettie'yi ziyaret etmek ister fakat sürekli bahaneler üretir.

onca geçiştirme ve bahaneden sonra bir gün korka korka dışarı çıkar ve yola koyulur. sokaklar yarı sarhoş, flört edecek genç kızlar arayan askerlerle doludur. bu manzara çekingen ve utangaç sophie için tam bir korku tablosudur. göze görünmeden sıvışmaya çalıştığı bir anda ziyadesiyle yakışıklı bir adamla karşılaşır ve hemen geri çekilir. burada pek hoş olmayan bir diyalog da yaşanır ama o sonranın konusu. bir şekilde pastahaneye ulaşır sophie, lettie'yi görmeye gelen erkek kalabalığının arasından zar zor geçerek içeri girdiğinde kendi varsayımsal doğrularının aksi bir durumla karşılaşır. lettie ve martha yer değiştirmişlerdir. martha kendisini lettie'ye, onu da kendisine benzetecek bir büyü bulmuş ve yer değiştirmişlerdir. bunun nedeniyse sophie'nin sandığının aksine: lettie'nin güzelliğini değil aklını kullanarak bir şeyler yapmak isteyişi ve martha'nın da zengin değil, 10 çocuklu bir aile kurmak istemesidir. sophie için bazı gerçeklerin sandığı gibi olmadığının delili olur bu konuşma fakat kitabın sonuna kadar pek çok konuda yanılgıya düştüğüne şahit olacağız.
---
bunun üzerine düşünecek birtakım şeyler bulabiliriz sanırım. temel olarak: toplumun veya ailenin beklentilerinin aksine kişilerin farklı istekleri olabileceği. bir kadın veya erkeğin fiziksel güzelliğinin, gönül ilişkilerinde de benzer bir seçim yapacağını/yapması gerektiğini düşündürüyor veya zekiyse çok para kazanabilir, dolayısıyla para getirecek işlere yönelsin fikri kabul görüyor. bilhassa aile içinde bunun etkisine daha sık rastlanıyor diye düşünüyorum. bir şeyi yapabilmek ya da istese yapabilecek olmak bir zaruret gibi görülüyor. keyif alabilme, istek, arzu bir kenara itiliyor. işte bunun tatlı örnekleri kitapta da var. bu duruma karşı çıkarak istediğini gerçekleştirme ve aynı zamanda başarılı da olma. kendisinin de sık sık vurguladığı "ilk çocuk olmanın zorunlulukları" hususundaysa olaylar en imkansız görülen ihtimalle sonuçlanacak belki de. olması gerektiği düşünüleni itirazsız kabul eden, cesaret ve özgüven eksikliği yaşayan, düşüncelerini söylemekten çekinen ve bolca utanan sophie'yi bekleyen son bir hayli farklı olacak.
yanılıyor ve yanılmaya da devam edecek demiştim. yanılgıların bazıları önyargı kaynaklı ve bu da çok hoş işlenmiş. dıştan görünenin insanı hataya düşürebileceği, yanlış yargılara sebep olabileceğini hoş biçimde sophi'nin gözünden okuyacaksınız.
---
neyse efendim... sophie'nin aklında sorular oluşa dursun, düşünceleri de bu yönde değişe... şapkalarla bu defa da işe yaramaz oldukları hakkında konuşur. martha ile yaptığı konuşma düşüncelerini değiştirmiş, yerini umutsuzluk ve mutsuzluğa bırakmıştır. ertesi gün tersine manifestlediği şapkalardan memnun kalmayan bir müşteriye denk geliriz. sophie biraz daha umursamaz olmuştur, kendini şartladığı zaruretleri bir kenara koymaya başlar. değişime kapı açılmışken kader de farklı planlar yapmaktadır. 50 yıl önce ülkeyi kasıp kavurmuş, merhum kral tarafından çöle sürülmüş kötü kalpli çöl cadısı gelir dükkana, sonradan öğreneceğimiz bir yanlış anlama sonucunda sophie'yi lanetler. bu laneti de kendiliğinden anlayanlar dışında kimseyle paylaşamayacaktır. kendisini farklı hisseder, zoraki yürüyerek aynanın karşısına geçer ve çok yaşlı bir yüz görür. değişiklik umulmadık olsa da çok rahatsız etmez, iç dünyasının yaşlı bir kadın gibi olduğunu düşünür. kimsenin kendisini tanımayacağını düşünür ve fırsat bu fırsat diyerek biraz para, biraz da yiyecek alarak kısmetini aramaya çıkar.

fiziksel değişim anında etkisini gösterir. ihtiyarlığın verdiği boş vermişiği görürüz. utangaçlık, sözlerini iki kere tartma, yapılması gerekeni yapma alışkanlıkları tersine döner. kısmetini ararken bir korkuluğu tekrar ayağa diker, farkında olmadan söylediği "canlı olsan kısmetimi bulmamda yardım edebilirdin" sözleri kendisine yaşlılığın getirdiği hafif delilik olarak gözükür ama büyülü bir dünyada bazı insanların sözleri sihirli olabilir.
ardından bir değneğe iple bağlanmış, çalıların arasında sıkışmış bir köpeğe rastlar. normalde köpeklerden korksa da artık ihtiyar olduğu için umursamaz. köpeği kurtarır ve değneği de baston olarak kullanarak yürümeye devam eder. hava kararır, etrafta kurtlar kol gezer ancak yaşlı bir kadının etini tercih etmezler değil ni? korkusuzca, bir başına yürümeye devam eder ve büyücü howl'un şatosuna rastlar. lanetlenmiş biri için bundan ala kısmet olmaz der ve durmasını söyler. kısmetine doğru yürür ve biraz uğraştıktan sonra içeri girmeyi başarır. kapının tam karşısında duran koltuğa doğru "işte kısmetim" diyerek atılır. "neden geldin, niye geldin?" sorularını pek umursamaz, kapıyı açan çırak michael da durumu kabullenir ve işine bakar. gecenin bir yarısı kendi horlamasına uyanan sophie, ocağın içindeki ates cini calcifer ile karşılaşır. sophi'deki laneti farkeder ve bir anlaşma önerir. calcifer ve howl arasındaki sözleşmeyi bozarsa üzerindeki laneti kaldıracaktır. sözleşme muallak olsa da sophie teklifi kabul eder ve bir ay orada kalabilmek için bahaneler düşünürken tekrar uykuya dalar. ertesi gün howl dışında kimseye ocağı kullandırmayan anarşik ateş cinine boyun eğdirerek pastırmalı yumurta yapmaya başladığı esnada büyücü içeri girer. kız kardeşini görmeye gittiği gün karşılaştığı yakışıklı genç adamdan başkası değildir. o gün kendisine "fare" de dediği için aksilenen sevgili sophie, bir şekilde kendisini temizlikçi olarak kabul ettirir. macera da başlamış olur.

sevgili sophie; merakıyla, pislik içindeki eve açtığı savaşla, büyücü howl'un yediği genç kız kalplerini arayarak ve sözleşmenin şartlarını bulmaya çalışarak evde terör estirecek. öykü boyunca sophie'nin dönüşümüne şahit olacaksınız.

çocuğunuzu yanınıza oturtup gönül rahatlığıyla okuyabilirsiniz. hem siz sıkılmadan keyifli vakit geçirirsiniz hem de küçümen. kitap okuma alışkanlığı kazandırma çabalarında listenizde olması gereken bir kitap. çocukların yanısıra, yaşı ilerlemiş fakat kitap okumak isteyenler için de tercih edilebilir. kitabın sonuna geldiğinizi anlamadan bitirebilirsiniz.
devamını gör...

diana wynne jones

acayip tatlı ve eğlenceli bir yazım tarzına sahip kadın yazar.

şu ana kadar "yürüyen şato" ve "uçan şato kitaplarını okudum. okurken acayip keyif veriyor ve masal dinliyormuş gibi hissettiriyor. hikayeler çok girift olmasa da basit bir konuyu çok güzel anlatabiliyor.

kitaplarda genel bir tahmin edilebilirlik sorunu vardır, belirli bir noktadan sonra gidişata göre olayları tahmin edebilmeye başlarsınız. bu durum kitap okuma keyfini kaçırır, farklı kitap ve tür arayışına girersiniz. bu ablamızın kitaplarındaysa bu sorunu hiç yaşamadım. dil ve anlatıcılık çok akıcı. olayların gidişatı insanı şaşırtıyor ve beklemedik şekillerde ilerliyor. buna ek olarak masal dedim, hanım ablamız bu konuda da yazdığı şeye hakim. uçan şato'da mesela, ilk kitabın devamı ancak binbir gece masallarının anlatım tarzına çok benzer. karakterlerin konuşma tarzındaki saygı belirtme, selamlama, hitap anlatısını özümsemiş. bunun üzerinden küçük, tatlı espiriler yapıyor falan...

çocuklara gönül rahatlığıyla okutulabilir. yetişkin iseniz de keyif alabileceğinizi düşünüyorum. hoş detaylar yakalayabilirsiniz ve sürükleyici olduğu hususunda da sizi temin edebilirim.
devamını gör...

klytaimestra

kardeşi helen'in aksine daha az bilinen fakat helen gibi kaos kraliçesi olmayan, mağdur edilmiş bir kadın, bir kraliçe ve bir annenin; aşk, sevgi, keder ve intikam duygularını anlatan kurgusal roman.

mitolojilere ilgi duyan ancak akademik okumalar yerine roman tercih eden okurların alabileceği bir kitap. bana kalırsa kurgusu pek iyi değil, çünkü: klytaimestra karakterinin savaşçı yönü fazlasıyla abartılmış, film ve dizilerde bir türlü yenilemeyen karakterler gibi yazılmış. kardeşleri sürekli sorun çıkarsa da olanlara ablalık anaçlığıyla yaklaşıp sürekli koruyup kollayan bir karakter tasvir edilmiş. bir noktada helen ve kendisini kıyasladığı bir an var sadece, onun dışında anaçlıktan ödün vermeyen bir kraliçe kendisi. her sorunu olan klytaimestra'ya koşuyor, o da itiraz etmeden yardım ediyor. destanvari bir heyecan da uyandırmadı bende ama dediğim gibi mitolojik bir öykü olduğu için meraklısı alıp okuyabilir.

kitap olarak olmasa dahi karakterin hayatı bilinmeli. romantik, çiçek, böcek yunan mitleri'nin aksine, tam manasıyla trajedi. spartalı da olsan, baban kral da olsa ilgili zaman diliminde grek bir kadının hayatını okuyacaksınız. malum olduğu üzere bu tarz anlatılar toplumların geçmişi hakkında fikir verir. tamamı gerçek olmasa da hakikat kırıntıları taşırlar. yazar hanımefendi de sanıyorum ki bu gerekçeyle kitabını yazmayı tercih etmiş. batı medeniyet algısının da beslendiği yunan mitleri'ne, özellikle de burada olduğu gibi geri planda kalmış olanlarına yakından bakmak ufuk açıcı olacaktır diye düşünüyorum. "barbar" söyleminin evrensel değil öznel olduğu gerçeği, güncel popüler kültür ve medeniyet algısındaki yunan mitolojisi etkisi göz önünde bulundurulursa, kendisini daha iyi gösterecektir. bu kurgu romanda adı geçen karakterlerin bir dönem savaşlarda dahi yer aldığını, sembolik amaçlarla kullanıldığı da hatırlanırsa kastımın ne olduğu daha net anlaşılabilir. "yunanlılık" vurgusu karakter diyaloglarında kendisini gösteriiyor gerçi ama yine de dikkat çekmek istedim.

kitapta klytaimestra'nın sparta prensesi ve sonrasında da miken kraliçesi olduğu dönem anlatılıyor. intikamını almasıyla kitabın sonuna geliyoruz ama bu klytaimestra'nın hikayesinin sonu değil. dedim ya, öyküsü ziyadesiyle trajik. ilgili dönem arasında herkesin az da olsa haberdar olduğu truva savaşı'ndan da söz ediliyor. bizzat savaş alanı anlatılmasa da; savaşın öncesi, truva'ya gidiş yolunda çıkan zorluklar ve çözümler, savaş sırasında sparta ve miken'de yaşanan olay ve entrikalar anlatılıyor.

mitolojide ve hatta astrolojide yer alan önemli birçok karakter de kitapta mevcut. bunlardan bir tanesi tanım kısmında da adını geçirdiğim helen. popüler kültürde olağanüstü güzelliği ve truva savaşı'ndaki etkisi çokça bilinse de meraklısı olmayanlarca pek bilinmeyen bir tecavüz olayı da anlatılıyor. bu olaya dair bakış açılırıysa müspet yönde, olumlu bile bakılıyor. detayı spoiler olarak yazayım ki "kitabı almak istiyorum ve bazı şeyleri okurken öğrensem daha iyi olur" diyecekler için tadı kaçmasın.


babası zeus ve bir yunan kahramanı olan theseus ve arkadaşı peirithous, sparta sarayında herkesin uyuduğu bir vakitte helen'i kaçırır. önce kimin tecavüz edeceği üzerine de zar atarlar.


tek ilginç olay bu da değil elbette. helen ve klytaimestra'nın anneleri leda da zeus'un kuğu kılığına girmesi dolayısıyla bir tanrıyla ilişkiye girer. bu ilişki neticesinde doğan helen, aslında zeus'un kızıdır. bu anlatı nazaran daha bilinir gibi geliyor bana truva savaşı ve helen'in eş seçimi mevzusunda anlatılıyor. zeus'tan olma diğer kardeşiyse pollux. toplu halde yazayım: pollux ve helen'in babası zeus; klytaimestra ve kastor'un babasıysa sparta kralı tyndareos. ikizler takım yıldızına adını verecek olanlar da pollux ve kastor kardeşler. kitapta bunların maceraları da anlatılıyor.

tekrar ana karakterimize dönecek olursak, trajedisinin başlangıcına neden olan sebep: agamemnon'un kendisiyle evlenmek istemesi. burada bir pürüz var, o da klytaimestra'nın halihazırda evli olması ve çocuğunun olması. pürüz dedim ya, konuya tam olarak öyle bakılıyor.

tyndareos'un bilgisi dahilinde, klytaimestra'nın kocası maionia kralı tantalos, agamemnon tarafından sparta sarayı'nda katledilir. bu katliamdan daha bebek olan oğlu da nasibini alır.


bu mevzu niye oluyor peki? bir ölçüde yunan birliği için. iki güçlü yunan krallığı sparta ve miken ülkesinin ittifakı, kendisini truva savaşı'nda da gösterecek malum. barbarlık demiştim, tam olarak o mevzu aslında. medeniyete hangi pencereden baktığına göre değişkenlik gösteriyor. miken hükümdarı varken, anadolu'da gediz nehri kıyısında bir şehrin kralı olsan da dış kapının, dış mandalısın buna göre. ayrıca spoiler olarak yazdığım olayda zoraki rol alan, spartalılılar'ın gelişinden evvel bölgenin yerel halkı helotlar mevzusu var bir de. yazar bu konuyu güzel işlemiş allah var. öldürülmeleri veya tecavüze uğramaları spartalılar için sorun teşkil etmeyen insanlar.
(bkz: helot)

sonraki kısımlarda miken kraliçesi olduğu zamanlar anlatılıyor. doğan çcocukları nedeniyle geçmişte yaşananları sineye çekmeye karar veriyor karakterimiz. bu kısım da aslında, kadın diye küçümsüyorsunuz ama bak ülkeyi nasıl yönetiyor, teması anlatılıyor. agamemnon işleri klytaimestra'ya bırakmış sefahat alemlerinde zaman geçiriyor. yazar hanım "kadının gücü" vurgusunu güçlendiriyor bu bölümlerde. ikinci ve sabrı taşıran diğer olaysa bu kısımda gerçekleşiyor. truva savaşı için ordular toplanmış fakat uygun rüzgarların eksikliği yüzünden bir türlü sefere çıkılamaz. agamemnon'un yanında bulundurduğu falcının önerisi üzerine bir plan yapılır. tanrıça artemis'i memnun etmeleri gerektiği kanısına varırlar. miken sarayı'na haber gönderilir ve evlilik için kızı iphigena'yı ve karısı klytaimestra'yı çağırtır kral.

klytaimestra tuzağa düşürülerek bağlanır ancak kurtulmayı başarır. kızı iphigena'nın kurban edilişini engellemeye çalışsa da başarılı olamaz.


sonrası tabi ki truva savaşı yılları ve miken sarayı'nda hakimiyetini arttıran klytaimestra'yı okuyoruz. burada sevgilisiyle beraber intikam planları kuruyor, bir taraftan da oğlunu sparta hükümdarı yapmak için evlilik anlaşmaları kuruyor. kalan çocuklarıyla olan ilişkilerini okuyacaksınız ve nihayetinde intikamını da alacak ve kitap klytaimestra zirvedeyken bitecek.

daha genel bir eleştiri de yapmak istiyorum. tarihi ve mitolojik kadın karakter yazan, kadın yazarlarda lezbiyenlik takıntısı var sanırım. kurguyu güçlendirmek yerine erkeklere karşı manifesto havasında lezbiyen ilişki anlatısına denk geliyorum ısrarla. burada da klytaimestra'nın kız kardeşi timandra üzerinden bu anlatı yapılmış. güçlü kadın olmayı bu yolla anlatmaya çalışmaları bana fazlasıyla anlamsız geliyor. ataerkil düzene karşı çıkalım. peki nasıl? erkeklere ihtiyacımız olmadığını anlatalım, yani kadın kadına sevişsinler...aynı mevzu iskandinav mitolojisi konulu başka bir kitapta daha vardı.
(bkz: cadının yüreği)
devamını gör...
devamı...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim