kayınvalidem çok güzel yapar ama ben hariç ailedeki hiç kimse yemez. çünkü kayınpederim trakyalı, çocukları da anneleri karadenizli olmasına rağmen kendilerini trakyalı hissediyorlar. ben de trakyalıyım ama onlar gibi nanemolla değilim, evet hayırlı gelinim ben.*
ergen çocuğu olan ebeveynler için ciddi tetiklenmeler yaratacak mini dizi. ben sırf bu yüzden eşim sürekli izleyelim demesine rağmen düne kadar bu diziyi izlemeye cesaret edememiştim. bu süreçte sosyal medyada dizi hakkında gerek psikologlar gerekse çocuk gelişimciler tarafından ısrarla tavsiye ediliyor oluşu da didaktik bir yanı olduğu izlenimini vermişti bana.
sonuç olarak dün izledik ve çocuk, lütfen cinayeti işlememiş olsun diye dua ettik. niye böyle oldu peki? çünkü, bizim de 13 yaşında bir oğlumuz var ve dizide babanın çocukla yaşadıkları, bize oldukça tanıdık. mesela çocuk, spor yapmaktan hoşlanmadığını söylüyor. oysa bu çağda özellikle çocukların uzun süreler ekran başında vakit geçirmelerini önlemek için ebeveynlerin bulduğu çarelerin başında onu herhangi bir sportif faaliyete yönlendirmek geliyor. çocuğun anlattığına göre babası, onu futbola götürüyor, pek başarılı olamayınca çocuğu kaleci yapıyorlar. babası onun başarısız olduğu anlarda onunla göz göze gelmemeye çalışıyor, aslında babası, o üzülmesin diye böyle yapıyor ama çocuk, bunu babası ondan utanıyor diye algılıyor. aynısını biz de yaşadık. babası, oğlumu futbol okuluna yazdırmıştı, başarılı olamayınca kursu bıraktı. insan, bu kadar mı benzerlik olur diye düşünmekten kendini alamıyor. annenin, en çok da babanın çaresizliğini iliklerimize kadar hissettik. babanın "benim babam beni kemerle dövüyordu ama ben bir şekilde büyüdüm, ben kendime söz vermiştim, çocuklarımı asla dövmedim, niye böyle oldu?" diye sorgulaması da oldukça tanıdık. nesiller arası aktarılan o travmanın, babada belli zamanlarda ortaya çıkan yoğun öfkenin çocuğuna sirayet etmiş oluşu da ebeveyn olarak bizi hayli üzdü.
çocuğun okuldan gelir gelmez odasına kapanması, ebeveynlerin çocuk kendi odasındayken güvenli olduğunu düşünmesi ama internetin ergenler için nasıl tehlikeler barındırdığından biz ebeveynlerin farkında olmayışımız gibi artık klişeleşmiş konular da dizide güzel bir şekilde işleniyor. ergenlerin kendi aralarında yaşadıklarından bihaber olarak yaşamaya devam eden ebeveynleri, ergenler arasındaki zorbalama durumlarının sanal ortamdaki yansımalarının onların dünyasında büyük bir kaos yarattığı gerçeği ile de yüzleştiriyor.
ezcümle, ergen birine ebeveynlik yapmanın ne kadar zor olduğunu sanki günlük hayatımızda tecrübe etmiyormuşuz* gibi bir de dizide izledik. valla bu kadar zor olacağını biz de tahmin etmemiştik, cidden...
hocam başlığın 2020 yılında açılmış olması, bu fiyatın o zamanlara ait olduğu anlamına gelmiyor. cartel grubunu nasıl bilmezsiniz? oysa "cartel bir numara en büyük, cehennemden çıkan çılgın türk." idi.* bende hem kaseti hem de tişörtü vardı.* o zamanlar ergen olan ben, şimdi rap dinliyor diye ergen çocuklarıma kızamıyorum mesela. neyse konumuz o değil de, doksanlarda yüz bin çok iyi paraydı. şöyle anlatayım: babam, 99 yılında 18 bin'e sıfır vw bora almıştı. babamın o zamanlar kırklı yaşlarında olduğunu hesaba katarsak, 25 yaşındaki birinin 100 binlik arabaya binmesi, büyük bir olay ki zaten öyle olmasa, "nerden geldi bu para, en iyisi sorma." demezdi. yani 25 yaşındaki birinin o zamanlar öyle bir parayı çalışarak kazanma ihtimali sıfır. bilmem anlatabildim mi?*
kadınları şeker kız candy, erkekleri at hırsızı gibi yapıyor ki hadi ilk çıktığında güldük eğlendik vs ama bitsin artık bu çılgınlık. bu sıralar instagramda hemen hemen herkesi ghibli ghibli görüyoruz. gözlerim kanadı artık yetti.*
günaydın sözlük,
hayatımda ilk defa belki de hafta içi sabahın köründe menemen yapıyorum. benim minik ergenim* birkaç gündür okula giderken kahvaltı etmiyor, ben ki hiçbir zaman çocuklarını kahvaltı etmeden okula göndermeyen bir anne olarak bu duruma hayli içerledim. beni birkaç gün canım istemiyor diyerek geçiştirdi ama dün gece yatmadan önce, asıl derdini döküldü bana. "bana güzel kahvaltı hazırlayacaksan, kahvaltı ederim." dedi. güzel kahvaltı nedir diye sordum elbette. "hafta sonu kahvaltıları gibi yani mesela menemen yaparsan kahvaltı ederim." dedi. hafta içi rutinimiz, tost, sandviç vs aperatif kahvaltılık bir şeylerdi ama küçük beyimiz, ondan sıkılmış belli ki. ben, önceleri aman o kırılmasın, bu üzülmesin diye hep aşırı fedakar bir insandım ama şimdi hatrını kıramayacağım insan sayısı, onu geçmez. eşim, çocuklarım, duruma göre annem, babam, kayınvalidem veya kayınpederim. bakın, bu kişilere akrabalar, arkadaşlar vs de eklenirse, eşimiz, çocuklarımız vs gibi esas hatrını kırmamamız gereken kişilere enerjimiz kalmıyor. sonra bir bakmışız, "el iyisi, ev kötüsü" olmuşuz. herkese yetemeyiz, herkesi mutlu edemeyiz, çünkü biz pizza değiliz, evet bunlar hep hayat tecrübesi.*
"kendin olmak, biraz da sevilmemeyi göze almaktır." diye düşündüğümden dolayı, biri bana bunu dediğinde, bunu bir hakaret olarak algılamıyorum açıkçası. demek ki, kendim olma yolunda ilerlemeye başlamışım diye seviniyorum.* kaldı ki, birisi hakkında hiç kimsenin onu sevmediği iddiasında bulunmak, oldukça abartılı bir yaklaşım olsa gerek. ayrıca, bunu takdir edecek kişi sen misin diye sorarlar adama.(bkz: sen bilirkişi misin sen uzman mısın sen kimsin lan)*
mira, alina, melina, asel, liva, meva, neva..* bana sorarsanız bu isimlerin hiçbiri afili değil ama özellikle kız çocuklarına dört harfli isim koyma modası inanılmaz yaygın. bazı ebeveynler, o muhteşem dört harfli kombinasyonu oluşturabilmek için sanki birbiriyle kıyasıya yarışıyor. hem biliyor musunuz doğum günü partisi, diş buğdayı vs çocukla ilgili davetlerde afiş hazırlamak için dört harfli isimler, biçilmiş kaftanmış.*
günaydın sözlük,
dün akşam izlediğim (bkz: back in action) filminde 14 yaşındaki kız, annesine "anne git kendine bir hobi bul, benimle uğraşma." dedi. biz onu türkçe'ye z kuşağının kullandığı tabirle "beni bi' sal anne ya beni bi' sal." olarak tercüme edebiliriz sanırım.* dünyanın her yerinde mi ergenler böyle diye düşüncelere daldım. bu devirde ergen annesi olmak çok zor, teknolojideki tehlikelerden mi, sokaktaki tehlikelerden mi neyden çocuğunu koruyacağını şaşırıyorsun. bazı anneler, ergen çocuklarının telefonuna konum takip uygulaması yüklüyor, sürekli takipteler güya ama ergenler, teknolojiyi bizden daha iyi kullandığı için eminim onun da bir bug'ını bulmuşlardır.* ben, henüz öyle bir uygulama yükleyecek kadar delirmedim ama büyük oğlumdan tecrübeli olmama rağmen tam olarak nereye kadar salıp nerede işi sıkı tutmam gerektiğini de tam olarak bilmiyorum. zihnimi meşgul etsin diye a1 almanca'mı a2'ye çıkarmaya çalışıyorum yani kendime bir hobi de buldum aslında ama yine de endişeler içinde kavrulmaktan kurtulamıyorum, orası ayrı...
kimi zaman boşa zaman kaybetmemektir. bazı durumlarda geride durup beklemek gerekir çünkü aksi bir durum olursa öncelikle seninle aynı durumda olanlar ona maruz kalır, sen de bakarsın, ne olup bitiyor sonra duruma göre hareket edersin. ama maalesef ki ben öyle sabırlı biri değilim. bugün öğlene doğru oğlumun sınıf öğretmeni "okulda lgs onay ekranı açıldı, gelebilirsiniz." diye mesaj atınca koşa koşa okula gittim, tüm veliler benimle aynı şeyi düşünmüş olacak ki sistem çökmüş, hiçbir işlem yapamadan geri döndüm. ayın 16'sına kadar süren var, bu ne acele kızım, bırak millet birkaç kez okula gitsin gelsin, sistem çöksün, sonra bir ara sistem geri gelip gitsin falan, sen de bir ara sakin bir zamanda uğrarsın okula ama yok illa ki ilk gün ilk saatlerde gidilip o keşmekeşe karışılacak.*
demir bisglisinat ve c vitamini kapsülünden oldukça memnun kaldığım marka. doktorumun sürekli demir eksikliği için reçete ettiği (bkz: feramat)'ın aylardır mide ve bağırsaklarımı mahvetmesinden sonra kendimi inanılmaz rahatlamış hissediyorum. ne mide rahatsızlığı kaldı, ne de bağırsak sorunlarım. içindeki c vitamini sayesinde demir emilimini arttırıyormuş, kullanmaya başlayalı 3 hafta olduğu için değerlerimi ölçtürmedim henüz ama birkaç ay daha kullanıp değerlerime baktırmayı düşünüyorum. eğer ki yükselme varsa da bir daha vazgeçilmez demir ilacım olabilir kendisi. en çok da pas yutmuş hissi veren (bkz: feramat)'tan kurtulduğum için mutlu olacağım sanırım.*
şirketler aracılığıyla bulduğum temizlikçilerin hiçbirinden memnun kalmadım. referanslı olacak, hani arkadaş tavsiyesiyle falan olunca iyi çıkma olasılığı yüksek. bir de türk temizlikçilerin çok iş yapıyormuş gibi görünüp çoğu şeyi savsakladığını gördüm, hemen kaçmaya çalışıyorlar falan. mesela baştan sabah 9- akşam 5 arası diye anlaşıyorsun, saat 3'te işim bitti diyor. mutfak dolaplarını siler misin diyorsun. sonuçta anlaşmamıza göre 2 saat daha çalışması lazım ama surat falan asıyor, siliyor ama öyle üstünkörü falan.. benim bi' olga'm vardı. hem muhteşem temizlik yapardı, hem de öyle kaç saat anlaştıysam o saatleri arasında arada yemek-kahve araları haricinde durmaksızın çalışırdı, yapılacak işleri söylediğimde de hiç surat asmazdı. ama memleketine gitti, onun gibisini de bi' daha bulamadım.. kala kala hep suratsız ve üstünkörü iş yapanlara kaldık..
günaydın sözlük,
hiç kimse bahar geldi falan muhabbeti yapmasın, kış geri geldi. bu nasıl hava yahu? ben kışlıkları kaldırmaya hazırlanırken bugün istanbul'da gördüğüm kadarıyla herkes bulabildiği en kalın montu giyerek sokağa çıktı. sıcak bir ortam bulan, bulunduğu yerde kalsın, fazla hareket etmelik bir gün değil sanki. oysa ben de bugün işlerden bir ara fırsat bulursam 8. sınıfa giden oğlumun lgs başvurusu için okulundan onay almaya gidecektim. bakalım 16'sına kadar süremiz var ama bugün diye planladım ya illa ki bir ara kaçar giderim herhalde okula.*
trakyalıdır, hatta bulgaristan göçmeni olması muhtemeldir. benimdir.* kahve'ye "kaave"*, rahmetli'ye de "raametli" diyoruz, elimizde değil hocam, o kadar kusurumuzu da mazur görün.*
ramazan ayını geceli-gündüzlü oldukça verimli(!) geçiren bir beyefendi.* gündüzleri oruçlu olup iftarını açar açmaz ya kendisinin ya da ev ahalisinin çıkardığı herhangi bir çıngarı fırsat bilerek "offf bu evde bana huzur yokk." naraları atıp soluğu metresinin yanında alıyor.
devamında "ooo senin buralara yolun düşer miydi?" cümlesini de duymamla birlikte bakışlarımdaki boşluğun katsayısı daha da artıyor sanki.* bir şekilde gelmişim işte, "hoş geldin" de geç, ne tatava yapıyorsun, illa bir laf sokmaya çalışmalar falan hiç hoş olmuyor abi. bir daha insanın oralara yolunu düşüresi varsa da düşürmeyesi geliyor* öyle de lanetli bir durum.*
soldaki elbette. settar bey, tam bir muhafazakar erkek izlenimi veriyordu, mimikleri de doğaldı ama mümtaz taylan'da apo olacak bir tip yok ki, muhafazakar bir erkek karakteri canlandıracağım diye yavaş yavaş hareket etmeye çalışıyor falan, biraz da cüsseli bir tip olunca yürüyen kütle gibi duruyor, mimikleri de çok yapmacık.
ailedeki herkesi kontrol etmeye çalışmasının yanı sıra sadece kendi dertleriyle ilgilenilmesini istemesi gibi özelliklerinden dolayı anneme benzettiğim karakterdir. bazen öfke patlaması yaşayıp çıldırır, bazen mağduru oynar, bazen duygu sömürüsü yapıp ağlar, bazen sinsi bir güler yüz ve tatlı dille ikna çabalarına girer, bazen ise hastalanır ki böylelikle etrafındakilere kendi istediklerini yaptırtır. annem de böyledir.. ya onun dediklerini yaparsın, o zaman seni görür ya da kendi hayatını yaşamaya karar verdiysen, seni görmezden gelir. ya benim dediklerimi yaparsın hayatın kurtulur, ya da kendi yolunu çizersen bedeline katlanırsın fikrini benimsemiş biridir. onun sözünün dışına çıkan evlatlarına bedel ödetmekten, hatta onları cezalandırmaktan büyük keyif alır. çocuklarını bu kadar sevdiğini söyleyip onları kontrol edemediğinde gaddar davranması aslında şaşırtıcı değildir çünkü sevgi zannettiği şey, kontrol etme isteğidir aslında.. kontrol edebildiği insanlar iyidir, edemedikleri kötüdür. iyi biri midir kötü biri midir zihnimde onunla ilgili kesin bir yargı halen mevcut değil. yıllarca annemin bende yarattığı kafa karışıklığı ile yaşadım. bana ne yaptığını yeni yeni çözmeye başladığım dönemlerde onunla tamamen ilişkimi kestiğim zamanlar da oldu, birkaç ay hiç konuşmadım. sonra ona olan öfkemi idare edebilir düzeye getirdiğimde, beni kontrol edemeyeceği bir mesafe ayarlamaya çalıştım hep.. bunda kimi zaman başarılı oldum, kimi zaman ise çuvalladım.. pembe hanım gibi, annem gibi aşırı manipülatif insanlarla ilişki, ateşle ilişkimiz gibi biraz.. çok yaklaşırsan yanıyorsun, çok uzaklaşırsan da donuyorsun çünkü o iyilik meleği gibi davrandığı zamanlarda insana kendini inanılmaz değerli hissettiriyor ama sonra o birkaç güzel anın bedeli çok ağır oluyor, onun kontrolünden çıktığını hissettiği anda insanı yerin dibine sokuveriyor. ezcümle, benim bulduğum çare: bana duygu sömürüsü yaptığında onu geçiştirmek, ondan gelebilecek bir gram dahi olsa sevgi, ilgi, onay vs.'ye muhtaç olmamak, bu ihtiyaçlarımı ondan değil de eşim, çocuklarım, arkadaşlarım gibi diğer insanlardan karşılamak, beni kontrol etmeye çalışmaması için hayatımdaki birçok şeyden ona asla bahsetmeyip onunla sadece yüzeysel konularda konuşmak gibi gibi şeyler..
normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz.
Daha detaylı bilgi için çerez ve
gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.
online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.