1.
age of empires
4 hariç serideki tüm oyunları* oynadım. bu giride de oyunlarla ilk karşılaştığım zamanlardan, o yıllardaki hislerimden ve age of serisinin hayatımdaki yerinden bahsetmeye çalışacağım.
1. oyun benim hayata bakışımı değiştiren oyundu. onu, yaşadığımız küçücük ilçede bilgisayarı olan tek evde, ilçe seçim müdürünün evinde görmüştüm. onunla ilk karşılaştığım yıllarda babam, emniyetin bütün yazı işlerinden sorumlu polis memuru idi. ki o yıllar kurumlar arasındaki iletişimin mektupla sağlandığı yıllar.* bir misafirlik sırasında gördüm ilk: fareden gelen tıktık sesleri, oraya buraya yürüyen ufacık bez parçası giyinmiş adamlar, odun kesenler, ceylan mızraklayanlar... kareli kağıtta kendi uydurduğum ve kendi kendime oynadığım oyunlara benziyordu: ablamın çantasından çaldığım atlastan çizdiğim kıtalar, meydan larousse ansiklopedisinden gördüğüm kadarıyla çizdiğim ilkel insanlar, ellerinde baltalar mızraklar... karşımda gördüğüm şey kendi oyunumun kanlı canlı haliydi. daldım gittim. ekrandaki her şey o kadar inanılmazdı ki, fil bile vardı (!)* hiçbir şey anlamadım tabi oyundan. nitekim anlattığım kadar uzun da sürmedi bu anlar. o büyülü oyun kapatıldı ve prince of persia (ilk oyunu) açıldı.* aradan birkaç yıl geçti bilgisayar alındı.* tabi ben hemen o büyülü oyunu bulmak istedimse de bulamadım. zira bırak cd'yi insanlarda bilgisayar dahi yoktu.*sonra epey zaman geçti üzerinden, bir tanıdığımıza yalvar yakar getirttim ben bu oyunun cd'sini. kurabilmek için günlerimi harcadım, zira bi garipti kurulumu. nihayet kurdum ve oynadım. muhteşem bir şeydi, o ilk gördüğüm anki büyüye kapılmıştım yine. bu büyülü şeyi anlatmaya çalıştım arkadaşlarıma, anlamadılar, geta mıymış neymiş bir oyun varmış süpermiş, aynı gerçek gibiymiş, her şeyi yapabiliyormuşsun*. benim oyunumun yanında geta neydi ki, kimseye anlatamadım coşkumu.
2. oyun benim yine bir tanıdığımın evinde görmemle hayatıma girdi.
+sana bir şey açacam efsane oolum, atlar var okçular var mancınık var büssürü şey var.
-ya biliyom ooolum benim onu sen daha yeni mi öğrendin, ben yıllardır oynuyom zaten.
açtı, oynadı. benim oyun gibi ama biraz değişik. ohaa orduları hizaya sokabiliyorsun!* bu oyunu da edindim zaman içinde, ama bir türlü ısınamadım, ilk göz ağrıma ihanet ediyor gibi hissediyordum. ilk oyun kadar aşırı fazla oynamadım o yüzden. en çok harita oluşturma kısmını seviyordum, girip kendi krallığımı oluşturuyordum.
3. oyun benim için geçmişe yolculuk gibi bir şey oldu. bilgisayar anılarımdan bahsediyordum bir arkadaşıma, hayatında hiç aoe görmemiş-duymamış biri, çok garip. artık ben nasıl anlattıysam gidip koşa koşa almış cd'sini. kurmuş bilgisayara, oynamış biraz. tekrar bir karşılaşmamızda anlatıyor işte ne yaptığını, ama bi tuhaflık var, tren falan diyor. sonra gittim gördüm. benim bildiğim aoe izometrik, bu 3d. benim bildiğimde odun-taş-et toplama yeri falan olur bunda yok, benimkinde ilkel insanlar var bunda yok... e artık küçük çocuk sayılmam, ağzımdan şu cümleler döküldü:
bu oyun yanlış ya, korsan oyun satmışlar sana, izometrik bile değil bu!* hakikati kabullenmem uzun sürmedi tabi, bir süre yadırgadımsa da sonradan alıştım. aoe1 kadar olmasa da epey fazla oynadım bunu da. ama ne yalan söyleyeyim babilli olmanın, asurlu olmanın, hititli olmanın tadı bambaşkaydı.
neyse efendim işin özü oyunların hepsini bir şekilde oynadım. iyi oynadığımı söyleyemem zira ben işçilerin odun kesişini oturup 1 saat izlemiş adamım. oyunu hiçbir zaman yarışmacı* oynamadım: işçileri aslanla kapıştırdım onu izledim, yürüttüm onu izledim, et taşıttım onu izledim, tek başına ıssızda bıraktım onu izledim. bundan da çok büyük keyif aldım.
ha bana sorarsanız en iyisi hangisi sence diye, tek başınalık ve ilkellik hissini bana sonuna kadar yaşattığı için ilk oyun derim*. tabi oyun dinamiği açısından bakarsak 2 en iyisidir. 3'te ise nedenini asla anlayamadığım bir çiğlik hissettim, ne bana diğer oyunlardaki gibi "bir şeyler yapmalıyım, medeniyetim ve ben doğada yalnızız" hissini yaşattı ne de "vay be hayalimdeki oyun bu" dedirtti. diğerlerinin çok iyi veremediği "lan burası birazdan kan gölü olacak şu ordulara bak" hissini de çok iyi verdi tabi.
diyeceğim son şey şu ki, bu oyun antik uygarlıkları çok daha iyi değerlendirebilirdi. ilk ve çıkış tarihi olarak eski olmasından mütevellit biraz boşa harcanmış bir fikir oldu zannımca.
ha bir de 4. oyun var. olması gereken oyunun ismine yakışır şekilde farklı bir zaman dilimini ele almaktı bence. fakat tamamen ekonomik düşünüp 2. oyunun modern versiyonunu çıkarmayı tercih ettiler, bir şey diyemem tabi. bir 1. dünya savaşı teması çok iyi giderdi aslında. tabi bu fikir sadece benim gibi oyunun atmosferinde kaybolmayı tercih eden oyuncular için geçerli.**
1. oyun benim hayata bakışımı değiştiren oyundu. onu, yaşadığımız küçücük ilçede bilgisayarı olan tek evde, ilçe seçim müdürünün evinde görmüştüm. onunla ilk karşılaştığım yıllarda babam, emniyetin bütün yazı işlerinden sorumlu polis memuru idi. ki o yıllar kurumlar arasındaki iletişimin mektupla sağlandığı yıllar.* bir misafirlik sırasında gördüm ilk: fareden gelen tıktık sesleri, oraya buraya yürüyen ufacık bez parçası giyinmiş adamlar, odun kesenler, ceylan mızraklayanlar... kareli kağıtta kendi uydurduğum ve kendi kendime oynadığım oyunlara benziyordu: ablamın çantasından çaldığım atlastan çizdiğim kıtalar, meydan larousse ansiklopedisinden gördüğüm kadarıyla çizdiğim ilkel insanlar, ellerinde baltalar mızraklar... karşımda gördüğüm şey kendi oyunumun kanlı canlı haliydi. daldım gittim. ekrandaki her şey o kadar inanılmazdı ki, fil bile vardı (!)* hiçbir şey anlamadım tabi oyundan. nitekim anlattığım kadar uzun da sürmedi bu anlar. o büyülü oyun kapatıldı ve prince of persia (ilk oyunu) açıldı.* aradan birkaç yıl geçti bilgisayar alındı.* tabi ben hemen o büyülü oyunu bulmak istedimse de bulamadım. zira bırak cd'yi insanlarda bilgisayar dahi yoktu.*sonra epey zaman geçti üzerinden, bir tanıdığımıza yalvar yakar getirttim ben bu oyunun cd'sini. kurabilmek için günlerimi harcadım, zira bi garipti kurulumu. nihayet kurdum ve oynadım. muhteşem bir şeydi, o ilk gördüğüm anki büyüye kapılmıştım yine. bu büyülü şeyi anlatmaya çalıştım arkadaşlarıma, anlamadılar, geta mıymış neymiş bir oyun varmış süpermiş, aynı gerçek gibiymiş, her şeyi yapabiliyormuşsun*. benim oyunumun yanında geta neydi ki, kimseye anlatamadım coşkumu.
2. oyun benim yine bir tanıdığımın evinde görmemle hayatıma girdi.
+sana bir şey açacam efsane oolum, atlar var okçular var mancınık var büssürü şey var.
-ya biliyom ooolum benim onu sen daha yeni mi öğrendin, ben yıllardır oynuyom zaten.
açtı, oynadı. benim oyun gibi ama biraz değişik. ohaa orduları hizaya sokabiliyorsun!* bu oyunu da edindim zaman içinde, ama bir türlü ısınamadım, ilk göz ağrıma ihanet ediyor gibi hissediyordum. ilk oyun kadar aşırı fazla oynamadım o yüzden. en çok harita oluşturma kısmını seviyordum, girip kendi krallığımı oluşturuyordum.
3. oyun benim için geçmişe yolculuk gibi bir şey oldu. bilgisayar anılarımdan bahsediyordum bir arkadaşıma, hayatında hiç aoe görmemiş-duymamış biri, çok garip. artık ben nasıl anlattıysam gidip koşa koşa almış cd'sini. kurmuş bilgisayara, oynamış biraz. tekrar bir karşılaşmamızda anlatıyor işte ne yaptığını, ama bi tuhaflık var, tren falan diyor. sonra gittim gördüm. benim bildiğim aoe izometrik, bu 3d. benim bildiğimde odun-taş-et toplama yeri falan olur bunda yok, benimkinde ilkel insanlar var bunda yok... e artık küçük çocuk sayılmam, ağzımdan şu cümleler döküldü:
bu oyun yanlış ya, korsan oyun satmışlar sana, izometrik bile değil bu!* hakikati kabullenmem uzun sürmedi tabi, bir süre yadırgadımsa da sonradan alıştım. aoe1 kadar olmasa da epey fazla oynadım bunu da. ama ne yalan söyleyeyim babilli olmanın, asurlu olmanın, hititli olmanın tadı bambaşkaydı.
neyse efendim işin özü oyunların hepsini bir şekilde oynadım. iyi oynadığımı söyleyemem zira ben işçilerin odun kesişini oturup 1 saat izlemiş adamım. oyunu hiçbir zaman yarışmacı* oynamadım: işçileri aslanla kapıştırdım onu izledim, yürüttüm onu izledim, et taşıttım onu izledim, tek başına ıssızda bıraktım onu izledim. bundan da çok büyük keyif aldım.
ha bana sorarsanız en iyisi hangisi sence diye, tek başınalık ve ilkellik hissini bana sonuna kadar yaşattığı için ilk oyun derim*. tabi oyun dinamiği açısından bakarsak 2 en iyisidir. 3'te ise nedenini asla anlayamadığım bir çiğlik hissettim, ne bana diğer oyunlardaki gibi "bir şeyler yapmalıyım, medeniyetim ve ben doğada yalnızız" hissini yaşattı ne de "vay be hayalimdeki oyun bu" dedirtti. diğerlerinin çok iyi veremediği "lan burası birazdan kan gölü olacak şu ordulara bak" hissini de çok iyi verdi tabi.
diyeceğim son şey şu ki, bu oyun antik uygarlıkları çok daha iyi değerlendirebilirdi. ilk ve çıkış tarihi olarak eski olmasından mütevellit biraz boşa harcanmış bir fikir oldu zannımca.
ha bir de 4. oyun var. olması gereken oyunun ismine yakışır şekilde farklı bir zaman dilimini ele almaktı bence. fakat tamamen ekonomik düşünüp 2. oyunun modern versiyonunu çıkarmayı tercih ettiler, bir şey diyemem tabi. bir 1. dünya savaşı teması çok iyi giderdi aslında. tabi bu fikir sadece benim gibi oyunun atmosferinde kaybolmayı tercih eden oyuncular için geçerli.**
devamını gör...