kimsesizlerinkimiraikkonen yazar profili

kimsesizlerinkimiraikkonen kapak fotoğrafı
kimsesizlerinkimiraikkonen profil fotoğrafı
rozet
kalbimiz seninle
karma: 5192 tanım: 148 başlık: 39 takipçi: 71
hey there i am using whatsapp

son tanımları


age of empires

4 hariç serideki tüm oyunları* oynadım. bu giride de oyunlarla ilk karşılaştığım zamanlardan, o yıllardaki hislerimden ve age of serisinin hayatımdaki yerinden bahsetmeye çalışacağım.

1. oyun benim hayata bakışımı değiştiren oyundu. onu, yaşadığımız küçücük ilçede bilgisayarı olan tek evde, ilçe seçim müdürünün evinde görmüştüm. onunla ilk karşılaştığım yıllarda babam, emniyetin bütün yazı işlerinden sorumlu polis memuru idi. ki o yıllar kurumlar arasındaki iletişimin mektupla sağlandığı yıllar.* bir misafirlik sırasında gördüm ilk: fareden gelen tıktık sesleri, oraya buraya yürüyen ufacık bez parçası giyinmiş adamlar, odun kesenler, ceylan mızraklayanlar... kareli kağıtta kendi uydurduğum ve kendi kendime oynadığım oyunlara benziyordu: ablamın çantasından çaldığım atlastan çizdiğim kıtalar, meydan larousse ansiklopedisinden gördüğüm kadarıyla çizdiğim ilkel insanlar, ellerinde baltalar mızraklar... karşımda gördüğüm şey kendi oyunumun kanlı canlı haliydi. daldım gittim. ekrandaki her şey o kadar inanılmazdı ki, fil bile vardı (!)* hiçbir şey anlamadım tabi oyundan. nitekim anlattığım kadar uzun da sürmedi bu anlar. o büyülü oyun kapatıldı ve prince of persia (ilk oyunu) açıldı.* aradan birkaç yıl geçti bilgisayar alındı.* tabi ben hemen o büyülü oyunu bulmak istedimse de bulamadım. zira bırak cd'yi insanlarda bilgisayar dahi yoktu.*sonra epey zaman geçti üzerinden, bir tanıdığımıza yalvar yakar getirttim ben bu oyunun cd'sini. kurabilmek için günlerimi harcadım, zira bi garipti kurulumu. nihayet kurdum ve oynadım. muhteşem bir şeydi, o ilk gördüğüm anki büyüye kapılmıştım yine. bu büyülü şeyi anlatmaya çalıştım arkadaşlarıma, anlamadılar, geta mıymış neymiş bir oyun varmış süpermiş, aynı gerçek gibiymiş, her şeyi yapabiliyormuşsun*. benim oyunumun yanında geta neydi ki, kimseye anlatamadım coşkumu.

2. oyun benim yine bir tanıdığımın evinde görmemle hayatıma girdi.
+sana bir şey açacam efsane oolum, atlar var okçular var mancınık var büssürü şey var.
-ya biliyom ooolum benim onu sen daha yeni mi öğrendin, ben yıllardır oynuyom zaten.
açtı, oynadı. benim oyun gibi ama biraz değişik. ohaa orduları hizaya sokabiliyorsun!* bu oyunu da edindim zaman içinde, ama bir türlü ısınamadım, ilk göz ağrıma ihanet ediyor gibi hissediyordum. ilk oyun kadar aşırı fazla oynamadım o yüzden. en çok harita oluşturma kısmını seviyordum, girip kendi krallığımı oluşturuyordum.

3. oyun benim için geçmişe yolculuk gibi bir şey oldu. bilgisayar anılarımdan bahsediyordum bir arkadaşıma, hayatında hiç aoe görmemiş-duymamış biri, çok garip. artık ben nasıl anlattıysam gidip koşa koşa almış cd'sini. kurmuş bilgisayara, oynamış biraz. tekrar bir karşılaşmamızda anlatıyor işte ne yaptığını, ama bi tuhaflık var, tren falan diyor. sonra gittim gördüm. benim bildiğim aoe izometrik, bu 3d. benim bildiğimde odun-taş-et toplama yeri falan olur bunda yok, benimkinde ilkel insanlar var bunda yok... e artık küçük çocuk sayılmam, ağzımdan şu cümleler döküldü:
bu oyun yanlış ya, korsan oyun satmışlar sana, izometrik bile değil bu!* hakikati kabullenmem uzun sürmedi tabi, bir süre yadırgadımsa da sonradan alıştım. aoe1 kadar olmasa da epey fazla oynadım bunu da. ama ne yalan söyleyeyim babilli olmanın, asurlu olmanın, hititli olmanın tadı bambaşkaydı.

neyse efendim işin özü oyunların hepsini bir şekilde oynadım. iyi oynadığımı söyleyemem zira ben işçilerin odun kesişini oturup 1 saat izlemiş adamım. oyunu hiçbir zaman yarışmacı* oynamadım: işçileri aslanla kapıştırdım onu izledim, yürüttüm onu izledim, et taşıttım onu izledim, tek başına ıssızda bıraktım onu izledim. bundan da çok büyük keyif aldım.
ha bana sorarsanız en iyisi hangisi sence diye, tek başınalık ve ilkellik hissini bana sonuna kadar yaşattığı için ilk oyun derim*. tabi oyun dinamiği açısından bakarsak 2 en iyisidir. 3'te ise nedenini asla anlayamadığım bir çiğlik hissettim, ne bana diğer oyunlardaki gibi "bir şeyler yapmalıyım, medeniyetim ve ben doğada yalnızız" hissini yaşattı ne de "vay be hayalimdeki oyun bu" dedirtti. diğerlerinin çok iyi veremediği "lan burası birazdan kan gölü olacak şu ordulara bak" hissini de çok iyi verdi tabi.
diyeceğim son şey şu ki, bu oyun antik uygarlıkları çok daha iyi değerlendirebilirdi. ilk ve çıkış tarihi olarak eski olmasından mütevellit biraz boşa harcanmış bir fikir oldu zannımca.
ha bir de 4. oyun var. olması gereken oyunun ismine yakışır şekilde farklı bir zaman dilimini ele almaktı bence. fakat tamamen ekonomik düşünüp 2. oyunun modern versiyonunu çıkarmayı tercih ettiler, bir şey diyemem tabi. bir 1. dünya savaşı teması çok iyi giderdi aslında. tabi bu fikir sadece benim gibi oyunun atmosferinde kaybolmayı tercih eden oyuncular için geçerli.**
devamını gör...

sevilen şiirin en vurucu dizeleri

ama ben en çok şeyi
en kısa zamanda sana söyledim,
yalnız sana...

(bkz: özdemir asaf)
devamını gör...

yoldaş bakkal rozet önerileri

kimi raikkonen ltfn:')
devamını gör...

en sevilen ressam ve eseri

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
kanagawa oki nami ura

#1922799 ilgili giride biraz bahsetmeye çalıştım.
devamını gör...

kanagawa oki nami ura

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
kanagawa oki nami ura* *

japonya'da, edo döneminde ortaya çıkan ukiyo-e sanatının büyük ustası katsushika hokusai'ye ait ahşap baskı. sene 1830 civarı.
toplamda 46 ahşap oymabaskıdan oluşan 36 fuji dağı manzarası isimli resim serisinde* yer alan eserde fuji dağı manzarasında, dev dalgalarla mücadele eden balıkçılar resmedilmiş.

ayrıca günümüzde kullandığımız dalga emojilerinin çoğu bu resim baz alınarak oluşturulmuştur.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

ve ayrıca claude debussy bu resimden ilham alarak la mer adlı parçayı bestelemiştir
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
dinlemek isteyenler için
buradan
devamını gör...

nazım hikmet ran

türk şiiri için ortalamanın bir tık üstü bir şairdir, fazlası değil. bu kadar yüceltilmesinin en büyük sebeplerinden biri siyasi varlığıdır. zamanında edebiyat çevrelerinde de bu sebeple yüceltilmiştir hep. "yav sen ne anlarsın şiirden sanattan, nice neruda'lar, picasso'lar, camus'ler, abidin dino'lar, övmüş sana mı kaldı nazım'ı beğenmek" diyecek olan romalılara duyurulur bu isimlerin hepsi hayatların bir döneminde farklı yerlerde bir komünist parti üyesi idiler. tesadüf değil yani. ha bu sanatının değerini düşürür mü, elbette hayır. yüceltir mi, ona da hayır. sadece şiirine bakacak olursak şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki necip fazıl da attila ilhan da nazım'ın ilerisinde bir yerlerdedir bu konuda.*

peki nazım sırf siyasi görüşünden ötürü mü yıllarca ülkesinde istenmeyen adam ilan edildi? hem evet hem hayır. "sırf onlar gibi düşünmüyor diye vatansız bıraktılar nazım'ı ühü ühü" cümlesindeki kadar basit değil konu.
zira nazım'ın pek bilinmeyen milli mücadele şiirleri dönemi var bir de. üstelik bunun için görevlendirildi desek yanlış olmaz, zira nazım'ın tüm sülalesi paşa idi, milli mücadelede aktif rol aldılar. fakat ne olduysa milli mücadele sonrasında oldu ve herkes yeni kurulan devletin siyaseten hangi tarafa yöneleceğiyle ilgilendi. sadece biz kendimiz değil, tüm dünya da bizimle birlikte bununla ilgilendi. ilgilenmekle kalmayıp hoşlarına gidecek olan görüşlerin birileri tarafından yüksek sesle dile getirilmesini de sağladılar. nazım da böyle bir ortamda kendi tarafını seçti. zira moskova'ya gidişi pek normal bir turist gibi olmadı. orada hususi olarak karşılandı. neyse buralar pek önemli konular değil. neticesinde nazım'ı aynı görüşteki diğer sanat çevrelerince parlattırdılar*. tıpkı günümüz siyasetinde bazı tarihi şahsiyetlerin parlatılmaya çalışıldığı gibi. böyle durumlarda şahsın yaptığı işten çok ona yüklenen anlam önem kazanıyor ve ilerleyen yıllarda da böyle anılıyor, nazım'ın da başına gelen budur.

neyse efendim nitekim türkiye'yi kuran ve ona vizyon veren düşünce aşağı yukarı ziya gökalp'ten kaynak aldı. türk ulusu yeniden kimliklendirildi* ve dünya siyasetinde yerini aldı. ardından tehlikeli addedilen fikirlerin taraftar toplamaları engellenmeye çalışıldı. nazım da bundan payını aldı.

nazım hikmet'in şiirine gelecek olursam, birkaç istisna haricinde pek iyi bulmam. neden bu kadar övüldüğünü anlarım da birkaç şiiri haricindekilerden neden hiç bahsedilmediğini anlamam.*

"ne güzel şey hatırlamak seni:
ölüm ve zafer haberleri içinde
hapiste,
ve yaşım kırkı geçmişken..."
devamını gör...

çavdar tarlasında çocuklar

kitaplığımda bu kitabı görüp "aaa bu kitabı çok duydum, okudun mu, nasıldı?" diye soran çok kişi oldu. hepsine aynı cevabı verdim:

bir ergenin hezeyanları, daha fazlası değil!

kitabın dili zaten feci. sadece çevirisi feci sandım fakat orijinali öyleymiş zaten, çevirisi orijinaline sadık kalmış. kötü yazılmış bir ilkokul piyesi gibi, yeşilçam süper kahraman filmi senaryosu gibi, ilk twitter virali gibi, "hadi baba sen yaparsın"lı kamu spotu gibi bir şey. biraz abarttım kabul. e zaten bir ergenin kafasının içindeyiz, gayet normal diyenler olacaktır. sayın romalılar biz bir katilin kafasının içinde gezinmedik mi suç ve ceza'da, okumadık mı? biz oradayken çok mantıklı ve makul bir insan mıydı raskolnikov? peki çocuk kalbi'ni de mi okumadık, enrico'yu da mı tanımadık? bizzat günlüklerini okuduk yahu. bunları okurken "yav bu adam gatil, öbürsü de ufak defek veledi zinanın teki zaten bunlar böyle düşünmez ki gehgehgeh göhgöhgöh" mü dedik?

okurken aklıma gelen ilk şey gerçekten şu oldu: bu kitap insanların onu seveceği düzeyde kötü. evet sevilecek fakat kötü. joaquin phoenix'li joker filmi geldi aklıma, onun için de aynı şeyi düşünmüştüm. joker karakterinin ilginçliğini atınca elle tutulur yanı yoktu*. bu kitap da öyle. baş karakterin teomanvari tavrı insanları çekiyor, bir de aralarda savurduğu aforizmalar, başka elle tutulur yanı yok.
devamını gör...

mavi gök orda mı

bir cahit zarifoğlu şiiri:

***
bakıyorsunuz kuşlar
hazır.
sokak lambaları yanık unutulmuş.
bir kadıköy vapuru hınca hınç insan
çok geçmeyecek,
martılar beyhude turlar atacak.
kıyılar lağım konserve kutuları,
mısır koçanları.

sevgi aranabilir yine
korkusuzca say koskoca kederlerini,
bir kuyu bulunabilir.

aklımdan çıkmıyorsun
sen hala dizüstü
bunca anıyı besleyerek,
sokaklarda avaz avaz konuşarak kendi kendinle
mektupları öpebilirsin kırmızı dudaklarınla
görür gibi olarak açıp baktığımı
bense şöyle diyorum:
buradan bir acı kanamış boyuna.

kuşlar hazır
öncü havalanmak üzre,
şehri gelen bir mevsime bırakıyorlar.
o vapur hala hınca hınç
kim bilir her biri hangi dünyaya sağır
çok geçmez aradan.

kadınlar kapı önlerinde,
ellerinde meşalelerle
aydınlatırlar gelip geçen erkek suratları.
yorgun bir sarıyla ben de
geçeceğim önlerinden.

aklımdan çıkmıyorsun dedim
başka türlüsünü yorgunum anlatmaya.
telefonlar yan hücrede çalışıyor,
bende kurşuni bir dere
ağaçlar hayvanlar bile kaygılı
onu bir mersedesten indirdi kalçasına kadar
açılarak.

yapayaşlı bir rum kadın
herşeyde yanıp sönen bir kıyamet algısı
haydi koşayım diyorum belki dağılır,
koşuyorum.
sancağımda kendi rüzgarımla ölgün kıpırtılar
hayır daha sevgili daha sevimli değil
ne başka bir gün ne başka bir zaman.

çok geçmeyecek aradan
şöyle diyeceğim:
bulutlar açmadı
mavi gök orda mı?
***
devamını gör...

bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden

dizenin tam hali ve devamı şöyledir:

...
belki haziranda mavi benekli çocuksun
ah seni bilmiyor, kimseler bilmiyor
bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden
belki yeşilköy'de uçağa biniyorsun
bütün ıslanmışsın, tüylerin ürperiyor
belki körsün, kırılmışsın, telaş içindesin
kötü rüzgar saçlarını götürüyor

ne vakit bir yaşamak düşünsem
bu kurtlar sofrasında belki zor
ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden
ne vakit bir yaşamak düşünsem
sus deyip adınla başlıyorum
içim sıra kımıldıyor gizli denizlerin
hayır başka türlü olmayacak
ben sana mecburum bilemezsin..



attila ilhan'ın ve dahi yeni türk şiirinin en "şiir" dizelerinden biridir kanaatimce.
mehmet akif ve necip fazıl gibi kelime diziminin büyük ustalarını yetiştiren türk şiiri, attila ilhan ile son defa kıpırdanmış ve yine onunla birlikte ebedi istirahatgâhına çekilmiştir.
devamını gör...

normal sözlük yazarlarının çizimleri

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
bir cuma günü, işten çıkmış onlarca insan gördüm yollarda. arabalarda, tramvayda, bisiklet üzerinde, yaya. her gün aynı saatte aynı yerde olan bi'dolu insan.
dişliler de böyledir ya, dedim içimden, bir saatin dişlileri. bir pil ömrü döner dururlar, her gün aynı saatte aynı yerde.

hayatın ne kadar sıradan olduğunu düşündüm.

beyaz boyalı evime döndüm, normal bir çay demledim, hiçbir özelliği olmayan bir bardağa doldurdum, tadı hiçbir şey gibiydi. tomardan beyaz bir kağıt seçtim, hepsi beyazdı halbuki.

sadece düz çizgiler çizmek istedim, birbirinden farksız, sıradan çizgiler. sonra çektiğim çizgilerin sayısı artmaya başlayınca fark ettim, çizgiler tek başına ne kadar sıradansa bir aradayken o kadar sıradışılardı.

o çizgilerin bir araya gelerek léon ile mathilda'ya nasıl dönüştüğünü de ne siz sorun ne ben söyleyeyim..

ekleme: ulus baker anısına..
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

sanat ve arzu'yu okumayı bitirdiğimde tarih 12 temmuzu gösteriyordu, ulus baker'in ölüm yıldönümü.. 12 yıl evvel tam da bugün aramızdan ayrıldı diyordu okuduğum yazı.
ben tesadüflere inanan ve onları seven biriyim. sevdiklerimi de sonsuza dek yaşatmak isterim. tam da bu arzuyla kalemimi kağıdımı kaptım ve çizmeye başladım, ama bir farkla: ulus baker her bir çizgi ile benimle oracıkta iken her bir boşluk ile ait olduğu yerde idi.
ve işte yine bir tesadüf, arzuyla sanat biraraya gelmişti.
devamını gör...

sevilen şiirin en vurucu dizeleri

ben bu tezgâhı kurdumsa senin için kurdum.
senin için dokuduğum basma ve pazen,
denizin yeşilinden süzdüğüm balık,
göğün mavisinden çaldığım kuş
senin için.
felsefe okudumsa,
iktisat okudumsa gece yarıları
boğazım kurumuş, içim bir kalabalık
sıcacık mısralar okudumsa yunus' tan
senin için okudum.
geceyarıları...

sen beyaz bir kadınsın
devamını gör...

ravensburger

merkezi almanya ravensburg'da olan yapboz üreticisi. yapboz sektörünü ispanya menşeli educa ile birlikte domine ediyor*.
parça kalitesi inanılmaz iyi olmasına rağmen parçaların birbirine uyumu ve yapbozun yapılma kolaylığı açısından educa'nın bir adım gerisinde benim için. baskı kalitesi konusunda ise rakipsiz. ülkemizde maalesef çoğu ürününü bulması zor, bulunsa bile euro üzerinden fiyatlandırılmış*. internette kolayca bulabileceğiniz yapbozları ya beğenilmeyen/satılmayıp elde kalan ya da aşırı pahalı olan ürünler. yine de uslu bir çocuk olursanız kıyıda köşede kalmış iyi parçalarını çok makul fiyatlardan* denk getirip alabilirsiniz.

kendi koleksiyonumdan tamamladığım parçaları zaman içerisinde aşağıya bırakacağım.
devamını gör...

educa

ispanya menşeli bir yapboz üreticisi. ravensburger ve clementoni ile birlikte alanında en iyi markalardan biridir.
parçaları özgündür, kolay kolay birbirinin yerine uyan parça bulamazsınız. yapması özellikle ravensburger'e göre daha kolay ve zevklidir. baskı kalitesi konusunda benim için ravensburger'in gerisinde, parça kesimi ve parçaların birbirine uyumu konusunda ise rakipsizdir.
parça desteği sağlaması da çok önemli bir nokta, dilediğiniz eksik parçayı kendi sitesindeki sayfadan formu doldurarak temin edebilirsiniz.*
kutusundan toz yapboz yapıştırıcısı da çıkıyor, suyla karıştırıp kullanabiliyorsunuz sanırım, açıkçası ben cesaret edemedim.

kendi koleksiyonumdan, tamamladığım yapbozları zaman içerisinde buraya eklemeye çalışacağım.


gustav klimt - the maiden, 1000pcs, 48×68cm
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel




gustav klimt - the kiss, 1000pcs, 48×68cm
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

orta kafa gol radyo yayını

benim değil fakat babamın takım tutma hikayesi:

ısparta'nın küçük bir ilçesinde meydan denilen yerde bir çay ocağı vardı. çay ocağı diyorum, zira kadın erkek herkes gelirdi oraya, maç günleri maç izlenir, kadınlar kısır günü yapar, vatandaş oturur çay içer vs.

babam ilçenin üçbeş polis memurundan biridir o vakitler. o gün de çay ocağında oturmaktadır. şans ki aynı gün kayserispor-galatasaray maçı vardır ve çay ocağında oturan birkaç kişi de onu izlemektedir.*

babam eski sigara içicisidir. ve o gün o çay ocağında yarım saat boyunca süren bir öksürük krizine girer, dengesini kaybeder yere düşer, herkes toplanır başına. o anları "ölüme en yakın hissettiğim an" diye anlatırdı babam.
yıl 2004, babam yerde ölümüne öksürürken gördüğünü hatırladığı tek şey dev ekrandaki kayserispor atağıdır. işte o gün bu gündür babam kayserispor'u tutar. tam o gün yılların içicisi babam sigarayı da tamamen bırakır.

hatırladığım kadarıyla 2004 yılı, kayserispor'un süper lig'de oynadığı ilk yılmış.

bu arada kayseri ile en ufak bağımız yok:)
devamını gör...

ingiliz ulusal arşivindeki gizli raporların erişime açılması

ingiliz ulusal arşivi'ndeki dışişleri gizli raporları archive.org sitesinde "foreign office: confidential print turkey 1841-1957" başlığı ile halka açılmış.

ilgili tweet buradan
ilgili belgeler için buradan

buradan oldukça ilginç bilgiler çıkacağı aşikâr.

ekleme: ekşi sözlük'teki ilgili başlıkta raporların bir kısmının önemli yerlerini yazanlar olmuş.
buradan
devamını gör...

berbat kitap kapakları

ah nikiforenko, kanayan yarama parmak bastın resmen.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
bu nedir ya? baskıyı yaparken kapak tasarımını unutup son saniyede paint'te mi çizdiniz?

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
google>>facebook>>arama barı>>güzel sözler*

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
hamdi bey'in teklifine yokum diyoooorrr...
devamını gör...

çubuklu yaşar

ezhel rumuzlu rapçi arkadaşın rap'in pavyonunda olduğunu iddia ettiği kişi.

ekleme: işbu başlık sevgili yazar lol'ün ukdesidir.
devamını gör...

samsun’da sokak ortasında eşi tarafından şiddete uğrayan kadın

böyle bir olaya tanık olsam ne yaparım en ufak fikrim yok. çünkü daha önce defalarca tanık oldum, her birinde farklı bir aksiyon aldım fakat hangisi doğruydu bilmiyorum.

eşinin saçlarından tutup diğer eliyle kafasına vuran bir adama arkadan yaklaşıp kollarını tuttum, beni ittirdi ve yere fırlattı. olay çözüldüğünde polis merkezinde polis bana "böyle şeylere karışma, dönüp sana da saldırsaydı ne yapacaktın? karışma" dedi.

başka bir olayda komşumun evinden çığlıklar yükseliyordu, polisi aradım, geldi. aşağıdaydım, polise daireyi tarif ettim. polis girdi adamla kadını kolundan tuttu arabaya bindirdi. arabaya giderken kadın bana bakıp "sen mi aradın polisi .....çocuğu, görürsün sen" gibi bir cümle kurdu. ertesi gün evlerine geri göndermiş polisler bunları. orada geçici süre kalıyordum, kaldığım süre boyunca da mümkün olduğunca çıkmadım evden, korktum.

başka bir olayda bir parkta sevgilisini saçlarından tutup yerlerde sürükleyen birine denk geldim, uzaktaydım biraz, bağırdım. gençti saldırgan. bana doğru döndü, 4-5 adım attı, elinde parlayan bıçağı gördüm. yoluma devam ettim az ilerde polisi aradım ve izlemeye koyuldum kuytu bi yerden. çocukla kız yan yana gittiler polis gelmeden. kız ne bağırdı ne kaçmaya çalıştı. saçlarını düzeltiyordu. polis de geldi, arabayla parkın etrafında tur attı gitti.

başka bir olayda bir kitapçıda karısının kafasına kitapla vuran bir adamı durdurmaya çalıştım, çalışanlar geldi "karışma sen biz polisi aradık" dediler uzaklaştırdılar beni. adam da kadının kafasına vurmaya devam etti, çalışanlar da uzaktan adama bağırdılar, başka hiçbir şey yapmadılar.

üniversiteye ilk başladığım yıllarda yurtta kalıyordum, yurt da epey kötü bir yerdeydi: uyuşturucu, cinayet, hırsızlık alayı vardı. ismi duyulmuş bir semtti zaten. devasa bir park vardı. orada iki çocuğun bir kıza saldırdığını gördüm, kız birinin sevgilisiydi sanırım. korktum yaklaşamadım, çünkü berbat bir mahalleydi ve saldırganların tipleri de biraz tuhaftı. polisi aradım, 23 dakika sonra geldi polis siren çala çala. saldırganlar saldırmayı bırakıp birisi kızın kolunu tuttu, diğeri de başka bir şeyle ilgileniyormuş gibi yaptı. polis parkın etrafında arabayla bir tur atıp gitti.

başka bir olayda çarşının orta yerinde karısını arabadan tartaklayarak çekip yere fırlatıp tekmeleyen bir adam görmüştüm. işlek bir yerdeydi. çevredekiler bağırıyordu, kimse müdahil olmadı ama. 30'larının başlarında bir adam atıldı saldırganın üstüne, saldırgan savuşturdu onu, sonra çektiği bıçağı sapladı adama. karnını tutan adam yere yığıldı, 10dk sonra polis geldi ambulans geldi herkesi topladı gitti.

mahallede apartmanın önünde karısına saldıran 30'larında bir adamı tüm mahalleli camdan izledi. ötedeki apartmanda 4. katta oturan bir adam elinde kürekle indi 5-10 dk sonra. saldırgana vurdu bi' tane. sonra kadın girdi araya, kocasına siper oldu, eve götürdü.

sevgilisine saldıran bir liseli/üniversiteli gördüm, kuytu bir yerdi. çocuğa bağırdım, küfürler savurdu bana. gittim üstüne, bana döndü saldırmaya kalktı. kız kolundan tuttu çocuğu yapma diye. çok canım sıkkındı zaten o gün. çocuğa laf attım bilerek, saldırmaya çalışsın istedim, saldırdı da. sonra savuşturdum, dövdüm. dinlene dinlene dövdüm, ciddiyim. yarım saat civarı. çocuğun gözünü hırs bürümüştü, yerlerde yuvarlanıyor ama küfür etmekten ağzından köpükler saçmaktan geri durmuyordu. çocuk yere yuvarlandıkça kız, çocuğun üstüne atıldı kaşına gözüne baktı. çocuk kızı kenara itip bana saldırmaya devam etti her seferinde. çocuğun kalkacak dermanı kalmayana kadar dövdüm. kaşını gözünü patlamadım, en fazla kolunda bacağında morluklar olmuştur. yoruldu zaten dayak yemekten. en son "bu kıza ya da başka birine saldırdığını görürsem bir daha böyle bırakmam, dahasını yaparım" dedim*. kız da beni itmeye, uzaklaştırmaya falan çalıştı. kızı da tuttum kolundan evine götürdüm, dedim ben teslim etmeyeyim ailene sokağın başında bekliyorum, sen kendin git. gitti sonra.

bu ve bunun gibi bir sürü şey daha... bizzat aile içinde de küçüklüğümden beri çok fazla şiddete tanık oldum. fakat halâ nasıl aksiyon alınır kestiremiyorum. söyleyeceğim tek bir şey var: böyle bir şeyi deneyimlemedikten sonra buraya "ben olsam şöyle yapardım böyle yapardım" demek inanın çok kolay oluyor. bu yüzden olaya müdahil olana da olmayana da kızamıyorum ben.*

çözüm ne inanın bilmiyorum.

ekleme: yaşadığım olaylarda saldırıya uğrayan kadınları asla suçlamıyorum yanlış anlaşılmasın. polisi de suçlayamıyorum. babam emekli polis memuru, yılların polisi. yaşadığı bin türlü olay var buna benzeyen. söylediği tek bir şey var: bu tür şiddet olaylarının %99'unda kabak polisin başına patlıyor. şiddete uğrayanların büyük çoğunluğu* karakolda polise saldırıyormuş, "neden geldiniz, işinize baksanıza siz" diye... anlamak çok güç gerçekten...

ekleme: bu tür olaylar sadece türkiye'de yaşanıyor zannediyorsanız yanılıyorsunuz. bu, insanlığın ortak sorunu.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


eurostat’ın rakamlarına göre, kadına şiddetin her alanda yaygın olarak görüldüğü fransa’da 2019 yılı başından bu yana en az 130 kadın eski eşi ya da sevgilisi tarafından öldürüldü. bu rakam 2017 yılında 123 kadın iken, geçtiğimiz sene ise 108 olarak kayıtlara geçti.

fransa'da her yıl yaklaşık 200 bin kadının şiddet mağduru olduğu ifade ediliyor.

almanya’’da “kadına yönelik şiddete karşı uluslararası mücadele günü” kapsamında yayımlanan rakamlar da ülkede kadına şiddetin büyük bir sorun olduğunu ortaya koydu.

ülkede 2018 yılında tecavüz, taciz ve zorla fuhuş mağduru 114 binden fazla kadın olduğu belirtilirken, yine geçen sene üç günde bir kadının yani 122 kadının öldürüldüğü duyuruldu.

italya’da ise italyan araştırma enstitüsü tarafından yayınlanan rakamlarda kadın cinayetlerinin artış gösterdiği belirtildi. son beş yılda 538 bin kadının eşleri tarafından fiziksel veya cinsel istismar gördüğünü duyuran enstitü, geçen sene 142 kadının öldürüldüğünü açıkladı.

bu arada romanya ise milyon kişi başına düşen kadın cinayeti sayısında 4.3‘lük oranla avrupa’nın en yüksek seviyesine sahip. buna göre, romanya’yı 4.2 ile macaristan, 3.6 ile ise cinsiyet eşitliği bakımından örnek gösterilen finlandiya takip ediyor.


devamını gör...

radyonun yerinde duramaması

bugün canım biraz sıkkın n'olur birazcık uzun sürsün yayın*
devamını gör...

hayati

şimdi sen kalkıp gidiyorsun. git
tanımların durur mu onlar da gidiyorlar. gitsinler.
oysa ben senin tanımlarınsız edemem bilirsin
oysa allah bilir bugün iyi uyanmıştım
sözlükteydi ilk açılışı gözlerimin, sırf onaydı
bir portakal konmuş kutuma uzun uzun durmuştu
bir okuma isteği gelmiş bir daha gitmemişti
yoktu dünlerde, evelsi günlerdeki tanımlarımız
sanki hiç olmamıştı.

...

oysa bir çift tık yetiyordu tanımlarını oylamaya
bir tane beğeninin bir iki favorinin başınaydı yazmamız
seni bir kere okusam ikinin hatırı kalıyordu
iki kere okuyayım desem üçün boynu bükük
tanımların bitip muhabbetinin başladığı yerde
kibarlığın vardı, kibarlığın kahramandı sonra
sonrası kafa izni...
devamını gör...
devamı...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim