kimsesizlerinkimiraikkonen - öne çıkan tanımları (1. sayfa)
1.
çavdar tarlasında çocuklar
kitaplığımda bu kitabı görüp "aaa bu kitabı çok duydum, okudun mu, nasıldı?" diye soran çok kişi oldu. hepsine aynı cevabı verdim:
bir ergenin hezeyanları, daha fazlası değil!
kitabın dili zaten feci. sadece çevirisi feci sandım fakat orijinali öyleymiş zaten, çevirisi orijinaline sadık kalmış. kötü yazılmış bir ilkokul piyesi gibi, yeşilçam süper kahraman filmi senaryosu gibi, ilk twitter virali gibi, "hadi baba sen yaparsın"lı kamu spotu gibi bir şey. biraz abarttım kabul. e zaten bir ergenin kafasının içindeyiz, gayet normal diyenler olacaktır. sayın romalılar biz bir katilin kafasının içinde gezinmedik mi suç ve ceza'da, okumadık mı? biz oradayken çok mantıklı ve makul bir insan mıydı raskolnikov? peki çocuk kalbi'ni de mi okumadık, enrico'yu da mı tanımadık? bizzat günlüklerini okuduk yahu. bunları okurken "yav bu adam gatil, öbürsü de ufak defek veledi zinanın teki zaten bunlar böyle düşünmez ki gehgehgeh göhgöhgöh" mü dedik?
okurken aklıma gelen ilk şey gerçekten şu oldu: bu kitap insanların onu seveceği düzeyde kötü. evet sevilecek fakat kötü. joaquin phoenix'li joker filmi geldi aklıma, onun için de aynı şeyi düşünmüştüm. joker karakterinin ilginçliğini atınca elle tutulur yanı yoktu*. bu kitap da öyle. baş karakterin teomanvari tavrı insanları çekiyor, bir de aralarda savurduğu aforizmalar, başka elle tutulur yanı yok.
bir ergenin hezeyanları, daha fazlası değil!
kitabın dili zaten feci. sadece çevirisi feci sandım fakat orijinali öyleymiş zaten, çevirisi orijinaline sadık kalmış. kötü yazılmış bir ilkokul piyesi gibi, yeşilçam süper kahraman filmi senaryosu gibi, ilk twitter virali gibi, "hadi baba sen yaparsın"lı kamu spotu gibi bir şey. biraz abarttım kabul. e zaten bir ergenin kafasının içindeyiz, gayet normal diyenler olacaktır. sayın romalılar biz bir katilin kafasının içinde gezinmedik mi suç ve ceza'da, okumadık mı? biz oradayken çok mantıklı ve makul bir insan mıydı raskolnikov? peki çocuk kalbi'ni de mi okumadık, enrico'yu da mı tanımadık? bizzat günlüklerini okuduk yahu. bunları okurken "yav bu adam gatil, öbürsü de ufak defek veledi zinanın teki zaten bunlar böyle düşünmez ki gehgehgeh göhgöhgöh" mü dedik?
okurken aklıma gelen ilk şey gerçekten şu oldu: bu kitap insanların onu seveceği düzeyde kötü. evet sevilecek fakat kötü. joaquin phoenix'li joker filmi geldi aklıma, onun için de aynı şeyi düşünmüştüm. joker karakterinin ilginçliğini atınca elle tutulur yanı yoktu*. bu kitap da öyle. baş karakterin teomanvari tavrı insanları çekiyor, bir de aralarda savurduğu aforizmalar, başka elle tutulur yanı yok.
devamını gör...
2.
yağmur kaçağı
şair attilâ ilhan'ın yayınlanan üçüncü şiir kitabının ismi (ilk ikisi duvar ve sisler bulvarı). şair bu kitap için şöyle diyor:
"sisler bulvarı yayımlandı, çok da ilgi gördü, gel gör ki o gün bugün içimde ukde olan bir değişiklikle: şengil (salim şengil-yayıncı), gönderdiğim müsveddeyi fazla kalın bulmuş, şiirlerden bazılarını ikinci bir şiir kitabı için ayırmıştı. kısacası, sonradan yağmur kaçağı adıyla yayımlanan şiir kitabı, gerçekte benim ilk derlediğim sisler bulvarı'nın içinden bölünmüş bir parçaydı. başkalarını bilmem ama, benim için hep öyle kaldı."
aynı isimli bir de şiir vardır kitapta: yağmur kaçağı. şair, bu eseri ile ilgili de şöyle demiştir:
"yağmur kaçağı da, pia gibi, üçüncü şahsın şiiri gibi, böyle bir sevmek gibi bir kerede yazdığım şiirlerdendir. ünü büyük. 50 ve 60 yılları boyunca, kim bilir kaç delikanlı, kaç genç kıza bu şiiri okumuş, ya da yazmıştır? şimdi toplum hayatının yüksek kademelerinde seyreden bazı kişiler, özel söyleşilerimizde, diğer bazıları gibi bu şiiri de ezberden okumuşlar, ilk gençlik yıllarında sevdalarını bununla ifade ettiklerini söylemişlerdir..."
yağmurluysa hava ve yanımdaysa sevdiğim*, bu şiiri mırıldanmam kaçınılmazdır:
elimden tut yoksa düşeceğim
yoksa bir bir yıldızlar düşecek
eğer şairsem, beni tanırsan
yağmurdan korktuğumu bilirsen
gözlerim aklına gelirse
elimden tut yoksa düşeceğim
yağmur beni götürecek, yoksa beni
geceleri bir çarpıntı duyarsan
telaş telaş yağmurdan kaçıyorum
sarayburnu'ndan geçiyorum
akşamsa, eylülse, ıslanmışsam
beni görsen belki anlayamazsın
içlenir gizli gizli ağlarsın
eğer ben yalnızsam, yanılmışsam
elimden tut yoksa düşeceğim
yağmur beni götürecek, yoksa beni
"sisler bulvarı yayımlandı, çok da ilgi gördü, gel gör ki o gün bugün içimde ukde olan bir değişiklikle: şengil (salim şengil-yayıncı), gönderdiğim müsveddeyi fazla kalın bulmuş, şiirlerden bazılarını ikinci bir şiir kitabı için ayırmıştı. kısacası, sonradan yağmur kaçağı adıyla yayımlanan şiir kitabı, gerçekte benim ilk derlediğim sisler bulvarı'nın içinden bölünmüş bir parçaydı. başkalarını bilmem ama, benim için hep öyle kaldı."
aynı isimli bir de şiir vardır kitapta: yağmur kaçağı. şair, bu eseri ile ilgili de şöyle demiştir:
"yağmur kaçağı da, pia gibi, üçüncü şahsın şiiri gibi, böyle bir sevmek gibi bir kerede yazdığım şiirlerdendir. ünü büyük. 50 ve 60 yılları boyunca, kim bilir kaç delikanlı, kaç genç kıza bu şiiri okumuş, ya da yazmıştır? şimdi toplum hayatının yüksek kademelerinde seyreden bazı kişiler, özel söyleşilerimizde, diğer bazıları gibi bu şiiri de ezberden okumuşlar, ilk gençlik yıllarında sevdalarını bununla ifade ettiklerini söylemişlerdir..."
yağmurluysa hava ve yanımdaysa sevdiğim*, bu şiiri mırıldanmam kaçınılmazdır:
elimden tut yoksa düşeceğim
yoksa bir bir yıldızlar düşecek
eğer şairsem, beni tanırsan
yağmurdan korktuğumu bilirsen
gözlerim aklına gelirse
elimden tut yoksa düşeceğim
yağmur beni götürecek, yoksa beni
geceleri bir çarpıntı duyarsan
telaş telaş yağmurdan kaçıyorum
sarayburnu'ndan geçiyorum
akşamsa, eylülse, ıslanmışsam
beni görsen belki anlayamazsın
içlenir gizli gizli ağlarsın
eğer ben yalnızsam, yanılmışsam
elimden tut yoksa düşeceğim
yağmur beni götürecek, yoksa beni
devamını gör...
3.
hotaru no haka
orijinal ismi hotaru no haka olan, türkçeye ateşböceklerinin mezarı olarak çevrilen 1988 yapımı animasyon film. ısao takahata tarafından yazılmış/yönetilmiş olup studio ghibli imzasıyla çıkmıştır (ısao takahata, hayao miyazaki ile studio ghiblinin kurucusudur).
2. dünya savaşı'nın yavaş yavaş sonlarına gelinirken amerika japon karasını havadan aralıksız bombalamaya başlamıştır. hikayemiz de tam olarak böyle başlar zaten. fakat bu hikayede öyle kahraman askerler cesur komutanlar falan yoktur. hikaye iki japon çocuğun/kardeşin hikayesidir ve otobiyografik bir romandan uyarlanmıştır (ayrıntı için spoilerlı yeri okuyabilirsiniz)
--! spoiler !--
film akiyuki nosaka'nın, 2. dünya savaşı'nda açlıktan ölen kızkardeşinden özür dilemek amacıyla yazdığı hotaru no haka isimli kısmi otobiyografik romanından uyarlanmıştır.
--! spoiler !--
hikayenin konusundan daha fazla bahsetmeyeceğim. izlememiş iseniz, kimsenin sizi rahatsız etmeyeceğinden emin olduğunuz bir zamanda alın battaniyenizi çekilin köşenize ve sessizce izleyin filmi. zira filmin her bir karesi bir sanat eseri gibi, müziklerinden bahsetmiyorum bile..
trivia: kimsesizlerinkimiraikkonen yazarının en sevdiği filmlerdendir kendisi. en sevdiği filmleri defalarca izlemeye bayıldığı halde bu filmi toplamda ancak iki kere izleyebilmiştir. ikisinde de uzunca süre etkisinde kalmıştır. bu sebeple daha fazla izleyememiştir.
2. dünya savaşı'nın yavaş yavaş sonlarına gelinirken amerika japon karasını havadan aralıksız bombalamaya başlamıştır. hikayemiz de tam olarak böyle başlar zaten. fakat bu hikayede öyle kahraman askerler cesur komutanlar falan yoktur. hikaye iki japon çocuğun/kardeşin hikayesidir ve otobiyografik bir romandan uyarlanmıştır (ayrıntı için spoilerlı yeri okuyabilirsiniz)
--! spoiler !--
film akiyuki nosaka'nın, 2. dünya savaşı'nda açlıktan ölen kızkardeşinden özür dilemek amacıyla yazdığı hotaru no haka isimli kısmi otobiyografik romanından uyarlanmıştır.
--! spoiler !--
hikayenin konusundan daha fazla bahsetmeyeceğim. izlememiş iseniz, kimsenin sizi rahatsız etmeyeceğinden emin olduğunuz bir zamanda alın battaniyenizi çekilin köşenize ve sessizce izleyin filmi. zira filmin her bir karesi bir sanat eseri gibi, müziklerinden bahsetmiyorum bile..
trivia: kimsesizlerinkimiraikkonen yazarının en sevdiği filmlerdendir kendisi. en sevdiği filmleri defalarca izlemeye bayıldığı halde bu filmi toplamda ancak iki kere izleyebilmiştir. ikisinde de uzunca süre etkisinde kalmıştır. bu sebeple daha fazla izleyememiştir.
devamını gör...
4.
sanatın öyküsü
ernst h. gombrich'e ait orijinal adı "story of art" olan eser. sanat tarihi alanında elle gösterilecek ilk 3 kitaptan biri.
kitapta orijin olarak yunan medeniyeti kabul ediliyor ve tarihsel şekillenme de bu orijin etrafında halkalanma şeklinde işleniyor. bu halde doğu sanatının yönelimlerini, yunan sanatı merkezinde anlatamayacağı için bu yöne daha az eğiliyor. nitekim kendisi de sanatın tarihinin bir kitaba sığdırılmasının mümkünatı olmadığından yer yer dem vuruyor kitapta.
28 bölümden oluşan kitap türkiye'de ilk kez 1977'de bedrettin cömert tarafından italyanca'dan türkçe'ye çevrilmiş ve bu çeviri türk dil kurumu çeviri ödülüne layık görülmüştür. sonraki yıllarda yayınevi (remzi yayınevi), kitabı bu kez ingilizce'den türkçe'ye olacak şekilde çevirtmiş (ön sözünde de böyle bir çevirinin daha uygun görüldüğünden bahsedilmiş), baskısında da çevirmenler kısmında ömer erduran/erol erduran isimleri yazılmıştır. fakat bu çevirinin bedrettin cömert çevirisinden intihal olduğu dile getiriledurmuştur. sonraki yıllarda kitabın cep boy olarak yeniden basılması durumu ortaya çıktığında bu intihal durumu tekrar gündeme geldiyse de günümüz baskılarında halen çevirmen olarak ömer erduran/erol erduran isimleri geçmektedir.
ernst gombrich bir röportajında kitabının ortaya çıkışı ile ilgili şöyle diyor:
zamanın birinde çocuklar için dünya tarihi yazmam için görevlendirilmiştim. genç bir adam olarak henüz viyana'dayken yazdım onu ve büyük başarı getirdi (bahsettiği kitap a little history of the world/genç okurlar için kısa bir dünya tarihi). ve sonra çocuklar için sanat tarihi yazmamı istediler. sanat tarihinin çocuklar için uygun olmadığını söyledim ama üstüme çok geldiler. ben de bunu yazabileceğimi ama çocuklar için yazmayacağımı söyledim. kitap da işte böyle ortaya çıktı. sonra işe koyuldum fakat savaş sebebiyle (2. dünya savaşı) pek çok kez kesildi. nihayet bitirmeyi başardım.
kitap ve genel olarak sanat tarihi hakkında şöyle diyor:
gizemli olmayan şeyleri gizemli kılmaya çalışmıyorum ve gizemli olduğu aşikar olduğu için tartışılması gerekmeyen bir gizemi de olduğu gibi kabul ediyorum.
...
sanatın öyküsü, kronolojik olarak bir şeylerin sıralı biçimde arka arkaya gelmesi demek değildir. modanın kronolojisi vardır mesela. oysa resim yapmanın gelişim öyküsü uçmanın veya insanların başka başarılarının veya insanların belirli amaçlar için uğraşmalarının ve bu başarıları başkalarına aktarmasının öyküsü ile bağlantılıdır. bu bakımdan, birlikte ilerleyen olaylar zinciri şeklinde var olan bu öyküde genel bir uyum söz konusudur.
söz konusu röportaj:
söz konusu röportajın bir kısmının türkçe çevirisi:
kitapta orijin olarak yunan medeniyeti kabul ediliyor ve tarihsel şekillenme de bu orijin etrafında halkalanma şeklinde işleniyor. bu halde doğu sanatının yönelimlerini, yunan sanatı merkezinde anlatamayacağı için bu yöne daha az eğiliyor. nitekim kendisi de sanatın tarihinin bir kitaba sığdırılmasının mümkünatı olmadığından yer yer dem vuruyor kitapta.
28 bölümden oluşan kitap türkiye'de ilk kez 1977'de bedrettin cömert tarafından italyanca'dan türkçe'ye çevrilmiş ve bu çeviri türk dil kurumu çeviri ödülüne layık görülmüştür. sonraki yıllarda yayınevi (remzi yayınevi), kitabı bu kez ingilizce'den türkçe'ye olacak şekilde çevirtmiş (ön sözünde de böyle bir çevirinin daha uygun görüldüğünden bahsedilmiş), baskısında da çevirmenler kısmında ömer erduran/erol erduran isimleri yazılmıştır. fakat bu çevirinin bedrettin cömert çevirisinden intihal olduğu dile getiriledurmuştur. sonraki yıllarda kitabın cep boy olarak yeniden basılması durumu ortaya çıktığında bu intihal durumu tekrar gündeme geldiyse de günümüz baskılarında halen çevirmen olarak ömer erduran/erol erduran isimleri geçmektedir.
ernst gombrich bir röportajında kitabının ortaya çıkışı ile ilgili şöyle diyor:
zamanın birinde çocuklar için dünya tarihi yazmam için görevlendirilmiştim. genç bir adam olarak henüz viyana'dayken yazdım onu ve büyük başarı getirdi (bahsettiği kitap a little history of the world/genç okurlar için kısa bir dünya tarihi). ve sonra çocuklar için sanat tarihi yazmamı istediler. sanat tarihinin çocuklar için uygun olmadığını söyledim ama üstüme çok geldiler. ben de bunu yazabileceğimi ama çocuklar için yazmayacağımı söyledim. kitap da işte böyle ortaya çıktı. sonra işe koyuldum fakat savaş sebebiyle (2. dünya savaşı) pek çok kez kesildi. nihayet bitirmeyi başardım.
kitap ve genel olarak sanat tarihi hakkında şöyle diyor:
gizemli olmayan şeyleri gizemli kılmaya çalışmıyorum ve gizemli olduğu aşikar olduğu için tartışılması gerekmeyen bir gizemi de olduğu gibi kabul ediyorum.
...
sanatın öyküsü, kronolojik olarak bir şeylerin sıralı biçimde arka arkaya gelmesi demek değildir. modanın kronolojisi vardır mesela. oysa resim yapmanın gelişim öyküsü uçmanın veya insanların başka başarılarının veya insanların belirli amaçlar için uğraşmalarının ve bu başarıları başkalarına aktarmasının öyküsü ile bağlantılıdır. bu bakımdan, birlikte ilerleyen olaylar zinciri şeklinde var olan bu öyküde genel bir uyum söz konusudur.
söz konusu röportaj:
söz konusu röportajın bir kısmının türkçe çevirisi:
devamını gör...
5.
maus
orijinal dilinde: maus: a survivor's tale. bir art spiegelman çizgi romanı aynı zamanda pulitzer ödülü almış ilk ve tek çizgi roman.
kitap, art spiegelman'ın, yahudi bir polonyalı olan babasının ghettolardan auschwitz'e, oradan da amerika'ya kadar uzanan hikayesini baştan sona dinlemek ve bu hikayeyi bir grafik roman haline getirmek için vlodek'i (babası) ziyareti ile başlıyor. buradan sonra paralel iki hikaye akıyor kitapta: vlodek'in anıları ve art-vlodek ilişkisi. kitap iki bölümden oluşuyor, ilk bölümde (my faher bleeds history-babam tarih kanıyor) vlodek'in yaşadıkları ve düşünceleri daha ağır basarken ikinci bölümde (and here my troubles began-ve dertlerim burada başladı) bu denge artie yönüne kayıyor.
ilk elinize aldığınızda konusunun, artık defalarca işlenmesinden mütevellit, klişeleşmiş bir ''yahudiler melek, almanlar kaka'' sloganı etrafında şekillendiğini zannedebilirsiniz (ben de böyle bir beklentiyle açmıştım ilk sayfayı). fakat okudukça zihninizde şekillenen şey de öyle olmuyor.
peki kitap holocaust üzerinden duygu yüklemesi yapmıyorsa ne yapmayı amaçlamış olabilir ki? işte bu sorunun cevabını bence yazar vlodek'in ağzından şöyle veriyor:
--! spoiler !--
vlodek: evet, hayat hep hayatın tarafını tutar, kurbanlar da bir şekilde suçlanır. ama ne hayatta kalanlar en iyileriydi, ne de en iyiler öldü, tamamen tesadüf. aah ah. şimdi senin kitabından söz etmiyorum ama soykırım hakkında ne kadar kitap yayınlandı, bir bak. ne işe yaradı? insanlar değişmedi ki... belki de yeni ve daha büyük bir soykırım istiyorlar.her neyse, ölenler hikayenin kendilerine ait yüzünü hiç anlatamayacak, onun için artık hiç hikaye olmaması belki de daha iyi. evet, samuel beckett bir keresinde ''her kelime yalnızlık ve hiçlik üzerinde gereksiz bir leke gibidir'' demiş.
art: tezat bu ya, bunu da söylemiş işte.
--! spoiler !--
yazar kitapta 4. duvarı kendisi için defalarca yıkıyor, hatta bir bölümünde doğrudan kendisini (bir fare maskesiyle) bu kitabı çizerken gösteriyor ve birkaç monolog yazıyor:
vladek 1944 ilkbaharında, auscwitz'de tenekeci olarak çalışmaya başladı... ben de bu sayfaya 1987 şubat'ının sonunda başladım...
...
8 yıllık bir çalışmadan sonra, maus'un birinci bölümü eylül 1988'de yayımlandı. hem eleştiri, hem de ticaret alanında başarıyla...
kitapla ilgili şöyle bir detay daha var, hiçbir karakter insan olarak çizilmemiş: yahudiler fare, almanlar kedi, amerikanlılar köpek, polonyalılar domuz, fransızlar kurbağa, isveçliler geyik, çingeneler güve olarak tasvir edilmiş. bu seçimler elbette rastgele seçimler değiller. peki neden hayvanlar? bu sorunun cevabını kitabın ilk kısmının başlangıcında yazar bize hitler'in şu sözüyle veriyor: yahudiler bir ırk kuşkusuz,ama insan değiller. peki neden fare? bu seçimin de rastgele olmadığını kitabın ilk kısımlarında bir gazete kupüründe yazan şu yazıyla veriyor bize spiegelman: mikki fare şimdiye kadar yaratılmış en sefil kahraman… her bağımsız delikanlı ve her saygın gencin sahip olduğu sağlıklı duygular, hayvanlar dünyasının bu en büyük mikrop taşıyıcısının, bu pisliğe ve iğrençliğe bulanmış haşaratın en ideal hayvan tipi olamayacağını anlatır… yahudilerin insanlara kaba saldırısına son ! kahrolsun mikki fare! gamalı haç takın!
kitabın anlattığı/anlatmak istediği konusuna geri dönecek olursak burada söylenecek birkaç şey daha var diye düşünüyorum. kitabın üzerinde durduğu temel şey yahudi soykırımı perspektifinden yola çıkarak genel olarak ırkçılık. bunun ipuçları hem kitabın gidişatında hem de diyaloglarında çokça veriliyor. birkaç örnek:
--! spoiler !--
kitabın bir noktasında artie, karısı ve vlodek arabada gitmektedirler, arabayı süren françoise (artie'nin karısı) yoldan siyahi bir otostopçu almak ister. vlodek buna çok kızar, siyahi birinin hırsız olacağından asla arabaya almaması gerektiğinden bahseder. otostopçuyu alıp gitmek istediği yere bıraktıktan sonra şu diyalog yaşanır:
vlodek: şvartzer (bir tür aşağılama) arka koltuktaki yiyecekleri çalmasın diye gözümü ayıramadım.
françoise: ne! bu çok çirkin özellikle de sen, nasıl böyle ırkçı olabilirsin! siyahlardan tıpkı nazilerin yahudilerden söz ettikleri gibi bahsediyorsun!
vlodek: pöh! gerçekten bundan daha akıllı olduğunu sanırdım, françoise... yahudilerle şvartzerleri mukayese bile etmem!
françoise: genelleme yapıp siyahlar hırsızdır demeye nasıl cüret edersin? bu...
vlodek: kes artık, tamam mı? onları hiç tanımıyorsun... new york'a ilk geldiğimde bir çamaşır merkezinde çalışıyordum. daha önce bu zencileri hiç görmemiştim... ama her yerde şvartzer vardı, mallarımı bir saniyeliğine bile yere bıraksam, her şeyi yürütüyorlardı!
françoise: ama sen...
art: unut gitsin sevgilim... bu adam umutsuz vaka.
--! spoiler !--
kitapta benim için etkileyici olan bir başka nokta da anlatılmak/hissettirilmek istenen şeyin görsel bir anlatı yoluyla da okuyucuya ulaştırılmak istenmesi oldu. bu açıdan, okumak isteyenlere tavsiyem: görselleri mutlaka inceleyin, hepsinde olmasa da çoğunda hikayeye dair aydınlatıcı detaylar gizli.
daha fazlasını ve güzelini yazmak isterdim kitapla ilgili fakat burada yazılmışı var:)
(link: kahramanbaykus.com/nostalji...)
son olarak kitaptan birkaç alıntı:
--! spoiler !--
+hepimiz için buradan tek çıkış var... o da şu bacalardan geçiyor.
(abraham'ı bir daha hiç görmedim... sanırım bacadan çıkıp, gitti...)
--! spoiler !--
--! spoiler !--
+tanrım yalvarırım, tanrım lütfen bir iple, ayağıma uyan bir ayakkabı bulmama yardım et!
(ama tanrı buraya girmiyordu. kendi başımıza bırakılmıştık.)
--! spoiler !--
--! spoiler !--
vlodek: neden ağlıyorsun artie?
artie: b-ben düştüm arkadaşlarım da beni beklemeden g-gitti.
vlodek: arkadaş? arkadaşların mı? onları bir hafta boyunca aç, susuz bir odaya kapa da... işte o zaman bak bakalım... arkadaş neymiş?..
--! spoiler !--
kitap, art spiegelman'ın, yahudi bir polonyalı olan babasının ghettolardan auschwitz'e, oradan da amerika'ya kadar uzanan hikayesini baştan sona dinlemek ve bu hikayeyi bir grafik roman haline getirmek için vlodek'i (babası) ziyareti ile başlıyor. buradan sonra paralel iki hikaye akıyor kitapta: vlodek'in anıları ve art-vlodek ilişkisi. kitap iki bölümden oluşuyor, ilk bölümde (my faher bleeds history-babam tarih kanıyor) vlodek'in yaşadıkları ve düşünceleri daha ağır basarken ikinci bölümde (and here my troubles began-ve dertlerim burada başladı) bu denge artie yönüne kayıyor.
ilk elinize aldığınızda konusunun, artık defalarca işlenmesinden mütevellit, klişeleşmiş bir ''yahudiler melek, almanlar kaka'' sloganı etrafında şekillendiğini zannedebilirsiniz (ben de böyle bir beklentiyle açmıştım ilk sayfayı). fakat okudukça zihninizde şekillenen şey de öyle olmuyor.
peki kitap holocaust üzerinden duygu yüklemesi yapmıyorsa ne yapmayı amaçlamış olabilir ki? işte bu sorunun cevabını bence yazar vlodek'in ağzından şöyle veriyor:
--! spoiler !--
vlodek: evet, hayat hep hayatın tarafını tutar, kurbanlar da bir şekilde suçlanır. ama ne hayatta kalanlar en iyileriydi, ne de en iyiler öldü, tamamen tesadüf. aah ah. şimdi senin kitabından söz etmiyorum ama soykırım hakkında ne kadar kitap yayınlandı, bir bak. ne işe yaradı? insanlar değişmedi ki... belki de yeni ve daha büyük bir soykırım istiyorlar.her neyse, ölenler hikayenin kendilerine ait yüzünü hiç anlatamayacak, onun için artık hiç hikaye olmaması belki de daha iyi. evet, samuel beckett bir keresinde ''her kelime yalnızlık ve hiçlik üzerinde gereksiz bir leke gibidir'' demiş.
art: tezat bu ya, bunu da söylemiş işte.
--! spoiler !--
yazar kitapta 4. duvarı kendisi için defalarca yıkıyor, hatta bir bölümünde doğrudan kendisini (bir fare maskesiyle) bu kitabı çizerken gösteriyor ve birkaç monolog yazıyor:
vladek 1944 ilkbaharında, auscwitz'de tenekeci olarak çalışmaya başladı... ben de bu sayfaya 1987 şubat'ının sonunda başladım...
...
8 yıllık bir çalışmadan sonra, maus'un birinci bölümü eylül 1988'de yayımlandı. hem eleştiri, hem de ticaret alanında başarıyla...
kitapla ilgili şöyle bir detay daha var, hiçbir karakter insan olarak çizilmemiş: yahudiler fare, almanlar kedi, amerikanlılar köpek, polonyalılar domuz, fransızlar kurbağa, isveçliler geyik, çingeneler güve olarak tasvir edilmiş. bu seçimler elbette rastgele seçimler değiller. peki neden hayvanlar? bu sorunun cevabını kitabın ilk kısmının başlangıcında yazar bize hitler'in şu sözüyle veriyor: yahudiler bir ırk kuşkusuz,ama insan değiller. peki neden fare? bu seçimin de rastgele olmadığını kitabın ilk kısımlarında bir gazete kupüründe yazan şu yazıyla veriyor bize spiegelman: mikki fare şimdiye kadar yaratılmış en sefil kahraman… her bağımsız delikanlı ve her saygın gencin sahip olduğu sağlıklı duygular, hayvanlar dünyasının bu en büyük mikrop taşıyıcısının, bu pisliğe ve iğrençliğe bulanmış haşaratın en ideal hayvan tipi olamayacağını anlatır… yahudilerin insanlara kaba saldırısına son ! kahrolsun mikki fare! gamalı haç takın!
kitabın anlattığı/anlatmak istediği konusuna geri dönecek olursak burada söylenecek birkaç şey daha var diye düşünüyorum. kitabın üzerinde durduğu temel şey yahudi soykırımı perspektifinden yola çıkarak genel olarak ırkçılık. bunun ipuçları hem kitabın gidişatında hem de diyaloglarında çokça veriliyor. birkaç örnek:
--! spoiler !--
kitabın bir noktasında artie, karısı ve vlodek arabada gitmektedirler, arabayı süren françoise (artie'nin karısı) yoldan siyahi bir otostopçu almak ister. vlodek buna çok kızar, siyahi birinin hırsız olacağından asla arabaya almaması gerektiğinden bahseder. otostopçuyu alıp gitmek istediği yere bıraktıktan sonra şu diyalog yaşanır:
vlodek: şvartzer (bir tür aşağılama) arka koltuktaki yiyecekleri çalmasın diye gözümü ayıramadım.
françoise: ne! bu çok çirkin özellikle de sen, nasıl böyle ırkçı olabilirsin! siyahlardan tıpkı nazilerin yahudilerden söz ettikleri gibi bahsediyorsun!
vlodek: pöh! gerçekten bundan daha akıllı olduğunu sanırdım, françoise... yahudilerle şvartzerleri mukayese bile etmem!
françoise: genelleme yapıp siyahlar hırsızdır demeye nasıl cüret edersin? bu...
vlodek: kes artık, tamam mı? onları hiç tanımıyorsun... new york'a ilk geldiğimde bir çamaşır merkezinde çalışıyordum. daha önce bu zencileri hiç görmemiştim... ama her yerde şvartzer vardı, mallarımı bir saniyeliğine bile yere bıraksam, her şeyi yürütüyorlardı!
françoise: ama sen...
art: unut gitsin sevgilim... bu adam umutsuz vaka.
--! spoiler !--
kitapta benim için etkileyici olan bir başka nokta da anlatılmak/hissettirilmek istenen şeyin görsel bir anlatı yoluyla da okuyucuya ulaştırılmak istenmesi oldu. bu açıdan, okumak isteyenlere tavsiyem: görselleri mutlaka inceleyin, hepsinde olmasa da çoğunda hikayeye dair aydınlatıcı detaylar gizli.
daha fazlasını ve güzelini yazmak isterdim kitapla ilgili fakat burada yazılmışı var:)
(link: kahramanbaykus.com/nostalji...)
son olarak kitaptan birkaç alıntı:
--! spoiler !--
+hepimiz için buradan tek çıkış var... o da şu bacalardan geçiyor.
(abraham'ı bir daha hiç görmedim... sanırım bacadan çıkıp, gitti...)
--! spoiler !--
--! spoiler !--
+tanrım yalvarırım, tanrım lütfen bir iple, ayağıma uyan bir ayakkabı bulmama yardım et!
(ama tanrı buraya girmiyordu. kendi başımıza bırakılmıştık.)
--! spoiler !--
--! spoiler !--
vlodek: neden ağlıyorsun artie?
artie: b-ben düştüm arkadaşlarım da beni beklemeden g-gitti.
vlodek: arkadaş? arkadaşların mı? onları bir hafta boyunca aç, susuz bir odaya kapa da... işte o zaman bak bakalım... arkadaş neymiş?..
--! spoiler !--
devamını gör...