son singapur vapuru yazar profili

son singapur vapuru kapak fotoğrafı
son singapur vapuru profil fotoğrafı
rozet
karma: 202784 tanım: 46412 başlık: 13810 apolet: 7 takipçi: 776
hey there i am using whatsapp

son tanımları


hüzün çiçeği (kısa film)

kim tarafından çekildiğine dair bir bilgi verilmemiş olsa da mesut tekin adlı kişi tarafından yüklenen 10 dakikalık kısa film; 2011 yılında yayınlanmıştır.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

araba sürmekte olan genç bir kadının yıllar sonra çocukluğunun geçtiği eve dönmesini ve korkularıyla yüzleşmesini, çocukken bulduğu hüzün çiçeğini yeniden aramasını konu ediniyor.

genç kadın başlarda kendi kendine konuşuyor, zaman geçip giderken her şey aynı kalır mı, yoksa her şey değişmek zorunda mıdır, hatırladıklarımızla nereye kadar yetinebiliriz ve hüzün gibi konularda düşüncelerini dile getiriyor.

sonunda arabayı durdurup çiçek tarhının oraya gidiyor ve daha sonra hüzün çiçeğini ilk bulduğu zamana, çocukluğuna gidiyor, annesine çiçeğini göstermek için can atarken hayatının en büyük acısını yaşıyor ve aradan kaç yıl geçerse geçsin insan kaybettiklerini hâlâ kaybettiği yerde bulacağını sanıyor, sanki hâlâ oradaymış gibi geliyor.

sinematografik açıdan yetersiz bulsam da bazı sahneleri oldukça etkileyiciydi, özellikle de çiçeği evine götürmek isterken yaşadıkları fazlasıyla gerçekçiydi.

hüzün çiçeği'ni bir metafor olarak almak istedim, insanın kaç yıl geçerse geçsin vazgeçmeyeceği, kalbinden silemeyeceği, her daim kalbinde taşıdığı bir insan olarak düşünmek istedim, bazen en mutlu gün en zor güne dönebilir, tıpkı hüzün çiçeğini eve götürürken hayatının şokunu yaşayan kız gibi.

hüzün çiçeği nereye gitsek de bizimle olan insandı belki de, yeniden ona döndüğümüz, onu görmesek bile hep yüreğimizde taşıdığımız, görmeden de sevdiğimiz, değer verilen bir insan...

çıkardığım ders ise şu oldu;

insan kalbinde iz bırakan hiçbir şeyden vazgeçemiyor...

devamını gör...

alavara

" artık silah yerine şiir arıyorlar üstümde
o günden beri...
."

1926/ 1999 yılları arasında yaşayan türk şair, yazar ve çevirmen can yücel imzalı 146 sayfalık eser; şiir türünde yer almakta ve 1999 yılında yayınlanmıştır.

keskin bir mizah anlayışının edebî yansıması niteliğinde sayılabilecek şiirlerdi.

duygusal derinliğin arka plana itildiği, ironinin odak noktasında olduğu, şairin gülmeyi de güldürmeyi de, ama bir yandan hüzünlendirmeyi de kendine has bir şiir formuyla karşımıza çıkardığı şiirler olduğunu kendi adıma söylemem mümkün olacaktır.

can yücel her zamanki formunu koruyor, argoyu şiirine kendine özgü bir ustalıkla dâhil ediyor ve argo kullanma biçimi bence şiirini olumsuz etkilemiyor,
hayatını kaybettiği yıl yayınlanan bir eser ve yakalandığı bademcik kanseri nedeniyle hayatı daha hüzünlü görüyor sanki bu şiirlerinde, artık yaşamayacağını bilir gibi bir acıyla yazıyor kimi şiirinde, kimi şiirinde ise kıvrak zekâsını konuşturuyor.

yavaş yavaş yitiriyorum belleğimi diyor bir şiirinde, bence kitabın en can alıcı dizesi buydu, yitirdiği şey belleğinden ziyâde anılarıydı sanırım, bu yok oluşu yansıtma biçimi oldukça etkileyiciydi.

hüznü, arkadaşlık ilişkilerini, hayata duyduğu bağlılığı, şiirin silahtan daha etkili bir araç oluşunu, ölümü, şiire verdiği önemi vurgulayan ve gösteren şiirlerdi.

seçtiğim bazı dizeleri bırakarak burada bir son veriyorum.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


yavaş yavaş yitiriyorum belleğimi
dere boyu tavşanlar
yine oldu akşamlar.

ama sevgilim, kesme beni dinlemeyi.

bana bir varmış... de!
bir varmış bir yokmuş ... deme!
içime dokunuyor...

hatırladığımda ama,
öyle yarım yaşadığıma bin pişman
o denli unutkanlıklarım için mi
şimdi bu intikam?

mahzun bir yeni yüzyıldır ihtiyarlık.

artık silah yerine şiir arıyorlar üstümde
o günden beri...


-xxıv-

kaybederken kazanmayı
şiirden gördüm
öyle bir harp meydanına
döndü ki ömrüm
mağlup bir şah iken
galip bir nefer-i merkum
yürüyorum sılaya, uyağımda ölüm.

go go go
ego ego ego
go cehennemin dibine
go..

devamını gör...

patricia highsmith

1921/ 1995 yılları arasında yaşayan amerikalı yazar olarak tanınır; 1950 yılında yayınladığı trendeki yabancılar eserinin alfred hitchcock tarafından sinemaya uyarlanması ile adını duyurmuş ve yazdığı bazı diğer kitaplar da sinemaya uyarlanmış, 74 yaşında hayatını kaybetmiştir.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

bazı kitapları

trendeki yabancılar
kadın düşmanlığı üstüne küçük öyküler
köpeğin fidyesi
ripley'nin oyunu
becerikli bay ripley
ripley karanlıkta
carol


her ayrılık dedi, her ayrılık bir darbe indirir ve bir şeyleri alır götürür...

cam hücre
devamını gör...

sevilen türkünün en vurucu sözleri

" ölmez idim;
kul elinden bin defa öldüm.
"

nuray hafiftaş
toza döndüm
söz müzik / orhan ölmez
devamını gör...

normal sözlük yazarlarının bugün fark ettiği şeyler

aşklar biter, anılar kalır.
insanlar gider, eşyalar kalır...
devamını gör...

komik bir görsel bırak

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

siyah gül (film)

senaryosu ilhan engin tarafından yazılan ve yönetmen koltuğunda ülkü erakalın'ın oturduğu 1966 yapımlı türk filmi; başrolde türkan şoray ve kartal tibet rol almaktadır.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
yardımcı kadroda ise;
çolpan ilhan, nubar terziyan, suzan avcı, feridun çölgeçen, hüseyin zan, hakkı kıvanç gibi isimler yer almıştır.

babası otel işleten gül adında genç ve güzel bir kızın bu otele konuk olarak gelen avcı mimar murat ile birbirlerine sevdalanmasını, adamın daha sonra iş için avrupa'ya gidişini, ayrılıklarını ve daha sonra hayatın onları yeniden bir araya getirmesini konu ediniyor.

birbirlerinden hemen hoşlanan çift kısa sürede aşık oluyor ve birliktelik yaşıyorlar, ikisi de birbiri olmadan bir hayat istemiyor, bir gün genç adamın gitmesi gerekiyor, amcası onu avrupa'ya yollamak istiyor, bu arada ise birlikte olmalarının da bir meyvesi yoldadır, genç kadın artık hayatta yapayalnızdır, çünkü babası onun bu yaşadıklarını öğrenince dünyası başına yıkılacaktır.

genç kadının hayatında artık bir aşkı yoktur, aşkından geriye tek bir hatıra kalmıştır, yüzüne baktıkça onu hatırladığı..

genç murat ise amcasının vasiyeti üzerine onun kızı gönül ile olur ve genç adamın eski aşkı ile yeniden bir araya gelmesi ile olaylar devam eder...

konusu sıradan olsa da kendini izleten, duygusal sayılabilecek bir filmdi, oyunculuklar samimi ve güzeldi.

ana fikir bence şuydu;

aşık olduğun insandan vazgeçersen hayatın bir siyah gül gibi solacak, duygusal açıdan siyah bir güle dönüşecektir, kişinin gerçek mutluluğunun aşka bağlı olduğunu hatırlatan ve düşündüren bir filmdi.

müzikleri de duygu yüklüydü.

türkan şoray ve kartal tibet duygusal bir oyunculuk sergilemiş, aşkı ve ayrılığı da seyirciye hissettirmişlerdir.

sonu ise beklediğim gibiydi...
devamını gör...

ferhan şensoy

" günaydın lan yaşamak! "

ferhan şensoy

bugün aramızdan ayrılışının 4. yıldönümü olan türk şair, yazar, oyuncu, tiyatrocu, yönetmen olup 1980 yılında ortaoyuncular tiyatro grubunu kurmuş, sayısız oyun sahnelemiş, pek çok eser vermiş, 70 yaşında aramızdan sadece fiziksel olarak ayrılmıştır.

anısına saygı, sevgi, minnet ve özlemle...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

günaydın beyoğlu
her intihar bir biçimdir
yaşamayı sürdürerek.

onikibindörtyüzseksenbir gün destelendi.

yaşamaya küskünüm
şimdi ölsem ne güzel
hiç kimseye borcum yok
sanki şair değilim
şimdi ölsem çok güzel

men seni çok sevirem
senin bundan habarın yok...


gündeste
devamını gör...

yağmur (film)

senaryosu fuat özlüer ve erdoğan tünaş tarafından yazılan 1971 yapımlı türk filmi; orhan elmas tarafından yönetilmiş, başrolde hülya koçyiğit ve ediz hun rol almıştır.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
yardımcı rollerde ise; önder somer, gülistan güzey, şaziye moral, deniz erkanat ve necdet tosun gibi oyuncular yer almıştır.

şarkıcı günsel ve ressam fikret arda bir uçak yolculuğunda tanışırlar, ikisinin de hayatında başka biri vardır ama ikisi de mantık evliliği yapmak üzeredir, birbirlerinden hoşlanırlar ve kısa süre içinde âşık olurlar.

izmir'de güzel vakit geçirirler, şarkıcı günsel'in işi için istanbul'a dönmesi gerekir, bir gün kaza geçirir ve tekerlekli sandalyeye mâhkum olacaktır, artık dizleri tutmadığı için aşık olduğu adamı kendisinden uzaklaştırmaya çalışır, kendisini artık sevemeyeceğini düşünür, ressam onun trafik kazası geçirdiğini bilmez ve kendisini zengin bir adam için terk ettiğini sanır, ondan nefret etmeye başlar.

trafik kazası geçirip artık engelli olduğunu anlayınca da onun kendisini mecburen terk ettiğini anlayınca pişman olacaktır.
benim için duygusal bir filmdi, konusu sıradan olsa da o duyguyu seyirciye geçirebilen filmlerdendi.

filmde söylenen şarkılar da oldukça etkileyici ve nostaljik olduğu için izlerken duygulanmamak elde değil gibi.
hülya koçyiğit ve ediz hun'un oyunculuğu içten ve duygusaldı.

aşık olduğun insandan ne olursa olsun vazgeçmemek gerektiğini hatırlatan bir filmdi, eğer aşkın yağmur kadar çoksa hele...
devamını gör...

claire marin

1974 doğumlu fransız yazar, filozof ve akademisyen olarak bilinir; felsefe profesörü olduğu bilinir iken dilimize çevrilmiş kitapları da bulunmaktadır.

kitapları

halimiz ne olacak?
kopuş(lar)
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

olmak istediğimiz kişi olamamak derin bir ıstıraptır.

kopuş(lar)
devamını gör...

maaile (kitap)

1926/ 1999 yılları arasında yaşayan türk şair, yazar, çevirmen can yücel imzalı eser; 1995 yılında, hayatını kaybetmeden birkaç yıl önce yayınlanmıştır.

yeniden can yücel okumak iyi geldi,
artık hayatta olmayan yazar veya şairlerin ölüm yıl dönümleri gelip çattığında eserlerini okuyarak kendimce anmaya ve yâd etmeye gayret ediyorum.

can yücel'de ağustos ayında hayatını kaybetmiştir keza.

şimdi ise kitabımıza geçelim;

bazı insanlar hayatını kaybedeceğini hisseder, zamanının geldiğini anlamıştır ve son yazdıkları da genelde ölüm ile ilgili olur, bu kitabı yayınlandıktan sadece 4 yıl sonra hayatını kaybetmiştir, artık ölümünün yaklaştığını hisseder gibi yazıyor bu şiirlerinde, datça sevgisi de gözle görülür nitelikte yer tutuyor bu kitabında, çok sevdiği datça'da uyumaktadır sonsuz uykusunu, sonsuz uykusunu orada uyumak isteyecek kadar çok sevmiş...

hayatı geride bırakacak olmanın hüznü de derinden hissediliyor, güzel ve mutlu bir hayat yaşamış olsa da insan kaç yaşında olursa olsun bir hayali hep yarım kalıyor,
karısına duyduğu aşkı, yitirdiği şair arkadaşlarına dair anma şiirleri, insanın ölene kadar kendi değerinden ve ilkelerinden ödün vermemesi gerektiği, çocuklarına duyduğu sonsuz sevgi, bazı şiirleri özetleyebileceğim konu ve durumlardandı.

seçtiğim bazı dizeleri bırakarak burada bir son veriyorum...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

elektrikler söndü,
karanlığı koynuma kaptım.

altıncı kıt'adır yağmur
damla damla keşfedilen
yalnızlık.

ki kelimelerdir
bu şiiri sol elime yazdıran
eski bir ses yeni bir sessizlik
param parça ediyor aynasız aynaları.

gecenin gözlerini gördüm,
ela değildi.

çiçekleri geride bırakmaktan korkuyorum kururlar diye.

sen ölüyorsun kardeşim
öldüğünü bil
bile bile ve teamüden
ecel öldürmez insanı
kendisi öldürür
vakti zamanı gelince...
ben onun için yas tutuyorum ya hep
vakti gelmeden öldürülenlere...


seni içimden seviyorum
aynada bakmıyorum sana
sen bensin.

devamını gör...

geceye bir kitaptan alıntı bırak

" geçmişi hatırlama gayretimiz nâfile, zihnimizin bütün çabaları boşunadır.

geçmiş, zihnin hâkimiyet alanının,
kavrayış gücünün dışında bir yerde,
hiç ihtimal vermediğimiz bir nesnenin (bu nesnenin bize yaşatacağı duygunun) içinde gizlidir.

bu nesneye ölmeden önce rastlayıp rastlamamamız ise, tesadüfe bağlıdır. 
"

marcel proust
kayıp zamanın izinde
devamını gör...

siyah bir acıda

kapağında dolmalık bibere saplanmış bir kalemin olduğu refik durbaş imzalı 127 sayfalık eser; şiir türünde yer almakta ve 1984 yılında yayınlanmıştır.

kitaba geçmeden önce kapağı hakkında da galiba biraz konuşmak gerekiyor, ilginç ve kitabın adını yansıtan bir kapak tasarımı olduğu gâyet sarih, ben tasarımdan ziyâde acı ve yazma üzerine belki biraz konuşabilirim;

kapaktaki biber acıyı temsil ediyor, kalem ise acıdan ancak o duyguyu dışa vurarak kurtulabileceğini hatırlatıyor.

şimdi ise şiirlere geçelim;

acının, hasret çekmenin, kavuşma isteğiyle yaşıyor olmanın, yalnızlığın, daha çok sevip daha az sevilen taraf olmanın ağırlığını derinden hissettiren şiirlerdi.

sanki bir mapus damında yazılmış şiirler gibiydi, sevdiğin herkesten ayrı düşmüşçeşine bir çaresizlik ve özlem içinde yazıyor gibiydi şair.

bazen aşklardan geriye bir şeyin kalmadığını, gönülden sevilmeyenin bir şekilde unutulacağını, ne kadar sevmiş olsan da bazen karşılık bulamayacağını derinden hissettiren şiirlerdi.

ayrılıklardan ve unutulmaktan bıkmış olmayı, hayal kırıklığına uğramanın kişiyi derinden etkilemesini, ölümden korkmayacak kadar acı çekmiş olmayı, ayrılığın kişi üzerindeki sarsıcı etkileri üzerine düşündüren şiirler olduğunu kendi adıma söylemem mümkün olacaktır.

refik durbaş'ın yaşadıklarını yansıtma biçimi her zamanki gibi oldukça iyiydi.

seçtiğim birkaç dize ile burada bir son veriyorum.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


denizi göreceğin gün ağlama.

noktaladım bu aşkı da seninle
yürüdüm nice hüzünleri
durdum nice yalnızlıkta
acıda konakladım.

ölüm aklımda
ağlamak istemezdim
uçup giderken alnımdan sonbahar
kime kazıldı bunca mezar?

bütün gece uyudu
omuzuma yaslayıp başını rüzgar
bütün gece uyumayan bir yüreğimdi
bir de rüzgar..

yüzüm bembeyaz uçurumunda anıların.

geçen, zaman
gelen, ölüm.

hasretliği al git
kavuşmak bana kalsın.


seni sevdiğimin ne çok
farkında mısın?

bu kaçıncı ayrılık kaçıncı hüsran?

su gitti sızı kaldı
dizimde dizi kaldı
bir çağırdım adını
adımda izi kaldı
iz bitti adı kaldı..

devamını gör...

fall (film)

scott mann tarafından yönetilen ve senaryosunu ise jonathan frank ile yazdığı 2022 yapımlı amerikan filmi;
gerilim türünde yer almaktadır.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
başrolde grace caroline currey - virginia gardner - mason gooding - jeffrey dean morgan gibi oyuncular rol almıştır.

610 metrelik bir radyo yayın kulesinde mahsur kalan iki çok yakın arkadaşın hayatta kalma ve düşmeme çabaları konu ediniliyor.

becky ve dan evlidir, bir de hunter adında arkadaşları vardır ve üçünün birlikte bir yere tırmanmaya çalışmaları ile filmimiz başlar, dan'i hazin bir son beklemektedir.

becky daha kontrollü biri iken hunter ise hayatı biraz da sosyal medyaya içerik koyabilmek için yaşar, sarışındır, ondan daha tombul olmasına rağmen daha çevik ve atak biridir.

becky'de atak biridir ama film boyu hunter'ın mücadelesi daha ön plandadır.

kazanın üzerinden 51 hafta geçmiştir.
becky, kocasını yitirdikten sonra yas sürecine girer ve artık yaşamak bile istemez, çok acı çeker, tırmanmayı bırakır, birlikte tırmandığı en yakın arkadaşı hunter onu hayata geri döndürmek ister.

610 metrelik bir radyo kulesine tırmanmayı teklif eder, arkadaşını bir şekilde iknâ eder, ikna olmasının bir nedeni ise o yükseklikten aşağı kocasının küllerini savuracak olmasıdır.

iki genç kadının bu macerası güzel başlasa da başladığı gibi gitmeyecektir, kulenin merdivenlerinin kırılması onların orada aç susuz mahsur kalmasına sebep olacaktır.

üstelik bulundukları yükseklik nedeniyle telefonlar da çekmeyecektir, buldukları her çareyi deneseler de kurtulmak kolay olmayacaktır, fall; düşüş anlamına geldiği gibi, her zirvenin bir düşüşü vardır.

bu sırada becky kocasının onu hunter ile aldattığından şüphelenir,
ve şüphelerinde belki de haklı çıkacaktır,
en yakın arkadaşı ile aldatılmış olmak onu yaralasa da arkadaşından nefret etmeyecek, yine de onu kurtarmaya çalışacak ve zaten ikisinin de bu halde iken birbirlerinden başka çaresi yoktur.

daha fazla yazmak isterdim ama izlemeyenler için spoiler olacağından film hakkında kişisel fikirlerime geçmek istiyorum;

konusu farklı bir filmdi, becky ve hunter rolündeki oyuncuların oyunculuğunu iyi buldum, o gerilimi ve düşüşü yaşatan, hissettiren bir oyunculuk sergilemişlerdi.

konusuna dair birkaç eksiklik olduğunu düşünüyorum, örneğin, yanlarına paraşüt almamış olmaları, gerçi paraşüt almış olsalardı film ilerlemez ve film olmazdı, illa bir şeyler ters gitmeli, unutmuşum.^^

filmden çıkardığım ders ise şu oldu;

hayat ve ölüm, aşk ve ayrılık, zirve ve düşüş hep beraberdir, insan her an her şeyi yaşayabilir, her an zirveye çıkıp her an yere çakılabilir, bu yolculukta yanımızda insanlar olsa da aslında yalnızız, tıpkı becky gibi...

şimdi biraz spoiler verme vakti...


filmin sonlarına doğru hunter aslında çoktan ölmüştü, becky zihninde onu yaşatmış ve bize var gibi gösterilmişti,
onun aslında çoktan düşüp öldüğünü gösterdikleri sahne gerçekten ters köşe bir sahneydi, bence filmin en can alıcı sahnelerindendi.

kuleye tırmanacakları sırada bir akbabanın ölü hayvanı yerken fotoğrafını çekip paylaşan hunter ise aynı akbabanın kurbanı olacaktır... hayat ne tuhaf..
devamını gör...

önemi yok (kitap)

1935/ 2011 yılları arasında yaşayan macar yazar agota kristof imzalı 87 sayfalık eser; öykü türünde yer almakta ve 2005 yılında yayınlandığı bilinmektedir.

türkçe'ye ise feyza zaim tarafından çevrilmiştir.

kitabımızda toplam 25 öykü yer alıyor,
bazı öykülerin isimleri şöyle;

balta
evimde
bir işçinin ölümü
posta kutusu
çark
anne

yazarın daha önce okumaz yazmaz ve dün (agota kristof) adlı eserlerini de okumuştum, şimdi de bu kitabı hakkında biraz konuşalım;

öyküler hem etkili olmayı başarıyor hem de suya yazılmış gibiydi, öyle ki; bir öykü bitip diğerine geçildiğinde sanki izleri hemen yok olmuş gibi, ancak bu öykülerin basit olduğu anlamına gelmemeli, bir olayı anlatmaktan ziyâde hayatın içinde fark edilmeyen önemli ve keskin anların krokisini çizmek için yazılmış öyküler tadındalardı.

kimisinde kocası baltayla öldürülen bir kadın, kimisinde bir öğrenci, kimisinde babasını yitiren genç bir kadın, kimisinde ise varlığına değer verilmeyen bir işçi, kimisinde yetimhanede bir çocuk, kimisinde karısının doğum gününü kutlayan bir adam, bir hırsız, hayatın içinden geçip gitmiş biri...

yazarın anlatımı sürükleyici, dokunaklı ve bir yanıyla da buz gibiydi.
en can alıcı bulduğum öyküler ise posta kutusu - çark - babam adlı öyküler oldu.

babam adlı öykü benim için sarsıcıydı, artık yok olan birinin hâlâ yaşadığını zannetmek durumunu da derinden hissettiren bir öyküydü bana kalırsa.

iyi bir kitaptı ama bunun hiçbir önemi yok...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

ölü olsa bile onu bıra­kıp gitmemi istemiyordu.

artık konuşmak istemiyordun,
bir şey hatırlamak istiyordun yalnızca ama ne olduğunu bilmiyordun.
hatırlanacak bir şey yoktu.

hayatımın eserini yazmak için köşeme çekildim, büyük bir yazarım ben,
kimse bilmiyor çünkü henüz hiçbir şey yazmadım.

bir evi başka bir ev için terk etmek,
biri öldürülmüş gibi üzücü.

boş pos­ta kutusu beni boş ümitlere sürükleyebilir.

sonsuzluk kadar uzun bir zamandır seni arıyordum.

doğmaktan korkuyordun,
şimdiyse ölmekten korkuyorsun.

dönen büyük bir çark bu yalnızca.
adı sonsuzluk.
büyük çarkı döndüren benim.
benden korkmamalısın.
büyük çarktan da.
korkutacak, can yakacak tek şey var, o da hayat, onu da zaten tanıyorsun.

babam hiçbir yerde benimle el ele gezmedi ki..



kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

düşler şairi

" kalbim, aşkların tabutu... "

1944/ 2018 yılları arasında yaşayan türk şair, yazar ve gazeteci refik durbaş imzalı 71 sayfalık eser; şiir türünde yer almakta ve 1997 yılında yayınlanmıştır.

hücremde ayışığı
istanbul hatırası (refik durbaş)
yeni bir defter meçhul bir aşk
nereye uçar gökyüzü kitaplarından sonra kendisinden okuduğum son kitap bu oldu.

bir süredir refik durbaş şiirlerine geri dönmek gibi bir isteğim vardı, yeniden döndüğüm için oldukça müteşekkirim.

refik durbaş şiirlerinde hem hüzünlü hem de keskin biri olduğunu hatırlatıyor,
ok gibi saplanan cümlelerinin altında yutkunamıyorsunuz, bütün güzel günlerin ve hayallerin, ihtimâllerin, gidilmemiş şehirlerin, insanların, hep düşlerde kaldığını hissettiriyor bu kitabındaki şiirlerinde.

bazı şiirlerinde yer alan metaforlar da imgeler de oldukça düşündürücü, mesela;
hasret beyaz bir yolculuktur diyor bir şiirinde, her şeyin beyaza bürünmesi sonsuzluk gibi bir anlam taşıyor, hasret sonu gelmeyen, sonsuz bir yolculuktur anlamına geldiğini görünce etkilenmemek imkânsızlaşıyor.

yalnızlığın, kederin, ölüme dair hissedilenin, gitmiş olana duyulan sadâkâtin, özlemin, acının simgesi niteliğinde şiirlerdi benim için.

beklentimi karşılayan bir kitap oldu,
şairin iç dünyasını ve hissettiklerini yansıtma biçimi her zamanki gibi oldukça iyiydi.

seçtiğim dizeleri bırakarak burada bir son veriyorum.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

düşlerde kaldı,
düşlerde yaşadığım her şehir.

bir fotoğraf makinesiyim
kendim sildim hem de kendimle
bütün anlardan ve anılardan künyemi
hiç tarihi olmadı geçmişimin
hem de geleceğimin.

bir ben, birden uyandım,
ansızın hançerlere yatırdım geçmişimi.

anılarda mı kalmıştı o yaz?

göklerin poyrazına bağışlamıştım
senin ölümünü, benim ecelimi.

sır yandı yalnızlığında.


hasret, beyaz bir yolculuktu.

kalbinde uzun yalnızlıklar.

yazlar ve güzler salıncak misali
ölümle hayat arasında hayalim
yağmurlar arkadaşımdı,
ne günler ama
kalbim anıların uykusu
bir salıncak, zamanın fırtınasında
suretinde çocukluğumun cevheri
kış ve bahar akrabamdı,
ne günler ama,
kalbim aşkların tabutu...

sevgilim, kimim var benim senden başka?

hayatı gördüm, dedi şair
ölümü de görecek miyim?

gittin
izi kaldı unutuş ve acının
aldatılmışlığın bir de,
akşamdı..

devamını gör...

sözlük yazarlarının çektiği deniz fotoğrafları

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

değişim (kısa film)

ahmet demirkıran tarafından çekilen 4 dakikalık kısa film; senaryosunu kimin yazdığı belirtilmemiş ve 2013 yılında yayınlanmıştır.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

dış görünüşe kalp güzelliğinden daha çok önem veren bir genç kızın karşısındaki gence yaşattığı hayal kırıklığını sonra kendisinin de aynı şekilde yaşamasını ve değişimin sevilmek için elzem olup olmadığını konu ediniyor.

genç adam bir kız arkadaşıyla yemek yiyor ve genç kız onunla pek ilgilenmiyor, o konuşurken yüzüne bakmıyor, bütün ilgisini telefonuna vermiş, genç adama yüz vermiyor, yüz vermemesinin sebebi ise onun istediği kadar yakışıklı olmaması, yemeğin ortasında kalkıp gidiyor ve genç adamın gururuna dokunuyor, değişmeye karar veriyor.

sağlıklı besleniyor, spora gidiyor, giyim tarzını değiştiriyor, başka biri oluyor, daha özenli, daha yakışıklı, daha dikkat çeken biri oluyor, kendisine dış görünüşü kadar değer veren aynı genç kıza bir ders vermek istiyor ve bambaşka biri olmuş halde kızın karşısına çıkıyor, kız ona zamanında nasıl hissettirdiyse o da ona aynısını yapıyor, çünkü bazı insanlar aynısını kendileri de yaşamadan empati yapamazlar.

sevdiğimiz insanlar için gösterdiğimiz fedâkârlıklar eğer onlar bizi çok sevmiyorsa fark edilmeyecektir, tıpkı genç adamın emek verdiği halde umursanmaması ve genç kızın sadece telefonuna bakması gibi.

önemli olan şey dış görünüş değildir, çünkü o her an değişir, önemli olan kalplerdir, çünkü onlar aynı kalır.

bu filmle aynı konuyu işleyen bir şarkı ile tanımımı burada bitiriyorum.


devamını gör...

andre alexis

1957 doğumlu kanadalı yazar olarak bilinir;
kitapları önemli edebiyat ödülleri almış ve edebiyatın farklı türlerinde eserler vermiş, türkçe'ye çevrilen kitabı da bulunmaktadır.

türkçe'ye çevrilen kitapları

tanrılar zar attığında
on beş köpek ve bir bahis

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

beni anlayanlar olmadan ben neyim?
devamını gör...

slipped away

avril lavigne şarkısı olup 2004 yılında yayınladığı under my skin adlı albümünde yer almaktadır.

şarkıyı hayatını kaybeden büyükbabasına yazdığı söylenmektedir.


kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


şimdi gittin, şimdi gittin
now you're gone, now you're gone
işte gidiyorsun, işte gidiyorsun
there you go, there you go

seni geri getiremeyeceğim bir yere
somewhere ı can't bring you back
şimdi gittin, şimdi gittin
now you're gone, now you're gone

işte gidiyorsun, işte gidiyorsun
there you go, there you go
geri dönmeyeceğin bir yere
somewhere you're not coming back...

devamını gör...
devamı...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim