zamansız kelebek yazar profili

zamansız kelebek kapak fotoğrafı
zamansız kelebek profil fotoğrafı
rozet
karma: 198833 tanım: 47313 başlık: 13658 apolet: 7 takipçi: 769
ㅤㅤㅤㅤㅤㅤ

son tanımları


nikos gatsos seçme şiirler

" ne yazık bilmiyorsun seni sevdiğimi. "

bugün aramızdan ayrılışının 33. yıl dönümü olan yunan şair nikos gatsos imzalı eser; yalnızca 124 sayfa olan kitabımız 1995 yılında yayınlanmıştır.

nikos gatsos salt şair kimliği ile sıyrılmış değil, ayrıca bir şarkı sözü yazarı ve çevirmendir, amorgos şiiri ile tanınırlığını arttırmıştır.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


şimdi ise kitaba geçelim.

şiirleri iyi buldum, olağanüstü büyüleyicilikte olduğunu belki iddia edemem ama bir yerden dokunan, iç sızlatan, etkilemesi mümkün şiirlerdi.

aşkı ve yok oluşu anlatan şiirlerdi bana kalırsa, kimse ölümsüz değilse her aşk yok olmaya ya da er geç bitmeye mahkûmdur zaten, şair de bunun farkına çoktan varmış olacak ki bu fark ediş şiirlerine de sirâyet etmiş, keskin bir biçimde yansıtılmış.

birini ne çok sevdiğini bir tek kendinin biliyor olması, her güzelliğin bir gün miâdının dolacak olması, sitem etmenin faydasızlığı, aşık olunanın söküp alınmış olduğunu hissetmek, umutsuzluğa sürüklenmek, verilen değeri karşıdakinden aynı şekilde görememek, yüreğinin sessizce ağladığı zamanlarda bile yapayalnız olması, özgürlüğün ancak ölümle mümkün olabilmesi, yaşamın adaletsizliği, bir zamanlar gördüğün insanın şimdi serap gibi gelmesi, ayrılığın hiç vârolmamış gibi eden yanı, şiirleri özetleyebileceğim konulardandı.

şairin duygularını yansıtma biçimi iyiydi.
etkileyici bulduğum bazı dizeleri bırakarak burada bir son veriyorum.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

çünkü sen de kaybolmuş olacaksın
güzelliğin de yaşlanacak.
ölümü bu kefene sar
ve yüreğin eğilmesin.

seni nasıl çok sevmiş olduğumu
bir ben bilirim.

ben ki
bir zamanlar sana dokunmuştum.

yabancısın şimdi,
kuşlara selam vermeyen uzak tarlalarda
uçup kanat çırpıyorsun.

sevgin olmadan zaman akıp gidiyor
sevgin olmadan dünya daha küçük.

yeniden yarın yeniden yarın
gelip seni bulacağım.
bana inanmıyorsun, ne yazık
ne yazık bilmiyorsun seni sevdiğimi.

gülsuyu sundum sana,
sen ise bana zehir.

ama özgürlüğü
neden ölümle kazanalım?

eğer düşünde görürsen
yağmurlu bir gecede yakan ateşi
yüreğimdir bil tek başına iç çeken
ve ağlayan..

bana bir kimlik ver
kimim anımsayayım...

devamını gör...

robert desnos seçme şiirler

" o kadar düşündüm ki seni
gerçekliğini yitirdin.
"

p/ 35

1900/ 1945 yılları arasında yaşamış fransız şair robert desnos imzalı 146 sayfalık eser; türkçe'ye ise eray canberk tarafından çevrilmiştir.

robert desnos hakkında biraz konuşulması gerekildiği fikrindeyim.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

ilk şiirlerini çok genç yaşlarından itibaren yayınlamış, çok sayıda kitap yazmış ve sürrealizm akımının fransız şiirinde önemli isimlerden biri olmuş ve 44 yaşında hayatını kaybetmiştir.

şimdi ise kitaba geçelim.

robert desnos daha önce okumadığım bir isimdi, kitabını geçenlerde tesadüfen görünce indirmiştim ve bugün de bitti.

şiirleri iyi buldum, düşündürücü bulduğum pek çok dize vardı.

seni hiç sevmemiş ya da çabuk unutan birini sevmiş olmak, bir gün ölecek olmak, birinin varlığının artık önemsizleştirilmesi, yarın sevilip sevilmeyeceğine dair belirsizlikler, yaşadığını kanıtlayan şeyin şafak vakti ve duygular olması, intihar edenlerin aslında kazandıkları hiçbir şeyin olmadığına inanmak, şiirleri özetleyebileceğim konulardandı.

balıkların sevgisini kazandım dizesinin bir metafor olduğunu düşünüyorum, bu dizeden çıkarmak istediğim anlam şuydu;

beni hemen unutacak, sevgimi hatırlamayacak birini sevdim.

şairin iç dünyasını ve hayatı yansıtma biçimi bence oldukça iyiydi.

seçmiş olduğum birkaç dize ile tanımıma burada bir son veriyorum.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


beni intihar ediyorsun
öylesine yumuşak başlı.
seni öleceğim oysa bir gün.

o kadar düşündüm ki seni
gerçekliğini yitirdin.

sen ki düşlerimde oluyorsun görünmeden kendini var ediyorsun böyle,
sen ki ele geçirilmiyorsun gerçekte de
düşte de...

senin varlığın benim için gerekli bile değil..

belki sen tanırdın beni
ama ben hiç bilmeyeceğim
senin kendini tanıyıp tanımadığını.

sevecek misin beni yarın?

ve fena sayılmaz anılarımız da,
ama ben unutmaktan yanayım tümünü.

belleğimi savunabilir miyim unutuşa karşı?

devamını gör...

yazarların çektiği ağaç fotoğrafları

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

yağmur (kısa film)

cihan bozkaya tarafından çekilen yaklaşık 20 dakikalık kısa film; 2013 yapımlı olduğu bilinmektedir.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

yağmurla aranız nasıl bilmem ama benimki çok iyi, kapalı havaların âşığı değilsem de yağmuru çok severim ve elimde olsa her gün yağmur yağdırırdım, her an yağmur duasına çıkabilirim.*

yağmur yağdığında acı veren tek şey dışarda kedilerin ve evsiz insanların olduğunu da hatırlamak iken şimdi filme geçelim.

son zamanlarda izlediğim en farklı kısa filmlerden biriydi, yalnızca hikâyede bazı kopukluklar olduğunu düşünüyorum.

filmimizde birbirinden bağımsız gibi duran ama bilmeden birbirinin hayatına dokunup geçen insanlar var, yağmur yağıyor ve yağmur bence acıyı temsil ediyordu.

birisi yağmur yağarken hastalanan bebeğini hastaneye götürmeye ve araba bulmaya çalışıyor, bir sevgili çift gök delinmiş gibi yağmur yağarken sigara almaya gidiyor ve onları ıslatan araba bu bebeğini hastaneye götüren babanın bindiği araba oluyor.

filmin başında ise küçük bir çocuğu ve yanındaki yaşlı kadını görüyoruz, o küçük çocuk diğer sahnelerde büyümüş müydü yoksa onun hikâyesi o kadar mıydı, ona emin olmak zor.

yağmurun acıyı temsil etmesine gelecek olursak, yağmur hepsinin gününü zorlaştırıyordu, ve bazı karakterler aradan yıllar geçse de yağmuru izlemekten vazgeçmiyordu, yağmur hayatının belirli evrelerinde hep onunla beraberdi, tıpkı gerçek acıların da aslında hep bizimle olduğu ve hiçbir yere gitmediği gibi.

yağmurdan ya da acıdan etkilenme oranımız ise bizim içinde olduğumuz duruma göre değişiyordu, zor ve müşkül bir durumda isen yağmur hayatı zorlaştırır iken, zor bir durumda değilsen de yağmur, ya da acı fazla etki etmiyordu.

farklı bir kısa filmdi.

kendi bakış açıma göre ele almak istedim ve galiba yazacaklarım bu kadar.

yağmur size hep mutluluk getirsin..

devamını gör...

inception

" kendi bilinçaltımızın kıyısına vardığımızda neyin gerçek olduğunu unutmuştuk. "

christopher nolan tarafından senaryosu yazılan ve yönetilen 2010 yapımlı amerikan filmi; filmimiz 4 oscar ödülü almıştır.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

başrolde leonardo dicaprio
marion cotillard
elliot page
joseph gordon-levitt
ken watanabe gibi oyuncular yer alır.

bu salt bir aksiyon filmi değil rüya ve gerçeklik, zihin ve bellek, anı ve illüzyon, bilinçaltı ve hatırlama gibi konuları alabildiğine kusursuz ve iyi bir biçimde yansıtan görsel şölen, labirent, çıkmaz sokak ve zaptı zor bir bilmece.

bir zihinden bir fikri söküp atmak ne de zordur değil mi her zaman?

ya da şöyle demeli, filmde de gerçeğin ve rüyanın birbirinden ayırt edilemediği gibi, ben bu filmin christopher nolan'ın bir rüyası olduğunu düşünmek de istiyorum.

neticede filmimiz rüya ve gerçeklik konusunda hayli düşündürücü bir biçimde karşımıza çıkıyor.

christopher nolan'ın bu filmi çekmeden önce ne kadar sıkı çalıştığını tahmin etmek olanaksız, salt görsel açıdan bir emek değil bahsedilen, psikanalize de yakın bir seyirde ilerliyor olması filmi etkileyici kılıyor.

bilinçaltı/ rüya/ anı ve bellek/ gerçeklik algısı/ determinizm/ kader/ sonsuzluk nedir?/ rüya ve gerçeklik arasındaki ilişki/ rüyalara sızma gibi anahtar kelimeler filmin işlediği ve değindiği konulardandır demek eksik olmayacaktır.

inception başlangıç anlamına gelir iken filmde bir başlangıç elbette vardır ama o başlangıcın bile bir rüya mı yoksa gerçek mi olduğunu bile hemen ayırt edebilmek kolay değil.

cobb adındaki adamımız insanların bilinçaltına kolayca sızabilen bir casus konumundadır, geçmişindeki olaylar yüzünden ülkesine dönememekte ve çocuklarına dönmek için yapamayacağı şey yoktur.

ortağı da vardır onun, kendi bilinçaltının ise esiri olmuş durumdadır cobb

artık hayatta olmayan ve adı mal olan karısı onun bilinçaltında ve rüyalarında yaşamaya devam etmektedir.

cobb ve arthur rüyalar tasarlayabilen, gerçeklik adı verilen olguya biraz hükmedebilen kişilerdir, hiç ölmemeleri ise onlara tanrısal bir güç katar.

ikili yalnız değildir, ariadne/ eames/ saito karakterleri de onlarladır, ve son olarak fischer

bilinçaltına sızmak, rüyalar yaratmak, rüyanın içinde görülen ikinci bir rüya kavramı ve en önemlisi birinin zihnine bir fikir yerleştirmek, rüya ve gerçeklik bağıntısı, rüya ve zaman, bellek ve anı, yaşam ve ölüm, gibi konular filmimizin kaçınılmaz noktalarıdır.

birinin zihnine ya da rüyalarına, kısacası bilinçaltına yerleşip ona fikir aşılamanın ve fikirlerini değiştirmenin kader kavramına etkisi de filmde karşımıza çıkar.

bir gerçeği rüya ve bir rüyayı gerçek sanmak, bence filmin en can alıcı özeti budur.

bir rüyanın başlangıç noktası tam hatırlanamazken bitişi ise daima hatırlanır.

rüyaların inşa edildiği sahnelerde ise rüyalardaki evrenin sonsuzluğu ve kuralsızlığı göze çarpmaktadır, rüyalarca yerçekimine meydan okumak gibi, rüyalarda sonsuzluğu anlamak, rüyalarda her şeyin mümkün oluşu gibi.

filmimizin en temel sorusunun ise bir rüya ile bir gerçek birbirinden nasıl ayırt edilir? sorusunun olduğu söylenebilir.

filmin sonunda ise her şey yine mi bir rüyaydı, yoksa gerçek miydi, ikileminde kalmak mümkün olacaktır.

ve bazen rüyalar tek limandır, artık hayatta ya da hayatında olmayanı görebildiğin, dokunabildiğin tek yer rüyalardır.

birisi için ne zaman ölürüz,
artık onun rüyalarına giremediğimiz zaman.


filmin başındaki bazı sahneler oldukça iyidir, özellikle de bir rüyanın inşa edildiği sahneler, neyin gerçek neyin rüya olduğunun bile birbirine karıştığı sahneler..
devamını gör...

yasemin minguzzi

gençliğinin baharında kaykay malzemesi almak için gittiği pazarda ömründe görmediği câniler tarafından acımasızca katledilen mattia ahmet minguzzi'nin annesidir.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


kendisi bir çellist ve italya'da eğitim almış, oğlu doğduktan sonra mesleğine ara vermiş ve evladını en iyi şekilde büyütüp yetiştirmek için her zaman elinden geleni yapmıştır.

bu güzel ailenin yalnızca 1 evlâdı vardı, onu da söküp aldılar, mahkemenin bir yere vardığı yok, duruşmalar ertelenip duruyor, çocuk arkadaşlarıyla dışarı çıkmış güzel bir gün geçirmek isterken ansızın hayatı son buldu ve daha neyini kaybetmesi gerekiyor olmayan ya da hep geç gelen âdaletin tecelli etmesi için?

yasemin minguzzi oğlunun anısını yaşatmak ve adaleti sağlamak için var gücüyle mücadele ediyor, programlara katılıyor, oğlunun fotoğraflarına bakarak acısını dindirmeye çalışıyor, hayattaki tek evlâdı da yok edildi, yetmedi, mezarı da yağmalandı, yetmedi, katilleri olayı gülerek anlattılar.

kadınların normal mi yoksa sezaryen mi doğuracağına karar verme hakkının olduğunu sanan siyasetçi ve futbolcu müsveddeleri önce dünyaya hangi yolla geleceğine karışmaması gerektikleri bu bebeklerin ve çocukların yaşamını korusun, çocuğu olmayan aileler aile sayılmaz aslında dendi, sen çocukları koruyabildin mi ki onlar aile kalabilsin?

ölenin yaşı sorulmadı, öldürenin de yaşı sorulmasın.

başta şehit anneleri, evladını kaybeden anneler, yasemin minguzzi ve yüreğinde sevgi olan bütün annelerin anneler günü olsun.


annelik doğurmak değildir, koşulsuz sevebilmektir.

yılın en iyi annesi sensin yasemin minguzzi
devamını gör...

uzaklıklar

1955/ 2023 yılları arasında yaşayan yazar, şair ve gazeteci roni margulies imzalı eser; 2000 yılında yayınlanmıştır.

şairin 1985/ 1995 yılları arasında yazmış olduğu şiirleri yer alıyor.

kitabımız 136 sayfadan oluşuyor ve şiirlerin temasında uzaklık imgesi baskın gibiydi.

kitaba geçmeden evvel uzaklık hakkında biraz veryansın etme taraftarıyım, çünkü yaşadığımız her an bir şeylere biraz daha uzaklaşıyoruz ve az önceyi bile geri alamıyoruz, alamayacağız da.

her şey geçmişte kalmaya mâhkum son hızda ilerlerken zaman her şeyi unutturmaya ve en olmadık yerde ya da zamanda bir şeyleri anımsatmakta pek mâhir, unutmak ve hatırlamak arasında geçip gitmektedir kısa ömür.

şair bu kitabında bu uzaklıkları anlatıyor bize, uzaklaşan anıları, ölümü, yitirmeyi, acıyı, yalnızlığı, kendinin yalnızlaşmasını, sevgiyi, zamanı, insanın hayattaki misafir konumunu, tüm hayatların aslında eksik oluşunu, kendine has bir şiir üslubu ile yansıtıyor.

şairden beklentim daha yüksekti, ancak beklentimin hiç karşılanmadığını da söylemem haksızlık olur, bazı dizeleri oldukça iyiydi.

uzaklıkların yansıtılma biçiminin iyi sayılabileceği bir kitap olduğunu söylemem mümkün olacaktır.
dünden uzak ne var ki?

seçmiş olduğum birkaç iyi dizeyi bırakarak burada bitiriyorum.

ayrıca tanım sonunda uzaklıklar hakkında colonel bagshot grubunun bir şarkı sözü de verilecektir.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel



" yarın asla iş işten geçmeden gelmez.
tomorrow never comes until it's too late.

yarın asla çok geç olmadan gelmez.
"

colonel bagshot
six day war

devamını gör...

emel aksoy

tam adı m. emel aksoy olan türk sanat müziği sanatçısı.

hakkında çok detaylı bilgi bulunamamış olsa da 2009 yılında verdiği bir röportajda 51 yaşında olduğu bilinen ve şimdilerde eğer hayattaysa 67 yaşında olan türk sanat müziği sanatçısıdır.

türk sanat musikîsinin önemli parçalarına da kendi yorumunu katmış ve bu şarkılara spotify üzerinden ulaşılabilmektedir.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

okuduğu bazı parçalar

fikrimin ince gülü
bir demet yasemen
kimseye etmem şikayet



röportajı
spotify hesabı
devamını gör...

fark etmek (kısa film)

eyyüp kurt tarafından çekilen kısa film; amatör isimler yer almış ve 2020 yılında yayınlanmıştır.

görme engelli bir çocuğun, her şeyden şikayet eden başka bir çocuğa sahip olduğu nimetlerin farkına varmasını sağlamasını konu ediniyor.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

parkta oturmakta olan ve diğer çocuktan yaşça az daha büyük olan bir çocuğun yanına bir çocuk oturuyor ve annesiyle babası onun üstüne çok varmışlar, rahat nefes alamamaktan ve her eylemine karışılmasından bıkmış vaziyette o çocuğun yanına oturuyor.

"keşke kör olsaydım, keşke engelli olsaydım!" diyerek hayata karşı sitemini belli ediyor ve yanına oturduğu çocukla sohbet etmeye başlıyorlar, ona aslında ne kadar şanslı olduğunu, en azından onu merak eden bir ailesi olduğu için şanslı olduğunu dile getiriyor.

küçük olan çocuk ise onun kalbini kırıyor, daha sonra onun engel durumunu fark edip söylediklerinden pişman oluyor ve sonra fark ettiği bu gerçek sayesinde annesini arayıp gönlünü alması ile durumu telafi ediyor.

konu ve oyunculuk açısından çok iyi bulmasam da kötü olduğunu da galiba söyleyemem.

sahip olduğumuz şeyler bazen yük olacaktır, ya da biz onları yük ve külfet olarak algılayacağız, örneğin her gün işe gitmek, her gün ev toparlamak, her gün yerine getirilmesi gerekilen sorumluluklar bazen çığ gibi büyüyecektir.

ancak sahip olduklarımıza sahip olmayan canlılar ve insanlar var, senin bıktığın şey başkasının hayali olabilir " taman. "
anlamı/ hani.

bana fark ettirdikleri bunlar oldu.

evden sıkılabilirsin, ancak evi olmayan çocuklar, insanlar, kediler var.

değerini bilmediğin şeylerin başkalarının hayali olabileceğini unutma.

bazen senin her gün gördüğün yüzü ölene kadar göremeyecek insanlar vardır.

sana sıradan gelen ona imkânsızdır, bundan mütevellit, kadir kıymet bilmekte fayda var.


devamını gör...

cebi delik

özgün adı hand to mouth olan paul auster imzalı eser; roman türünde yer alsa da otobiyografik bir eser olduğu söylenebilir.

1997 yılında yayınlanmıştır.

kitabın adının neden cebi delik olduğu hakkında güçlü tahminlerim var, birincisi kitapta yazarın çulsuzluk anıları ön planda ve çulsuz olma durumu kitabın sonuna kadar devam ediyor.

ikincisi ise bir seferinde cebinde olduğuna emin olduğu bir para ilginç bir şekilde yok olmuş, cebi delik, cebinde para durmaz, israf etmeyen biri olsa da para kazanması kolay olmamış.

kitap amerikan kültürüne dair ağır eleştiriler de barındırıyor, misâl yazarın annesinin savurgan bir tip olduğunu ondan öğreniyoruz, babasının ise en sonunda alışveriş yapmayı kendisinin üstlenerek durumu kurtarmaya çalıştığını anlatıyor.

amerika yazar tarafından doymak bilmeyen, sürekli tüketen, her şeyin bir dekordan ibaret olduğu, insanların yüklü miktarda alışveriş yapmayı bir tür kişilik göstergesi olarak yorumladıkları bir yer olarak görülüyor.

paul auster amerikalı olsa da aslında yahudi, yani amerika'ya tapmaması çok olağan gözüküyor.

kitap boyu yazarın hayatının farklı dönemlerini biz de yaşıyoruz, başlarda genç, sonra yetişkin, daha sonra ise baba oluyor ve sonrası, kitap boyu cebi delik olma durumu, yani cebinde paranın bir türlü kalıcı olmaması devam ediyor.

meslekî açıdan vârolma çabası, arkadaşlık ilişkileri, hayata dair duygu ve düşünceleri, gözlemleri, yazarın kendine has üslubu ile karşımıza çıkıyor.

çok severek okuduğum bir kitap oldu, yazarın bazı bölümlerde anlattıkları oldukça komikti, gülmemek imkânsızdı, üvey babası öldüğünde çektiği acı, yahudi olduğu için bazen yaşadığı dışlanmalar, baba olduğunda vâroluşunun bile değişmesi, her şeye rağmen yaşama ve yazma çabası, kendine özgü komik üslubu, kitaba dair etkileyen şeylerdendi.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


o anda nasıl yıkıldığımı bugün bile anımsıyorum.

amerikan yaşamının sağlıklılığı, haysiyeti, dürüstlüğü yutturmacadan, reklam palavrasından başka bir şey değildi.

başıma gelenlere artık aldırmıyordum.

kaybetmek kazanmak, kazanmak kaybetmek demekti.

gözlerinde daha önce hiç görmediğim bir yitik, boş bakış vardı.


bu para öylesine beklenmedik bir şeydi ve öylesine büyük bir meblağdı ki, gökten bir melek inip alnımdan öpmüş gibi geliyordu.

ölüm üzerime doğru yürüyordu ve bu yaklaşan ölümün belirtileri her yerde kendini gösteriyordu.
devamını gör...

saklı kalan

1946 doğumlu türk şair ve öğretmen ahmet telli imzalı 94 sayfalık eser;

meta bilgisinde 2011 yılında yayınlandığı yazılmış olsa da ilk olarak 1981 yılında yayınlanmıştır.

ahmet telli kitapları artık arkadaşım gibi, yani artık ezberledim sayılır demektir bu.
bazılarını dönüp yeniden okuyorum, bazılarını hâlâ okumadım, bazen böyledir.

bu kitabı hakkında konuşacak olursam;

şiirleri fazlasıyla iyiydi, öyle iyi ki bu şiirleri yazacağına gelip beni bıçaklamasını yeğlerdim, zirâ onun şiirlerinin etkisini bıçaklanmakla eş değer tutuyorum.

şiirlerde saklı kalan bir şey vardı sanki,
yaşamın her şeye rağmen hızla değişmekte olması, aşkın dünyadaki en elzem duygulardan oluşu, bulup bulup yitirilen insanlar, aşkın yine de her şey gibi bitmeye mâhkum oluşu, mâşuk olan olmadan ömrün eksik kalacağı, aşk ve acıda saklı kalan duygular, şairin çarpıcı üslubuyla oldukça tesirli bir şiir formuyla karşımıza çıkıyor.

her yaşamda, her aşkta, her ölümde, belki de her şeyde saklı kalan ve artık çözülmesi giderek imkânsız bir hâle gelen bir şey muhakkak olacaktır.

şairin duygularını yansıtma biçimi her zamanki gibi oldukça iyi bir şekilde karşımıza çıkıyor.

birkaç dize ile burada bitiriyorum.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

bekleyişin ve acıların uğultusudur yalnızlıklar.

kendimize daha az zaman
ayırsak da olur geceden
çünkü boğulabilir insan
yalnız kendini düşünmekten.

aşktır böyle güzelleştiren doğayı,
yaşamı ve seni.

değişen usulca değişmekteydi, sezdirmeden.

ve aşk, kavga kadar kaçınılmaz
yaşamak kadar anlamlıdır şimdi.

bitiyor bu kitap
okunup bitiyor
kalmıyor tek sayfa tek satır bile

uçurumlar gibi susuyorsun yine
üzgünsün belli ki bekliyor gibi
sarıyor bir hüzün, gözlerin dalıyor
gelmiyor bir mektup tek bir ses bile.

kim bilecek bulup bulup kaybettiğini?

gitgide susuyorsun ah neydi yaşanan?

yapma bunu bitsin ne varsa yaşanan
güzel olan bir şeyler biter nedense
yüzün kalıyor yüzün o sonsuz boşlukta
güzel olan bir şeyler biter nedense...

devamını gör...

aşk (kısa film)

gabriele gallerani tarafından çekildiği bilinen kısa animasyon film; 2017 yılında yayınlanmıştır.

bir kadın ve bir adamın birbirlerinden hoşlanmalarını, daha sonra ise bu duygunun aşka dönüşmesini konu ediniyor.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


elbette bu kadar değil, aşık olunan kişi için verilen mücadeleyi de anlatıyor, filmde herkesin göğüs kafesinde kalbin simgesi olarak küçük bir boşluk var, ve herkes aşık olduğu kişiyi görünce o boşlukta ateş yanmaya başlıyor.

bu da bize aşkın yanmak demek olup olmadığını düşündürüyor, genç adam kızı ne zaman görse göğsünde ateş yanıyor.

genç kız bir gün taşınıyor ve adam pencereden görüp bir reaksiyon alması gerektiğini fark edip perdeyi koparıp paraşüt olarak kullanarak kıza yetişiyor, ona çiçek vermesi ve kızın da göğsünde ateş yanmaya başlaması ile mutlu sona doğru gidiyorlar.

görsel ve teknik açıdan zayıf bulsam da konuyu işleme biçimleri bence farklı ve iyi gibiydi, özellikle de aşık olmayı yanmak ile özdeşleştirerek anlatmaları iyiydi.

aşkın ne olduğuna gelecek olursak, herkes için farklı bir anlam ve duygu ifade edebilir, kimisi aşkı bedenden ayrı düşünemez, kimisi için başka bir anlam taşır.

aşk bence aşık olunan uğruna canını zerre düşünmeden verebilmektir, kendinden önce onu düşünmektir, ona bir şey olsa önce senin ağlamandır, onun sevdiklerine bir şey olsa yine senin ağlamandır, çünkü sevdiğin birinin acı çekmesi ölümden beterdir.

aşk peşinden gitmeyi, gerekirse uğruna ölebilmeyi ve vazgeçmemeyi gerektirir.

aşk o hayatta olduğu için mücadele etmek ve yaşama onun için devam etmektir biraz da, albert camus'yü çoktan anlasan da.

konuya bir şarkı sözü ile veda ediyorum.


gel gör beni aşk neyledi?


devamını gör...

karadut 69

" ağaç bütün
ışık bütün
meyve bütün

benim dünyam paramparça. "

türk şair, ressam ve yazar bedri rahmi eyüboğlu imzalı eser; kitabın adında 69 sayısının geçiyor olması galiba rastlantı değil, kitap 1969 yılında yayınlanmıştır.

kitabımız yaklaşık 240 sayfa.

neden kara dut olduğu üzerine ise bir tahminim var o da şu ki, kara dut lekesi elden hemen çıkmaz, tamamen arınana kadar da elde iz bırakır, yani bence şair de bu kitabındaki şiirlerde ruhundan hemen çıkmayanları, ruhunda iz bırakanları anlattığı için kitabına bu adı vermiş olmalı.

elbette bu sadece bir tahmin, yalnızca okurken kitabın adı hakkında düşünürken vardığım sonuç buydu.

şiirler hakkında konuşmam gerekirse şiirleri farklı ve etkileyici buldum.

bu kitap bedri rahmi eyüboğlu'nun keskin bir insan olduğunu anlamama yetti.

keskin insan kimdir, yazdıkları sarsıcı olandır, kararlarından geri döndürülmesi zor olan insandır, hemen ikna edilemeyen ve mutlu edilmesi kolay olmayan, ölümü de iz bırakan insandır bence nâçizâne.

bu kitabındaki şiirlerde ölüm olgusu ağırlıklı olarak işlenmiş gibiydi, bilinçli bir tercih miydi yoksa ölüm hakkında düşüncelerinde kendini durduramamış mıydı, orası meçhûl.

ölüm hâricinde ise yaşamın ağırlığı, bir insan tanımanın bir dünya tanımaya eş değer görülmesi, ara sıra gelen bütün dünyasının paramparça edildiğini hissetmesi, bazı şeylere kırgın olmak, hayat uğruna verilen mücadele, hayata dair duygular, şiirleri özetlememin mümkün olduğu temalardandı.

belki onun ruhunda karadut gibi iz bırakan şeyler de bunlar olmuştur, bilinmez.

bazen bir insan, bazen bir anı, bazen bir söz, bazen bir ölüm, bazen bir terk ediliş, bazen bir hatırlama, bazen ise unutulmak, insanın ruhunda karadut lekesi gibi iz bırakır, kimde nasıl bir iz bıraktığımızı yaşarken anlamamız belki mümkün değildir, çünkü öldüğümüzde en çok kimin ağladığını asla bilemeyeceğiz.

ama öldüğümüzde 1 kişi dahi olsa ağlıyorsa boşa yaşamamışız ve karadut gibi iz bırakmışız demektir.

seçmiş olduğum birkaç dize ile burada bir son veriyorum.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


ölüme kardeş gibi ısınmak istediler.

ne mümkün ölüme ısınmak, ne mümkün!...

rüzgâr esti üfürdü, ölüm aldı götürdü,
boş verdik.

ve kuytu evlerden birinde
senden habersiz ölenler olmasın.

sana ölümden korkmayı öğreteceğim.

ne hint'tedir ne çin'dedir
gözlerimin içindedir
bazen bana benden yakın
bazen bana benden uzak
yine benim içimdedir.

bir insan tanımak,
bir cihan tanımağa bedel.

ağaç bütün
ışık bütün
meyve bütün
benim dünyam paramparça.

ne zaman birinin resmini yapsam
öteki kıskanır.

bu gelene bahar derler
bu gülene yeşil
bu uçana mavi derler
allah mavisi
düşünmeden sevmek en iyisi...

sevmek güzel meslek
ama zor
can dayanıyor dayanmasına
ama yürek gitti gidecek..

devamını gör...

ruben dairo seçme şiirler

asıl adı félix rubén garcía sarmiento olan nikaragualı şair rubén darío imzalı eser; dilimize ise adnan özer tarafından çevrilmiştir, türkçe'ye çevrilen birkaç kitabı daha vardır.

" bütün latin amerika ve ispanyol şiirini etkileyen modernismo hareketinin öncüsü sayılan nikaragualı şair ruben dario (1867-1916) "

şimdi ise biraz da kitap hakkında konuşmakta fayda var.

şairin okuduğum ilk kitabı bu oldu, diğer kitaplarını da belki okurum, okumam gerektiğine ikna eden bir şiir dünyası vardı.

şiirlerin konusuna geçecek olursam; ki artık anlatmak o kadar da kolay gelmiyor sanki, dünyadaki her şey herkes için farklı anlamlar taşıdığından okunulan her metnin anlamı da istendiği gibi yansıtılamayabilir, kelimeler yetersiz olduğundan değil de sana anlam taşıyan başkasına anlamsız gelebilir, tam olarak bundan mütevellit.

bu şiirlerin melankolik bir hâlet-i ruhiye ile yazılmış olduğunu düşünüyorum, keder ve acı, ayrılışlar, yok oluş, ölüm ve yitirmek, hasret duymak, her şeyin ve bilhassa da güzel şeylerin çabucak bitmeye mâhkum oluşu, birisi olmadan yaşamanın artık imkânsız gelişi, ölene kadar ruhunun hüzünlü olacağına inanması, şiirlerin muhteviyatında barındırdığı temalardandı.

ayrıca şunu da eklemem gerekir ki, aşık olduğu kişiden duyacağı tek bir kahredici söz ile öleceğini hissediyor olduğu dize de etkiliydi, kelimelerin gücünü hatırlatır nitelikteydi.

bence iyi şiirlerdi, beklentimi karşılayan dizelerin olması güzeldi, ancak her şiirini de çok iyi bulduğumu elbette söyleyemem, hiçbir etki yaratmayan şiir ve dizeleri de muhakkak olacaktır.

şairin duygularını yansıtma biçimi kendine özgü bir ifade biçimiyle karşımıza çıkıyor.

güldüğüm bir dize de vardı.

arjantinliydi, ağlıyordu nedense komik geldi, arjantin ve ağlamak sözcükleri hangi muhayyilenin ürünüydü, hangi bağlamda bir araya gelebildi, bu fikir komikti.

birkaç dize ile tanımıma burada bir son veriyorum.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

sonunda tanrı’nın dediği olur!

gülmek isterim.
neden ağlamaktayım ben?

yüzüme bir bak ve söyleme ötesini,
çünkü bir sözcük daha
öldürebilir belki de beni.

gençliğim, gençliğim benim miydi?

gidersin dönmemek üzere!
ağlamak ister, ağlayamam bazen
bazen de ağlarım hiç istemeden.

düşlerime girer hâlâ sarılması.

ve bir beladır düşlemek.
geç ve unut, dalar kalırsan düşlerine bir kere, dalar kalırsın gitgide solan ömür ateşine.


âşık değilsen eğer, bırak kapını çalsın aşk, âlem dediğin ağrıtacak sen gittikçe,
dipsiz olacak,
mutluluk ve keder aynı zamanda vuracak.

sözün özü:
bir uçurumdur aşk, gölge ve ışık,
şiir ve manzum, orda nice nesnenin sureti,
mahzun ve aynı zamanda neşeli yansıyacak.

sefalettir o, dehşettir tarifsiz

fakat onsuz yaşamak da imkânsız.
devamını gör...

brigitte reimann

soyadından da tahmin edileceği üzere alman yazardır; 1933/ 1973 yılları arasında yaşamış ve franziska linkerhand adlı eseriyle tanınmış, ilk kitabını ise 17 yaşında yayınladığı bilinmektedir.

heinrich mann ödülü'de almış olan yazar 39 yaşında hayatını kaybetmiştir.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
bazı kitapları

das geständnis
kardeşler
der legionär

bazen bir yolculuk unutulmuş bir bavul yüzünden daha istasyondayken biter.

kardeşler
devamını gör...

yazarların çektiği ağaç fotoğrafları

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

jean molla

1958 doğumlu faslı yazar olarak tanınır;
edebiyat okuduğu bilinir iken kendisi yazar olmadan önce klasik gitar öğretmenliği, arı yetiştiriciliği ve öğretmenlik gibi farklı alanlarda çalışmıştır.

sobibor ve felicidad: mutluluk ülkesi kitapları türkçe'ye de çevrilmiştir.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel



başkalarının kibrine katlanamamamızın sebebi bizimkini zedelemesidir.

kaynak
devamını gör...

sen de katılmalısın yaşamı savunmaya

1935/ 2009 yılları arasında yaşamış türk şair ve yazar kemal özer imzalı 100 sayfalık eser; şiir türünde yer alır iken 1975 yılında yayınlanmıştır.

şairin sevdalı buluşma adlı eserinden sonra okuduğum ikinci kitabı bu kitap oldu.

diğer kitabını daha iyi bulmuştum, bu şiirleri ise biraz hayal kırıklığı yaratmadı değil.

ancak kitabın adı zaten içeriğindeki şiirlerin konusuna dair bir ipucu veriyor, bütün kitap boyunca sanki tek bir şiiri okuyoruz, hep aynı dava, hep aynı bakış açısı, sanki döngüde kalmış gibi.

şiirlerin toplumcu gerçekçi bir bakış açısının ürünü oldukları da bence söylenebilir, yaşamı savunmak, âdil olmak, özgürlük, hak ve hukuk, insanın insanca yaşaması gerektiği bilinci, yaşamın savunulması gerekilen bir olgu olması, adaletsizliklere karşı olmak, mücadele etmek, hakkını aramak, bu uğurda ölümden dahi korkmamak, şiirleri özetleyebileceğim bazı temalardandı.

kişinin yeri geldiğinde umutsuzluğa düşeceği günlerin de olması ama her şeye rağmen mücadele etmenin önemi, barış için savaşmak, yaşamın ciddiye alınmasının kişide yarattığı değişim gibi durumlar da şiirlerin işlediği temalara örnek verilerek çoğaltılabilir.

edebî olarak güçlü bulmasam da okuduğum için pişman olmadığım bir kitaptı.

şairin kişisel duyguları şiirlerde ön planda olmadığı için belki biraz akıcı gelmeyebilir ama yine de kendisini okutan bir eser.

seçmiş olduğum birkaç dize ile tanımıma burada bir son veriyorum.

ve sevgili okur;
" sen de katılmalısın yaşamı savunmaya. "

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


sırasıdır bir daha hatırlamanın şimdi.

inancın var ya daha iyi yaşayacağına,
kıyında köşende sakladığın umut var ya, diyorsun ya:
«bir gün gelip çocuklarım kavuşurlar
benim alamadığıma.
çocuklarım edinirler benim tadamadığımı.

düşen kalır, bırakın ağlamayı!

birlikte baktılar her şeye,
tek tek bakınca göremedikleri;
içine giremedikleri evlere baktılar.

hatırlamadan gitme çekilen acıları.
her şeyi söküp almışlar elinden,
bir tek pencere bırakmışlar sana.

devamını gör...

benjamin button'ın tuhaf hikayesi

francis scott fitzgerald öyküsüne dayanan ve aynı isimde bir kitabın da olduğu 2008 yapımlı amerikan filmi;

david fincher tarafından yönetilen filmin senaryosu ise francis scott fitzgerald ve eric roth imzası taşımaktadır.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

brad pitt ve cate blanchett gibi usta oyuncular başrolde yer alır.

bu filmi izleyeli kaç yıl oldu hatırlamıyorum, ancak benim için değerini her zaman koruyor, ayrıca kitabını da okumuştum, oldukça ince bir kitaptı ve şimdi filme geçelim.

zamanı tersinden yaşasak ne olurdu hiç düşündünüz mü?

hayatın aslında nasıl başladıysa öyle bittiğini hiç düşündünüz mü?

ben düşündüm, fiziksel olarak da nasıl doğduysak ölümde de öyle ölüyoruz, saçsız doğuyoruz, dişlerimiz olmadan, kelime bilmeden, yürüme bilmeden, bebekken altına kaçırıyor insan, bebek arabası veya bebek yürüteçi (adını hatırlayamadım şimdi) ile yürüyoruz, hafızamız bomboş, yemek yerken üstümüze döküyoruz, kreşe gidiyoruz.

şimdi yaşlılık dönemine bakalım.

saçlar azalmış, dişler dökülmüş, konuşma güçlüğü çekiliyor, yaşlanan kişi yürümekte zorlanıyor ve bebekken kreşe giderken yaşlılıkta ise huzurevine gidiyor, yürüteç ile yürüyor, yerken üzerine döküyor, ve hayatın sonuna doğru eğer çok yaşlı isek, bebek gibi oluyor ve bebek gibi hayatımız son buluyor.

bu hayatı tersten yaşayan biri benjamin button filmde 1918 yılında dünyaya geliyor.

herkesten farklı bir bebek olarak doğmuş ve hayatı da herkesten farklı olacaktır.

kitapta onun doğumu bir facia ve neredeyse kıyamet kopmuş etkisi yaratmış düzeyde anlatılmıştı.

babası onu güzel bir bebek olmadığı için sevmemişti.

filmde de kendisi bildiğimiz gibi yaşlı bir bebek olarak dünyaya geliyor ve herkes için zaman aynı hızda ilerlerken ona ise tersine işliyor, herkes yaşlanırken bu sefer de o gençleşiyor, aşık oluyor ve zaman ona bambaşka davranıyor.

gerçekten büyüleyici ve etkileyici bir durumdu hayatı tersten yaşamak ve yaşlı olarak dünyaya gelip bebek olarak bu dünyadan ayrılmak.

brad pitt'in oyunculuğunun oldukça iyi olduğu, dönemin yaşantısını da gözler önüne seren, duygusal, etkileyici bir başyapıttır benim için.

cate blanchett oyunculuğu da aynı şekilde güzel ve iyidir.

hayatı tersinden yaşasak ne olurdu sorusuna cevap niteliğinde bir film olduğu görülmektedir.
devamını gör...

tümceler

" duygularım dönüşmüş hep anılara.
biliyor musun?
hayır, tabii ki; yoksun ki, bilesin.
"

türk yazar, şair, akademisyen ve felsefeci oruç aruoba imzalı eser; 168 sayfa olan kitabımız 1990 yılında yayınlanmıştır.

oruç aruoba bir şair olsa da bence hiçbir zaman aşk şairi olmamıştır, şiiri dahi felsefe üzerine inşa edilmiş gibidir.

onun yazılarında ve kitaplarında bence duygusallığa fazla rastlanılmaz, bence dememin tek sebebi de çok bilmiş olmak, bencillik değil öznel yargılar olduğu ve kesinlik taşımadıkları içindir.

onun okuduğum kitaplarından yola çıkarak rahatlıkla söyleyebilirim ki o aşkı değil aşktan geriye kalanları, iki kişi arasında saklı kalanları, hiç söylenmemiş ve söylenemeyecek sözleri, aşkın, acının, yalnızlığın ve insan ruhunun haritasını çizer gibi bir bakış açısı hüküm sürüyor yazdıklarında ve bu kitabında da.

oruç aruoba her an düşünen, fark edilmesi zor olanı fark eden, düşünme biçimi neredeyse herkesten farklı olan, duyguları asgari düzeye indirmiş olsa da o duyguyu her şeye rağmen hissettiren, ağlatabilen, bambaşka biri.

insan bazen birkaç tümceye sığar, bütün ömrü birkaç tümcedir, olup olabileceği ancak bir anı ve birkaç tümce...

duygularını, düşüncelerini, acıyı, aşkı, yalnızlığı, fark edişlerini, hatırladıklarını, felsefik bir bakış açısıyla şiir formuna dönüştürdüğü, şiirlerin yanı sıra şiire benzeyen yazıların da yer aldığı bir kitap bu.

onun zilif adlı eserinde kızına yazmış olduğu intihar mektubunda etkilendiğimi hatırlıyorum, bu kitabı da benim için etkileyici ve sarsıcıydı.

artık acı vermedi bana, her an çıkıp gidebileceğim bu dünya benzeri bir sözü vardı zilif adlı eserinde, o sözü etkileyiciydi.

birkaç tümce ile tanımıma burada bir son veriyorum.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


why is low -tide so pathetic?

duygularım dönüşmüş hep anılara.


felsefe yapmak, kişinin, gelmeyeceğini bildiği birisini beklemesine benzetilebilir.

hiçbir zaman kazanılmaz,
çünkü hiç kaybedilmemiştir.

zor iş - ölen için değil de, yaşayanlar için : gidip, 'teşhis' edip, alıp, götürüp, yıkayıp, sarıp sarmalayıp, bir kutuya koyup, bir çukur kazıp, taşıyıp, gömüp, toprak küreyip, ağlamalarını ge­rektiren bir iş --zor... --

yalnızlık idman gerektirir.

sevmiyorsak, yokuz.


biliyor musun, papatyamı öldürüyorum
- hep aynı saksı için­ de beslenmeden tutuyorum onu; ben varken biraz su alıyor, yokken de, kupkuru kökleriyle, öyle, güneş'in altında kalıyor:
verebildiği çiçekler, birer dal çıkıntısı yalnızca; yaprakları, sarı­ kahverengi, yanık ve kavruk - papatyamı niye öldürüyorum sence?

biliyor musun
hayır, tabii ki; yoksun ki, bilesin.

sen değilsin; olamazsın bu.

gece bitti artık; yoksun.
gelmeyeceksin
- ben de beklemeyeceğim seni artık.
gidiyorum işte şimdi
- sen de gelmeyeceksin artık.

hiç olmamış mıydın acaba
- - bir yanılgı mıydı, seni gör­mem, düşünmem?

devamını gör...
devamı...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim