zırhta elleriyle çektiği adana kebabını şişe dökmeden taktığında, yüzünde mağrur bir tebessümle şişi elinde iki tur çevirip ızgaranın üzerine bıraktığı an'dır.
borsa sabırsızların parasının sabırlı olanlara diye başlayanların sabrını sileyim. ulan eyüp peygamberle akrabalığım olsa yine de çatlardım son 3 ayda. son 3 ay diyorum. 3 ayda parayı boka yatıranlar altyapı zengini oldu, buraya yatıranlar bokunu yapamaz hale geldi.
çünkü acıkmayalım diye sıçmıyoruz artık.
hayır bi gece merkez bankası başkanı görevden alındı, darbe girişimi oldu, ulan deprem oldu memleketin yarısı yıkıldı yine de bu son 3 ayda çektiğimizi çekmedik. anuna goyduğumun yahudi sermayesi.
kitapta yazıyor, bitcoine, faize yatırım yapmayın ama borsadan kaçın.
beğenilmeyen imzayı buraya bırakarak amme hizmeti yaptığım olaydır.
her ne kadar kanuni bir şekle haiz olmasa da bazı kaynaklardan anlaşılacağı üzere;
soyadı kanununun 2. maddesinde "söyleyişte, yazışta, imza'da özad önde, soyadı sonda kullanılır” ifadesi yer almaktadır. buradan, imzada öz ad ve soyadın yer alması gerektiği anlaşılmaktadır. borçlar kanununun 14. maddesinde ise "imza, üzerine borç alan kimsenin el yazısı olması lazımdır” ifadesine yer verilmektedir.
imza denilen hede atan kişinin adından ya da soyadından en az birini tercihen her ikisini el yazısı ile benzetilmesi güç bir biçimde resmetmesi hadisesidir.
bu giriyi beğeni manyağı yapsın diye koymuyorum ama en klas ve manasına uygun imzaların başında gazi atamın imzası gelir. ikinci sıraya da rahmetli erbakan'ı koyarım.
depremin 25. saatinde gaziantep'e vardık. merkezde yıkım yok denecek kadar azdı. kazakistandan gelen arama kurtarma ekibiyle birlikte şehitkamilde bulunan emre apartmanı enkazına gittik. vardığımızda anda arama kurtarma ekibi, gaziantep itfaiyesi, polis özel harekattan bir tim enkazın üzerindeydi. kazak ekibi burada bırakıp biz doğrudan merkez üssü olan pazarcık'a geçtik.
pazarcıkta çok fazla enkaz vardı, çok fazla yardım talebi vardı, ama çok fazla kimse maalesef yoktu. sivas afad, arçelik arama kurtarma ve yesevi arama kurtarmadan arkadaşlarla çalışmalara başladık, teçhizat, makina, lojistik destek çok sınırlıydı. bir kaç iş makinası ve vinç ile nüfus yoğun yerlerde çalışmalar hızla devam ediyordu. buralarda pek iş gücü ihtiyacı yoktu. biz de bir tim olarak, görece hafif enkazlardan el aletleri kullanarak insanlara daha çok cenazelerini teslim etmeye yönelik çalışmaya başladık. evet, canlı olana ulaşmak için makinalar lazımdı ve makinalara koyacak kadar yakıt dahi bulunamıyordu. bu durum 3. gün değişti. artık herşey daha çoktu. azalan ise hayatta kalanlardı...
4. günün sonunda bölgeden tahliyesi istenen hafif yaralı depremzedeler ile döndük. bedenimiz sağ, yüreğimiz enkaz altında.
şimdi buna ne kadar yetişilebilirdi bilmiyorum ama, bir daha yetişmek zorunda kalmayacağımız yapılar üretmek elimizde.
sorumluluk da yetişmeye çalışanların değil, bu yıkıma göz yuman belediye, müteahhit, yönetim, yapı denetim kim varsa onlarındır. ve benim inandığım allah bunun hesabını soracaktır.
başlığın altı ofansif mizah kovalayan yazar arkadaşlarla doluşmuş. henüz depremde bir yakınını kaybetmemiş biri olduğum için sanırım 'yazar arkadaş' diye tanımlıyorum bu güruhu. yoksa böyle bir zamanda böyle bir vaziyetten mizah çıkaranlara heybemde gün yüzü görmemiş bir kavurmalık küfür var ama efendiliğimi bozmayacağım.
2 sene savaştım. arkadaşlarım yanımda şehit oldu. bir an bile korkmadım içinde bulunduğum durumdan. ama depremden korkarım.
finaliyle yüreğimize öküz oturtan ata demirer filmidir. 3 madde ile özetlersek:
- kulaklarımızın pasını silmiş
- kırk sene evveline seyahat ettirmiş
- ağzımıza da ziyadesiyle sıçmıştır efendim.
uzun zamandır sivri dilinin eziyetini çektiğini, bunu yumuşatması halinde ciddi bir potansiyeli olduğunu düşündüğüm için beni hem kendimden hem milliyetçiliğimden utandıran siyasi figürdür.
buraya çok sık yazmam, ama gerçekten buna susmayı da kaldırmak için kendimden taviz vermem icap ederdi. veremem ümit hoca. herşeyin bir sınırı, bir çerçevesi olmamalı mıdır?
sen bu tiviti attığında ben pazarcık'ta enkaz arasında bir nefes arıyordum. ve o an aklıma gelecek son şey buradaki acının siyasete bu kadar çirkin bir üslupla alet edilebileceği olurdu.
öncelikle allah niyetini kabul ziyaretini mübarek etsin. kendisi pek tabi ki her müslüman gibi kutsal toprakları ziyaret edebilir ibadet anayasal bir hak ve özgürlüktür.
ancak burada herkesin dikkat ettiği şey zamanlama.
bilindiği üzere islam dininde kutsal olan mekke ve medine şehirleri arap yarımadası üzerinde bulunur ve iklimi sıcak ve kuraktır. yıl genelinde 16 derece ile 44 derece arasında değişen hava sıcaklığına sahip ikliminde ziyaret için ülkemiz iklimine en yakın tarihler ocak şubat ve mayıs aylardır. bu aylarda sıcaklık 30 derecenin üzerinde pek seyretmez. ekrem başkanım da bu iklim faktörünü sanırım hesaplayarak yılın bu dönemini :) şaka lan şaka. bal gibi seçim pr'ı. çünkü ortalama bir ekrem 16 milyondan fazlasını da kucaklayabilir. hayırlı işler başgan. sever bizim milleti bu hareketleri.
evet bu adam 20 sene bu memleketin ve gönlümün başkentine başkanlık etti. koca şehri yönetti, fena da yönetmedi. zaten fena yönetse bunca seçimden zaferle çıkmazdı.
zira kendisi makamın sadece kendi hesabına çalarak elde tutulmayacak kadar kaygan olduğunu bilen bir başkandı. çalardı, ama çaldığını öyle bir pay ederdi ki, kimse çıkıp da ulan bu adam da çalıyor diyemezdi. çünkü herkesin ceketi bir yerden bulaşırdı bu boka. keçiörengücü üzerinden otopark mafyalığı yaparken, aski güreş takımından zeki çevik ve yok yok bu tam olmayacak zeki ve çevik bodyguardlar yetiştirirdi. bir bütün ihaleleri şaibe kokarken, öyle güzel projeler hazırlardı ki, halk 'ama adam işini yapıyor la' derdi. emin çölaşan'la her takışması ayrı bir sitkom parodisiydi. eğlenceliydi.
özetle 'jilet ahmet janti adamdı, adabı, giyinmesini bilirdi' ama futboldan kara para aklamak, rant sağlamak, kulüp batırmak dışında pek de anlamazdı. anlasaydı tanırdı belki abu bakeroğlunu.
ama bence meselenin esas kırılma noktası şu. bu adam sayısız milli bayram vesilesiyle sayısız protokole katılmış, aşağı yukarı ordunun her mertebesi ile münasebeti olmuş ama orgeneral üniformasının neye benzediğini hiç bilmemiş. evet bilmemiş, dikkat etmemiş, özen göstermemiş. 20 seneden fazla belediye başkanlığı yapmış ama bilmemiş.
kendi kalene gol oldu melih başkan. son dokunuşu danışmanın yapmış, ona yazdılar...
#2136461 bunu marjinal bir kitle cihangir'de nişantaşı'nda yapsa bütün nişantaşı cihangir hatta etiler, tarabya falan toplanır mabadıyla gülerler. soytarılık azizim bu, marjinallik başka birşey.
yaklaşık 1 aydır 1.6 multijet2 dct versiyonunu kullanan biri olarak yalnızca alakalılarca okunmaya namzet bir giri ile deneyimlerimi aktarayım efendim.
takip edenler bilirler, tofaş bende çocukluk aşkıdır. 94 senesinde sahibi olduğumuz sıfır kilometre nar çiçeği şahin'imizden sonra hem de babamın ilk sıfır aracını aldığı yaşa erdiğim bu mübarek zamanlarda ben de bu yakışıklıya gönlümü kaptırdım. haziran ayı sonunda 2015 volvo v40 cc aracımı sataraktan bir tanış vasıtası ile adını zikretmeyi uygun görmediğim bir bayiden sıfır kilometre dizel otomatik urban donanım paketine sahip 1 adet cross sipariş ettik ve 1 hafta içerisinde aracımız geldi. aracı bayi fiyatından yani 600.000 tl'ye satın aldım. ulan tofaşa bu para verilir mi dediğinizi de duyar gibiyim. veriliyor efendim. 4 sene önce kayınpeder ticariye takmak için 1. 4 benzin manuel sedan olanı ötv indirimli 52.000 liraya aldığında ben de aynen böyle söylemiştim. maalesef memleketin hali budur efendim. bu arada aracın ağustos liste fiyatı 626.900 oldu. fiyatta anlaştıysak arkadaştan bahsetmeye başlayabiliriz.
araç teknik olarak egea hb modelinin tavan çıtası ile yerden 7 cm kadar yükseltilmiş, dodik ve marşpiyel çıtaları ile biraz daha hacimli bir görünüme kavuşturulmuş crossover versiyonu diyebiliriz. benim aldığım donanım paketi urban. orta paket olarak geçen bu donanımda led farlar, 7 inç tablet, start-stop, cruise control gibi özellikler standart. bir üst pakette hayalet gösterge, geri görüş kamerası ve 10 inç tablet ile araç dışında bazı satinkrom detaylar var. bir alt paketi at arabası. araç biraz lümpen. yani b sınıfı desek arabaya ayıp olur c segment desek segmentteki diğer arkadaşlara. b için donanımlı ve ferah, c için konforsuz diyerek özetleyebiliriz.
araç dışarıdan her görenin beğenisini kazanan bir araç kanaatimce. gerçekten yakışıklı. yeni logo ve led farlar ile önden çok haşin, arkadan çok derli toplu duruyor. dışına bayılıyorum. ama içinde aynı uyum yok. yer yer çok kalitesiz duran, çok basit olduğu halde kullanılmayan detaylar rahatsız ediyor. direksiyonun hissiyatı ile vites topuzunda kullanılan malzemenin verdiği his iki ayrı uçta mesela. torpido kapağı eline gelecek gibi duruken kol dayama bir o kadar kaliteli duruyor. eğlence ve bilgi ekranları son derece kullanışlı. içi çok ferah, diz ve baş mesafeleri fazlasıyla yeterli. süspansiyon tatlı sert, yol sesi fazla. stepne yerine tamir kiti ve çakmaklıktan aldığı enerji ile çalışan bir pompa konmuş. burada yapılan bence şık değil, ama fabrikasyon lastiklerin bridgestone oluşu bunu bi nebze affettiriyor.
130 beygir 320 nm güç üreten 1.6 dizel ünite ile çift kavrama dct şanzumanın uyumu güzel. araç çok kararında hareketler yapıyor. motor gayet güçlü. şehir içi atak, uzun yolda ciğerli. 210-220 km/h seviyelerinde çok da rahatsız etmiyor. city moduna sahip elektronik direksiyon şehir içinde tam bir pamuk. sürüşü keyifli, yüksek hızlarda kulakları tıkarsak eğer*
gelelim en can alıcı yere, istanbulda bazı akıcı bazı yoğun trafikte beraberce yaptığımız 1.100 km sonrasında yakıt ortalamamız 100 km'de 5.7 litre görünüyor. araç motoru kompressörde iken bile anlık yakıt 2.0 litre gösterdiği için bu verinin pompada şaşmayacağını düşünüyorum. bugüne kadar kullandığım tüm araçlar ayağı gazdan çekince 0 lt olarak kaydediyordu bu veriyi. bu yönüyle tekrar kalbimizi fethediyor bu yakışıklı.
aracı söylediğim gibi bayiden aldım, bayimiz son derece ilgisiz, alırsan al zaten lütufta bulunup araba satıyoruz, almazsan gölge etme hemşehrim havasında aracı teslim ettikten sonra bismillah diyerek bastık marşına ve en yakın opete yanaştık yakıt ikmali için. ürün yerleştirme falan yapmıyorum. fiat araçlarına 100.000 km 5 yıl garanti veriyor ama yakıt sistemi buna dahil olmuyor. yakıt sistemini garantide tutmak için de verdiği opet kart ile sürekli olarak opetten yakıt alınmasını şart koşuyor. teknik olarak opetin yakıt güvence sistemini kullanmaya zorluyor. son derece kapitalist bir üçkağıt oyunu. yine de yerlidir, tofaştır. parçası görece ucuzdur. az yaktıkça canımızın da içidir diyerek konuyu noktalıyorum.
evet sayın okur-yazar arkadaşlarım, videoyu izledim ve olayların tam olarak şöyle yaşadığından mahlasımın manapınarındanhasibeninahmet olduğu kadar eminim.
öncelikle söz konusu yer kesinlikle ruhsatlı olamaz. bakın kesinlikle diyorum. daha önce bir işletmeci tarafından ruhsatlandırılmış olması muhtemeldir, ancak o yerin devredilmesi halinde söz konusu ruhsat kendiliğinden geçersiz olur. belki de bu işletme hiç ruhsat sahibi olmadı, bilemiyorum. ama şuna eminim ki bu yer ruhsatsızdır.
çünkü polis ruhsatı olan bir işletmeyi bu şekilde boşaltamaz. çünkü zaten bu gibi umuma açık istirahat ve eğlence yerlerine ruhsat verilmesi emniyet görüşüne bağlıdır. evet cafe açacaksınız, başvurunuzu yaptınız ve o yerin emniyeti belediyeye 'burası genel güvenlik ve asayiş yönünden cafe olmaya uygun değildir' dedi, açamazsınız efendim, açtırmazlar.
e peki her ruhsatsız yere polis böyle baskın yapıp mekan mı boşaltıyor diye soranınız olabilir, zaten polisin konuşmasının açıklaması da tam olarak burası. hayır efendim, zabıta gider mühürler. ama belli ki bölge esnafı durumdan rahatsız, belli ki bu arkadaşlara zarar verilme ihtimaline ait istihbarat var. ihbar var. ki başkomiserim açıkça söylüyor, 'duyum alıyoruz gidin buradan başka yere' diyor. yani aslında o arkadaşları koruyor, kalırsanız mabadınızdan kan alırlar biz de haybeden tabut-zabıt uğraşırız diyor.
durumun tam olarak böyle yaşandığına yemin edebilirim. ama ispatlayamam.
şimdi siz söyleyin, polis ırkçılık mı yapmış, kamu düzenini mi korumuş?
edit: ayı bu giriyi beğenmiş, benim yazdıklarımı beğenme ayı, seni sevmiyorum.
başganım sol kanattan nefis bir muz orta kesmiş rakip ceza sahasının penaltı noktasına yakın bir bölgesine. bak şimdi röveşatayı nasıl koyuyorlar doksana.
sen ki bu ülkenin en kalabalık şehrine şehremini seçilmişsin, memleketinin spor kulübü ülkenin en üst düzey liginde kırk yılda bir şampiyon olma başarısı göstermiş, mutluluktan ağladığın görseller falan düşmüş piyasaya ve sen bir tebrik mesajı yayınlayacak veya yayınlatacaksın.
bırak abi sosyal mesaj verme kaygısını. en kısa yoldan çöz hadiseyi. kareyi kalabalık tutup her kesimden bi fıstık alayım telaşını bırak. 16 milyonu kucaklamak çok da mantıklı değil, yapamıyorsunuz çünkü.
olmuyor öyle bir taraftan subhane rabbike diyerek muhafazakarları, eren bülbül ile milliyetçileri, kazım koyuncu ile solcuları alayım ilk onbir'e tıkır tıkır top yapsın olmuyor. bu millet samimiyet arıyor. rengi belli olsun istiyor karşısında duranın. diğer türlü yapılan işten de sağlam çocuk olmuyor işte. eren bülbül diye rahman başel paylaşıyorsun. metrobüsler bağımsızlığını ilan etmiş diğerlerine kafa atıyor. bir işi samimiyetle tam yapmayınca olmuyor. iş yapmak için iş yapmayınca, tüm mesele ucuz bütçeli talk show'a dönüyor ama bizim memleketçe gülmeye de pek mecalimiz kalmamış.
benzer örneklerini yakın tarihte sıkça tecrübe ettiğimiz 'sosyal süblimleşme' olarak adlandırdığım durumdur.
şöyle ki, az bir zaman önce saati bilmemkaçbinlira'dan kişisel gelişim satarak müritlerine yoga yaptıran peçeli bir ablanın haberini okuduk, ondan az evvel ibb din işleri masası çalışanlarından türbanlı bir türk ermenisi* bir ablanın düğün töreninde misafirlerine kendi parası ile içki ikram edişinni ne kadar muteber bir olay olduğunu anlatışını dinlemek zorunda bırakıldık. biraz daha sonra bir kaç türbanlı sosyal süblimleşmiş abla bir teknede parti verip içinde ne olduğunu bilmediğimiz kadehleri tokuşturmaktaydı.
tüm bunlar, katı halde bulunan inanç-toplum biçiminden sıyrılmak için yola çıkmış, ancak hiçbir zümreye dahil olamadan gaz ve toz bulutuna dönüşmüş kişiliklerdir. çünkü artık hiçbir anlayış için bir değer ifade etmezler. ne bir sekülerin after party'sine çağırılabilirler, ne bir muhafazakarın mevlüt programına. sosyal zümreler arasında sıkışmış bu lümpenleri dahil edebileceğimiz yeni bir kategori ihdas edilene kadar boşlukta başıboş bir şekilde salınmaya devam edeceklerini öngörmekteyim.
bugün emaneti sahibine teslim edip gerçek hayata göç etmiştir.
ani ölümünün yüreğimize bıraktığı ağırlık kaç zamanda geçer bilmiyorum ama, bu dijital hatıralar en çok da kelimeleri ustalıkla birleştiren bülent parlak gibi insanların arkasında kalanlara çok ağır gelecek.
izdiham dergisinin sloganı 'hepimiz ölecek yaştayız' olarak kaldıkça, biz dönüp 'hem yaşlanmıyor insan yirmisinde ölünce' dizesini her okuduğumuzda, mezarlık ziyaretinde hep aklımızda asılan dizeler 'mezarlıktan korkanın sevdiği ölmemiştir' oldukça bülent abinin acısı da sızlayıp duracak işte..
normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz.
Daha detaylı bilgi için çerez ve
gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.
online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.