maximilian von richthofen yazar profili

ben bu adamla tanışmıştım daha önce. burada aklı sıra itfaiye - hortum ilişkisi kuran tatlı su muhaliflerinin toplamından daha fazla sert bir muhalefet yapan, garip bir şekilde çok mantıklı argümanlar öne sürebilen pratik zekalı biriydi.
hayır ben anlamıyorum götünü devirip entry giren ahmaklar nereden biliyorlar bu adamın isyanının haksız olduğunu? hükumete oy verdiğini? vay efendim seçim günü yine oy verecekmiş, yok efendim şimdiye kadar hükumetin kötülüklerine ortak olmuş. ulan adamı tanımasam bu ahmaklara inanacağım tutacak.

bizim gerzek muhaliflerin anlamadığı bir şey var. bu iktidar kedinin fareyle oynadığı gibi daha çok oynayacak bizimle, söyleyeyim. siz sırf aksanını beğenmiyorsunuz diye hiç tanımadığınız birini yandaşlıkla suçlayıp muhalifleri kendi içinde bölerek hainlik ediyorsunuz. bizim halka yıllarca anlatmayı beceremediğimiz, diline ortak olamadığımız için seçimde kaybettiğimiz kitleleri ikna edecek esas kişiler bu videodaki gibi arkadaşlardır.

adam beleş yemeye alışmış da, günlük düşünüyormuş da bilmem ne.. ebleh herif, sen hayatını hiç bilmediğin insanlara tepeden bakmayı sürdür daha.

ben de zannettim ki, bizdeki dijital dönüşüm ofislerinin nasıl boş beleş işler yaptığını, yandaşların iş sahibi olması için 1 kişinin iş yapacağı yere 53 kişinin atanmasını filan tespit etmiş de onları ifşa edecek.

okumaya üşenenler için özetleyeyim, yazı boyunca büyük teknoloji firmalarının kaç yaşındaki kişiler tarafından kurulduğunu yazmış. en sonunda da "gafamız çalışsaydı böyle olmazdı" gibi bir yere bağlamış.

bence sırf eleştiri olsun diye yazılmış boş bir yazı. toplumumuzun aşağılık kompleksini ve sefaletini beslemekten öte bir işlevi olmayacak. yılmaz özdil'in eski, araştırmacı gazeteciliğin adına yakışan yazılarını özlüyorum.

insan hakları ihlallerinin belki on yıllarca daha süreceğini gösteren vahim olay. nijerya'da daha önce de bu tür bir kaçırma girişimi olmuş ve yüzlerce kız çocuğu kaçırılmıştı. toplamda kaçırılan bu kadar çok kadının, örgütlerin ileride insan kaynaklarını beslemek için köle gibi kullanılacağını düşünüyorum da, heba edilmiş bu insanların hayatları için içim açıyor.

elbette hiç kimse zarar görmesin ancak, tabi ki fransa ya da bir başka avrupa ülkesinde bu olay yaşanmadığı için bizdeki tatlı su feministleri ve sözümona insan hakları sevdalılarının dikkatini çekmeyecektir. çünkü orası nijerya, orada normal(!). sadece pembiş avrupalı ve huzur içinde yaşarken başına bir şey gelen insanlar empatiye şayandırlar.

sayın cumhurbaşkanının danışmanlarının ve metin yazarlarının yıldan yıla değişimini de gösteren bir söylemdir aynı zamanda. anımsarsanız birkaç yıl önce "türkçe felsefe yapmaya uygun bir değil" diyerek, hem pek çok felsefi sözcüğün türkçe olması, hem de bir ülkenin liderinin kendi dilini hor görmesi hasebiyle bende epey infial yaratmıştı.

öte yandan düzensiz fiil içermemesi, doğrudan doğruya yazıldığı gibi okunabilmesi, (türkçe öğrenen yabancı arkadaşlarımın bana söylediği üzere) programlama dili gibi kurallarının olması sebebiyle; şayet bir gün dünyanın çarklarını bizim çevirdiğimiz bir ütopya gerçek olsaydı, mümkün olabilecek potansiyele sahiptir dilimiz.

"işte bu yüzden kanal istanbul! boğaziçi donunca gemileri götürmek için alternatif güzergah lazım!" diye reise argüman olabilecek bir öngörüdür.

son modellerini android işletim sistemli olarak piyasaya süren ve bu entryi girdiğim, zaafım olan telefon markasıdır.

keyone modelini kullanıyorum. ekranıyla birlikte fiziksel olmasına rağmen dokunmatik olabilen klavyesi sayesinde yazarken mükemmel bir rahatlık sağlıyor. ve ayrıca klavyenin de dokunmatik olması ile klavye üzerinde yukarı aşağı ve sağa sola süpürme hareketi ile sayfaları kaydırması, aynı süpürme hareketi ile bir kelimeyi tek seferde silmesi, shift + backspace tuşu ile imlecin sağ tarafındaki harflerin de silinebilmesi gibi özellikleri aşırı rahat.

kimileri tarafından vatandaşın cebindeki banknot sayısının artarak daha zengin olunduğu illüzyonu yaratılması için yapıldığını savunduğu çağrıdır.

ben bu görüşe katılmıyorum. çünkü her ne kadar liyakat olmadığını bilsek de, bu kararı alanlar vatandaşın cebine giren banknotun çokluğunu değil, iş ödeme yapmaya gelince cebinden çıkacak olan banknotun bırakacağı etkiyi hesap edeceklerini düşünüyorum.

hangi sebeplerle yapılırsa yapılsın artan düşük değerli banknot sayısı, nakit para dolaşımını arttıracağından, şu pandemi günlerinde daha fazla kişiye temas etmiş para ile muhattap olunacağı anlamına gelir.

kadıköy, ataşehir, kartal ve maltepe'nin ardından bugün itibariyle beşiktaş belediyesinin disk'e bağlı genel-iş sendikasının başlattığı grevler silsilesidir. son seçimde oy vermeme rağmen beşiktaş'ta sırf chp organize olamadı diye çöpler içerisinde yaşayacaksam şu pandemi döneminde, başlarım böyle işe!

ortada ilginç rakamlar dönüyor. belediyelerin twitter hesapları tüm yan ödemeler hariç yaklaşık 5000₺'lik maaşın kabul edilmediğini öne sürüyor. grev sonucunda bu ilçelerden dağ gibi çöp yığını olmuş sokak görüntüleri gelmeye başladı.

bir yandan yıllarını eğitimine harcamış, dil öğrenmiş ve özel sektörün baskısı altında ezilen ve çok daha düşük maaşlarda çalışmak zorunda kaldığı için söz konusu maaşları duyunca içinde infial oluşan kesim; öbür yanda "işçinin parasında niye gözünüz var, rahatsız oluyorsanız siz de grev yapın" diyen, sorunu yüksek işçi maaşında değil düşük özel sektör maaşında gören diğer kesim var.

ben burada chp'yi yürekten kutluyorum, eline biraz güç geçip de oylarını yükseltmeye başlamışken sokakların rezalet bir şekilde çöp dolduğu görüntülerin verilmesini engelleyemediği için. abuk sabuk sol gerici marjinal grupları pışpışlamanın cezasını çekiyorlar.

istediğiniz kadar bunun diğer partilerini oyunu olduğunu, kabahatin chp'de olmadığını savunun. sen işçinin kışkırtılmasını engelleyemeyip, yıllardır aktrollerin "sokaklar cehabe döneminde çöbdoluydu" argümanını destekleyecek tuzağa düşüyor ve benim sana verdiğim oyun değerini koruyamıyorsan; seni seçmiş halka ne olursa olsun çöp dolu sokaklar ile karşılık veriyorsan, atatürk'ün kurduğu partiyi belirli mezhep ve memleketlilerin dayanışma lokaline çeviriyorsan, iktidar olduğunda oyunun büyüğü ile mücadele edemeyeceksin demektir. dilerim mevcut durumdan bir ders çıkartırlar.

ben burada bir oyun olmadığını iddia etmiyorum. o kadar güçlü ve kontrollü olunmalıydı ki, oyun olsa bile tuzağa düşülmemeliydi. sonuçta bu tehlikeli güreşten galip çıkamayınca cezayı sana oy verenler çekiyor.

futbolla fazla aram yok ancak sözlüğü çok ayrıcalıklı ya da ayrıcalıksız yapmayan bir konudur. futbol başlıklarının insanları irrite etmesinin sebebini anlıyorum ancak gündemdeki öteki konular çok mu aşırı mükemmel? mesela astroloji, ya da çok subjektif konular hakkında kanı içeren öteki başlıklar çok mu entelektüel?

bir yerden çok ses geliyor ise orayı dinlememeyi seçemezsiniz, çünkü işitme eylemi kontrol edilemiyor. fakat sevmeyeceğiniz bir başlığı ziyaret etmemekte pekala özgürsünüz. insanlar dilediğince iletişim kurabilmeliler.

cumhurbaşkanlığı hükumet sistemine geçildikten sonra teknik olarak yanlış olmayan beyandır. ve burada doğru şeyden rahatsız olduğumuzdan emin olmalıyız. valinin cumhurbaşkanına, il başkanının da genel başkana bağlı olması zaten normal.

türkiye cumhuriyeti'nde devlet iki şekilde örgütlenir, merkezi teşkilat ve taşra teşkilatı. merkezi teşkilatın temsilcisi olan valiler atama ile göreve gelir ve cumhurbaşkanına bağlıdır. taşra teşkilatının temsilcisi olan belediye başkanları ise seçimle gelir ve nispeten daha özerktir. (pratikte kendi partilerinin genel başkanlarına bağlılıkları sorgulanabilir)

şimdi sistem cumhurbaşkanlığı hükumet sistemi olduğu, ve cumhurbaşkanı partili olduğu için; bir partinin il başkanı kendisini adeta bir vali, bir belediye başkanıymış gibi görebiliyor.

bizde zaten bir valinin, bir belediye başkanının, bir milletvekilinin, bir ünlünün, kendileri ve yakınları için hukuku hiçe saymasına rağmen ceza almadığı; her türlü imtiyazı edinip varlık içinde yaşadığı için yaşam kaygısı gütmediği; torpilin, ihalenin, adam kayırmanın âlâsını yaşayıp yedi sülalesinin dünyalığını yaptığı yetmiyormuş gibi artık il başkanları beyefendilerinin de kendilerini bu statüde görmeleridir esas bizim için can sıkıcı nokta.

ankete girince al kırdın kırdın ekranının çıkması muhtemeldir.

10 - 15 senedir itiraz etmeyip de şimdi itiraz etmesini haksız bulmuş kimi sevimli yazar arkadaşlar da. 10 - 15 sene önce zaten facebook, twitter vardı değil mi? bazı kavramların olgunlaşması zaman alır. eğer birileri bazı şeylere itiraz etmezler ve farkındalık yaratmazlar ise olgunlaşma hiç gerçekleşmeyebilir bile. gayet de zamanla iş çığırından çıkmış, kendi emeğinin başkaları tarafından kullanıldığını görmüş olabilir burada çizer.

fikri mülkiyeti filan reddetmiş hatta bazı arkadaşlar, çok ilginç... twitter'da bir illüstratör arkadaşın çok ilginç bir paylaşımı vardı. gerçekten el emeği, göz nuru, aşırı detaylı bir çizimi olan bir sanatçıya, diğer bir numunesi de burada olan tipte birisi mesaj atmıştı. "abi bana çizimini 4k boyutta atsana, çıktısını alıp dükkanıma asacağım" diye. bak sen! sanatçı arkadaş efendi gibi yanıtlamış adamı "bu çizimlerimi satıyorum, bu şekilde göndermem uygun olmaz" diye. aldığı yanıt ne olsa beğenirsiniz? "nee? oturup öyle bir çizdin diye satıyor musun yani? işiniz gücünüz para olmuş arkadaş". yani sırf ben paylaşım sitesinde senin zihinsel emeğini gördüm diye o artık benim olabilir diyor, fikri mülkiyet yoktur diyor, senin emeğin bana ulaştıysa o artık benimdir diyor abi çıldırmamak elde değil ya!

düşünsenize magna carta imzalanacak, derebeyleri ve kral toplanmış; yıl 1215. kral, derebeylerine diyor ki: bugüne kadar rahatsız değildiniz de şimdi mi rahatsız oldunuz haklarınızdan? imzalamıyorum huleeynn! asfawesd. güzel argüman be.

konu hakkında daha detaylı bilgi alabileceğiniz ve dilediğiniz uzunlukta lorem ipsum'lu metin oluşturabileceğiniz güzide bir web sitesi: buradan

bir de unutmadan:

harflerin ve kelimelerin düzgün dağılımını ölçmek için kullanılan lorem ipsum dolor sit amet başlıklı yazının türkçe versiyonu gibi düşünülebilir. bazı font seçtirici platformlarda türkçe karakter için lorem ipsum yerine bu cümle kullanılabiliyor ki kullanıcı tüm harflerin o fonttaki halini görebilsin diye.

başlığın "koç holdingin tamamen evden çalışma kararı" olarak değişmesi gerekiyor. sözlükte başlığı görünce bunun artık sürekli olduğunu anlamayıp "ulan bunlar anca yeni mi evden çalışmaya başlamış" diye düşünmüştüm. haberlerde görünce fark ettim kararın önemini ve mükemmelliğini.

biz israftan kaçının, kamunun parasını çarçur etmeyin dedikçe işler daha da kötüleşiyor. hayır bir de toplum olarak zaten yeterince vergi yükü altında ezilmiyormuş gibi bir de sizin makam aracınızı değiştirmenizi finanse edelim ne güzel iş?

kesinlikle erdil yaşaroğlu'nu haklı bulduğum açıklamalardır. ne yazık ki toplumumuz fikri mülkiyet kavramını hâlâ tam kavrayamadı ve pek çok şeyi bedava kullanmaya fazlasıyla alıştık. hele twitter'da şurada burada adama saldıran kişilerin çoğunun üslup ve yazımına bakın, belli ediyor kendini. yani adama zorla sen üret, ben dilediğim gibi kullanırım denmediği kalmış.

zaten efendi gibi açıklamış, davalı olduğumuz ticari kişilerin açtığı sıfır takipçili hesaplar uyduruyor 58 yaşındaki kadını dava ettiğimizi . bizim kavgamız karikatürlerin ticari olarak kullanıldığı durumlar diye.

sevin ya da sevmeyin, eserinin nasıl kullanılacağına dair tüm kararlar eser sahibinin tasarrufundadır. lombak zamanından beri mizahla içli dışlıyım, zaten türk mizahı yeterince baskı altında. bu tartışmalar bize daha çok zarar verir.

hayır bir de sanarsın bu ahmakça eleştirileri yapanların hepsi mizah bekçisi, haksızlık savunucusu. zamanında mesela kutlukhan perker türkiye'ye geldi ve bence gelmiş geçmiş tüm mizah dergileri içindeki en kaliteli çizimlerin olduğu harakiri dergisini tek başına çıkartmıştı. 2 sayı çıkarttıktan sonra benim varlığından ilk defa haberdar olduğum küçükleri muzır neşriyattan koruma kanunundan; insanları tembelliğe ve maceraperestliğe sevk etmek, evlilik dışı ilişkiye özendirmek gibi abuk sabuk sebeplerle dergiyi kapatarak haksızlığın daniskası yapılmıştı. gerçek emeği korumakta o kadar kabiliyetsiziz ki, twitterdan tespit sümkürmek daha kolay geliyor.

neyse bunun üzerine kutlukhan perker (tam sözünden emin değilim, teyit etmeden paylaşmayınız) şu minvale gelen bir açıklama yapmıştı "insanları hem tembelliğe, hem de maceraperestliğe nasıl aynı anda sevk edebilirim ki? bu ikisinin aynı anda mümkün olduğu tek bir şey o da mastürbasyon herhalde."

ben de daha genç iken hiç yarın olmayacakmış gibi yaşayıp işsizlik kaygısı hissetmedim, ancak şimdiki gençleri hiç yarın olmayacakmış gibi yaşayıp işsizlik kaygısı hissetmedikleri için eleştiriyorum.

benden öncekiler de hiç yarın yokmuş gibi gençliklerini yaşayıp genç olma sırası bana geldiğinde işsizlik kaygısı gütmediğim için beni eleştirirlerdi.

benden sonraki gençler de hiç yarın yokmuş gibi gençliklerini yaşayıp, kendisinden sonrakileri işsizlik kaygısı hissetmedikleri için eleştirecekler.

o yüzden bence olaysız dağılabiliriz. genç iken gelecekteki kaygıları erkenden yaşayıp hayatın tadını mahvetmemek için bir çok şeyi rasyonalize etmek gayet doğal ve insani.

piyasa dediğimiz şey sandığımızdan daha reeldir. üretici eğer bir malın fiyatını, sırf manipülasyon olsun diye arttırmayı tercih etseydi; başka bir üreticinin malı daha düşük fiyatta kaldığı için düşük fiyatlı mala olan talep patlar ve manipülatör üretici zarara uğrardı. ekonomi öyle bir hâlde ki, fiyat artışı yapmayıp da yükselen talepten faydalanmayı tercih bile edemiyor üreticiler.

ekonomideki tüm ürünlerin fiyatının sürekli ve düzenli olarak artışı enflasyondur ve sorumluları yanlış devlet yönetimidir. her dükkana yüzlerce kolluk kuvveti koyulacağına, tek bir makamdaki bir bakan damat olarak atanmasaydı bunlar zaten yaşanmazdı.

ağaçları yerinden sökme , yağma, başkalarının arabalarını yakma gibi vandalca eylemler sırf bir avrupa ülkesinde oldu diye ilerici, modern, ne kadar da demokratik diye yorumlayanlar babadan oğula nesil herhalde. şu eziklik psikolojisinden kurtulalım arkadaşlar. hollanda diye doğru ve güzel olan şey bu değil.

ülkeleri yer değiştiriyorum, bu görüntüler türkiye'de çekilmiş olsa ve avrupa şimdiki türkiye gibi sessiz sakin evinde otursa; aynı kişiler çıkıp yine türkiye'yi vahşi ve vandal, avrupa'yı da yine kurallara uyduğu için modern addedecek. her durumda avrupa'yı mazur görmeye gerek yok.