annesinin oğlu olarak doğdu
bir kayak takım merkezi sporu oluşturdu
bir anda aklına gelen soruları sormaya başladı
bir and agokyuzune baktı
gökyüzünde birtakım yıldızlar kaynaşıyordu
fokur fokurdu yıldızlar
bir anda alacakaranlık bastırdı
bir anda kapılar kapandı
bende olmayanı başkasından nasıl bekleyebilirim?
bende olmayanı kendimden nasıl bekleyebilirim?
güzel kelebekler çeşitli çiçeklerin üzerinde ve içeriklerinde
onların üzerinde kaktüsler ve çeşitli col bitkileri
uzaklarda karıncalar ve envai çeşit saçmalarıyla harikalar yaratan uç uçlar
kumarlar
satırlar
katarlar
ve devedikenleri
rabbena kertenkelesi
ve timur sarayındaki işlemeler gibi sade ve nakışlı
gül motifleri
eskrimcilerin tercih ettiği ucu sivri çiviler
yalnızlık tahammül edilmesi zor bir şeydir. insanın kendisiyle barışık olmasını gerektirir. insan kendisiyle barışıksa bu defa sosyellik zor olabilir. çünkü insan kendi sesini dinlemek ister, yani biraz kafa dinlemek ister.
ama insan kendisinle barışık olmadığında... işte o zaman çok karışık duygular hisseder. insan karışık duyguları kaldıramaz. bu defa adeta bir su ayısı (tardigrad) gibi işletim sistemini yavaşlatır. buzul çağı bitene değin, yani milyonlarca yıl o vaziyette kalabilir. buzların çözümünün çıtırtısal başlangıcı çoğu zaman bir merhaba iledir. insan kabul görmeye ihtiyaç duyar. birinin onu kalabalıklar içinde ayırt etmesini arzular. insan kendisinle barışık olmadığında, bir de yalnız olduğunda, kendisini frekans dışı, tanım dışı, hikaye dışı, topluluk dışı, simgesellik dışı algılar. bugüne dek tanıdığı bildiği tüm zavallılarla eş değer görür kendini. havalı göründüğünü varsayamaz. havalı görünmek için üzerine iliştirdiği küçük anekdotlar bile zavallılık kanıtı gibi gelir kendisine. bir kara leke gibi algılar kendisini. bir cüzzamlı gibi. kutsanmak zorundadır. bu lanetten muaf biri çıkıp kutsamalıdır onu
nerede bir ateşin etrafını sarmış bir topluluk görsek bu halkaya dahil olma isteğinden nasıl kaçabiliriz. halk ve halka. işte topluluk. seni çağırıyor olmalılar. "sen de gelsene, niye dışarıda kaldın?" çağırıyorlar işte. gördüler beni de. geliyorum dostlarım. hadi içelim, sağlığımıza...
bugün belleğinizin kuytularındaki bir sevdiğinizi hatırlayın, ona bir merhaba deyin , gerisini düşünmeyin
kelimeler, kelimeler, kelimeler. boğazıma diziliyor. işten gelmişim yorgunum. ya da çok düşünmüşüm. ya da çok az uyumuşum. yorgunum. susun, susun dedim işte! sizin kelimelerinizi mi dinleyeceğim her gün her saniye! yer açın benim kelimelerime de! yalnızca bir ahır sıcaklığı dilemiştim evlerinizden evreninizden. hatırlayın, bazı şeyler evet yanlıştır, ama yine de olur, olana çare yok, ama durup durup yanlıştan söz etmek neden. üstünü örtelim demedim. örtmeyelim de demedim. şu öfkeyi, şu nefreti susturmak istedim. evet çoğunlukla ahır sıcaklığı gibi olmalıdır kelimeler. dinleyeni sarmalıdır. aksi takdirde susmalı, evet yalnızca susmalıdır
ah, yalan söylüyorum biliyorum
sevgim acıyor
sevdam ağlıyor
ıssız kalbime
hiçbir bitki örtüsü yetişmiyor
zorumdan böyle konuşuyorum
böyle bir şey olamaz ya. böyle bir durum olmamalı. tüh! ne mi? çok içerliyorum ıssızlıklara. düşün ki gülmek zorundasın, öyle bir mesleğin var, ya da öyle bir varoluş yasasına tabisin. gülmelisin. gülüyorsun. ben sana üzülüyorum. sen bana gülüyorsun. ne gülüyorsun üzülüyorum. böyle bir şeyler düşün. ya da ben sana mahzun mahzun bakıyorum, sen bana aksi aksi bakıyorsun. sanki benim mor sümbüllü bağım var. ki olsa ne var? sonra ben diyorum ki ben ona üzülüyorum ya da mahzun bakıyorum o bana gülüyor ya da aksi bakıyor. içerliyorum işte. sen beni öyle görünce mutlu oluyorsun. mutlu demeyeyim de huzurlu diyeyim. kızmadım. anladım. işaretlenmiş hayvan. sanki kötü enerji ona akıp gitsin diye işaretlemişler
işaretli bir hayvan bu. tüm kapılar açık. dokunulmazlık. her şey serbest, her şey yasak. hiçbir yeri evi belleyemedi. nerede ki? sadece biraz sevgi. yalnızca bir ahır sıcaklığı gibi sarıp sarmalayacak bir sevgi. ve bunun iletkenliği, dünyanın sınırlarına dek
ruhun essential'ları
kafkaesk bir üslupla donatılmış
cehennem bandoları.
bağlantılarınız çok.
sayfalarınız, sayılarınız çok.
ne geçiyor akıllardan.
akıllarınızdan.
bilmiyorum ki.
bilemem ki.
yalnızca üzgün ve değişken olmaya
devam edebilirim.
bunun izleyicileri.
hatıranın öğütücüleri.
düşünbil, düşün de bil, bir.
hanginiz, hanginizsiniz?
dayanamam bu hiçliğe.
dayanamam bu sevgisizliğe.
not aldım.
evet.
yarın için.
bu notları aldım.
yarim için.
ve saydım.
sayma sayılarını.
ben troykalar binicisi.
şimdi geliştirebilir miyim
geçkinliğin serüvenlerini?
tekrar aklım.
tekrar tekrar.
döndüğünde o noktaya.
hayır dönmesin.
hayır gurur, beni bir daha yenmesin.
hayır, yenik bir insan olmaya varım.
hayır, bezginliğe varım.
yalnızca.
anlayamadığım bu.
kendine söz geçirme sanatının.
önceliği.
inceliği.
istemiyorum bunu.
istemiyorum bunu.
benim için geçerli olmasın bu.
beni alıp götürmesin bu.
yaşayabilmek isterim sevgiyi.
görüngülerin tüm ötesindeki.
yalnızca,
demem o ki,
eğer ki,
bu kötü kuralı değiştirmezsek.
bizim için şiddetli bir hüzün tortulanabilir belki.
ve kötü kural muğlaklaşır hep,
hatırlayın.
yasa herkes içindi.
ancak hep giderek muğlak bir hal alır.
ve görev her zaman
hepimiz içindir.
unutuyorum.
hatırlayın.
işte benim düzenim, loş ışık, insanlar-fikirler belli belirsiz...
öylece duracağınıza bir türkü söyleyin
ey gecenin bekçileri,
masamda eşzamanlı hülyalar
ve kan ezgileri...
bir anda acı sardı beni farklı bir açıdan
bir müzik kutusunun içindeydim
en son yaş aldığımda
ve tüm hilelerimi unuttum
kalp kırıcı güç ile karşılaşınca
evet bu saçları lüleburgaz canlısının
son dokunuşu değildi ruhuma
her şey ortada
yolcu yolunda handikaplı
ve seferimi düzenledim yarına
bazen hayat gordüklerimiz üzerinden bize bir dizi simgelem sunar 2097 yılındaydım onu tüm nuşirevanlığı ile oralardan süzülegelen bir hoşluk esintisi olarak tanıdığımda o günden beri aynı tren garındaydım sarhoş bir evsizin teybindne bu şarkılar yükseliyordu ve hala imgelemin görüntüleme cihazları tarafından oluşturulan kopyelerinden birini tutuyordum elimde her akşam bakıyordum bu kopyeye hala her yeni günün doğuşunda kulağımın dibinde öparlör deyişini ilk kezmiş gibi duyumsuyordum sen belki de beni çoktan bir troleybüs hattına atmışsındır ah oysa ben hala 2097 yılının ilkyazındaki o ilk karşılaşmamızın bir çeşnisini neşrediyordum belleğimin reseptörlerinde seni çok özlüyorum haletiruhiyet çiçeği gözlüm biliyorum rabbim birgün bizi tekrar biz eylecek o yüzden hiç üzülmüyorum üzülmüyorum hiç hiç üzülmüyorum
insanların bir çocuk gibi düşünme/hissetme yeteneğini kaybettiğini gördüğümüzde içimizi saran duygudur. çoğu zaman bizzat kendimizizdir bu duygunun sorumlusu. hoşumuza gitmese de öğreticidir; büyümemizi sağlar, bir çocuk gibi düşünmeyi/hissetmeyi öğreniriz yavaş yavaş
kendimi benzettiğim hayvan öbeği. bir yere kadar sabırla ve hayranlıkla seyreylediğim bir oyunun yarattığı baş dönmesi beni o yetenekli tiyatroculardan biri olduğuma ikna ettiğinde, işte benim zeki müren diyerek sahneye atladığımda, hantal ve sakar adımlarımla sahneyi birbirine katıp tüm oyuncuları ve seyircileri kaçırttığımda, boş koltuklardan başka izleyicim kalmadığında... ayılığımı bir kez daha hatırlarım. ama ayılığım kendimden nefret etmeme sebep olmaz, bana hüzün verir genelde. ayılığım benim pasaklı kontesim. amansız bir varolma özleminin yerli yersiz patlak vermesi. dahil olma arzusu öylesine yakıcı bir hal almıştır ki hiçbir ara evreyi gözlemleyemem, yalnızca şenlik ateşini ve etrafında bir bütün olmuş insanları görürüm. bir anda atlarım ortasına cümbüşün. ama sonunda şenlik dağılır bir acı yel kalır bahçede yalnız. fareler ve insanlar kitabındaki lennie ile ben ağlaşırız
birleştirici duygu. nasıl desem çok az hüzün var dışavurumlarımızda, çok fazla talepkarlık ve hükmediş var eylemlerimizde. ne olursa olsun, dünyanın oyuncakları yetmiyor, insan manayı özlüyor. olan biten her şey bir hüzün okyanusuna yolculuk etmek gibi belki. sen ve ben hüzün verici olayların nehrinden geçerek olay ufkuna, hüzün okyanusuna doğru süzülüyoruz.
hüzün eylemötesi bir duygudur. eylemlerin eylemini ateşleyebilir. kimse daha tutarlı, daha sevgi dolu, daha gerçek değildir hüzünle eyleyenden. hüzünlenmeyi öğrenmek zorundayız
kendini bilmek halleri bilmektir bence. sen ve ben farklı durumların içerisine bırakılmış haller yumağından başka neyiz ki. bugün beni sevindiren şey yarın seni sevindirecek ve ne olursa olsun sonunda bir keder dolacak içimize. kederimizden ölmediysek eğer, bu defa kederin içinden seveceğiz hayatı, insanları, bizim gibi olanları ve olmayanları. sevinci keder gözlüklerini çıkarmadan tadacağız. bugünkü bilgi "ben" dediğim şeyi tüm varoluştan ayıracağım şekilde örgütlenmiş, yani yalnızlık benim sadece kaderim değil aynı zamanda felsefem olmuş, ama düşünün bir: ben bana ait değilim, sen sana ait değilsin. "hangi yıldızlardan düşüp bulduk birbirimizi?" özetle kendini bilmek bana verilen benlik vasıtasıyla tüm varoluşu bilmektir aslında
affedicilik bir yönüyle vazgeçiciliktir. affedememek vazgeçememektir. anlayamadığımızda tutuluruz, anladığımız an bağışlar ve unuturuz.
mesele daha çok nereye konumlandığımızla ilgili bence. hem dünyaya konumlanıp hem de 'ileri düzeyde affedici' biri olmak imkansızdır. çünkü dünyaya konumlanmak demek karşılıklılığın ritmine ayak uydurmak/boyun eğmektir. ve affetmek (yani gerçekten affetmek) dansın akışını bozan bir eylemdir.
sonuç olarak, birisi ileri düzeyde affedicilik sergiliyorsa maneviyatla mı yoksa mazoşizmle mi dolu olduğu önemli bir meseledir. eğer mazoşizmle dolu ise gerçek bir affedişten değil de stratejik/görünüşte bir affedişten söz edilebilir, bu da dans figürlerine boyun eğmekle/dünyadan vazgeçememekle aynı şeydir. ama zordur sonuna dek tökezlemeden gidebilmek.
bu söylenenler ile kendin arasında bir yakınlık kurabiliyor musun? sen ne türden bir ileri düzeyde affedicisin?
normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz.
Daha detaylı bilgi için çerez ve
gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.
online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.