nothingelsematters - madalyalı tanımları (1. sayfa)
1.
yurdunu kaybeden adam
cengiz dağcı'nın korkunç yıllar adlı eserinin devamı niteliğinde olan yurdunu kaybeden adam romanı,ikinci dünya savaşında almanya ve sscb arasında lejyonova bölgesinde uygulanan iğrenç savaş strateji arasında kalan kırım-tatar-özbek-kazak türklerinin yaşadığı trajediyi, arı duru bir türkçe ve olağan üstü betimlemelerle okurun tahayyülündeki beyaz perdeye aktarır.
yazar romanda;kırım, kırgız, özbek, tatar, kazak türklerinin istiklal uğruna çektikleri sıkıntıları,nazi almanyasının ve sscb nin türkü türke kırdırma politikasını, ümitle ümitsizlik arasındaki çatışmaları, özgürlük aşkı ve bağımsız olma arzusunu o kadar etkileyici bir üslupla ele alır ki okuyanın kolay kolay hafızasından silinmeyecek,şimdi ve buradasındaki saçma sıkıntılarını unutturup gerçek acıların kimyasını resmedecek dinamikler resmeder.
romanda baş kahraman olan sadık turan'ın marya ile yaşadığı aşk,bir kadının bir erkeğin hayatındaki yerini nasıl etkileyebileceği,onun için neler yapabileceği,nelerden vazgeçebileceğini tüm gerçekliğiyle sergiler.iyi bir vatandaş,başarılı bir subay olan sadık turan için zorlu mücadele yıllarında alabildiği tek ödül hayatta kalmaktır. oysa bu ödül ona en büyük ceza olmaktayken...
roman bittiğinde platonun düşündüğü gibi bütün sınırlar kalkınca savaşlar biter mi? savını sorgulatır dimağlara
yazar romanda;kırım, kırgız, özbek, tatar, kazak türklerinin istiklal uğruna çektikleri sıkıntıları,nazi almanyasının ve sscb nin türkü türke kırdırma politikasını, ümitle ümitsizlik arasındaki çatışmaları, özgürlük aşkı ve bağımsız olma arzusunu o kadar etkileyici bir üslupla ele alır ki okuyanın kolay kolay hafızasından silinmeyecek,şimdi ve buradasındaki saçma sıkıntılarını unutturup gerçek acıların kimyasını resmedecek dinamikler resmeder.
romanda baş kahraman olan sadık turan'ın marya ile yaşadığı aşk,bir kadının bir erkeğin hayatındaki yerini nasıl etkileyebileceği,onun için neler yapabileceği,nelerden vazgeçebileceğini tüm gerçekliğiyle sergiler.iyi bir vatandaş,başarılı bir subay olan sadık turan için zorlu mücadele yıllarında alabildiği tek ödül hayatta kalmaktır. oysa bu ödül ona en büyük ceza olmaktayken...
roman bittiğinde platonun düşündüğü gibi bütün sınırlar kalkınca savaşlar biter mi? savını sorgulatır dimağlara
devamını gör...
2.
cengiz dağcı
ilk olarak, 11 sene önce bu gün aramızdan ayrılan, hep hasretiyle yaşadığı gurzuf'una ebediyen kavuşan yazarımız cengiz dağcı'yı minnet ve hatırasına saygıyla anıyorum.
kırım'ın entelektüel anlamda parladığı dönemde,stalin'in, nep (new economic plan) dönemini sona erdirip sovyetler birliği’nde komünizme geçildiğini ilanıyla birlikte cennet kırım cehenneme döndürülecektir.cengiz dağcı bu dönemde tarih öğretmeni olmaya hazırlanırken, okulunu bitirmeden, yaklaşan savaş tehlikesi üzerine askere alınıp, yedek subay okulundan tank teğmeni olarak cepheye sürülür. girilen savaşta nazilere esir düştükten sonra; nazilerin, bağımsızlık(!) vaadiyle oluşturdukları türkistan lejyonuna katılır. nazi işgali altında ata yurdunu 1941 yılında nazi üniforması ile görmek zorunda kalan yazar için o gün vatan kırım’ı hayattayken gördüğü son gün olur. geride kalan 70 yılını vatanına hasret ve geri dönüş hayali ile yaşayacak; iradesi dışında sürüklendiği parçalanmış, sürgüne terkedilmiş ve sonrasında izole edilmiş hayatı, eserlerinin yegane motifleri olacaktır.
cengiz dağcı bütün eserlerini anadili kuzey türkçesi (kıpçakça-kırım tatarcası) yerine batı türkçesi (oğuzca-türkiye türkçesi) ile kaleme almıştır. türkiye’de hiç yaşayamadığı halde (o dönemde sovyet rusya’nın türkiye’ye baskısı nedeniyle), eserlerinde kullandığı türkiye türkçesinde iradesinin en güçlü sebebi; babasının" deniz parçalanmaz. biz türk-tatarız. bunu senin kalbinin bildiği gibi, her başkırt, her kırgız, her kazak’ın, kırgız’ın da kalbi bilir. kalbinin hisleriyle hareket et"sözleri olduğunu düşünüyorum.
peki,nasıl oluyor da kendi lehçesi-dili dışında yazarken,okura anı resmeden duyguları tam anlamıyla aktarabiliyor.yazarın yazarken,yaşarken hissettiklerini;okuyucu okurken hissedebiliyor? cevabı aşikar sanırım:
eserlerinde savaşın karanlık yüzünün yanında insaniyeti, çaresizliği ve tüm bunlara rağmen yaşama inancını,yaşamın her azme değer olduğunu arı duru bir duygu diliyle aktardığı için.
edebiyat dünyasına bıraktığı;korkunç yıllar,yurdunu kaybeden adam,badem dalına asıl bebekler,onlar da insandı,yoldaşlar,anneme mektuplar,üşüyen sokak,dönüş,benim gibi biri,o topraklar bizimdi gibi bir çok değerli eser sayesinde soykırıma uğratılmış bir halkın kültürü,tarihi ölümsüzleşti ve sonraki kültürlere de örnekleştirildi.
yazımı,cengiz dağcı'nın onlar da insandı adlı romanındaki duasıyla bitiriyorum,rus-ukrayna savaşına ithafen:
"tanrım diyorum, onlar da insan, acı onlara. kendileri gibi başkalarının da insan olduklarına inandır onları. "
kırım'ın entelektüel anlamda parladığı dönemde,stalin'in, nep (new economic plan) dönemini sona erdirip sovyetler birliği’nde komünizme geçildiğini ilanıyla birlikte cennet kırım cehenneme döndürülecektir.cengiz dağcı bu dönemde tarih öğretmeni olmaya hazırlanırken, okulunu bitirmeden, yaklaşan savaş tehlikesi üzerine askere alınıp, yedek subay okulundan tank teğmeni olarak cepheye sürülür. girilen savaşta nazilere esir düştükten sonra; nazilerin, bağımsızlık(!) vaadiyle oluşturdukları türkistan lejyonuna katılır. nazi işgali altında ata yurdunu 1941 yılında nazi üniforması ile görmek zorunda kalan yazar için o gün vatan kırım’ı hayattayken gördüğü son gün olur. geride kalan 70 yılını vatanına hasret ve geri dönüş hayali ile yaşayacak; iradesi dışında sürüklendiği parçalanmış, sürgüne terkedilmiş ve sonrasında izole edilmiş hayatı, eserlerinin yegane motifleri olacaktır.
cengiz dağcı bütün eserlerini anadili kuzey türkçesi (kıpçakça-kırım tatarcası) yerine batı türkçesi (oğuzca-türkiye türkçesi) ile kaleme almıştır. türkiye’de hiç yaşayamadığı halde (o dönemde sovyet rusya’nın türkiye’ye baskısı nedeniyle), eserlerinde kullandığı türkiye türkçesinde iradesinin en güçlü sebebi; babasının" deniz parçalanmaz. biz türk-tatarız. bunu senin kalbinin bildiği gibi, her başkırt, her kırgız, her kazak’ın, kırgız’ın da kalbi bilir. kalbinin hisleriyle hareket et"sözleri olduğunu düşünüyorum.
peki,nasıl oluyor da kendi lehçesi-dili dışında yazarken,okura anı resmeden duyguları tam anlamıyla aktarabiliyor.yazarın yazarken,yaşarken hissettiklerini;okuyucu okurken hissedebiliyor? cevabı aşikar sanırım:
eserlerinde savaşın karanlık yüzünün yanında insaniyeti, çaresizliği ve tüm bunlara rağmen yaşama inancını,yaşamın her azme değer olduğunu arı duru bir duygu diliyle aktardığı için.
edebiyat dünyasına bıraktığı;korkunç yıllar,yurdunu kaybeden adam,badem dalına asıl bebekler,onlar da insandı,yoldaşlar,anneme mektuplar,üşüyen sokak,dönüş,benim gibi biri,o topraklar bizimdi gibi bir çok değerli eser sayesinde soykırıma uğratılmış bir halkın kültürü,tarihi ölümsüzleşti ve sonraki kültürlere de örnekleştirildi.
yazımı,cengiz dağcı'nın onlar da insandı adlı romanındaki duasıyla bitiriyorum,rus-ukrayna savaşına ithafen:
"tanrım diyorum, onlar da insan, acı onlara. kendileri gibi başkalarının da insan olduklarına inandır onları. "
devamını gör...
3.
viran dağlar
necati cumalı'nın orhan kemal ve yunus nabi roman ödüllerine sahip cumhuriyet dönemi kült eserlerinden biridir viran dağlar. eserdeki baş kahraman(zülfikar bey), aynı zamanda necati cumalı'nın yakın akrabasıdır ve eser bu kişinin hayatından esinlenerek kaleme alınmıştır.
roman, necati cumalı'nın tüm eserleri gibi, kusursuz ve akıcı bir dile sahip. olaylar, insanlar, makedonya, kısacası her şey çok ilgi çekici öğelerle anlatılmış. cumalı'nın yaşanan coğrafyayı ve dönemin etkilerini okura hissettirme uslubu, büyük ustalığı bu yapıtında da göze çarpıyor.
kitap her ne kadar romanın kahramanı üzerine odaklı gibi görünse de, cumalı yaşattığı karakterlerle hem dönemin tüm acı gerçeklerini ortaya koyuyor, hem de aslında gerçek bir sanatçının yetkinliğini kanıtlayan okurun ruhuna inebilmeyi başarıyor. bu nedenle kitabı okurken sevdaların, adaletsizliğin, dostlukların, ihanetin, acıların,aslında hepimizin hayatlarından birer kesit olduğunu fark ediyor insan, tüm evrensel motiflerle.ilginçtir ki aynı ambiyansı farklı bir dönem ustası olan cengiz dağcı'dan da almıştım.
gelelim başlığı açmamdaki asıl sebebe.kitabı bitirdikten sonra ender eserlerde yaşadığım hala romanın içindeyim hissi ile romanı webden araştırırken,romanın 2005 yılında fransa'da le dernier seigneur des balkans (balkanların son beyi) adında bir uyarlamasının çekildiğini fark ettim.elbette uyarlama ile roman arasında ufak farklılıkların olması normaldi.fakat özellikle romanın son ve esas temasını tamamen çarpıtarak yayınlamaları cidden yenilir yutulur bir konu değildi.romanda baş kahraman, uğradığı bir ihanetle davası üzerinde mücadele verirken öldürülüyor.oysa fransızlar romanın sonuna; davasında mücadeleden vazgeçmiş,yenik düştüğü için de intihar eden bir kahramanı reva görüyorlar.yani tüm kurguya bile aykırı bir durumu fütursuzca yansıtmışlar.nasıl olsa kendilerinden hesap soracak bir kültür bakanımız olmadığı için.
peki ya biz;zola'nın germinalini aynı adlı bir uyarlamayla beyaz perdeye döksek ve eserin ruhunu da kendi ideolojilerimize göre değiştirsek,fransa'nın tutumu ne olurdu?
ne zaman kültürümüzü yansıtan her öğeye sahip çıkabilecek medeniyete erişeceğiz.ne zaman...
roman, necati cumalı'nın tüm eserleri gibi, kusursuz ve akıcı bir dile sahip. olaylar, insanlar, makedonya, kısacası her şey çok ilgi çekici öğelerle anlatılmış. cumalı'nın yaşanan coğrafyayı ve dönemin etkilerini okura hissettirme uslubu, büyük ustalığı bu yapıtında da göze çarpıyor.
kitap her ne kadar romanın kahramanı üzerine odaklı gibi görünse de, cumalı yaşattığı karakterlerle hem dönemin tüm acı gerçeklerini ortaya koyuyor, hem de aslında gerçek bir sanatçının yetkinliğini kanıtlayan okurun ruhuna inebilmeyi başarıyor. bu nedenle kitabı okurken sevdaların, adaletsizliğin, dostlukların, ihanetin, acıların,aslında hepimizin hayatlarından birer kesit olduğunu fark ediyor insan, tüm evrensel motiflerle.ilginçtir ki aynı ambiyansı farklı bir dönem ustası olan cengiz dağcı'dan da almıştım.
gelelim başlığı açmamdaki asıl sebebe.kitabı bitirdikten sonra ender eserlerde yaşadığım hala romanın içindeyim hissi ile romanı webden araştırırken,romanın 2005 yılında fransa'da le dernier seigneur des balkans (balkanların son beyi) adında bir uyarlamasının çekildiğini fark ettim.elbette uyarlama ile roman arasında ufak farklılıkların olması normaldi.fakat özellikle romanın son ve esas temasını tamamen çarpıtarak yayınlamaları cidden yenilir yutulur bir konu değildi.romanda baş kahraman, uğradığı bir ihanetle davası üzerinde mücadele verirken öldürülüyor.oysa fransızlar romanın sonuna; davasında mücadeleden vazgeçmiş,yenik düştüğü için de intihar eden bir kahramanı reva görüyorlar.yani tüm kurguya bile aykırı bir durumu fütursuzca yansıtmışlar.nasıl olsa kendilerinden hesap soracak bir kültür bakanımız olmadığı için.
peki ya biz;zola'nın germinalini aynı adlı bir uyarlamayla beyaz perdeye döksek ve eserin ruhunu da kendi ideolojilerimize göre değiştirsek,fransa'nın tutumu ne olurdu?
ne zaman kültürümüzü yansıtan her öğeye sahip çıkabilecek medeniyete erişeceğiz.ne zaman...
devamını gör...
4.
itfa
muhasebe ile ilgili tanımını göremedim,aman eksik kalmasın;)
itfa payı olarak karşımıza çok çıkar bu terim.bir varlığın başlangıç giderini faydalı ömrü boyunca tahsis etme yöntemini tanımlar. böylece her dönemde varlığın gelirleri, giderinin bir kısmı ile eşleştirilir ki zorunlu giderdeki maliyet dağıtılsın.böylece firmanın her yıl vergisine eklenen masraf ertelenir ve firma sahipleri de yüksek başlangıç giderlerini daha az düşünür.
şimdi yaaa,bu amortisman işte diyenler olabilir ancak amortismanda tahsis, maddi olan duran varlıklara yapılırken,itfada maddi olmayan duran varlıklara yapılır.misal firmanın sahip olduğu patenti gibi.keza her ikisi de varlığın faydalı ömrünün veya kar elde edeceği sürenin tahminini içerir.ee nasıl tahmin ediyorsunuz,yıldız haritasına bakarak mı denecek olursa;hayır, bunun da yöntemleri var ama sayacak olursam tanım gılgamış destanına döner.yine aynı örnekten yürürsek alınan patentin itfa payı 17 yıldır.yani bedeli 17 yıla eşit bölünür.
eee zeki müren de bizi görecek mi modunda olan okuyucular,ne işe yarar bu nane denirse;aslında ufak çaplı yurdum insanı yatırımlarında, hisse senedi veya özellikle halka arz gibi kulvarları seçecek olursa,kısmen de olsa birikimini bilimsel verilere dayandırarak yapmış olur.zira bir anonim şirketin verdiği beyannamelerden firmanın nakit büyüklüğünü veya sağlamlığını tam olarak anlayamayız fakat amortisman ve itfa paylarını da içeren nakit akım tablosuna bakarak ilgili firma hakkında sağlıklı verilere ulaşabiliriz. yatırımımızı da ona göre yaparız.
olmadı muhasebe öğrencilerinin kulağına küpe olsun tuğla gibi mevzuatların konsantresi mahiyetinde.
itfa payı olarak karşımıza çok çıkar bu terim.bir varlığın başlangıç giderini faydalı ömrü boyunca tahsis etme yöntemini tanımlar. böylece her dönemde varlığın gelirleri, giderinin bir kısmı ile eşleştirilir ki zorunlu giderdeki maliyet dağıtılsın.böylece firmanın her yıl vergisine eklenen masraf ertelenir ve firma sahipleri de yüksek başlangıç giderlerini daha az düşünür.
şimdi yaaa,bu amortisman işte diyenler olabilir ancak amortismanda tahsis, maddi olan duran varlıklara yapılırken,itfada maddi olmayan duran varlıklara yapılır.misal firmanın sahip olduğu patenti gibi.keza her ikisi de varlığın faydalı ömrünün veya kar elde edeceği sürenin tahminini içerir.ee nasıl tahmin ediyorsunuz,yıldız haritasına bakarak mı denecek olursa;hayır, bunun da yöntemleri var ama sayacak olursam tanım gılgamış destanına döner.yine aynı örnekten yürürsek alınan patentin itfa payı 17 yıldır.yani bedeli 17 yıla eşit bölünür.
eee zeki müren de bizi görecek mi modunda olan okuyucular,ne işe yarar bu nane denirse;aslında ufak çaplı yurdum insanı yatırımlarında, hisse senedi veya özellikle halka arz gibi kulvarları seçecek olursa,kısmen de olsa birikimini bilimsel verilere dayandırarak yapmış olur.zira bir anonim şirketin verdiği beyannamelerden firmanın nakit büyüklüğünü veya sağlamlığını tam olarak anlayamayız fakat amortisman ve itfa paylarını da içeren nakit akım tablosuna bakarak ilgili firma hakkında sağlıklı verilere ulaşabiliriz. yatırımımızı da ona göre yaparız.
olmadı muhasebe öğrencilerinin kulağına küpe olsun tuğla gibi mevzuatların konsantresi mahiyetinde.
devamını gör...
5.
tarhana çorbası
zamanında yapmışlığım var fakat vakitsizlikten artık namümkün.
bence türk kültürünü yansıtan esrarengiz detaylar taşıyor.sırf deneyim edinmek ve sonraki kuşaklara aktarma adına öğrenilip yapılmalı diye düşünüyorum ki,fermentasyon sürecinden geçtiği için probiyotik mevzusuna hiç girmiyim zira herkes iyi kötü biliyor.
benim tarifim trakya yöresinden.genelde burada tarhana kurutulur ve pişirmeden önce toz tarhana tencerede beş dakika tereyağı ile kavrulur sonra soğuk su ilave edilir.(ilik suyu varsa daha iyi olur)
miktar değişkenlik gösterebilir bu tariften 2-3 kişilik bir ailenin ortalama bir kış boyu içeceği çorba çıkar tabi hergün içilmezse:)
malzemeler:
7kg un//3kg kırmızı kapya biber//3 kg domates//2kg yeşil biber(acı veya tatlı)//2kg süzme yoğurt//2kg soğan//bir demet tarhana otu(aktarlarda var)//3yemek kaşığı tuz//1su bardağı haşlanmış nohut//250gr domates salçası//bir demet maydonoz//3-4 diş sarımsak
mutfakta bulduğunuz en büyük tencerenin dibine soğanları üçe dörde bölüp atın,üzerine üçe dörde bölünmüş kapya ve yeşil biber,üzerine domates-sarımsak ve en üste tarhana otunu yerleştirip kısık ateşte kapağı kapalı pişirin.aman kitaba dalıp dibini tutturmayın benim gibi:/malzemeler biraz yumuşayınca kenarda soğumaya bırakın.
soğuyan karışıma salça,nohut ekleyip blendıra alın.kek gibi bir kıvam alacak.sonra bunu leğen gibi bir şeye döküp içine un ve yoğurdu ilave edin.hamurun sert olması lazım.yoğurma için baya bir efor gerekiyor hele bir de 50*50 ebatlarındaysanız :/ama azmin elinden kurtulunmaz,arka fona metallica'nın en sert şarkılarından birini koyup,düşüncelere de en gıcık kaptığınız kişi yada şeyi yerleştirip stres atabilirsiniz.kum torbası görevi görecek koca hamur:)
burdan sonrası çokomelli.
yaklaşık bir hafta kadar hamuru mümkünse balkon gibi bir yerde ama ağzı kapalı olarak fermentasyona bırakacaksınız.hamur her gün kabaracak.siz günde bir kez hamuru yine gıcık kapılan şeyler düşünülerek yumruklayacaksınız.(tarhana strese de birebir görüldüğü gibi)
böyle yumruklamalarla geçen bir haftanın sonunda tarhanayı güneş alan bir balkona yoksa çok iyi havalabilen bir odaya çarşaflar üzerine parça parça koparıp yayın.odada kuruyorsa iki gün,dışarıda bir günde kurur.sonra varsa blendırınıza bu kuruyan hamur parçalarını koyup toz haline getirin.en son yine evde havalanan bir odada iki gün toz haline getirilmiş hamuru çarşafa sererek daha iyi kurumasını sağlayın.en son büyük kavanozlarda serin ve gölge bir yerde saklayıp kış boyu şifa niyetine hüpürdetin.
en ama en önemlisi de, sırf ailesi sağlıkla beslensin,ailesini en ekonomik yoldan lezzetle doyurabilsin ve bu kültürü çoluğuna çocuğuna aktarsın diye bunca meşakkate katlanan vefakar kadının; o soğan kokulu pamuk ellerinin kıymeti bilinsin.aksi halde dünyanın en lüks lokantasında dahi bulamazsınız tarhana çorbasını.
bence türk kültürünü yansıtan esrarengiz detaylar taşıyor.sırf deneyim edinmek ve sonraki kuşaklara aktarma adına öğrenilip yapılmalı diye düşünüyorum ki,fermentasyon sürecinden geçtiği için probiyotik mevzusuna hiç girmiyim zira herkes iyi kötü biliyor.
benim tarifim trakya yöresinden.genelde burada tarhana kurutulur ve pişirmeden önce toz tarhana tencerede beş dakika tereyağı ile kavrulur sonra soğuk su ilave edilir.(ilik suyu varsa daha iyi olur)
miktar değişkenlik gösterebilir bu tariften 2-3 kişilik bir ailenin ortalama bir kış boyu içeceği çorba çıkar tabi hergün içilmezse:)
malzemeler:
7kg un//3kg kırmızı kapya biber//3 kg domates//2kg yeşil biber(acı veya tatlı)//2kg süzme yoğurt//2kg soğan//bir demet tarhana otu(aktarlarda var)//3yemek kaşığı tuz//1su bardağı haşlanmış nohut//250gr domates salçası//bir demet maydonoz//3-4 diş sarımsak
mutfakta bulduğunuz en büyük tencerenin dibine soğanları üçe dörde bölüp atın,üzerine üçe dörde bölünmüş kapya ve yeşil biber,üzerine domates-sarımsak ve en üste tarhana otunu yerleştirip kısık ateşte kapağı kapalı pişirin.aman kitaba dalıp dibini tutturmayın benim gibi:/malzemeler biraz yumuşayınca kenarda soğumaya bırakın.
soğuyan karışıma salça,nohut ekleyip blendıra alın.kek gibi bir kıvam alacak.sonra bunu leğen gibi bir şeye döküp içine un ve yoğurdu ilave edin.hamurun sert olması lazım.yoğurma için baya bir efor gerekiyor hele bir de 50*50 ebatlarındaysanız :/ama azmin elinden kurtulunmaz,arka fona metallica'nın en sert şarkılarından birini koyup,düşüncelere de en gıcık kaptığınız kişi yada şeyi yerleştirip stres atabilirsiniz.kum torbası görevi görecek koca hamur:)
burdan sonrası çokomelli.
yaklaşık bir hafta kadar hamuru mümkünse balkon gibi bir yerde ama ağzı kapalı olarak fermentasyona bırakacaksınız.hamur her gün kabaracak.siz günde bir kez hamuru yine gıcık kapılan şeyler düşünülerek yumruklayacaksınız.(tarhana strese de birebir görüldüğü gibi)
böyle yumruklamalarla geçen bir haftanın sonunda tarhanayı güneş alan bir balkona yoksa çok iyi havalabilen bir odaya çarşaflar üzerine parça parça koparıp yayın.odada kuruyorsa iki gün,dışarıda bir günde kurur.sonra varsa blendırınıza bu kuruyan hamur parçalarını koyup toz haline getirin.en son yine evde havalanan bir odada iki gün toz haline getirilmiş hamuru çarşafa sererek daha iyi kurumasını sağlayın.en son büyük kavanozlarda serin ve gölge bir yerde saklayıp kış boyu şifa niyetine hüpürdetin.
en ama en önemlisi de, sırf ailesi sağlıkla beslensin,ailesini en ekonomik yoldan lezzetle doyurabilsin ve bu kültürü çoluğuna çocuğuna aktarsın diye bunca meşakkate katlanan vefakar kadının; o soğan kokulu pamuk ellerinin kıymeti bilinsin.aksi halde dünyanın en lüks lokantasında dahi bulamazsınız tarhana çorbasını.
devamını gör...