nothingelsematters yazar profili

nothingelsematters kapak fotoğrafı
nothingelsematters profil fotoğrafı
rozet
karma: 1578 tanım: 121 başlık: 18 takipçi: 45

son tanımları


yeni vergilere isim bulma bakanlığı

maliye bölümündeyken vergi hukuku dersinden güülmseten bir bilgiyi hatırlattı bana başlık:)
pencere vergisi
18. ve 19. yüzyıllarda fransa ve büyük britanya'da evin sahip olduğu pencere sayısına göre alınan bir tür emlak vergisidir. vergi ilk kez ingiliz kralı ııı. william tarafından altı pencereden daha fazla pencereye sahip olan evler için 1696 yılında getirilmiştir. bu vergi zamanla fazla penceresi olan evlerin pencerelerinin bir kısmının tuğlalar ile kapatılmasına neden olmuştur.
güzide devletimizin koyacak vergi konusunda kaynağı mı yok...
devamını gör...

yazarların yalnızlık seviyesi

en iyi arkadaslarim, ben ve yalnizligim.

kulaga acinasi gelse de oyle cilgin eglencelerimiz ve sohbetlerimiz oluyor ki, biri gelecek de keyfimizi kaciracak diye odumuz kopuyor.
anlayamazsiniz
devamını gör...

bedenin hayır diyorsa(gabor mate)

kırk yılda bir girip sadece kitap yorumlarına göz gezdirdiğim bu mecraya, neden şimdiye kadar hiç karşılaşmadığımı merak ettiğim ve bu yüzden çok da hayıflandığım bir yazar ve onun önemli bir çalışmasından bahsederek dönmek iyi olacak sanırım. istedim ki terapistin bana okumamı ödevlendirdiği bu kitap pek çok insan için farklı bir bakış açısı olur. umarım...
doktor mate'nin "when the body says no" adlı kitabının berbat bir çevirisini okudum. ancak bu benim ana temayı ve yazarın gör dediği yeri yakalamama engel olmadı. umarım merak edip okuyanlar da böyle düşünebilirler.kitabın ana teması oldukça radikal mış gibi görünen bir ideolojiyi anlatmakta. hastalık olarak gördüğümüz pek çok sıkıntının esasında çocukluğumuzun ilk yıllarında çevremiz ve özellikle ailemiz tarafından şekillendirildiğimiz ve bu aşamadaki bozuklukların veya sapmaların bir çeşit kişilerin başa çıkma çıkışı ile bastırdığı duygu açlıklarından kaynaklandığı ifade edilmekte.
tıp biliminin gerek pozitif bilimler ışığında gerekse kapitalist sisteme ayak uydurmak zorunda kalışıyla insanların ruhlarındaki acıları değil bedenlerindeki fiziki acıları dindirmek çok daha basit-hızlı-karlı bir iş haline geliyor.burada bir parantez olarak asla tıp bilimi veya doktorları eleştirmediğimi belirtmek isterim zira beni bu kitaba yönlendiren de yine bir doktor idi. ancak sanayi devriminden bu yana insanların hayatlarının daha karmaşık kendi içinde çözülmez olmasının bir nedeni de yazık ki tıp biliminin de kapitalist sistemin bir parçası olmak zorunda kaldığıdır. dolayısıyla pek çoğumuzun da tecrübe ettiği üzere doktorlarımız genel olarak şikayetlerimizin sadece vücudumuza aksetmiş bir kısmını tedavi etmek mecburiyetinde kaldılar. oysa insan bedeni kemik,kas,organlardan ibaret olmayan bunları ruhu ile yöneten bir grift organizmadan müteşekkil.
elbette psikolojideki gelişmelerle insanların bu sıkıntılarını geçici olarak da olsa tedavi yolları bulunmakta ise de yazık ki bu durumun yetersiz kaldığı ortada.
psikolojik sıkıntılarım için gittiğim hiç bir muayenede 15 dakikadan fazla kalamadım. oysa bu sıkıntıların temeline inip,yeniden inşa etmek,kişiye farkındalık kazandırmak 1,5 saatin yetmeyeceği bir süre.bunun yerine zorunlu olarak antidepresanlarla tedavi edilmeye çalışıldım. elbette ki işe yaramadı ya da geçici idi.
5 yılı aşkındır kıvrandığım migren ataklarımı maalesef eğitim araştırma hastanelerinden bir sonuç alamadığımdan yüzlerce makale okuyup araştırarak kendi doktorum olarak az da olsa kontrol altına alabildim.ancak kitapta vurgulandığı üzere çocukluğumuzdan buyana yanlış şekillenmiş şemalar halledilmedikçe, insan öz sevgi-değer gibi duygusal ihtiyaçlarını ne bu süreçte ne de hayatının sonraki aşamalarında halledemedikçe ne kadar sağlıklı yaşamaya özen gösterirse göstersin şifaya tam olarak kavuşamıyor.
kitap,günümüzde stresin kanser başta olmak üzere pek çok otoimnün hastalıklara (migren,als,ms,ibs...) davetiye çıkardığını vurguluyor. peki her insan stresle mücadele verip başarabilirken neden bazılarımız kaybediyor. işte yazar buradan yola çıkıyor. çocukluğumuzda karşılanamayan pek çok duygusal ihtiyacımız karakterlerimizi şekillendiriyor. evrimsel anlamda başa çıkabilmek için de hayır dememiz gereken her şeye evet demek zorunda kalıyoruz. zamanla bu çarpıklık karakterimiz haline geliyor ve yine bu uyumsuzluklar birikerek hormonlar ve sinir sistemi aracılığıyla fiziksel bir enerjiye dönüşerek organlara yansıyor. ayrıca ruhumuzdaki sıkıntılar yine aynı döngü ile bağışıklık sistemimizi güçsüzleştirerek bizi her mikroba yada bakteriye savunmasız hale getiriyor. neticede de fiziki olarak hissettiğimiz ağrılarla hastane ve eczanelerde alıyoruz soluğu.
kitabı bitirdiğimde nasıl olur da daha ölümcül bir hastalığa yakalanmamışım diye düşünürken buldum kendimi. özellikle çocukluk tramvaları olan veya bir şekilde ailesel anlamda bir takım şeylerin yolunda gitmediğini düşünen herkese bir farkındalık olabilmesi için öneriyorum kitabı.
eh, lafı fazla uzatmadan şeyh galip ile veda edeyim aranızdan:)

hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen
merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen

not: yıllardır abuk sabuk mevzuat okumaktan yamulmuş olan anlatımımı mazur görünüz efenim.devrik-bozuk cümlelerin tek müsebbibi lanetli denetim mevzuatıdır.
devamını gör...

kgk bağımsız denetçilik

güzide ülkemizin tüm smmm lere araladığı bir kapı, kullanılacak bir opsiyon en önemlisi de bazı mevkilerde tanıdığı olmayanların elinden gelen son çırpınış. senede 2 kez yapılan sınavla zaten ruhsat sınavlarından dumur olmuş bünyelerde kalıcı izler bırakan, normal sözlükte takılacak kadar bile vakit bırakmayan, kısacası insan ömrünün içinden geçen lanet.
değer mi peki, kaybedecek bir şeyi olmayanlar için değer sanırım...
devamını gör...

güne bir şiir bırak

kuşçu amca!
bizim kuşumuz da var,
ağacımız da.
sen bize bulut ver sade
yüz paralık
.................. orhan veli
devamını gör...

hürriyet

onlar ümidin düşmanıdır, sevgilim,

akar suyun,

meyve çağında ağacın,

serpilip gelişen hayatın düşmanı.

çünkü ölüm vurdu damgasını alınlarına:

– çürüyen diş, dökülen et -,

bir daha geri dönmemek üzre yıkılıp gidecekler.

ve elbette ki, sevgilim, elbet,

dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya,

dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle: işçi tulumuyla

bu güzelim memlekette hürriyet…
nazım hikmet ran
devamını gör...

kısa film

imitator
devamını gör...

sadri alışık edebiyatı

aşkı, kavuşamamayı, terk edilişi ve ihaneti dahi en nazik cümlelerle anlatmanın adıdır sadri alışık edebiyatı. küfür yoktur, hakaret yoktur, az miktarda sitem, bolca keder vardır. istanbul beyefendisi teriminin gerçek bir temsilcisi, aramızda tek tük kalmış, soyu tükenmekte olan bir beyefendi. sadri alışık edebiyatından kesitleri bırakayım benim gibi özlem duyanlara;
aşk:
"seni öyle bir severim ki, dengeni kaybedersin. kiliseye gider, ‘selamun aleyküm’ dersin"
keder:
"benim hayatım hüzzama çalar hep, inceden hicaz bir girizgah ile. ertesi hariciden gazeldir. hafiften bir kemani klarnet taksimiyle”
özeleştiri:
"sen ofsayt nedir bilir misin abla? işte o benim. ömründe hiç bir işe yaramamış, bir baltaya sap olamamış bir hergelenin heykeli dikilse benim kalıbımı dökerlerdi!”
duyarlılık:
"sokak köpeklerine selam vermeye başladıysan, insan olmaya çeyrek kalmıştır.”
gurur:
yalvarmaktansa kaybetmeyi tercih ederim, prensip meselesi”
ömür:
"ne zaman gol diye sevinsek arkamızı dönüp baktığımızda ofsayt bayrağını kaldırmış bir hayat görüyoruz”
tespit:
"ikinci bir şans verilse; seven yine sever, vuracak olan yine vururdu”
sitem:
"sen bakma fotoğrafımıza içimize bak. tabii görebilirsen"
özlem:
"benimki dün gecede gelmedi nasılda bekledim be 10 senelik bekledim"
yalnızlık:
"öpüşecek birilerini aramadık hani, bizim için ölsün de demedik. az bir şey sevsin üstünü biz tamamlardık"
devamını gör...

deprem anında hiçbir şey yapmadan beklemek

nasıl ki depremi önemsemeden yaşadığımız zamanlarda bir şey yapmıyorsak, deprem anında da yapamayız.ses çıkarmadan depremin sesinin dinmesini bekleriz.

zaten neye ses çıkardı ki;
- ifade özgürlüğümüz elimizden alınıyor ses yok
- torpil diz boyu ses yok
- yolsuzluk arşa çıkmış ses yok
- adalet kalmamış,güvende değiliz ses yok
- yöneticiler ekrandan dalga geçiyor ses yok
- baskı sıklaşıyor ses yok
- demografi değişiyor ses yok
- gerçekler saklanıyor ses yok
- doğa talan ediliyor ses yok
- çıkarılan aflarla enayi yerine konuluyoruz ses yok (vergi, ceza, imar)
etc..etc..
bu kadar sinmiş bir toplum depreme mi ses çıkaracak. olacakları söylemek için kahin olmak gerekmiyor; insanlar ölecek, evsiz kalacak, birileri bölgeye hareket edecek, birileri kader diyecek, birileri tüm cenazelere ulaştık diye övünecek, sorumlular cezalandırılacak diye açıklama yapılacak, göstermelik iki müteahhit yargılanacak, sonra af çıkacak ölen öldüğüyle kalacak, anıt dikilecek, her yıl dönümde acıklı paylaşımlar yapılacak.

türkiye'de sistem bu, hep böyleydi, hiç değişmedi, değişmeyecek çünkü bizde ses yok.
devamını gör...

soba yakmak

buradaki girdilere bakılırsa hiç kimse soba yakmamış.şayet ömürlerinde bir kış boyunca soba kullanmak zorunda kalsalardı bu kestane kebap,cızırdayan güğüm güzellemelerini yapmazlardı.
lodos havada yakmayı deneyin bakalım ne oluyor.evin içini kaplayan yoğun duman eşliğinde yersiniz o kestaneleri.
yada o sobanın tutuşturulması için tahta kırın bakalım ellerinizin derisinde oluşan baloncukları görelim
yada soba yanan odada sobanın ani ısısıyla her odayı aynı zannederek sobanın yanmadığı odaya girin bakalım giyinsem mi,soyunsam mı şaşırtır insana feleğini.
siz hiç sobada bir iki ayda biriken ve adına kurum denen zımbırtıyla uğraştınız mı,bu zımbırtı ki o baca ve borularda biriktiği müddetçe hem sobanın yanmasına engel olur hem de bundan dolayı eve yoğun bir is kokusu ve ilk tutuşma aşamalarında duman verir.
siz hiç soba kurup kaldırdınız mı?o boruları tek tek birbirine monte etmek hiç de kolay değildir şayet iki metreden fazla bir boya sahip değilseniz.hele ki kaldırırken içinde biriken kurum burun deliklerinize kadar girer.hadi şimdi koklayın bakalım üzerindeki mandalina kabuklarını.
sobaymış,peeehhhh........
devamını gör...

günaydın sözlük

dünü yaşadık bitti, yarın zaten meçhul. elimizde avucumuzda bugün var sadece.
bitsin artık diyeceğiniz değil, gece yastığa başınızı koyduğunuzda yüzünüzü gülümseten bir gün yaşayın bugün.
tüm güzellikleri ile gününüz aydın olsun.
devamını gör...

iktisat

böylesi uçsuz bucaksız bir bilim hakkında söylenecek çok şey var ama en yüzeysel anlamda düşünürsek;
şimdi bir an için günlük yaşamınızı düşünün ve bu yaşamda hissettiğiniz ihtiyaçlarınızı.sahip olmayı istedikleriniz veya sınırlı kaynaklar hasebiyle tam anlamıyla sahip olamadıklarınızı. hepimizin hemen her konuda sonsuz istek ve ihtiyaçları var fakat bunların sadece bir kısmını karşılayabiliyor,büyük bir kısmını ertelemek zorunda kalıyoruz.işte bu basit gerçek iktisat biliminin temelini oluşturuyor. hepimiz her konuda kıtlık yani çok az kaynak sorunuyla karşı karşıya kalıyoruz yaşamımızın her safhasında ve bu görece dar kaynakları kullanırken karşılaştığımız iki büyük handikap var. harcama gücü ve zamanın sınırlılığı.yani ihtiyaçlarımızın hemen hepsinde bu iki faktörün sınırlılığı bizi o ihtiyaçlardan vazgeçmeye veya ertelemeye iter.bu da iktisadi manada tercih yapmak demektir bu iki durum arasında.
işte iktisat bireyler olarak yaptığımız tercihleri ve bu tercihlerin ekonomi üzerindeki etkilerini inceler.iktisat bilimi , sosyal bilimler mühendisliği olarak da tanımlanabilir .ihtiyaçların gereğini irdeleyerek bu ihtiyaçların meşru dairede akıllıca ve hünerle giderilmesini inceler. multidisipliner hatta interdisiplinerdir. dolayısıyla bir çok farklı disipline (matematik, teknoloji, sosyoloji, felsefe, psikoloji) hakimiyet ve sıkı hukuk bilgisi gerektirdiği söylenegelir. dolayısıyla kendi içinde de pek çok alt dala ayrılır;makro-mikro iktisat,normatif iktisat gibi...

nasıl ki iktidar “kudret sahibi olma” ’yı niteliyorsa, iktisat da kasıt sahibi olmayı niteler, yani niyetlenmeyi, ihtiyacını gidermek üzere maksat kesbetmeyi (iktisab)niteler. çok kabaca ve mahzurlu olsa da ihtiyaç sarfiyatı, sarfiyat üretimi, üretim pazarı, pazar ekonomiyi doğurmaktadır.

iktisat bilimindeki öğretilere bakacak olursak işte mevzu burada karışıyor.tüm dünyada kabul gören bir öğretisi yok aslında. şöyle bir şey mümkün, bütün ihtimalleri bize gösterip zamanına yerine göre uygun tepkiyi üstüne bir de inisiyatif alarak doğru kararı vermemizi sağlamak en temel öğretisi sanırım. zaten ne kadar irdelenirse tüketici ve üretici davranışları, sonunda en küçük karar alıcı olan bireye ve hatta bireyin o günkü keyfine kadar bile inebiliyor. şöyle bir şey var; freudyen iktisat kitabını, okumuştum biraz. eninde sonunda mutfakta ev ekonomisi yapan anneme kadar gitti yani mesele:)

gelelim iktisadın ülkemizdeki eğitimi konusuna. her iktisat mezununun kendini iktisatçı / ekonomist gibi tanımlamadıkları belki dikkatinizi çekmiştir. bunun sebebi şudur ki; iktisatçılar ikiye ayrılır. birincisi bu işi sindirmiş adeta bir pizza ustasının elinde hamuru döndürmesi gibi iktisadı her yöne çekebilen, hayatının bir parçası haline getirip sürekli okuyan, her alanda bir düşüncesi bir yorumu olan kişilerdir. zira iktisat hangi alanda çalışırsanız çalışın, hangi konuyu ele alırsanız alın farklı bir bakış, anlayış ve veri yorumlama kabiliyeti kazandırır. aklınıza gelebilecek her olay ve konu bir iktisatçı gözüyle değerlendirildiğinde meselenin özüne mutlaka fayda sağlayacaktır. kendi kişisel hayatınıza dair ve hiç de parasal olmayan mevzularda karar alırken dahi iktisat biliminin faydası olacaktır kişiye. ikincisi ise bla bla üniversitesinden iktisat gibi ağır bir bölüm okuyup çevresi sayesinde kurumsal firmalarda genel müdür veya türevleri olanlardır ki ülkemizde bu bilimin ilerlemesindeki en büyük engeldirler.

son olarak bu ilme ilgi duyanlara; stephen dubner - görünmeyeni düşünmek,robert frank - darwin ekonomisi, daron acemoğlu- ulusların düşüşü gibi kitapları karıştırmalarını,russell d. roberts ve tim harford gibi yazarları takip etmelerini tavsiye edebilirim.
devamını gör...

güne psikolojik bir tespit bırak

"sevilmemişliğin, itilmişliğin, horlanmışlığın acısıyla sarsılanlar, sarılanla saldıranın ayırdına varamıyor."
agah aydın
devamını gör...

yazarların sözlükte olma nedenleri

yazmak.
sustukların içinden taşar, yuttukların boğazında yumru olur. bazen anlatamazsın,bazen de anlatacak kimseyi bulamazsın. anlatsan da çoğu zaman anlaşılamazsın.
ve en sonunda elinde avucunda yazmak kalır sadece. suya, aklına, kağıda,buraya...farketmeksizin dökülür kelimelerin bir yerlere.
devamını gör...

güzel şeylerin hep kısa sürmesi

schopenhauer, hiçliğin mutlu sessizliği'nde boşuna dememiş: "arzu edilen şeyi elde etmek, onun ne kadar nafile olduğunu keşfetmektir", diye.
devamını gör...

sen çok değiştin eşiği

bir hayat yaşayıp da değişmeden kalabilen ‘insan’ değildir zaten. insan değişir çünkü dünya düzeni değişir ve insan da buna ayak uydurur.
devamını gör...

hayatı kolaylaştıracak web siteleri

maps me
avantajları; haritayı çevrimdışı kullanabilmek için telefonunuza indirebiliyorsunuz. ayrıca çevrimdışı iken takip et seçeneği ile rotadaki konumunuzu sürekli görebiliyorsunuz. son olarak, paralı yolları, asfaltsız yolları, feribot geçişlerini gösterme gibi çok önemli bir özelliği var. böylece paralı yollara da uğramak zorunda kalmıyorsunuz. ayrıca yürüyerek gezdiğiniz dağ taş patika yollarda bile yolunuzu bulmanıza yardımcı oluyor.
devamını gör...

yaralı insanları onarmak

dostoyevski' nin sürgündeyken hapishanedeki bir köpekle, insan ilişkileri üzerine yaptığı gözlemi hatırlarsak;

"köpeği bir süre izler ve yanından geçen her mahkumun onu tekmelediğini gözlemler. ilginç olan şey, köpeğin mahkumlardan kaçmaması ve yanına bir mahkum yaklaştığında eğilerek tekme pozisyonu almasıdır. köpeğin yanından geçen her mahkum köpeği tekmelemekte ve köpek buna bir tepki vermemektedir.

dostoyevski de bir gün köpeğe yaklaşır ve onun başını okşamaya başlar. köpek bir süre şaşkın şaşkın ona baktıktan sonra, hızla yanından uzaklaşır ve acı acı havlar. önüne gelen mahkumun tekmelediği köpek, o günden sonra nerede dostoyevski’yi görse ondan kaçar ve ona bir daha asla yaklaşmaz.”

işte bu örnekteki gibi bazı insanlar aşina olduğu duyguya bağımlı olur. bildiği güvenli alandan acı çekmesine rağmen çıkmak istemez. bilinmeyenden korkar.bu deney kötülük görmeye alışkın olan kişinin sevgi gördüğünde ona uyum sağlamakta zorlanacağını,hatta sevgi ve ilgiyi reddedebileceğinin ispatıdır.

hayat bu, yara bere alınır elbet. kendi değerimizin farkına varıp, her şeyi şahsi algılamamak gerekir. çünkü herkes doğasının gereğini yapar. mühim olan az hasarlı atlatmaktır her badireyi .ancak bazı yaralılar,bahsettiğim deneydeki gibi yaralarıyla mutludur.işte bu grup kolay kolay iflah olmaz.insani olarak yardımcı olmak isterseniz,çile edebiyatına başlarlar.uzak durmak gerek.sonuçta kendi yarasını sevip sarmalamış insanlar sadece sizi yaralar
devamını gör...

hayata dair ilginç tespitler

yalnızlığı ile barışık, kendine yeten ve mutlu bir birey olabilirseniz eğer, bu hayattaki en büyük zincirlerinizden biri kırılmış demektir. mutluluk insanın kendi içindedir, asla başkalarında aranamaz. hiç kimsenin çıkıp gelip sizi mutlu etmesini beklemeyin. zaten o iç huzurunu yakaladıysanız,başkalarının sizin hayatınızda çok da önem arz etmediğini fark edeceksiniz. kendinize yetmeyi, kendinizi oyalamayı, kendi kendinize gülüp eğlenmeyi öğrenin. hayatınıza gireni misafir, gitmek isteyeni de yolcu edin. unutmayın, yalnızlık herkesin evinde, kapının arkasına saklanmış bir gün ‘ceeee’ diye ortaya çıkacak bir arkadaş… ya onunla kavga edeceksiniz,ya da bu oyuna katılıp onunla oynayacaksınız.
seçim sizin.
devamını gör...

kendine bir not bırak

darwin çok güçlü olan değil uyum sağlayan hayatta kalır der. şimdiye dek uyduklarına bak,geleceğin için yakanda rozet olsunlar.
devamını gör...
devamı...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim