olmuyor işte olmuyor. bir insan kaç kere sil baştan doğurur kendini? bunları yapacak cesareti ömründe kaç kere bulur? ben bunu niye yapamıyorum? çok mu şey istedim bilmiyorum sadece mutlu olmak istemiştim.
gerçek rockerların bildiği ve sevdiği parçadır. o kadar içten söyleniyor ki ''ağlasam, yalvarsam, bağırsam...'' kısmı bazen gözlerimden şıp şıp birkaç damla dökülüveriyor.
eksikliğin nerede olduğunu anlamaya çalışarak geçirdiğim tüm o ağustoslarda tek eksikliğin ben olduğumu fark ettim. evet duydunuz işte ben eksiğim. bir kimlikten yoksun bu bedenimin yaptıkları tüm tanıştığı o ruhların ayak izlerine basarak yürümekten ibaret sadece. peki beni nerede bulurum? bir otobüsle varmak istediği yere dokunan, koklayan, hisseden varlığımdan önce ulaşmak için alelacele terk edip gitmiş olabilir miydi? belki bir esnaf lokantasının camından öylece gelip geçenleri izliyordur. önceden var mıydım acaba? yoksa hiç mi olmadım? yalnızca bir duruşla gösterdiğim “ben” tüm uykularımı kaçıran bir yazın ardından gözyaşlarımı silmek için geri mi dönmüştü? elinde tuttuğu kâğıt yaşamanın reçetesi miydi?
emekli tanrı ve tanrıçaların maaşlarına zam yapar atanamamış yarı tanrılar için kontenjanları artırırdım. ayrıca titanlarla olan husumetlere el atar dış politikamızı düzenlemeyi hedeflerdim.
uzun zamandır yapımcıların belki cesaret edemediğinden, belki ekonomik kaygılardan ya da belki başka sebeplerden (işin uzmanı ben değilim neticede) arkasında durmadığı, senarist ve yönetmenlerin de bu nedenle belki yazmadıklarından belki de uygun yapımcı ve kanal bulamadıklarından görmeyi ekranlarda özlediğimiz, spesifik özellikte karakterler barındıran ve ensemble diyebileceğimiz tüm karakterlerin başrol olduğu bir dizi. bayıldım ulan ben bu diziye. tek olumsuz özelliği çok uzun sürmesi dolayısıyla hikayenin macun gibi uzamış olması. ancak bu da onların suçu değil tv dizilerinin kısaltılması gerektiği tüm orta doğu ve balkanlar tarafından biliniyor zaten. neyse ona rağmen kendisini izletiyor ve “akşam dizim var.” cümlesini yıllar sonra bana kurduruyor. izleyin izletin.
17 yaşımdan bu yana içimi titreten, göğüs kafesimden mideme doğru ince bir sızı halinde yayılıp kollarımı ve bacaklarımı uyuşturan o duygunun adını buldum bugün. mutsuzluk. o yıllarda bu duygunun üzeri tıpkı tütünün sigara kâğıdına sarılması gibi narin ama güçlü olan bir başka hisle kaplıydı: umut. öyle olacak ki rüzgar esse hışır, hışır, hışır o kuvvetli sesi çıkartan kâğıdın tükürükle ıslandığında nasıl şeffaflaştığını ve biraz zorladığınız takdirde hemen parçalandığını tarif edebilirim. umut oburdu o yıllarda; onu beslemek adına pek çok yalanı büyütürdü zihnim; zaman zaman da bir kurtarıcı arardı. bu kurtarıcı bazen bir dost maskesiyle beliriverirdi yanı başımda bazense bir sevgili. hepsi birer birer terk etti beni. ilk giden maskeler oldu, pek de acıklı bir son değildi bu benim için. sonra bir baktım umudumu da kaybetmişim ama bu gazeteye “hükümsüzdür” ilanı verebileceğim gibi bir şey değil.
ınstagram’da toplam 2 gönderisi olur biri yazlak biri kışlak. 86 takipçisi falan olur o da taş çatlasın. arada çay story’si atar, hanımıyla gezerken bağ bahçede selfie atar, çoluk çombalak paylaşır. o şekil.
normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz.
Daha detaylı bilgi için çerez ve
gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.
online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.