ruinaimperii yazar profili

ruinaimperii kapak fotoğrafı
ruinaimperii profil fotoğrafı
rozet
karma: 4095 tanım: 199 başlık: 20 takipçi: 81
Dwell on the beauty of life. Watch the stars, and see yourself running with them.

son tanımları | başucu eserleri


shiroyama

japonya'da 19. yüzyılda gerçekleşen satsuma samuray isyanını bitiren savaş.
kumamato kalesi kuşatmasında yenilen samuray güçlerinden hala saigo takamori'ye (samuray'ların lideri) sadık olanlar satsuma'ya doğru çekildikten sonra shiroyama tepesini ele geçirmek üzere hazırlanırlar.
kumamoto kalesi kuşatmasında ve ondan sonraki savaşlarda 20.000 kişilik ordusu 500 kişiye kadar düşen saigo, artık son savaşını verecektir. kiraz çiçekleri dallardan düşüp omuzlarını okşarken, yaşlanıp dağların eteğinde huzurlu bir ölümü umarken , emperyal japonya ordusunun 30.000 ferdi tarafından shiroyama tepesine kıstırılmış ve racon icabı sonuna kadar savaşacaktır.
hayatın doğasıdır, eski topraklar bir yerden sonra bırakmalıdır.
hayatın doğasıdır, yenilikler günahlarla birlikte gelir.
tepeden aşağı bakar, 30.000 kişilik modern silahlarla donatılmış emperyal japon ordusuna göz gezdirir. gençlerle dolu, mühendislik harikası ölüm makinalarını görür. bunlar japonya'nın geleceği olacaktır artık. kendisinin ve samurayların zamanı geçmiştir.
bir de kendi dostlarına bakar. çoğu yaşlıdır ama hala çok kabiliyetlidir. antik savaşın üstatlarıdır onlar, yaşayan efsanelerdir.
eski ile yeninin her karşılaşmasında büyük iskender'den beri gelen kanun geçerlidir. yeni eskiyi savaş alanına gömer ve hayatına devam eder.
akbabalar tarafından etrafı çevrilmiştir. artık bu antik kültürün son şafağı üzerlerinde doğmaktadır.
shiroyama, samuray'ların bushido(samuray'ın yolu)'yu onurlandıracağı, son savaşını vereceği yerdir.
emperyal japon ordusu tarafından gelen teslim ol çağrısını reddetmiştir. artık savaşacaktır. sakuraların gölgesinde olmasa bile, kendi topraklarında, kendi dostlarıyla birlikte ölecektir.
tamamen kapana kıstırılmıştır. bir samuray bile kaçmasın diye 30.000 kişilik ordu tarafından her tarafı çevrilmiştir. top mermileriyle bastırılmış, tüfeklerin karşısına katanalarla koşanların öldüğü ufak bile gözükse de bir kıyım yaşanmıştır. hattı yarmayı başaran samuraylar, yakın savaş talimi almamış ön hattaki tüfekli askerlerden 30 tanesini indirebilmiş ancak sonunda öldürülmüşlerdir.
şafağa kadar dayanmışlar ancak artık 40 kişi kalmışlardır. bu 40 kişi de bombardımanlarla yavaş yavaş ölmektedirler.
savaşın sonlarına doğru saigo ve yardımcısı beppu shinsuke ile bir kaç samuray kalmış. saigo, harakiri dediğimiz samuray'ın yolunu onurlandırmak için seppuku'yu gerçekleştirmiştir. beppu ise harakiri yapanın inanç olarak tamama ermesi için ve kafanın düşmandan saklanabilmesi için kaishakunin denilen, harakiri yapan kişinin kafasını gövdeden ayırma işlemini gerçekşleştirmiştir. ancak saçlarını kesmedikleri için yine de saigo'nun ölüsü tanımlanmış ve bulunmuştur.
satsuma isyanı japonya'ya çok pahalıya mal olmuş, öyle ki ülke, kurşun ve diğer metalleri ordu bütçesi için kullanmak zorunca kalınca ilk defa bozuk para yerine kağıt para bastırılmış.
saigo ise ölümünden sonra 1889 yılında affedilmiş ve insanlar tarafından kahraman olarak görülmüştür.
yaptıkları bushido için onurlu bir hareket olarak görülmüştür.
kendisinin tokyo'da, sakura çiçekleri ile ünlü ueno parkında, son gerçek samuray olarak bronz bir statüsü bulunmaktadır. statue of saigo takamori.
bushido onurlandırıldı, son gerçek samuray'ın savaşıydı.
devamını gör...

lojistik

tırcılık değildir.kargodan ibaret değildir. fiyatlandırması öyle saçmadır ki şaşırır kalırsınız. ben temelde abd'yi, güncel zamanda çin'i baz alarak uluslararası ticaret bakımından inceleyeceğim.
öncelikle lojistik kavramı ilk olarak ortaya askeri ihtiyaçla çıkmıştır. büyük veya küçük farketmeksizin askeri birliklerin taşınması, ikmal edilmesi, yönlendirilmesi ve gönderildiği yerlerde dayanabilmesi amacıyla bu teori ortaya atılmış ve kullanılmaya başlanmıştır. modern öncüsü abd'dir. abd'nin 2. dünya savaşında, binlerce mil ötedeki avrupa'ya ve asya'ya yaptığı çıkartmaların başarılı olmasının en büyük sebebi lojistik planlamadır. bir bakıyorsunuz avrupa'da binlerce abd askeri fransız tarlalarında fink atarken bir bakıyorsunuz midway muharebesinde japonlara torpidolar ve füzeler yağdıran amerikan destroyer, kruvazör ve drednotları var. simultane zamanda aynı anda binlerce yerden birinde bulunuyorlar ve sürekli ikmal halindeler.
ticari olarak lojistik ise sanıldığından çok fazla komplike ve maliyetlidir. siz çinden kendinize 1usd'ye telefon kabı satın alırken free shipping'i seçiyorsunuz, peki 1 usd'ye telefon kabı satmak mı maliyetli, yoksa çinden türkiyeye ürün getirtmek mi?
çin devletinin en büyük sübvansiyonlarından biri lojistik masraflarını karşılamasıdır. çinin ihracatını zirveye çıkarmak için devletin ''özel'' işletmelere sunduğu ayrıcalıkların biri de shipping'i bizzat devletin karşılamasıdır. aldığınız kılıfı takarken xi jinping abime de bi hayır duası okursunuz artık.
ha gerçi okumanıza gerek yok.zaten kendisi istediği zaman sizin hangi duayı okuduğunuzu bilecek kadar bir istihbarat ağına sahip. bir gün ekranınızda aniden vinnie the pooh belirip ''o duayı yanlış okuyosun karşim'' derse anlayın ki xi amca sizi özlemiş.
çinin korkunç bir üretim devi olmasının yanı sıra altyapısı o kadar düzenli ve moderndir ki burada yurtiçi kargonun 10 km öteden evinize getiremediği paketi çindeki devlet bazlı kargo şirketleri 800km öteden 5 saatte kapınıza ulaştırıyor. hayat kısa, çin uçakları yere inmiyor.
çinin diğer avantajı ise liman kontrolleri ve gemi ağıdır. siz msc adındaki yunan firmasının dünyadaki commercial gemilerin %80'ine sahip olduğu kolpasını bir kenara bırakın ve korint boğazını, pireus limanını neden çinin aldığını düşünün. ya da nijeryaya ve afrikanın kıyı bölgelerine neden kısa boylu çekik gözlü kodamanların saldırdığını aklınıza getirin. adamlar çindeki herhangi bir limandan size istediğiniz ürünü bedava kargo ile gönderiyorlar. çünkü devlet karşılıyor, çünkü maliyeti ihracatçı firma ödemiyor, çin halkının vergileri ödüyor. avrupadaki limanları alarak da liman vergilerinden muaf oluyorlar, başka ülkelerin gemilerine gayriresmi ambargolar uyguluyorlar ki tekel olsunlar. böylece free shipping alabiliyorsunuz.
işin ilginci ise, 1kg'lik ticari ürününüzün olduğunu düşünün. bedeli de 50.000 usd olsun. bunu türkiye'den hong kong'a veya fransaya ya da güney amerikaya gönderebilirsiniz. değerli kargo olduğunu varsayın. en ucuz hangisi olur? fransa değil mi?
değil.
1 kg lyon teslim ticari kargo fiyatı 600 euro civarında.
herhalde en pahalı hong kong'tur o zaman, dünyanın bir ucu?
değil.
güney amerika'ya göndermek isterseniz 750 usd.
hong kong ne kadar peki?
doğru firma ile çalışırsanız 200 usd.
evet yine çin devleti.
siz yeter ki ticaret yapın, mal gönderim ücretleri de düşük, çünkü liman masrafı ve vergilerden muafsınız.
ticaret lojistik olmadan da olur ama doğru ticaret doğru lojistikle tadından yenmez olur.
devamını gör...

protesto

protestanlıktan gelir. haktır, hukuktur. martin luther kilisenin yaptıklarını doğru bulmayıp wittenberg saray kilisesi'nin kapısına mıh gibi sayfalarca yazıyı astıktan sonra anlamını kazanmıştır. gidişat ile ilgili şirket veya devlet olsun büyük çaplı nota vermektir. ''si'' notasıdır, notanın sonuna ekleyeceğiniz harfler size bağlıdır.
başkaldırabilirsiniz, isyan edebilirsiniz, eleştirebilirsiniz. bu haklarınızı kimse sizden alamaz. şu an özgürseniz, bunu yapacak cesareti bulan insanlar sayesindedir. siz kendinizde bu cesareti bulamıyorsanız hem tarihe, hem gelişme ve ilerlemeye hem de insanlığa ihanet ediyorsunuzdur. bilincinizin olma sebebi özgürlüktür, yoksa tekerlekte dönen hamster'dan farkınız yoktur. peynirinizi yiyin, laktoz intoleransınıza dertlenin.
almanya-avusturya'da martin luther protesto etmiştir. fransa'da robespierre ve diğer aydınlar protesto etmiştir.hindistanda gandhi, rusya'da lenin , afrika'da mandela, amerika'da siyahiler, ortadoğu'da mustafa kemal atatürk. bu insanlar protesto edip eyleme geçerek kendi halklarına haklar ve özgürlükler kazandırmışlardır. yoksa herkes kendi kendine eleştirmeyi bilir. bunda bir sıkıntı yok.
protest müzikler her zaman beni etkilemiştir. janrası ne olursa olsun hep toplumsal olaylara duyarlı ve bilinçli şarkıların keyfi ayrıdır.
ratm- killing in the name of
bu şarkı polis vahşetine ve kötü güç kullanımına-güç zehirlenmesine tepki olarak yazılmıştır. albümün kapağında ise 1963 yılında vietnam başkanı diktatör ngô đình diệm'in budistleri bastırmaya ve yasaklamaya çalışması üzerine vietnamlı bir keşişin kendini yakmasının fotoğrafıdır. bu keşiş kendini yaktıktan sonra hiç hareket etmemiş ve yüzünde çektiği acının esamesi okunmamıştır.
architects- royal beggars
bu şarkıda ise architects günümüzde sorgulamadan, önüne verileni kabul eden, ot gibi yaşayıp ot gibi ölecek olan insanları anlatmıştır. bunun suçlusunun da sistem olduğunu ve bu sistemden bir kurtarıcıya ihtiyaç olduğunu önermektedir. protesto etmesi gerekirken uyuyan insanları protesto etmiştir. protestepşın or whatever.
''kafeste bir kuş gibi
uçmaya çalışan
ödememiz gereken bedel bu mu?
öfkeyle dolup taşarken
yine de itaat ediyoruz
çünkü kasırganın ortasında uyuyakalmışız''
dinliyor musun, farketmemiş olabilirsin,
yolumuzu tamamen kaybettik,
bulutların arasında kayıp mı oldun?
odaklanabilir misin?
ihanet edeceğimiz insanlar kendimiziz.''
savaş her zaman korkunçtur. kazananı yoktur. masum insanlar ölür. bunları çocukluktan beri biliyoruz. peki ne kadar kanıksıyoruz? düşüncesi bile neden korkutmuyor bizi? körfez savaşını televizyonlardan izledik, nasıl duygulanmadık orada ölen masum insanlara, nasıl geceleri rahat uyuduk?
trivium- down from the sky
''gözlerimi açtım
dünyanın değerini gördüm.
gökyüzünden gözyaşları yağıyor.
taş üstünde taş bırakmayacaklar.
kimin tanrısı daha güçlü kanıtlamak için.
gökyüzünden ateş yağıyor.''
bunları yapan, bunlara izin veren katillere nasıl geçit verdik? neden protesto etmedik?
''vampirler insanoğlunun savaşlarından beslenirler.
imparatorluğunun tahtında şişmanlayan diktatör;
korkunç alevler tehditiyle yönetiyor.''
ve bu devletlerin vatandaşları nasıl kendi devletlerinin bunu yapmasına izin verdiler? ingiliz grubu architect hem kendi ülkesine hem de amerika birleşik devletlerine söyleyecek çok fazla sözü olan bir grup. ''a match made in heaven'' bana kalırsa son dönemlerde çıkmış en iyi protest şarkıdır. abd'nin ortadoğu politikasına lanetler okuyor, açık açık siz zalimsiniz diyor. kaç siyasetçi bunu açık açık söyleyebilir? kaç gazeteci bunları yazabilir? o kadar az ki ve o kadar baskı altında ki bunları yazmaya çalışanlar bile. işte müzik bu yüzden güzeldir. adamlar açık açık siz kökünüze kadar çürümüşsünüz diyebiliyor.
a match made in heaven- architects
''söylesene bana, değdi mi bunlar krallığının büyümesine?
kim kaldı geriye zararı hesaplayacak?
yıkıntıların altında kaybedilen hayatların hikayeleri yatıyor.
şimdi biz gittik, iz bile bırakmadan.
ama onların asla yerine koyamayacakları bir şey aldık onlardan''
-abd özgürlük getirmeye girdiği ülkelerden insan hayatları alarak çıkmıştır. ölen insanlar asla geri gelmeyecektir, geriye kalanlar asla tam olmayacaklardır.
''cennette yapılan savaş, cehennemin yolunu açtı.
bu yoldan daha önce yürüdük.
soğuk kanlı intikam,
sizin devriminize sıçayım.''
-vietnam, kore ve ortadoğu savaşları.
''barışı çiğniyorsunuz ve savaş olarak tükürüyorsunuz.
kapıda bekleyen kurdu besliyorsunuz.
kökünüze kadar çürümüşsünüz''
-işidi, boko haram'ı, talibanı, uzakdoğu dikdatörlerini fonlayan ve besleyen abd ve avrupa devletleri.
''tetiğin üzerinde parmak izlerini bulduk,
eğer zalim diktatör nerede diye arıyorsan, aynaya bak''
-zalim ve katil diktatörleri besleyip, onlar adına muhalifleri öldüren abd ve batı devletleri. asıl zalimler kim belli.
''en başından beri biliyordun, kanser sıçrayacak,
başına ödül koydukları zaman şaşırma''
-bu terör örgütlerini fonlayan devletlerin, etki alanındaki ülkelerde terörün yaygınlığı ve en sonunda kendi ülkelerinde bombalar patlaması.
''üzgünüm çocuk, evini yokettik
aileni katlettik, artık kendi başınasın.
kafamız kuma gömük,
domino taşları gibi düşüyor,her şey plan dahilinde''
-dünyanın farklı yerlerinde terör ve savaşlar yüzünden yetim ve öksüz kalan çocuklara, bu çocukları ailesiz bırakan devletlerin yaklaşımları. umurlarında değil.
korkmayın.
geçmişini hatırlamayanlar, onu tekrar yaşamak üzere lanetlenmişlerdir.
devamını gör...

avrupa birliği

avrupa birliği görüntüde anglosakson,vizigot,frenk kavimleri ve diğerleri olarak ayrılsa da aslında doğu batı harmonisinin çok güzel bir örneğidir. bizim ülkemiz gibi multi etnik ve multi kültürel unsurlarla harmanlanmış ve yoğunlaşmış çatışmalarımızın ve paylaşımlarımızın biraz daha dar çaplı ve yüzeysel ayrışmalarına sahiptir. sağ kanadı sovyet bloğu ülkeleriyken sol kanadı ingiliz- amerikan ülkeleri olarak adlandırabiliriz. ben avrupa birliğine baktığım zaman çok geniş çaplı sit-com görüyorum. ispanya son 2 yüzyıldır sorunlarıyla yıllardır uğraşan problemli, ateşli bir genç, fransa narsist egoist ancak çok yumuşak karınlı 40 yaş üstü alıngan yönetici yardımcısı, ingiltere üst kademe memur emeklisi, kimin nerede ne yaptığını bilen, mahallenin en zengin ve en küstah yaşlısı( yakın zamanda mahalleden taşındı ve o mahallede bakkala bile gitmiyor), almanya mahallenin en zengin ve en çalışkan orta yaşlı son model mercedes'e sahip yakışıklı ve yardımsever delikanlı(geçmişteki serseriliklerinden ötürü herkese kendini borçlu hissettiği için biraz mağrur tabii), avusturya almanyanın kardeşi, abisine özeniyor ama çok iyi müzisyen ve mimar olduğu için çok para pulda gözü yok, italya mahallenin en şık giyinen ve şarap mahzeni olan marka takıntılı savurgan güzel hanımefendisi( maliye politikaları sebebiyle mahalleli bunu toplayıp falakaya yatırmıştı), hollanda ve belçika birlikte takılan yenilenebilir enerjiyle kafayı bozup kendi evinde ot yetiştiren bilinçli hapçı tayfa(herkes tarafından takdir ediliyorlar), estonya, isveç ve finlandiya 3'lü gezen,sarışın,hayattaki en büyük dertleri danone yoğurtlarının glikoz oranını %0,0000001 arttırması olan zengin bebeleri( isveç tabi biraz da diğer mahallelerde evsiz kalan insanları rastgele evine aldığı için buruk), bir de mahallenin dibinde oturup mahalleye bütün ısrarlara rağmen taşınmayan norveç var ki kafayı mahallenin kenarındaki gölde somon balığı yakalamak ile bozmuş ( norveç'in avrupa birliğine girmemesinin en büyük sebeplerinden biri somon ve balık ticaretinin ab ticaret yasalarıyla sabote edilmesi ihtimali olması).
bir de tabi kenar mahallemiz var. suburb'ümüz. varoşlarımız. varoşlarda yaşayıp çalışmaya ana mahalleye gitmeye çalışan fakir insanlar. oraya yerleşmenin hayalini kuranlar. ana mahallede gerekirse tuvalet temizlemek için koşa koşa kendi mahallesini terkedenler. romenler, slovaklar, bulgarlar, lehler. romanya'nın ab'ye alınması çok zor geçmiştir. çünkü arabayla romanya'ya giderseniz bükreşe ulaşana kadar sokaklarda uyuyan, yol kenarlarında dilenen insanları görebilirsiniz. sscb'nin soğuk yönetimi ve terkedişinden sonra çavuşesku arkasında öyle bir enkaz bırakmıştır ki, ülke hala toparlayamadı. fakirlik inanılmaz düzeyde, insanlar sefillikten açlıktan kırılıyor. ekonomi rezalet durumda, ab fonları ve destekleri olmasa ülkenin hali kim bilir ne olurdu.
bulgarlar ballı, en azından market alışverişlerini sürekli mahalleye taşınmak isteyen ancak bir türlü taşınamayan, mahallenin hiç bir standartını kabul etmeyip hile hurda yapan, mahalleliyle iyi ticaret yapan ama dünya görüşü olarak zıtlaşan bir bakkal'dan ucuza ne isterlerse alıyorlar. bıyıklı bir bakkal.kafası çok karışık bir bakkal. durduk yere indirim yapıyor. kendi istemeden hem de. mahalleli bakkalın arazisi içerisinde mükemmel bir deniz ve tarih dolu bir alan olduğu için oraya tatile geliyor. hem de mahallelinin parası bakkalın fiyatlarına nazaran çok.
bir de o bakkalın tatlı mı tatlı bir komşusu var. komşu mahalleye dahil olmuş. hile hurda ile. finansal olarak çok iyiyim beni alın demiş. kağıda yazmış benim çok param var diye, mahalleli de inanmış, incelemeden almış. meğersem hatun batmış bile çoktan. ama o kadar güzelmiş ki hatun. kültür fışkırıyormuş üzerinden, kendi alfabesi bilimin dili olmuş, çok düşünmüş hatunun ataları, çok şey yazmışlar, medeniyeti varmış hatunun atalarının. mahalleye girdikten sonra mahallelinin desteklerini maliye ve reforma ayıracağına sağa sola yedirmiş ve batmış. almanya kıyamamış böyle güzel bir hatunun telef olmasına, mercedesiyle çekmiş kızın evin önüne gel demiş seninle anlaşma yapalım sen bu parayı al. al kızım çekinme. bana sonra ödersin demiş. kız da hıı aynen demiş. daha hala ödememiş.ah yunanistan'ım, ouzo'lu kekim.
italya'da zengin ve beyaz yakalı kuzey fakir ve işçi güneyden ayrılıp bağımsız olmak istiyor.amerika'da zengin eyaletler fakirlere bakmazuk deyip bağımsız olmak istiyor. türkiye'de batıdakiler doğudakilere mi bakıcam diyip isyan ediyor. peki avrupa birliği neden doğudaki sovyet bloğu ülkelerini fonluyor?neden onlara altyapı ve eğitim için para saçıyor? neden gelin batıdaki üniversitelerde ücretsiz okuyun diyor? neden isyan etmiyor batının zengin ülkeleri? neden yunanistan batmak üzereyken avrupa birliği cebinden milyarlarca euro fon veriyor? neden ulan, keriz mi bunlar?
hayır, tam tersine çok zekiler.
jean-claude juncker, eski avrupa komisyonu başkanının harika bir sözü var:
the wind is back in europe's sails. we now have a window of opportunity but it will not stay open forever. now is the time to build a more united, a stronger, a more democratic europe.
europe extends from vigo to varna. from spain to bulgaria. east to west: europe must breathe with both lungs. otherwise our continent will struggle for air.
yani diyor ki avrupa batı ve doğudan oluşur. sadece batı değildir. iki ciğeri vardır avrupanın, bir diğeri olmadan nefes almakta zorlanır.
ab'yi ab yapan budur. yunanistan dara düşerse kriz bütün avrupaya yayılır. euronun değeri sallantıya girer. birliğin bir ülkesinde herkes avrupalıyım özgüvenine sahip olduğu zaman yenilmez olurlar. bunu aşılamaya çalışıyorlar. mahallenin her tarafındaki insanına bunu öğretecekler.
ilginç bir mahalledir avrupa, bir gün o mahalleye taşınabilmek ve deneyimleyebilmek dileğiyle.
devamını gör...

normal sözlük yazarlarının karalama defteri

dolar borcum var. benjamin franklin aradı napıosn kuzen diyor, dedim resmini elimde tutuyorum her gün ağlıyorum. philadelphia'ya yeni pideci açılmış dedi. pideyi özgürlük çanının içinde servis ediyorlarmış. dedim bağımsızlık bildirgesinde adı geçiyor mu pidecinin?geçmiyor dedi. belediyeye mühürlettim. pideci aradı. benjamin abiye öyle böyle demişsin dedi. dedim seni çanın içine sokar eyalet eyalet gezdirim.gel lan dedi.dedim gelemem ulan gelemem, greencard çıkmadı.zaten istememiştim. yeşil pasaportum var, kartı napayım. süresi geçmiş dedi.neyse.
ulan dedim benjamin, başka fotoğrafın mı yoktu şu tipe bak. dedi bizim zamanımızda fotoğraf mı vardı.haklısın dedim.hani mucittin lan sen? posta sistemini ben kurdum dedi.kurduğun sistemde her gün amazondan milyonlarca penis yüzüğü alınıyor dedim. ha sen beratı diyorsun dedi. yok dedim.sağolsun beni yükseltti dedi.dedim berat kim tanımıyorum.lan yükseldim dedi.dedim ne zaman yükseldin.oluyor baya dedi.11 olacam dedi.dedim 18 ol bira ısmarlayayım.18 olursam bırak birayı arpa alamazsın dedi. seni konya ovasına gömerim dedim.hollandadan büyük dedi.dedim dünya ve konya 5'ten büyüktür.hem konyanın pidesi philadelphia pidesine tövbe çektirir. evet abi yaa hep gdolu buralar dedi.senin elemanların başının altından çıktı dedim gdo.doğru dedi.
oğlum dedim benjo, philadelphia alaşehir demek biliyor musun? dedi evet ama ben salihliyi seviyorum. daha yöresel dedi.abi dedim yöre fantazine lanet olsun.göbeği büyütmüşsün dedim. dedi daha büyüyeceğim. dur dedim yarın faizleri arttırıyoruz. duramam dedi. durmazsan adam değilsin dedi.
zaten adam değilim, ben parayım dostum, parayım. imparatorlukların çöküşü ve doğuşuyum. dünyadaki en geçerli varlığım dedi.
varsın dedim.keşke olmasaydın.
devamını gör...

formula 1

formula 1'i popüler ve bilinir yapan şey dramlar,hikayeler ve kazanmak için her şeyi yapabilecek gözü dönmüş pilotları izleme keyfidir. eğer bu sporu uzun yıllardır yakından takip ediyorsanız, insanların efsane dedikleri pilotların aslında hırstan kendini kaybetmiş insanlar olduğunu bilirsiniz. en bilinen isim olan michael schumacher'in aslında kazanmak için her türlü ''pisliği'' yapmaya hazır olduğunu görmüşsünüzdür. öyle ki, 1994 yılında avusturya grand prix'sinde şampiyona lideri ve şampiyon olmasına ''ramak kalan'' damon hill'e kaza yaptırarak yarış dışı bırakmış ve şampiyonluğa ulaşmıştır.damon hill'e çok büyük haksızlık yapılmış olmasına rağmen schumacher diskalifiye edilmemiş, pazarlaması ve bilinirliği daha yüksek olduğu için kazanmasına göz yumulmuştur tık
aynı şeyi 1997 yılında jerez'de villeneuve e yapmış ancak artık fia schuminin kontrolden çıktığını düşünerek bu sefer turnuvadan diskalifiye etmiştir.tık tık
özellikle baricello'ya yaptığı bir savunma vardır ki resmen adamı bile bile ölüme gönderecekti buradan.
bunları kesinlikle schumi'nin değerini düşürmek için yazmıyorum. bunları size anlatmamın sebebi formula 1 gerçekten ter ve gözyaşından ibarettir, gözü dönmüş ve bütün kuralları kazanmak için bükmeye çalışan insanlar formula 1'i formula 1 yapmıştır. özellikle bu sezonda silverstone'da lewis'in max'ı pist dışına atması da yeniden bu heyecanı sezona getirmiştir. 2016 sezonunu izleyen bilir, rosberg ve hamilton kapışmasında neredeyse birbirini öldürecek kadar gözü dönmüş iki insanın yarışını izlemiştik. tamamen politika ve taktiksel savaş içerisinde olan iki takım arkadaşının savaşından rosberg galip çıkmıştır ancak 1 hafta sonra formula 1'den emekliliğini açıklamıştır.gerçekten mental açıdan öyle bir sağlamlık gerektirir ki bu spor, rosberg gibi bir profesyonellik abidesini bile ben bu manyak evladıyla başa çıkamam deyip kariyerinin zirvesinde sporu bırakmaya itmiştir.
işte bu yüzden aşığız biz bu spora.
her motor sesini duyduğumuzda her geçişte, her en hızlı turda kalbimiz hızlanıyorsa, bunların en büyük sebebi bu hikayelerdir.drive to survive izleyenler bilir, pierre gasly gibi bir gencin sıfırdan başlayıp hayalindeki takıma girmesini, orada çok kötü performans yaşayıp takımdan atılmasını, sonra en yakın arkadaşının f2'de yarışırken ölmesini yaşamış, ancak sonra çok çalışmış,küllerinden doğmuş ve 2020 monza'da yarışı kazandığında kilometreler öteden bu sporun tutkunu beni hüngür hüngür ağlatmıştır.
2021 sezonu şimdiden bile yıllarca hatırlanacak anlara sahne olmuştur. mercedes koltuğu için çekişen bottas/russell kazası, max'in harika performansları, lewis'in 2016 mindset'ine geri dönmesi ve tamamen gemileri yakması,silverstonedaki yıllarca konuşulacak max/lewis kazası ve perez'in redbull'un aradığı wingman olarak pistlerde olması.
motorsporlarının zirvesi olan bu harika organizasyon, teknik özelliklerine indiğiniz zaman uçan sinekten bile enerji üretebilecek potansiyeldeki mühendislerin müthiş zekalarına tanık olmanızı sağlar. açıklama videolarını izlerken yahu burdan da beygir gücü sağlamazsın dediğiniz her yerden güç sağlayan psikopat manyak ruh hastası mühendislerle dolu bir yerdir formula 1.
lütfen futbol fanatizmini formula 1'e taşımayın. evet formuladaki insanlar kazanmak için her türlü itliği yapacaklar, evet mübah değil, evet onun hakkı o değildi evvet ve evet onurlu bir savaş olmadı ama bunlar formula 1'in yazısız kurallarıdır. o yüzden max şöyle şerefsiz lewis böyle haysiyetsiz gibi şeyler yazdığınız zaman gerçekten komik gözüküyorsunuz(lafım meclisten dışarı, bu sözlük için konuşmuyorum).
efendilik isteyen clio cup izlesin, burası sıkıntılı elemanların kapıştığı, yazılı olmayan kuralların yazılı kurallardan daha geçerli olduğu bir dünya.
devamını gör...

witold pilecki

2. dünya savaşında en çok çeken ülkelerden biri olan polonya'nın en büyük kahramanlarından biri.
sovyetler ve naziler arasında kalmış, düşman farketmeksizin zulüm görmüş bir ülke. işgal altındayken sovyetler tarafından katyn şehrinde 22.000 subayı, aydını, polisi toplanıp, savunmasız hale getirilip kafalarına 1'er kurşun sıkılarak öldürülmüş, naziler tarafından halkı bastırılmış, komşuları,dostları sadece yahudi doğdukları için toplama kamplarında öldürülmüş, yetmemiş ordusu sürgüne gönderilmiş, halkı direniş başlatmış ve aslanlar gibi savaşmıştır.bu kahramanca direniş içerisinde bir çok isim var ancak ben witold pilecki gibisini okumadım.
13 mayıs 1901 tarihinde, göl kenarı bir şehirde doğmuş, sonrasında karelya düzlüklerinden kalkıp polonya'ya gelmiş, 1864 polonyadaki isyandan ötürü rusyaya sürgün edilmiş, isyan damarlarındaki kanda olan leh bir ailenin çocuğudur.
2. dünya savaşı çıktığında süvarı yüzbaşısı olarak görevde olan pilecki, 1939 yılında alman işgali başladığı zaman almanlarla çatışmış, bölüğü neredeyse yok olma durumuna gelmiş ve yeni bir bölüğe geçmiştir(41. bölük). ancak sovyetlerin de polonyaya girmesi ile birlikte polonya ordusu tamamen dağılmış ve iş başa düşmüştür.başkomutan edward śmigły-rydz'in romanya üzerinden fransa'ya çekilme emrini reddetmiş, polonya'da yeraltı direnişini örgütlemek için vatanında kalmıştır.
kasım 1939'da varşova'da włodarkiewicz önderliğinde , pilecki, jerzy maringe, jerzy skoczyński, jan ve stanisław dangel kardeşler ile ''gizli polonya ordusu(tajna armia polska)'' nu kurmuşlardır. büyük leh isyanındaki ilk yapılanmalardan biri olan bu örgüt, diğer vatandaşlara da cesaret vermiş ve direniş için çeşitli örgütler kurulmaya başlanmıştır.
içerideki bir köstebek yüzünden bu örgütün bazı elemanları yakalansa da almanlar tarafındna, pilecki ve włodarkiewicz yakalanmamıştır. włodarkiewicz tarafından düzenlenen toplantıda pilecki'ye almanların yaptığı katliamları belgeleyebilmek, batının dikkatini üzerine çekip bu zülme son vermek için auschwitz'e sızma görevi verilmiştir.
bir dakika bile düşünmeden kabul etmiştir.
almanlar tarafından yakalanmak için kendini ele verdirtmiş ölen bir vatandaşın belgelerini kullanarak kendisini auschwitz'e attırmış ve efsane olacağı 4859 numaralı tutsak numarasını almıştır.
katliamları kanıtlayan çok önemli belgeler toplamış, bunları bir şekilde komutanına iletmiş, her gün türlü işkenceler görmesine rağmen hiç bir zaman yılmamış, hapisteyken savaşmış, rütbesini ve kimliğini saklamış, tutsaklara moral vermiş, gizli yemek yardımları yapmış, ölmekten bir an bile korkmamış, ülkesi ve insanları için kendini feda etmeye her zaman hazır olmuş.
yakılmaktan, gaz odasına atılmaktan, üzerinde deneylerin yapılmasından korkmadan kendini ön plana atmış.
kamp'ı içerideyken özgürleştirmek için isyan çıkartmak istemiş ancak komutanları izin vermemiş.
1943 yılında kampın köşesinde kalan fırına atandığında, alarm telini kesip çalılardan 2 arkadaşı ile kaçmışlar, ss askerleri ormanda onları arasa da bulamamış.
karargahına gittiğinde ise anlattıklarından dehşete düşen komutanları daha da çok hırslanmış ve hızlı bir örgütlenme içerisine girmişler.
1944 yılında meşhur varşova ayaklanması çıktığı zaman rütbesini saklamış, sokaklarda askerleriyle birlike karış karış savaşarak isyan etmiştir.katillere, canilere geçit vermemiş, ülkesini ve insanlarını korumak ve yaşatmak için her şeyiyle savaşmıştır.
varşova ayaklanması başarısızlıkla sonuçlandığında almanlar tarafından tutsak edilmiş ancak yine kimliğini sakladığı için almanlar kim olduklarını bilmediklerinden öldürmeye vakitleri olmamış. 1945 yılında savaş bittiğinde serbest bırakılmış ve o çok sevdiği ülkesine kavuşmuştur.peki ülkesi özgür müdür?
hayır.
rus kuklası olan o dönemin hükümeti, bizzat rusyadan gelen emirle pilecki'yi yakalamış, kahramanlarını hain olarak görerek hapise atmışlar ve en acısı, özgür bırakmak için ömrünü verdiği vatandaşları tarafından yargılanmıştır.
rus baskısı yüzünden ingiltereye ajanlık yaptığı gibi saçma sapan bir iddia ile yargılanmış ve idam edilmiştir.
2. dünya savaşının en yürekli en gözü kara kahramanlarından biridir.
kurtuluş savaşı gibi kutsal bir bağımsızlık savaşı veren bir ülkenin vatandaşı olarak bu hikaye beni öyle etkiledi ki, kim bilir bizde böyle ne hikayeler vardır diye düşünmeden edemedim. witold'un hikayesini okuduktan sonra mustafa kemal atatürk ve arkadaşlarına, gözü kara askerlerine ve halkımıza bir kez daha saygı duydum, onlarla bağdaştırdım.
ben kendisini sabaton'un ınmate 4859 buradan ile tanıdım.
''ınmate in hell or a hero in prison?
soldier in auschwitz we know his name.
locked in a cell, waging war from the prison,
hiding in auschwitz he hides behind 4859.''
devamını gör...

mastodon

mastodon'u müzikal anlamda mastodon yapan brann dailor'un ahtapot olması, brent hinds'in kafayı tamamen sıyırmış ve boyutlararası sololar atabilen bir mahlukat olması, troy sanders'ın adına nüktedanlık yapan inanılmaz epik sesi, bill kelliher'ın amfilerle kozmik anlamlarda ilişki kurup mükemmel mistik ve cezbedici tonlarla albümleri süslemesi gibi milyon tane şey sayılabilir ama bana kalırsa mastodon'u asıl mastodon yapan şey grup üyelerinin arasındaki harika uyum, çok yakın dost olmaları ve grup üyelerinin yaşadıkları trajedilerde birbirlerinin yanında olmaları ve bu trajediler üzerine şarkılar inşa edebilmeleridir. hem şarkı sözleri iki farklı olguyu aynı anda yaşatabilirken, aynı zamanda beste bakımından da size gerçekten ne hissettirmek isterse onu hissettirir.
kanımca gelmiş geçmiş en güzel albümleri crack the skye'dır, müzikal altyapısı, gitarların mistik sound'u ve hikaye birleşimiyle birlikte.
mastodon albümlerinin genel olarak 2 teması bulunur. ilki metaforik bir hikayeyken, ikincisi gerçekten yaşanmış bir olayı(genellikle trajedi) grup üyelerinin el ele verip işlemesiyle ortaya çıkar. crack the skye albümü grubun beyni ve kanımca tanrı tarafından efsanevi yetenekler bahşedilmiş olan brann dailor'un, kardeşi skye dailor'un çocuk yaşta intiharını işler, ama bu albüm aynı zamanda çarlık rusyasında çar'a suikast düzenlemeye çalışırken yakalanıp kaçmaya uğraşan, farklı boyutlara geçip oradan dünyaya dönmeye çalışan bir katili anlatır. the last baron,oblivion, the czar, divinations, ghost of karelia bu macerayı anlatırken, albümün 6. şarkısı crack the skye, skye'ın intiharını ve brann'ın bu olayın neticesinde neler hissettiğini iç parçalayıcı şekilde anlatır. crack the skye'ın sözleri ikizim dediği kardeşinin intiharının brann'de bıraktığı yıkıcı etkiyi size yoğun bir trajedi ile hissettirirken, şarkının bestesi ise sizlere ölüme karşı olan nefret dolu isyanı, çaresizliği ve içinizden atmak istediğiniz o ağır yükü vucudunuzda yaşatır.
''deep withing the endless void
searching for a sign''
''ı can see the pain
ıt is written all over your face
the screaming arrows tear through my soul
ın the dawn your face is haunting
white ghostly dreams''
''weight of worlds is on your shoulders
hear the voice of gold''
''desperate heathens flock to sirens
guard your heartache well
momma don't let them take her
take her down
please tell lucifer he can't have this one
her spirits too strong''
grubun bir diğer şaheseri olan albüm ise sultan's curse'dür. bu albümde ise, troy'un eşinin kanser olması ve bill'in annesinin kanserden vefat etmesi gibi olayların üzerine grup üyelerinin toplanıp yaptığı şarkılar bulunur. bu albümün metaforik hikayesi, kum imparatoru dedikleri hayali bir evrende, imparatoru öldürmeye çalışan ancak başarısız olup kaçan ve çöllere düşen bir adamın yaşadıklarını anlatır. buradaki kum imparatoru metaforu kanseri temsil eder ve kahramanımız onunla mücadele eder. sultan's curse, roots remain ve jaguar god en yoğun kanser temasını işleyen üç şarkıdır. özellikle roots remain şarkısı kansere adanmış, onunla savaşan insanlara güç vermesi için yazılmıştır.
''beauty fades, deaths decay
fires on high, reach the sky
branches break, roots remain
strong in mind beauty
your adventure is dark and it hides beyond the cells
all ı feel alive, the hearts will prevail
the stolen eye was found and given to the lost soul
while the moon sets far and the milestones seem low''
dallar kırılabilir ama kökler kalır, güzellik aklında güçlüdür.
devamını gör...

orphaned land

oryantal metal dediğimiz belki de metalin en renkli janrasının myrath ile büyük temsilcilerinden biri.
özellikle all is one ve the cave şarkılarını çok beğenerek dinlerim.
all is one zaten şarkı sözleri olarak çok hoştur ancak ben özellikle the cave şarkısının sözlerinde plato'nun mağara alegorisini ele almalarını çok takdir etmiştim.
platon'un mağara alegorisine göre yeraltında bir mağarada birden çok insanın olduğu varsayılır.
bu insanlar mağaranın girişine sırtlarını dönmüşlerdir. yalnızca kafalarını hareket ettirebilecek şekilde elleri kolları bağlıdır. önlerinde bir duvar vardır ve bu duvarın yüzeyinde etrafta duvara yansıyacak şekilde yerleştirilmiş, ateşin önüne çeşitli objeler konulmuştur. mahkum dediğimiz bu insanlar hayatı gerçekten sadece duvarda gördüğü görüntülerden olduğuna inanırlar.
şarkının nakaratında ise şu sözler geçer:
one can easily forgive a child who is afraid of the dark
but one cannot forgive a man who is afraid of the light
karanlıktan korkan bir çocuğu affetmek kolaydır ancak karanlıktan korkan bir yetişkin affedilemez.
günümüz medyasında(yandaş veya muhalif, batı veyahut doğu farketmez) insanların önlerine konulan her yansıtmayı kabul edip ellerini ayaklarını çözüp mağaranın dışına çıkmayı kabul etmiyorlar. her reşit olmuş ve sorgulama kapasitesi bulunan insan kendine gerçeği bulmakla mükelleftir. bu yüzden karanlıktan korkan çocuk affedilebilir ancak muhakeme kapasitesine sahip olup da karanlığa razı olan erişkinler affedilemez. evet sevgili 40 yaş üstü facebook tayfası, bu şarkı eflatundan size gelsin.
devamını gör...

altın

iyi bir ustanın elinde sanat eserine dönüşen, doğada diğer metallere kıyasla daha ender bulunduğu ve güzel görüntüsü sebebiyle yüzyıllarca insanoğlunun elinde oyuncak olmuş bir madendir.
doğada saf halde bulunur ancak insanoğlunun değer yargıları ve hırsı yüzünden insan eliyle ''ayar'' dediğimiz yüzdesel oranlara bölünüp, daha çok insana daha ulaşılabilir bir şekle sokulup,sunulmuştur.
altın ayarı, ticarette 24'e bölünmüştür. 24 ayar altının en saf halidir, içinde herhangi bir katkı maddesi bulunmaz.
1'den 24'e kadar giden skalada 1 ayar içerisinde en az altın bulunan karışımı, 24 ayar ise saf altını temsil eder.
binlik yüzde ile hesaplandığı zaman ise şöyle bir tablo çıkar karşımıza:
1000/24=41,66 demektir. yani 1 ayarlık altın dendiğinde aklınıza binde 41,66 yani yüzde 4'lük bir oran gelmelidir.
kuyumcularda duyduğunuz 8 ayar,14 ayar, 18 ayar ve 22 ayar(genellikle burma bilezikler) aslında size o mamülün içindeki has altın oranı hakkında bilgi verir.
10 gramlık 22 ayar bir burma bileziğin içinde 9,16 gram has altın bulunmaktadır.geriye kalan 0,84'gramlık kısım ise katkı maddeleridir(bakır,alloy ve rodyum genellikle)
şöyle hesaplayabilirsiniz; 10 gr (toplam bileziğin gramı) x 0,916( 22 ayarlık bir bileziğin içerisindeki altın oranının katsayısı- 41,66x22: 916)
aynı hesabı diğer ayarlar için de bulabilirsiniz.
bu nerede işime yarar derseniz:
güncel gram altın fiyatının 500 tl olduğunu düşünürsek;
10 gramlık 18 ayar bir ürünün içerisindeki sadece altının fiyatını hesaplayabilirsiniz:
o da şöyle olmakta;
10x(41,66x18)=10x0,750=7,5 gram has altın demektir.
7,5grx500(güncel altın fiyatı)= 3750 tl 10 gramlık 18 ayarlık bir bileziğin içindeki altın fiyatıdır.
tabii ki size kuyumcu bunu bu fiyata veremez. çünkü altın satmıyor, size aslında sattığı şey işçiliktir.
yani bir kuyumcuya gidip bak abi bunun fiyatı bu sen neden bana başka fiyat veriyorsun dediğiniz zaman sizi dükkandan kovarsa hakkıdır.
çünkü o ürünü yaptırmak için sadece altını tezgaha koyup oluşmasını beklemiyorlar.
1 bilezik yapımı için makina ve katkı maddeleri, kiralar, çalışan masrafları, vergiler vs. hepsini hesaplaması gerekiyor.
kuyumculuk sektöründe özellikle makinelerin döviz ile satılması, altının içine konulan katkı maddelerinin döviz kuruna endeksli olması gibi çok fazla dışa bağımlı etmen vardır.
ve özellikle kalifiye eleman gereklidir çünkü elinizde bulunan altın madeni biraz kaprislidir, öyle herkes kolay kolay ondan bir şeyler çıkaramaz.
ek olarak, kuyumculuk sürekli ve düzenli para kazanabileceğiniz bir alan değildir.çok risklidir ve biraz da şansa ihtiyacınız vardır, sürekli satış durumunuz olmadığı için yüksek kar marjıyla çalışmak zorundasınızdır. yani bu hesaplamayı alıp da lütfen kuyumcu abilerimiz ablalarımıza atar yapmayınız.
türkiye'de bu işin uzmanı ermenilerdir. gerçekten madenle aralarında özel bir ilişki vardır, bunu konuşmalarından, bakış açılarından farkedebillirsiniz.
esnaflıkları harikadır. hiç bir şekilde size türlü çakallıklar yapıp sizi uyutmaya çalışmazlar. ürünleri el emeğidir, harika tasarımları vardır ve siz işe yeni başlamış bir genç olarak yanlarına gittiğiniz zaman size abilik yapıp her şeyi gösterirler. tanıdığım onca ermeni usta hakkında bir kere bile kötü bir şey duymadım.
altın muhteşem bir madendir. ruhu ve kişiliği vardır, istediğiniz kadar kimya okuyup teorik olarak düşünseniz dahi bazen tepkimeye girmesi gereken yerde tepkimeye girmez,böyle durumlarda ustanıza bakarsınız, madenin canı sıkkın rahat bırak der, gümüş yenge ile mi atışmış usta dersiniz, güler geçersiniz.
devamını gör...

pırlanta

''güzel bayan, parmağınıza taktığınız o pırlanta, dünyadaki bütün imparatorlukların kuruluşunu ve yıkılışını, bütün dinlerin oluşumunu ve evrimini, dinazorların yer kürede yürüyüp yokoluşunu, bütün güzel aşk hikayelerinin başını ve sonunu, bütün dramları ve trajedileri görmüş ve yine de ışıltısından hiç bir şey kaybetmemiştir''
italya'daki arezzo fuarında kullandığım bu cümle karşımdaki insanı yeterince etkilemiş olacak ki hanımefendi çok fazla düşünmeden siparişini onaylamıştı.
bu havalı gibi görünen, biraz da ııııııyhhhhhhhhhh dedirtecek cümlenin altyapısı nedir peki?
elmas dediğimiz arkadaş karbon temellidir ve oluşabilmesi için sistematik ve çok yüksek düzeylerde basınca ihtiyaç duyar.
karbon elementinin yüksek basınç altında kalarak oluşturduğu en güzel formdur.
hani derler ya pressure can make you either coal or diamond diye o vıcık vıcık kişisel gelişim kitaplarında.
fiziksel olarak doğrudur.
şöyle ki, doğal yollardan elmas oluşabilmesi için milyonlarca yıl gerekir.
eğer yeterince basınç alamazsa grafit-kömür'e döner.
doğru ve tatlı basıncı milyonlarca yıl yerse ışıl ışıl parlayıp ağzınızı açık baktırır.
yani patronum bana mobbing uyguluyor, iş arkadaşlarımın hepsi üstüme geliyor, bütün işler bana bakıyor hepsini halletmem lazım zaten az para alıyorum ama dur! basınç elmas oluşturur.
aynen, nurtopu gibi bir kömür oldun kardeşim, iyi yanmalar, ozon tabakasını delmeyi unutma.
hepimizin bildiği gibi kanlı elmas muhabbetlerine girmeyeceğim. çoğu insanın-ben de dahil- eleştirmekte ve sinirlenmekte haklı olduğu bir konudur.
keşke böyle bir şeye hiç bir zaman gerek kalmasaydı, keşke insanların açgözlülüğü insanı insan yapan değerlerden uzaklaştırmasaydı.
neyse.
elmas aynı zamanda endüstrilerde de kullanılan bir arkadaşımızdır. mohs skalası dediğimiz sertlik skalasında elmas 10 mohs ölçeğine sahip olup, doğada bulunan en sert arkadaştır. öyle ki, bir elması sadece başka bir elmas kesebilir( yani çivi çiviyi sökmez zaten kerpetenle çıkartırsın ama elması ancak elmasla kesebilirsin)
altın sektöründe altının üzerindeki yüzey işlemlerini diamond cut dediğimiz ucunda sivri bir elmas bulunan kalemlerle uygular ustalar.
aynı şekilde bir elmasa şekil vermek istediğiniz zaman ancak başka bir elmasın olduğu bir kalemle yapabilirsiniz.
pırlanta formuna dönersek.
elmasın işlenmiş şekil verilmiş halinde pırlanta denir.
pırlanta dediğiniz anda direkt gözünüzün önüne gelen görüntüdeki kesim'e yuvarlak kesim denir.
aynı zamanda farklı kesin şekilleri vardır, yastık, prenses,damla,zümrüt gibi.
en bilindiği sanıyorum baget kesimdir(yuvarlak kesim haricinde)
hepsinde farklı yüzey sayısı vardır.
yukarıdaki arkadaşın bahsettiği 57 yüzey yuvarlak kesim dediğimiz klasik kesimde bulunur.
her yüzeye faset denilir.
üst kısıma taç denir ve 33 faset vardır.
alt kısıma külaha benzediği için külah denilir ve 24 faseti vardır.
pırlantalar derecelendirilirken 4 adet kritere bakılır
cut, clarity, color ve carat.
yani kesim, berraklık, renk ve karat(ağırlık)
kesim bahsettiğim fasetlerin ne kadar doğru orantılı kesildiğine göre derecelendirilir. excellent, fair ve good olarak 3 kategoride incelenir.
pırlanta uzmanları pırlantaları lup dediğimiz mini büyüteçlerle inceleyip simetrilerini puanlarlar.
berraklık dediğimiz kısım ise adı üstündedir. bir pırlantanın içerisinde ne kadar az inklüzyon dediğimiz siyah noktalar varsa o kadar berraktır.
peki o siyah noktalar nedir?
yep, grafit.
yani bazen bu pırlantalar yedikleri basınç orantısız olduğunda iç kısmında sıkıştırılırken karbon elementi kömüre dönebiliyor.
berraklık derecelendirmeleri şu şekildedir:
lc( loupe clean): hiç bir şekilde içerisinde siyah nokta veya başka kusur yok.
vvs( very very small inclusion) : lup ile bakıldığında çok zor görülebilen ve yüzey kısmında olmayan kusurlar.
vs(very small inclusion): lup ile bakıldığında zor görünen ve yüzeye yakın olan kusurlar.
sı( small ınclusion):lup ile bakıldığında kolay görünen ve genelde yüzeyde olan kusurlar.
pike: çıplak gözle bakıldığında görülebilen kusurlar.
renk kısmı biraz daha basit. d rengi derecelendirilmesinden başlayıp z'ye kadar gider. a b c niye yoktur derseniz ilk pırlanta inceleme enstütüsü kurulduğunda ya daha beyaz bir renkli taş bulunursa diye a b c boş bırakılmıştır)
ne kadar ''beyaz'' ise renk skalasında o kadar iyidir.
carat ise ağırlık birimidir 1 karat: 0,2 grama denk gelir. karat büyüdükçe fiyatlar artar.
pırlantalar genellikle uzmanları tarafından sertifika verilerek değeri tescillenen güzelliklerdir. o yüzden pırlanta alacağınız zaman kesinlikle sertifikası olup olmadığını sorunuz.
2 tane büyük ve dünya çapında geçerliliği olan sertifika enstütüleri vardır. google'a yazarsanız bulabilirsiniz. sözlükte yeni olduğum için reklam veriyor görüntüsü vermek istemem.
dünya ne kadar kötüye giderse gitsin, hayat sizin üzerinizde ne kadar kötü etkiler bırakırsa bıraksın siz hiç bir zaman ışıltınızı kaybetmeyin.
sevgiler.
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim