insanı bir anda aylar, yıllar öncesine götürür. hafızanla geri getirmeyi başaramadıgın eski bir anıyı bütün detaylarıyla gözünün önüne serer. tokat etkisine sahiptir. tabi bu etki yaşanmışlıklarla dolu kişiler için geçerli. bir de uzun zamandır görüşmedigin biriyle karşılaşmanın yarattığı pozitif etki vardır. mesela büyüdügün yerden çok uzakta lise arkadaşını görürsün, kendini o yıllarda buluverirsin. memleketinden tanıdıgın birine rastlarsın, seni çocukluguna götürür. yeni yılda bizi olgunlaştıracak ya da gülümsetecek kişilerle karşılaşmak dilegiyle.
2024'ün ilk gününden bir farkı olmayan gün.
yıllara, özel günlere anlam yüklemeyi bırakalı çok oldu. hayatta yaşanılacak tek bir gün varsa o da takvimde ne yazdığından bağımsız içinde bulunduğun o gündür.
insan dedigin sosyal bir varlıktır, hayatı boyunca farklı alanlarda, faklı insanlarla ilişkiler kurar. bu yüzden ben hayatımıza yeni giren insanlar yüzünden yaşamım boyunca oluşturduğum iliskileri yıkmayı mantıklı bulmuyorum.
çok yakın bir zamanda denk düştüm maalesef böylesine, ben hayatımdaki tüm kadınları bıraktım sen de hayatından tüm erkekleri çıkar hadi bekliyorum dedi. bunca zaman neşemi, kederimi paylaştığım, bir sürü anı biriktirdigim insanları sen geldin diye neden hayatımdan çıkarayım dedim, gülümsedim. anlamadı. zaten anlamazdı. bana bu kafalar çok garip geliyor.
hemen hic yerli dizi izlemeyen biri olarak cuma aksamlari misafirlige gittigim her evde televizyonda acik oldugu icin son 10 bolumun 6-7 tanesini izlemis oldugum dizi. kendisine muthis bir hayran kitlesi yaratmis.
senin için dünya durmuşken başkaları için aynı hızda dönmeye devam ediyor olması. o 'başkalarının' içine karıştığın için onlara ayak uydurmak zorunda kalmak, kendi dünyanda kalamamak. bu aralar en çok bu zoruma gidiyor.
takvim yapragi okuyorum, konusurken eski kelimeler kullaniyorum, yas almis insanlarla daha iyi anlasiyorum, ajandama "su tarihte yilin ilk kari yagdi" gibi notlar aliyorum, ayda bir kez (yurumeyi unutmamak icin) disari cikip muhtar gibi carsidaki esnafi selamlayip eve donuyorum ve tum bu ozelliklerimden bagimsiz 98 dogumluyum.*
insanlarin sosyal mecralarda bulunmasina cogunlukla begenilme, tasdiklenme durtusu sebep oldugundan sozlugu pek de kullanilabilir yapacagini dusunmuyorum. bircok kisi eksiler yuzunden yazmaktan cekinip zamanla sozlukten uzaklasabilir.
ayrica akli basinda hareket eden insanlar cok ucuk noktalara kacmayan entryler haric (ki onlar da zaten siliniyor) bu ozelligi kullanmayacagi gibi nefret sacmaktan hoslanan bir guruh rastgele eksi butonlarina hucum ederek yine bu ozelligin amacina ulasmasina engel olacaktir. tahmin etmesi zor degil.
vaktinin cogunu tv dizilerine harcayan halkimiz icin en iyi diziyi secmek zor ama yazilan cogu dizi gayet iyi, efsanelesmis diziler arasina girer. ben de kendimce taze bir ekleme yapayim; son zamanlarda begendigim bir dizi olarak, an itibariyle, 26.bolumde final yapan son yaz.
tvden uzaklasan cogu insani bir sekilde kendine cekmeyi basarmis ancak adaletsiz reyting sistemi ve acimasiz kanal/yapim politikalari yuzunden erken finale gitmistir. belki birkac yil sonra kiymeti bitince anlasilan populer dizilerden olur.
unutmadan, "son yaz evreni gercektir."
tek kitap söyleme hakkım olsaydı denizler altında yirmi bin fersah derdim ama ekleme yapamadan geçemeyeceklerim var; 80 günde devri alem, iki yıl okul tatili ve balonla beş hafta.
jules verne sen benim cocukluk kahramanımsın. denizler altında yirmi bin fersah kitabını nasıl okudugumu, kimden ödünç aldıgımı, okurken ve bittikten sonra neler hissettigimi hala hatırlıyorum ya hala! iki yıl önce okudugum kitabı bu kadar detaylı hatirlamazken hem de. hep kitap okuyan bir cocuktum ama kitap okurken gözlerim açık hayal kurabildigimi fark ettigim ve bir kitabın nasıl büyülü bir dünyası olabilecegini anladıgım, kitap okuma alışkanlıgımı kazandıgım kitap budur benim için.
hayati yanlis anlamamizdan/yorumlamamizdan kaynaklanan bir baslik gibi hissettirdi biraz. ikili iliskilerde karsimizdaki insana deger verdigimizden onu anlamaya, dusuncelerimizde ve ifadelerimizde daha dikkatli olmaya yoneliriz. kendimizi sevmesek niye deger verdigimiz "baskalarina" karsi boyle nahif cabalara girelim ki? kendini sevmeyen insan karsisindakini hic sevemez, zaten empati yapacak bir ruh hali de yoktur. yani kırmamaya calismamiz; bir gun kırılalım, oyle kendimizden tavizler verip geride paramparca kalalim diye degil, bir insani kirmanin kisiligimize ya da yasam kalitemize bir sey katmayacagini bildigimizden kaynaklanir. en azindan benim sebebim bu.
biz kendimize saygimizdan kirmamaya dikkat edelim de gerisi karsimizdaki insanin bilecegi is.
yazarları akıştan ziyade rastgele sekmesinde gezmeye iten durumdur. forumsal ve kopyala-yapıştır yapılan haber başlıklarından kaçmak için şu an en iyi yol bu görünüyor.
kimlik kartı.
kaybettigim hafta boyunca aradım bulamadım, sonra aramayınca kesin bir şekilde gözüme takılır diye aramayı bıraktım, yine bulamadım. yeni kimlik kartı çıkarttım dedim ki kesin bu sefer yürüyerek odama gelecek, bekledim ve yine ortaya çıkmadı. yani bazı şeyler sadece arandıgında degil aranmadıgında da bulunmuyor.
gerçekten kaybettiginiz şeyleri aramayın. mesela aşk, dostluk gibi.
belki direkt olarak söylemedi ama insanlara karşı nazik olmayı, kimseyi yargılamamayı, kimsenin arkasından konuşmamayı anneannemden ögrendim. yanında kimseyi başkası hakkında kötü konuşturmazdı. bunları yapamadıgım zaman kendimi ona layık bir torun olarak görmüyorum ve bu vicdan içimdeki iyi insanın baskın olmasına sebep oluyor. canım anneannem, umarım huzur içindesindir gittigin yerde.
normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz.
Daha detaylı bilgi için çerez ve
gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.
online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.