yaşamanınacemisi yazar profili

yaşamanınacemisi kapak fotoğrafı
yaşamanınacemisi profil fotoğrafı
rozet
kafa izninde
karma: 611 tanım: 54 başlık: 22 takipçi: 12

son tanımları


kafaperest yazarın vedası

kafaperest t: kafa sözlüğe taparcasına kısa sürede bağlanan, fazla ehemmiyet veren*

baktım başka şeyle uğraşırken bile turuncu ekran gözlerimin önünde, tanımlar sanki ekran akışında değil de beynimde akıyor, her birini yakalamaya çalışıyorken buluyorum kendimi. ‘böyle olmaz’ dedim sonra yaşamanınacemisi, bir yığın perestliğin vardı birde bunu mu ekledin hayatımıza? dünyaperestliğin, eşyaperestliğin, sözcükperestiğin, gezmeperestliğin yetmezmiş gibi birde kafaperestlik mi çıktı? bir şeyi de tadında bırak, yok arkadaş olmuyor, başka şey yazarken tanım odaklı çalışıyor beynim, suya yazı yazarken buluyorum kendimi. en büyük büyünün sözcük olduğuna inandığım için, alamet-i farikam da diğerkamlık (diğer insanların hislerini en az kendi hisleri kadar merak eden anlamında kullanılmıştır) olduğu için ve iyi bir kelime dilencisi olduğum için o kadar çok vakit geçirdim ki şu bir haftada kafa dünyasında tamam diyip kenara çekiliyorum çok kısa sürdü bu muydu diyeceksiniz, yetersiz olmamak, yeterlilik seviyesine ulaşıp öyle gelmek için şimdilik veda edelim.

her bir yazarın sözcüğüne sağlık keyifle okudum, harflerden, sözcüklerden oluşmuş şatolarınız arasında dolaşmak çok güzeldi, şimdilik hoşçakalın

bir tatlı huzur aldık ve gidelim.
devamını gör...

lily aldrin vs robin scherbatsky

robin babasının boşluğunu new york’lu erkeklerle birlikte olarak dolduracağını zannetmiştir. ama asla o boşluğun dolmayacağını anlayamamıştır. ted mosby onun içindeki mevcut boşluğu bir nebze doldurduğu için robin evlendiği günün sabahında bile ted ile dertleşmektedir, barney ile değil. ama olmak istediği kişi ile olduğu kişi arasında yaşadığı gelgitlerden dolayı asla ted’le olmak istememiştir. onun istediği hayat başkadır ama ihtiyaç duyduğu hayat ted’le olandır. yani bazen olmak istediğimiz kişi bizim ihtiyacımız olan kişi değildir kimyamıza uymayacak şeyi isteriz. dansçı olmak isteriz ama ihtiyacımız olan bedenimize iyi gelecek olan belki bir köşede kitap yazmaktır. kimyamıza uyacak bize iyi gelecek şeyleri belirlemek gerekmektedir. lily muhteşem komiklikte, akıl danışılıcak sevimlilikte ve ustalıktadır. ona iyi gelecek şey de canım marshmallowunu bırakıp sanat için yollar aşmak değil onunla kalmak ve beraberliğin tadını çıkartmaktır. nitekim lily sanat için yollar aşmış kimyasına uymadığı için geri dönmüştür. yani kimyanıza uyacak şeyler yapın. olmak istediğimiz kişi ile olduğumuz yada olmamız gereken kişi arasında iyi seçimler yapmak lazım bize iyi gelecek tek şey budur.

robinin güzelliği, lily'nin sevimliliği ben ikisini de çok seviyorum neden hayat konuşmaya ilk başladığımız andan itibaren yöneltilen soruyu kaç yaşına gelirsek gelelim sormaya devam ediyor anneni mi seviyorsun babanı mı?
robini mi seviyorsun lily mi? neden hiç aynı anda aynı şeylerin farklı taraflarını sevemiyoruz
siyah da en az beyaz kadar güzel değil midir?
ya karanlık olmasaydı güneşin ne anlamı olurdu?
robinin dudak büzüp ağlaması beni benden alırken lily'nin o gülümsemesi benim içimi eritemez miydi?
devamını gör...

eşyalarından vazgeçemeyen yazarlar

t: kendi dna’sını eşyaya kazımış yazarlardır, eşyanın yitirilmesiyle kendilerinden bir hücre kopmuşcasına hüzünlenirler

tam 5 yıl oldu dile kolay, iphone telefon kutusundan çıktığın yıllar vardı, güzel yıllardı, telefonla beraber yola devam ediyordunuz ne oldu şimdi bıraktın da gittin

şarj aletim için istanbul’da manzaralı bir mezar yeri arıyorum, cenaze namazına tüm yazarlarımız davetlidir, görsel ektedir nasıl bir bağ kurduğumu siz tahmin edin (gülmeyin orijinal iphone şarj aleti apple resmî sitesinde 400 tl olmuş, ben üzülmeyeyim de kim üzülsün)

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

ubuntu

bir de bu tanıma bakın derim

ubuntu; insanın insan olabilmek için diğer insanlara ihtiyacının olduğu gerekliliğini ifade eder. kendi başımıza insan olamayacağımızı savunur. ubuntu ilkesini kabaca "başkalarına karşı insanlık" olarak tanımlayabiliriz. birbirimize görünmez sicimlerle bağlıyız, bunu ben şöyle betimledim kendimce; bir molekülü oluşturan atomların her biri arasındaki moleküler bağlarla bağlıyız aslında. her birimizi bir atom olarak düşünürsek ancak o zaman bir molekül oluşturabiliriz. zaten atomun da tek başına anlamı olmadığını fenni ilimlerle çok da haşır neşir olmayanlar da anlar. yani molekül olabilmek için birbirimize ihtiyacımız var. her şeye biz olarak baktığımızda ancak dünyanın daha yaşanabilir bir yer olduğunu düşünebiliriz ve bunu ilke edinebiliriz.

edit: ubuntu linux bilgisayar yazılım ve işletim sistemleri de bu felsefeden yola çıkmışlar. sahipleri zaten güney afrikalı, kendi liderlerinin (bkz: desmond tutu) düşünce felsefesinden ilham almaları normal.

ayrıntı için (bkz: #915614) (bkz: desmond tutu)
devamını gör...

makrofaj

t: yunanca büyük-yiyiciler anlamına gelen makrofajlar, monositlerin dokuya gittikten sonra aldıkları isimlerdir, dokularda yıllarca kalarak mikroorganizmaları ve hücresel atıkları fagositozla sindiren hematopoetik kökenli hücrelerdir. hem öldürme işlemini yapıp hem onarma işlemini yapan eşsiz hücrelerdir. hem güldürmek hem ağlatmak herkesin harcı değildir. bazen hainlikleri de vardır, tümörlere yardım ederler.

yani kendimce yakışıklı aktörler olarak tanımlayacağım makrofajlar (hani büyük-yiyicilerdi ya, aktör çünkü kolunun uzanamayacağı yer yok sarıp sarmalıyor, bir erkek olmalı bu kadınları tuzağına düşürmeye çalışan yakışıklı bir aktör) aslında o ölü hücrelerden arındırarak bizi onarıyorlar, siz olmasaydınız ne yapardık tabiki eksikliğinizde ortaya çıkan sendromla savaşırdık
devamını gör...

all related

nessi gomes şarkısına bu tanımın yapıldığını görse inanın gözyaşlarını tutamazdı
dinlemekten en keyif aldığım şarkıdır buradan

hayatınızın olağan akışına bir kesik atılmış hissediyorsanız ve o kesik sonucu hücreleriniz ölmeye mahkumsa üzülmeyin hemen imdadınıza makrofajlarınız yetişir çünkü onun görevi sadece sizi patojenlerden korumak değildir merak etmeyin. teslim edin ölmeye mahkum olan hücrelerinizi ona. o sizin için, madem ben öldüm herkeste zarar görsün diyerek sisteminizin diğer hücrelerine de toksik etki yaparak onları ölüme götürecek kendi hücresinin içerisinde haince barındırdığı reaktiflerini hücre dışına salmasına izin vermez ve o ölmeye mahkum olmuş hücrenizi diğerlerine zarar vermeden önce hemen oracıkta öldürür. kollarıyla sarmalar ‘gel der içimde öl zarar vereceksen bana zarar ver’...kandırır onu. bakmayın makrofajlarımız da tıpkı biz insanlar gibi biraz yalancıdırlar, aldanırız onlara. öyle güzel eritirler ki zaten ölecek o işi bitmiş hücreyi lizozim ve süperoksit anyonlarını kullanarak, sonra devam ederler hayatlarına, yani o hücre öldüğüyle kalır. zaten makrofajında anlamı büyük-yiyici değil midir? ama üzülmeyin zaten ölmeseydi daha büyük dertler açardı başınıza. düşünsenize yaralı bir tarafınız olurdu hiç iyileşmeyen. yani kendimce yakışıklı aktörler olarak tanımlayacağım makrofajlar (aktör çünkü kolunun uzanamayacağı yer yok sarıp sarmalıyor, bir erkek olmalı bu kadınları tuzağına düşürmeye çalışan yakışlı bir aktör) aslında o ölü hücrelerden arındırarak bizi onarıyorlar.

onarılmaya ihtiyacımız hep olacak sistemimizde hep ölü hücreler olacak ama neyseki temizleyebilecek güçteyiz. şimdilik... zaten o gücü bulamadığımızda sistemimiz çökecek ve bizim için canlılık son bulacak. onarım yine kendi içimizde başlıyor ama gelin görün ki bazen takviye lazım düşünsenize makrofajlarımızın aktive olmama durumu da var bir sendrom oluşabilir o zaman gücümüz yetmez işte onarmaya... hemen birinin yardım eli uzatmasını isteriz, tamirhanemizin yeniden çalışmasını isteriz, umarım bulabiliriz o yardım elini uzatacak, kimyasını size en etkili şekilde sunacak, yakışıklı aktörlerimizi tekrar işlevini yapmaya teşvik edecek mükemmellikte ilacı...

bu şarkıyı kaç defa dinliyorum bilemiyorum. yine kulaklarımda o naifliğiyle süzülüyor. inceden sızı halinde çalıyor, gökyüzünde bir parça bulut azıcık güneş, orta demli bergamot kokulu bir fincan çay, böğürtlen aromalı bir sigara ve düşünceler, hayaller, umutlar, kelimeler... neyse bunlar hala bizimle... bende uyandırdığı his marcel proust’ un kitapları gibi hayatın kaba yönleriyle derdi olmayanların ince kederleri için yazılmış ve söyleniyormuş gibi... dinleyin derim naifliği hissedin hep baktığınız, gördüğünüz şeyleri bide bu şarkı eşliğinde gözlemleyin mesela henüz ona bir şey olmamışken gökyüzünü farklı bir gözle inceleyin. aslında toprağın rengine bakın demek isterdim, o rengiyle daha sonrasında oluşturduğu akla sığmayacak kadar bin bir renkte çeşitliliğe... kahverengi hangi renklere gebe hissedin... demek güzel olurdu ama galiba çoğumuz şanssızız beton yığınları her yerde, toprağa hasret kaldık, bu beton duygularımız da hep bundan galiba

edit: soresh adlı yazarımız dinleyenlerin hissini merak etmiş
devamını gör...

normal sözlük yazarlarının çizimleri

eee bizim de olmasın mı bir görselimiz? ders çalışmayı zevkli hale getirmek için neler yaptığımı bir bilseniz, sözlükte tanım olarak ders notu girmek de neymiş
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

yazarların rüyaları

ceviz görüyordum, ceviz içinin kendine has narin beyazlığı ve afiyetle rüyamda yemem bu başlığı açamama sebebiyet vermiştir efendim

rüyasında ceviz içi gören kişinin uzun ve mutlu bir aşk hayatı başlayacaktır. ve ailesi bolluk, bereket içerisinde olacaktır. rüyada ceviz içi görmek çok hayırlı şekilde yorumlanır. rüyada ceviz içi görmenin bir diğer anlamı ise başarı, hedefe ulaşmaktır.

hadi inşallah diyorum
devamını gör...

eşitlik

tanım : - iki veya daha çok şeyin eşit olması durumu, denklik, müsavilik, müsavat, muadelet
- kanunlar yönünden insanlar arasında ayrım bulunmaması durumu
- bedensel, ruhsal başkalıkları ne olursa olsun, insanlar arasında toplumsal ve siyasi haklar yönünden ayrım bulunmaması durumu

bu tanımlardan sonra bir de benim ütopik tanımımı okuyun derim

hiçbir şeyde adalet eşitlik yoktu aslında. peki neden gün herkese 24 saat eşit olarak verilmişti? acı çeken, savaşta ölümle burun buruna gelen, hasta yatağında can çekişen yada mutsuzluktan nefesi kesilen herkese 24 saat verilmeli miydi? onların günü 10 saat olamaz mıydı? 10 saat sonra bitecek olan gün sizce de kulağa hoş gelmiyor mu? ve sonraki günde 10 saat. peki ya kişi çok mutluysa günü 28 saat yapamaz mıydı? belki gününün bitmesini istemiyordu. hiçbir şey bize bırakılmamıştı. ne güzel olurdu günümüzün saatini tayin etmek oysa. mesela çok mutluysak o gün 30 saat sürseydi ertesi gün çok mutsuzsak 5 saat sürseydi. mutsuz, ölümü bekleyen veya hasta olan için günler kısa sürse ve ömür son bulsaydı. tamam tamam şimdi diyeceksiniz ki güneşin etrafında dönmek işi bu saat işi bu da mı olmadı hayal kuruyorduk şurda ütopyamızı oluşturmaya çalışmakta mı suç ;( doğru artık herşey suçtu herkes suçlu... distopyalar düşünülmeli ütopyalar düşünülmemeli bu da suç malum...
devamını gör...

denklem

tanım:- içinde yer alan bazı niceliklere ancak uygun bir değer verildiği zaman sağlanabilen eşitlik, muadele
- bir yanında olaya giren çeşitli maddelerin formülleri, öteki yanında da tepkime sonucu oluşan yeni maddelerin formülleri bulunan eşitlik

böyle bir tanımdan aşağıdaki cümleler nasıl çıkıyor inanın ben de bilmiyorum


bazen kendimi 16 bilinmeyenli matematik problemi çözüyormuşum gibi hissediyorum, öyle ki o problemle günlerce, aylarca hatta yıllarca uğraşıyormuşum gibicesine yorgunluk çöküyor. uğraşıyorum uğraşıyorum ama 2 bilinmeyenli denklemlerin çözümünün bile zor olduğu düşünülürse 16 bilinmeyenli denklem için bu kadar zorluğun normal olduğu hissine kapılıyorum ve matematikten zevk aldığımı aslında kolay olduğunu düşünerek devam ediyorum çözmeye. sonra birden zevk aldığınız şey canınızı yakmaya başlıyor, durup düşünüyorsunuz çok uğraştım devam diyorsunuz. canınız yanmasına rağmen yürüdüğünüz o çözüm yolu üzerinde bir bilinmeyen gülümsüyor size ve işte sonra 16 bilinmeyen de bilinir hale geliyor. bilmek bazen iyi değildir ama bilinmesi gerekiyorsa da asla gizlenemiyor ve sonuç sizi tam anlamıyla mutlu etmese de 16 bilinmeyenli denklemi çözmek durup düşününce hiçte fena değil diyorsunuz. tekrar 16 bilinmeyenli denklem çözer miyim bilinmez ama problem olmayacak bilinir hale geldiğinde can yakmayacak bilinmeyenlerle uğraşmayı diliyorum.
devamını gör...

desmond tutu

apartheid rejiminin karşıtı olan bir bantu (siyah afrikan), başpiskopos, rasizm karşıtı ruhani bir lider.
1984 yılında nobel barış ödülü size layık görülüyor gelin görün ki o ödülü almaya gidecek pasaportunuz bile yok. çünkü kendi ülkesinde bir mülteci gibiydi. mülteci belgesiyle seyahat etmenize izin veriliyor ve o belgenin milliyet yani uyruk kısmı "bilinmiyor" olarak kayıtlara geçiyor oysa uyruk kelimesi 'vatandaşlık bağı ile bir devlete bağlı olmak' olarak tanımlanır. yani tutu' ya bir ülkeye bir devlete bağlı olma çok görülmüş. kullandığı ifade daha doğrusu kelimelerden birine denk geldim ve benimsediğim felsefenin minik bir parçasını karşılamasıyla dikkatimi kendi üzerine çekti.

(bkz: ubuntu); insanın insan olabilmek için diğer insanlara ihtiyacının olduğu gerekliliğini ifade eder. kendi başımıza insan olamayacağımızı savunur. (bkz: ubuntu) ilkesini kabaca "başkalarına karşı insanlık" olarak tanımlayabiliriz. birbirimize görünmez sicimlerle bağlıyız, bunu ben şöyle betimledim kendimce; bir molekülü oluşturan atomların her biri arasındaki moleküler bağlarla bağlıyız aslında. her birimizi bir atom olarak düşünürsek ancak o zaman bir molekül oluşturabiliriz. zaten atomun da tek başına anlamı olmadığını fenni ilimlerle çok da haşır neşir olmayanlar da anlar. yani molekül olabilmek için birbirimize ihtiyacımız var. her şeye biz olarak baktığımızda ancak dünyanın daha yaşanabilir bir yer olduğunu düşünebiliriz ve bunu ilke edinebiliriz.

son zamanlarda en basit konularda bile o kadar ayrılık var ki, şunun ayrımına varamıyoruz atomlar farklı molekülleri oluşturmalılar, her atom aynı molekülü oluşturmak için bir arada duramaz hepimiz farklı molekülleri oluşturarak bir arada durmalı ve her molekülün aslında bir ihtiyaç olduğunu anlamalıyız. ama biz yeni dünya düzeninde artık ayrı atomlar olmak istiyoruz bırakın farklı farklı moleküller olmayı. anlayalım bizler atomlar olarak anlamsızız.

edit: ubuntu linux bilgisayar yazılım ve işletim sistemleri de bu felsefeden yola çıkmışlar. sahipleri zaten güney afrikalı, kendi liderlerinin düşünce felsefesinden ilham almaları normal.
devamını gör...

elif çetin

hear this isimli podcast serisini yapan, konuşurken kendini dinlettiren ve yeni dünya düzenini anlama açısından ufuk açıcı bilgiler veren hanımefendi. hear this podcastlerini elif önal ile beraber yapıyor. buram buram inovatiflik kokuyor konuşmaları. iş ve pazarlama konusunda farklı fikirler edinmek isteyenlerin ilgileneceği konular sunuyor.

cüneyt özdemir'in programına çıkıyor
devamını gör...

acı hissi

gecelerini bir bıçak darbesiyle kesen, uykunu haince parçalayan, inleye inleye geçmesini beklerken dalga dalga büyüyerek gelen... seni çaresiz bırakan çaresizliğini bile kabul ettirmeyen, yakarışlarınla geçmesi için haykırdığın hain bir his cümbüşü.
devamını gör...

the professor and the madman

kelimelerin dünyasını düzene sokmak, onları evrensel olarak ulaşılır ve işe yararlı kılmak için girişilmiş bir işin hikayesi önce kitaba sonra filme dönüştürülüp bizlere sunuluyor. oxford sözlüğünün tam 70 yıl boyunca bir deli ve dahi tarafından oluşturulma hikayesi, gerçek bir hikaye olduğu için galiba daha çok dikkatimi çekti ve ruhuma, emek verildikten sonra imkansız görünen şeylerin bile çok uzun yıllar gerektirse de başarılabileceğini fısıldadı. bazen hayata bırakacağımız bir şeyin altına imzamızı atmak isteriz, hatırlanmak, bilinmek, bir şeyleri becermek ve anılmak isteriz işte böyle düşünen insanlar için bu tarz filmler çok lezzetlidir. para, güzellik, aşk dışında başarıya değer verenler, başarıya anlam yükleyip keyif alanların izlemesi gereken filmlerdendir “deli ve dahi”. murray’ in en zor anında beklemediği yerden akıl hastanesinden minor’ un yardım elini uzatması, tüm büyük ve güzel işlerin karanlığa korkmadan baktığımız zamanlarda geleceğine inanarak yaşamamız gerektiğini doğrular niteliktedir, umut ve emekle birgün belki biz de bir gerçekliğe imzamızı atarız kimbilir.

türkçesi (bkz: deli ve dahi)
devamını gör...

geceye bir ingilizce şarkı sözü bırak

we are all related
in love
in this love
devamını gör...

sakince yoruldum

en üst kattan atladı umutlarım ve dahaaaa ölmemiş.....gömülmemiş,
savurdum olduğum kadarını kimseye yetmemiş kimse yetinmemiş.....

sakince yorulduk, sevdiğim müzik grubunun sevdiğim şarkısı
konuya fransız- sakince yoruldum buradan
devamını gör...

atiye (dizi)

beren saati aşk-ı memnuda da yapmacık bulurdum atiyede daha bir yapmacık geldi.
beğendim dersem yalan olur eh işte, göbeklitepe ön plana çıkartılmış bu da turist getirisi açısından iyi sayılır. bir gizem bir gizem ikinci sezonda saçma bir şey ortaya çıktı, 3. sezonun da farklı olacağını düşünmüyorum
devamını gör...

en sevilen barış manço şarkısı

dinle dinle bıkılmaz şarkıların yorumcusudur kendisi bir barış manço daha gelir mi?

az bilinir bir şarkısı
eğri eğri doğru doğru eğri büğrü ama yine de doğru


buradan
devamını gör...

ayasofya

birgün(m.s. 532) maviler ile yeşiller arasında yapılan bir maç sonrasında büyük bir kavga çıkar ve ayasofya’yı yakarlar, şehrin gördüğü en şiddetli ayaklanma olan, tarihte (bkz: nika ayaklanması) olarak bilinen bu ayaklanmada şehrin nerdeyse yarısı yok olurken, dönemin imparatoru justinianus korkar ve kaçmaya karar verir. fakat arkasından elini uzatan dur gitme diyen karısı aşkın sembolü theodora’dan başkası değildir. justinianus’a bütün isyancıları öldürmesi gerektiğini söyler 35 bin kişi öldürülür ve isyan sona erer. ve isyandan sonra bugünkü yani 3. ayasofya inşası başlar,5 yıl sonra imkansız başarılır, piramitler dışında dünya üzerindeki en büyük binaydı, yaklaşık 1000 yıldır böyle kalmıştır. daha büyük bir mabet yok, ve justinianus ayasofya’nın imparator kapısından girerek ve haklı olarak, tarihe geçecek bu cümleyi sarfeder ‘eyy süleyman seni yendim, seni geçtim’ der. çünkü o güne kadar en büyük mabed süleyman ’ın yaptığı kudüs’teki mabeddir. işte ayasofya’yı asırlardır bu kadar önemli kılan bu. onun için kavgalar son bulacak mı bilinmez,güzellik, büyüklük başa bela. ayasofya’nın da belası fazla güzel ve özel olması
devamını gör...

immünite

"immünite=bağışıklık" terimi latince immunitas kelimesinden türemiştir. romalı senatörleri görevde bulundukları süre boyunca yasal kovuşturmaya karşı koruma anlamında kullanılırmış.
kelime olarak "dokunulmazlık, muafiyet, ayrıcalık" anlamına gelir.
günümüzde ise hastalıktan ve daha spesifik olarak bulaşıcı hastalıktan korunma anlamında kullanılır.
devamını gör...
devamı...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim