1725 yılında hala tanrılara kurban kesmek
başlık "bipolardan hallice" tarafından 11.07.2025 09:22 tarihinde açılmıştır.
1.
ukde sahibi; gunter heimlich
takvimler 1725'i gösterdiğinde, avrupa'da akıl çağı en parlak dönemini yaşıyordu. voltaire, felsefenin sınırlarını zorluyor, ısaac newton'un principia'sı evrenin mekanik sırlarını çözmüş gibi görünüyordu. ancak paris ve londra'daki salonların aydınlığından binlerce kilometre uzakta, peru'nun yüksek and dağları'nda, zaman farklı bir ritimde akıyordu. ispanyol valiliği'nin ve kilise'nin otoritesinin ulaşamadığı, bulutların arasına gizlenmiş küçük bir quechua köyünde, bambaşka bir gerçeklik hüküm sürüyordu.
bu köy, iki yüzyıl önce inka imparatorluğu'nun çöküşünden kaçanların soyundan gelenlerin son sığınağıydı. dış dünyadan yalıtılmış bu topluluk, atalarının kadim inançlarını, özellikle de dağların ruhları olan "apu"lara duydukları derin saygıyı koruyordu. ancak son üç yıldır apu'lar onlara yüz çevirmişti. bir hastalık patates tarlalarını çürütmüş, kuraklık kinoa hasadını yok etmiş ve lama sürüleri zayıflıktan kırılmıştı. açlık, hayalet gibi evlerin arasında dolaşıyordu.
köyün yaşlı şamanı ve bilgesi kuntur wamani, haftalarca süren oruç ve ayinlerden sonra titreyerek topluluğun önüne çıktı. yüzündeki derin çizgiler, sadece yaşının değil, taşıdığı kederin de bir haritası gibiydi. fısıltıyla konuştuğunda, kelimeleri dondurucu dağ rüzgârı gibi herkesin içine işledi: "apu salcantay öfkeli. kan istiyor. toprağın bize yeniden can vermesi için, bizden bir can alması gerekiyor."
bu, atalarının en zor zamanlarda başvurduğu, ispanyolların ise çoktan unutturduğunu sandığı o kadim ritüeldi: capacocha. yani, en saf ve en değerli olanın dağ ruhuna kurban edilmesi.
ortalığı derin bir sessizlik kapladı. kurban kim olacaktı? kuntur wamani, gözlerini kalabalıkta gezdirdi ve en sonunda kendi torunu, on iki yaşındaki ınti-killa'nın üzerinde durdu. köyün en sağlıklı, en güzel çocuğu oydu. şaman, kendi kanından birini seçerek, topluluğun kaderi için en büyük fedakârlığı yapıyordu.
bu olaya tanıklık eden ve yıllar sonra lima'daki bir manastırın arşivinde bulunan günlüğünde anlatan tek bir yabancı vardı: peder mateo. dini görüşleri nedeniyle gözden düşmüş ve bu ücra bölgeye sürülmüş genç bir cizvit papazı. peder mateo, "kayıp ruhları" bulmak için çıktığı bir yolculukta tesadüfen köye ulaşmış ve dehşet içinde ritüelin hazırlıklarını izlemişti.
günlüğüne şöyle yazmıştı: "onu bir kurban gibi değil, bir tanrıça gibi hazırladılar. en iyi dokunmuş alpaka yününden giysiler giydirdiler, saçlarına nadir bulunan dağ çiçekleri taktılar. babası ağlıyordu ama annesi, kızının apu'nun gelini olacağı ve köyü kurtaracağı için metanetliydi. çocuk ise, korku ve onur arasında kaybolmuş gibiydi. ona acısını dindirmesi için kutsal mısır birası ((gbkz: chicha) içirdiler.)"
peder mateo, bir avuç yerliyle birlikte dağın zirvesine doğru ilerleyen ayin alayını çaresizce takip etti. müdahale etmesi, onun anında öldürülmesi anlamına gelirdi. o, 18. yüzyılın mantık dünyasından, zamanın başlangıcından kalma bir ana hapsolmuştu.
zirvede, dondurucu rüzgârın ortasında, kuntur wamani torununu kutsal bir kayanın üzerine yatırdı. son kez alnından öptü ve gökyüzüne bakarak kadim bir dilde apu'ya yakardı. peder mateo, o anı günlüğünde tek bir cümleyle özetlemişti: "orada, aklın ve medeniyetin bittiği yerde, bir adam halkını kurtarmak için ruhunu feda etti. ve dünya bunu hiç bilmedi."
bu olay, peder mateo'sın raporları kilise tarafından "dağ hummasının yol açtığı hezeyanlar" olarak damgalanıp arşive kaldırıldığı için tarihin büyük anlatılarında yer almadı.
1725 yılında, dünya "ilerlemeyi" kutlarken, and dağları'nın zirvesinde bir çocuk, unutulmuş tanrıları yatıştırmak için son nefesini veriyordu. bu, medeniyetin ışığının ulaşamadığı yerlerde, eski ve daha derin inançların ne kadar inatla yaşamaya devam ettiğinin sessiz ve trajik bir kanıtıydı.
takvimler 1725'i gösterdiğinde, avrupa'da akıl çağı en parlak dönemini yaşıyordu. voltaire, felsefenin sınırlarını zorluyor, ısaac newton'un principia'sı evrenin mekanik sırlarını çözmüş gibi görünüyordu. ancak paris ve londra'daki salonların aydınlığından binlerce kilometre uzakta, peru'nun yüksek and dağları'nda, zaman farklı bir ritimde akıyordu. ispanyol valiliği'nin ve kilise'nin otoritesinin ulaşamadığı, bulutların arasına gizlenmiş küçük bir quechua köyünde, bambaşka bir gerçeklik hüküm sürüyordu.
bu köy, iki yüzyıl önce inka imparatorluğu'nun çöküşünden kaçanların soyundan gelenlerin son sığınağıydı. dış dünyadan yalıtılmış bu topluluk, atalarının kadim inançlarını, özellikle de dağların ruhları olan "apu"lara duydukları derin saygıyı koruyordu. ancak son üç yıldır apu'lar onlara yüz çevirmişti. bir hastalık patates tarlalarını çürütmüş, kuraklık kinoa hasadını yok etmiş ve lama sürüleri zayıflıktan kırılmıştı. açlık, hayalet gibi evlerin arasında dolaşıyordu.
köyün yaşlı şamanı ve bilgesi kuntur wamani, haftalarca süren oruç ve ayinlerden sonra titreyerek topluluğun önüne çıktı. yüzündeki derin çizgiler, sadece yaşının değil, taşıdığı kederin de bir haritası gibiydi. fısıltıyla konuştuğunda, kelimeleri dondurucu dağ rüzgârı gibi herkesin içine işledi: "apu salcantay öfkeli. kan istiyor. toprağın bize yeniden can vermesi için, bizden bir can alması gerekiyor."
bu, atalarının en zor zamanlarda başvurduğu, ispanyolların ise çoktan unutturduğunu sandığı o kadim ritüeldi: capacocha. yani, en saf ve en değerli olanın dağ ruhuna kurban edilmesi.
ortalığı derin bir sessizlik kapladı. kurban kim olacaktı? kuntur wamani, gözlerini kalabalıkta gezdirdi ve en sonunda kendi torunu, on iki yaşındaki ınti-killa'nın üzerinde durdu. köyün en sağlıklı, en güzel çocuğu oydu. şaman, kendi kanından birini seçerek, topluluğun kaderi için en büyük fedakârlığı yapıyordu.
bu olaya tanıklık eden ve yıllar sonra lima'daki bir manastırın arşivinde bulunan günlüğünde anlatan tek bir yabancı vardı: peder mateo. dini görüşleri nedeniyle gözden düşmüş ve bu ücra bölgeye sürülmüş genç bir cizvit papazı. peder mateo, "kayıp ruhları" bulmak için çıktığı bir yolculukta tesadüfen köye ulaşmış ve dehşet içinde ritüelin hazırlıklarını izlemişti.
günlüğüne şöyle yazmıştı: "onu bir kurban gibi değil, bir tanrıça gibi hazırladılar. en iyi dokunmuş alpaka yününden giysiler giydirdiler, saçlarına nadir bulunan dağ çiçekleri taktılar. babası ağlıyordu ama annesi, kızının apu'nun gelini olacağı ve köyü kurtaracağı için metanetliydi. çocuk ise, korku ve onur arasında kaybolmuş gibiydi. ona acısını dindirmesi için kutsal mısır birası ((gbkz: chicha) içirdiler.)"
peder mateo, bir avuç yerliyle birlikte dağın zirvesine doğru ilerleyen ayin alayını çaresizce takip etti. müdahale etmesi, onun anında öldürülmesi anlamına gelirdi. o, 18. yüzyılın mantık dünyasından, zamanın başlangıcından kalma bir ana hapsolmuştu.
zirvede, dondurucu rüzgârın ortasında, kuntur wamani torununu kutsal bir kayanın üzerine yatırdı. son kez alnından öptü ve gökyüzüne bakarak kadim bir dilde apu'ya yakardı. peder mateo, o anı günlüğünde tek bir cümleyle özetlemişti: "orada, aklın ve medeniyetin bittiği yerde, bir adam halkını kurtarmak için ruhunu feda etti. ve dünya bunu hiç bilmedi."
bu olay, peder mateo'sın raporları kilise tarafından "dağ hummasının yol açtığı hezeyanlar" olarak damgalanıp arşive kaldırıldığı için tarihin büyük anlatılarında yer almadı.
1725 yılında, dünya "ilerlemeyi" kutlarken, and dağları'nın zirvesinde bir çocuk, unutulmuş tanrıları yatıştırmak için son nefesini veriyordu. bu, medeniyetin ışığının ulaşamadığı yerlerde, eski ve daha derin inançların ne kadar inatla yaşamaya devam ettiğinin sessiz ve trajik bir kanıtıydı.
devamını gör...