1.
kahraman.
devamını gör...
2.
büyükbabası ile yaşayan heidi ve arkadaşları peter ile clara'nın maceralarının geçtiği dağlar.
devamını gör...
3.
kimine heidi'yi çağrıştırır kimilerine de kahraman.
devamını gör...
4.
çoğul haliyle avrupa'da bir dağ ismi olan sözcük.
çok görülmese de, şeytan tüyü barındıran erkeklere ait olduğunu düşündüğüm isimdir.
çok görülmese de, şeytan tüyü barındıran erkeklere ait olduğunu düşündüğüm isimdir.
devamını gör...
5.
hakan günday'ın kinyas ve kayra'sındaki bir karakterin adıdır:
=== alıntı===
"ismini söylediği zaman hatırladım alp’i. o adamı. tanıdığım en tembel adamı. hiçbir işi olmayan, hiçbir şey yapmadan oturan adamların ileri gelenlerinden biri. sadece konuşurdu alp. anlatırdı. yalanları ve hikâyeleri kayra’nınkilerle kafa kafaya giderdi. oturduğu yerden insanları kahkaha tarlasından dehşetin yuvasına kadar her yere götürüp getirirdi. konuşmanın kılavuzuydu. onu son gördüğümde annesinin öldüğünü söylemişti. ve bunu söylerken, artık evde yalnız kalacağı için gözleri parlıyordu. yanlış hatırlamıyorsam, paris’te karşılaşmıştık. bir bursla gelmişti fransa’ya. ve bedava okumaya hak kazandığı okula adımını atmadan döndü. yerini bile öğrenmedi okul binasının. paris’te kaldığı dört ay boyunca bildiğim kadarıyla evinden çok az dışarı çıkmıştı. tabiî, eminim döndüğünde sorulan sorulara, fransız vatandaşlığına geçmiş birinden daha iyi yanıtlar verip anlatmıştır paris’i. gerçek bir türün tanıdığım tek örneği. gerçek bir boşluk adamı. içinde hiçbir şey beslemeyen. kendine ait hiçbir düşünce taşımayan bir karbon kâğıdı. lastik gibi! hayat ne verdiyse o vardı elinde. o kadar. seksten nefret eden, içki içmeyen bir adam. bütün zamanını evine gelen insanlarla konuşarak geçirirdi. hiçbir teknoloji ürününü ve iyi hafızalı insanları sevmezdi. çünkü söylediklerinin kaydedilmesi ya da hatırlanması fikri onu iğrendiriyordu. sadece içinde bulunduğu an için konuşur ve sözlerinin unutulmasını isterdi. dünyanın en uçucu ve iz bırakmayan işiyle uğraşıyordu. tabiî yaptığına bir iş denirse! konuşmak, hep konuşmak. söz bittiğinde de alp de biterdi. bir tiyatro oyunu gibi. ağzının kapanması perdenin inmesiyle aynı. konuşmadığı zaman alp de yoktu. hatta beynini off’a getirip oturduğunu söyleyebilirim, sustuğu zamanlarda. kayra’yla beraber çok uzun zamandır tanıyorduk alp’i. büyüyünce ne olacağını merak ederdik...
iyi fikirdi gidip onu bulmak ve dinlemek. ağızdan çıkan sözcükler kadar hafif ve ölümlü olan bu adamın ne halde olduğunu öğrenmek iyi fikirdi... alp hikâye anlatırdı. arada bir de, kıssadan hisse ahkâm keserdi hayata dair.
“üçüncü dünya ülkelerinde insanlar arabalarını, kamyonlarını boyarlar, üzerlerine resimler çizip, yazılar yazarlar. çünkü üçüncü dünya ülksi insanı bindiği makineyi icat etmemiştir. icat etmediği için de yakın hissetmez kendini. sahibi gibi görünmesi, karakter kazanıp kişileştirilmesi gerekir arabanın. kullandığı her ithal makineye isim takıp sadece kendine has şekil ve yazılarla damgalaması, üçüncü dünya’nın asla yok olmayacağını gösterir. birileri, sahip olduğu aleti boyamaktan vazgeçene kadar da yok olmaz!..
kadın suratını boyar. çünkü suratı kendisine değil, güzelliğini takdir edecek olan erkeğe aittir. kimse kendi yarattığı bir boku boyamaz!..”
ve buna benzer ahkâmlar sürüp giderdi. anlamlı, anlamsız herhangi bir sonuca çok seyrek varan, yüksek sesle fikirler yürütmekten ibaretti yaptığı. aslında beni daha çok yaşadığı hayat ilgilendirirdi. ne de olsa, ortalıkta onun gibi çok geveze vardı. ama hiçbiri hayatını sadece çene çalmaya resmî olarak indirgememişti. tembelliği felaket boyutlara varıyordu. evinden çıkmadan aylarca salonunda yaşayabiliyordu. babasının emekli milletvekili maaşıyla geçiniyordu. evet, babası bir milletvekiliydi. kim demiş babalarımızın oğullarıyız diye?"
=== alıntı===
=== alıntı===
"ismini söylediği zaman hatırladım alp’i. o adamı. tanıdığım en tembel adamı. hiçbir işi olmayan, hiçbir şey yapmadan oturan adamların ileri gelenlerinden biri. sadece konuşurdu alp. anlatırdı. yalanları ve hikâyeleri kayra’nınkilerle kafa kafaya giderdi. oturduğu yerden insanları kahkaha tarlasından dehşetin yuvasına kadar her yere götürüp getirirdi. konuşmanın kılavuzuydu. onu son gördüğümde annesinin öldüğünü söylemişti. ve bunu söylerken, artık evde yalnız kalacağı için gözleri parlıyordu. yanlış hatırlamıyorsam, paris’te karşılaşmıştık. bir bursla gelmişti fransa’ya. ve bedava okumaya hak kazandığı okula adımını atmadan döndü. yerini bile öğrenmedi okul binasının. paris’te kaldığı dört ay boyunca bildiğim kadarıyla evinden çok az dışarı çıkmıştı. tabiî, eminim döndüğünde sorulan sorulara, fransız vatandaşlığına geçmiş birinden daha iyi yanıtlar verip anlatmıştır paris’i. gerçek bir türün tanıdığım tek örneği. gerçek bir boşluk adamı. içinde hiçbir şey beslemeyen. kendine ait hiçbir düşünce taşımayan bir karbon kâğıdı. lastik gibi! hayat ne verdiyse o vardı elinde. o kadar. seksten nefret eden, içki içmeyen bir adam. bütün zamanını evine gelen insanlarla konuşarak geçirirdi. hiçbir teknoloji ürününü ve iyi hafızalı insanları sevmezdi. çünkü söylediklerinin kaydedilmesi ya da hatırlanması fikri onu iğrendiriyordu. sadece içinde bulunduğu an için konuşur ve sözlerinin unutulmasını isterdi. dünyanın en uçucu ve iz bırakmayan işiyle uğraşıyordu. tabiî yaptığına bir iş denirse! konuşmak, hep konuşmak. söz bittiğinde de alp de biterdi. bir tiyatro oyunu gibi. ağzının kapanması perdenin inmesiyle aynı. konuşmadığı zaman alp de yoktu. hatta beynini off’a getirip oturduğunu söyleyebilirim, sustuğu zamanlarda. kayra’yla beraber çok uzun zamandır tanıyorduk alp’i. büyüyünce ne olacağını merak ederdik...
iyi fikirdi gidip onu bulmak ve dinlemek. ağızdan çıkan sözcükler kadar hafif ve ölümlü olan bu adamın ne halde olduğunu öğrenmek iyi fikirdi... alp hikâye anlatırdı. arada bir de, kıssadan hisse ahkâm keserdi hayata dair.
“üçüncü dünya ülkelerinde insanlar arabalarını, kamyonlarını boyarlar, üzerlerine resimler çizip, yazılar yazarlar. çünkü üçüncü dünya ülksi insanı bindiği makineyi icat etmemiştir. icat etmediği için de yakın hissetmez kendini. sahibi gibi görünmesi, karakter kazanıp kişileştirilmesi gerekir arabanın. kullandığı her ithal makineye isim takıp sadece kendine has şekil ve yazılarla damgalaması, üçüncü dünya’nın asla yok olmayacağını gösterir. birileri, sahip olduğu aleti boyamaktan vazgeçene kadar da yok olmaz!..
kadın suratını boyar. çünkü suratı kendisine değil, güzelliğini takdir edecek olan erkeğe aittir. kimse kendi yarattığı bir boku boyamaz!..”
ve buna benzer ahkâmlar sürüp giderdi. anlamlı, anlamsız herhangi bir sonuca çok seyrek varan, yüksek sesle fikirler yürütmekten ibaretti yaptığı. aslında beni daha çok yaşadığı hayat ilgilendirirdi. ne de olsa, ortalıkta onun gibi çok geveze vardı. ama hiçbiri hayatını sadece çene çalmaya resmî olarak indirgememişti. tembelliği felaket boyutlara varıyordu. evinden çıkmadan aylarca salonunda yaşayabiliyordu. babasının emekli milletvekili maaşıyla geçiniyordu. evet, babası bir milletvekiliydi. kim demiş babalarımızın oğullarıyız diye?"
=== alıntı===
devamını gör...
6.
öz türkçe bir erkek ismi. islam öncesi türklerde vatanı korumakla görevli ve bu ülkü uğruna savaşan askerler yani burada bir dinin yayma amacı yok. islam sonrasında işin içine dinin de girmesiyle birlikte adları alperen olmuştur. alplerin, osmanlı'daki karşılığı akıncılardır.
375 kavimler göçü sırasında avrupa hun devleti'nin etkisiyle avrupa'da bazı yerler, öz türkçe adlar almıştır. bunlardan birisi de türk alplerine ithafen verilmiş, alp dağları'dır.
375 kavimler göçü sırasında avrupa hun devleti'nin etkisiyle avrupa'da bazı yerler, öz türkçe adlar almıştır. bunlardan birisi de türk alplerine ithafen verilmiş, alp dağları'dır.
devamını gör...
7.
devamını gör...