1.
1929 yılında, marc bloch ve lucien febvre tarafından çıkarılan tarih dergisi. kendilerince bizim tarihimiz farklıdır deyip diğer tarih anlayışlarına meydan okurcasına dergi çıkarmışlardır. ilk olarak amaçladıklarını gibi hareket ederken bloch'un ölümü ile birlikte ne yazık ki parçalanmaya doğru gitmiştir. hayır amacı siyaseti merkeze almaktansa bireyi merkeze almak gerekir anlayışı olan, belge fetişistliğinin yerine, sorun odaklı çalışıp şu vakanüvisliği istemeyen bir tarihsel anlayış nasıl olur da tekrar siyaset merkezli tarih anlayışına dönüşür?
bu tarihçiler tarih yapmak yerine siyaset yapmayı hiç bırakmayacak anlaşılan.
bu tarihçiler tarih yapmak yerine siyaset yapmayı hiç bırakmayacak anlaşılan.
devamını gör...
2.
biraz üstteki tanımı düzelterek biraz da bildiklerimden hareketle tanımlamaya çalışacağım ekol, okuldan ziyade akım demek anlam açısından daha iyi olabilir.
annales öncesinden girelim, ranke'nin anlayışının şekillendirdiği bir tarihçilik vardı onlardan önce. ranke bildiğimiz anlamda bilimsel tarihçiliği ortaya koyan adamdır, kendisinden öncekilerden temel farkı kendince bir tarafsızlık kaygısı gütmüş olmasıdır; ne anna komnena ne de ernoul* bu kafada değillerdir. bu tarafsızlığın yolu ranke ve onun yolundan gidenlerce geçmişi yargılamamaktan geçer, amaç onu olduğu haliyle yeniden inşa etmek yani reconstructivism'dir. bu inşa faaliyeti için en gerekli olan şey kaynaklardır, bu anlayışın itibar ettiği kaynaklar ise devlet/kilise gibi köklü kurumların arşivlerinden ibarettir. bu kurumların kayıtları tamamen kendi perspektiflerinden hareketle gelişir, onlar için önemli olan olaylara yani eventlere yer verirler. böylece bu kayıtlara dayanarak yazılan tarih birkaç büyük olaydan ve bu olaylarda büyük rol oynamış kişilerden ibaret politik ve monumental* bir tarih olur. şöyle somutlaştırayım, "malazgirt savaşı ile alparslan bize anadolu'nun kapılarını açtı." demek tam olarak böyle bir tarihçilik demektir; yanlış değildir ama eksiktir.
annales akımı da işte tam olarak bu eksikleri kapama iddiasıyla ortaya çıkmış bir akımdır. tabii bu çıkışı "bakın beyler doğru tarihçilik budur." diye okumak hatalı olur, febvre ile bloch'un ranke'nin geliştirdiği anlayışın çevresinde şekillenen akademide bir yer bulamaması da böyle bir vartaya atılmalarında etkilidir; bu bir vartadır çünkü kaç senedir hâkim olan anlayışa kafa tutmaktadır. lucien febvre ve marc bloch'un başını çektiği bu annales akımı tarihi olayları/eventleri açıklarken diğer bilimlerin, başta sosyal bilimlerin, teorilerinden yararlanmak gerektiğini öne sürmüşlerdir. ayrıca kaynaklar konusunda da ranke'den farklı düşünürler, arşive hapsolmaktan ziyade tarihini çalıştıkları bölgeyi gözlemlemeye önem verirler örneğin* ekonomi, sosyoloji ve antropoloji bu sosyal bilimler arasında sayılabilir; bugün devlet okullarındaki tarih kitaplarında bile, üstünkörü de olsa, haçlı seferleri'nin ekonomik/siyasi nedenlerine de girilmesinden anlayabilirsiniz ki günümüz tarihçiliğine hâkim olan anlayış bu anlayıştır. bu hâkimiyeti ise akımı ortaya koyan febvre/bloch ikilisinden ziyade febvre'den oldukça etkilenen fernand braudel başarmıştır.
braudel esasında pek matah bir akademisyen değildir, "bir baltaya sap olabilmek adına" fransa'nın arka bahçesi olan cezayir'de tarih öğretmenliği yapmaktadır. o dönem cezayir bir çeşit sıçrama tahtasıdır fransa akademisi için, burada tecrübe kazananlar yollarına anakarada devam etmek istemektedirler. braudel'in yüzü burada pek gülmemiş olacak ki iş için brezilya yollarına düşer adam. febvre ile karşılaştığı brezilya'dan avrupa'ya dönüş yolculuğuna değin ranke'nin anlayışına daha yakın birisidir ve bir ispanyol kralı'nın dönemini işleyen bir çalışma hazırlamaktadır. febvre braudel'i ve bu çalışmayı epey etkiler, braudel deyim yerindeyse hanyayı konyayı görmüş olur ama görmekle kalmaz; annales akımı'nın diğer sosyal bilimlerin teorilerinden yararlanma fikrini sistemleştirir, kritik olaylar/kişilerden ziyade zaman ve mekân kavramlarına dayalı bir tarihçilik geliştirir. tarihçilerin zaman ve mekân algısını baştan aşağıya değiştirir:
mekân, yapı yani structure çevremizde bulunan fiziki koşullardır; dağ, taş, iklim gibi. bunlar oldukça yavaş değişirler, insanlar bu değişimi pek gözlemleyemez ve buna pek müdahale edemez ancak bunlar insanları ve dolayısıyla tarihi şekillendiren ana unsurlardır; dolayısıyla diyebiliriz ki braudel'in esas yararlandığı sosyal bilim coğrafyadır*. tarihin gelişimini etkileyen bir diğer unsur ise onun conjoncture ismini verdiği beşeri koşullarıdır; kültür, ekonomi gibi. bunlar insanlar tarafından ortaya konulmuşlardır, onlar tarafından değiştirilirler ancak bu uzun bir süreçtir. braudel'in tarihin şekillenmesinde en az önemli gördüğü unsur ise eventler yani olaylardır, bunları dalgalanan deniz kıyıya vurduğunda oluşan köpüklere benzetir. braudel bu yüzden bireyci olmaz, daha çok fatalisttir*; insanı pasif görür. onun bu aşırı denebilecek koşulcu yanını törpüleyip insan iradesine* önem verenler marxist tarihçiler olacaktır*. "history from bottom up" yani "aşağıdan yukarıya tarihçilik*" ile arşivlerde pek yer bulamamış ya da suçlu olarak yer bulmuş ötekilerin* tarihini yazan, esas bireyci olan marksist tarihçilerdir*.
braudel'in tarihçilik anlayışını da bir örnekle somutlaştırarak bitireyim girdiyi: mısır nil nehri sayesinde var olmuş bir medeniyettir. nil, yılda belli zamanlarda taşan bir nehirdir*; tüm mısır'ın su kaynağı bu taşan suyu depolamaktan geçer. bu da oldukça uzun nehir boyunca hatırı sayılır bir teknoloji gerektiren taşkın yatakları/kanallar yapmayı gerektirir. e bunları bir iki köylü kendi başına yapamaz, büyük örgütleşmelerle bu tip ciddi projelerin hakkından gelinebilir ki bu da devlet demektir. tek su kaynağının olması, buna hâkim olmanın da kolay olması anlamına gelir; su kaynağına hâkim olan ise her şeye hâkim olarak tek güç hâline gelir, bu da mısır'da mezopotamya gibi* şehir devletleri yerine merkezi bir devletin var olma nedenidir*. güçlü merkezi idarenin başındaki kral da güçlüdür, bu güç ile bir kutsallık/uluhiyet de kazanmasıyla* tanrı-kral profili şekillenir. bu aşırı ulu kralların alelade mezarlara atılacak halleri yok, onlara yaraşır ebedî istirahatgâhlar olmalıdır; alın size piramitler*.
annales öncesinden girelim, ranke'nin anlayışının şekillendirdiği bir tarihçilik vardı onlardan önce. ranke bildiğimiz anlamda bilimsel tarihçiliği ortaya koyan adamdır, kendisinden öncekilerden temel farkı kendince bir tarafsızlık kaygısı gütmüş olmasıdır; ne anna komnena ne de ernoul* bu kafada değillerdir. bu tarafsızlığın yolu ranke ve onun yolundan gidenlerce geçmişi yargılamamaktan geçer, amaç onu olduğu haliyle yeniden inşa etmek yani reconstructivism'dir. bu inşa faaliyeti için en gerekli olan şey kaynaklardır, bu anlayışın itibar ettiği kaynaklar ise devlet/kilise gibi köklü kurumların arşivlerinden ibarettir. bu kurumların kayıtları tamamen kendi perspektiflerinden hareketle gelişir, onlar için önemli olan olaylara yani eventlere yer verirler. böylece bu kayıtlara dayanarak yazılan tarih birkaç büyük olaydan ve bu olaylarda büyük rol oynamış kişilerden ibaret politik ve monumental* bir tarih olur. şöyle somutlaştırayım, "malazgirt savaşı ile alparslan bize anadolu'nun kapılarını açtı." demek tam olarak böyle bir tarihçilik demektir; yanlış değildir ama eksiktir.
annales akımı da işte tam olarak bu eksikleri kapama iddiasıyla ortaya çıkmış bir akımdır. tabii bu çıkışı "bakın beyler doğru tarihçilik budur." diye okumak hatalı olur, febvre ile bloch'un ranke'nin geliştirdiği anlayışın çevresinde şekillenen akademide bir yer bulamaması da böyle bir vartaya atılmalarında etkilidir; bu bir vartadır çünkü kaç senedir hâkim olan anlayışa kafa tutmaktadır. lucien febvre ve marc bloch'un başını çektiği bu annales akımı tarihi olayları/eventleri açıklarken diğer bilimlerin, başta sosyal bilimlerin, teorilerinden yararlanmak gerektiğini öne sürmüşlerdir. ayrıca kaynaklar konusunda da ranke'den farklı düşünürler, arşive hapsolmaktan ziyade tarihini çalıştıkları bölgeyi gözlemlemeye önem verirler örneğin* ekonomi, sosyoloji ve antropoloji bu sosyal bilimler arasında sayılabilir; bugün devlet okullarındaki tarih kitaplarında bile, üstünkörü de olsa, haçlı seferleri'nin ekonomik/siyasi nedenlerine de girilmesinden anlayabilirsiniz ki günümüz tarihçiliğine hâkim olan anlayış bu anlayıştır. bu hâkimiyeti ise akımı ortaya koyan febvre/bloch ikilisinden ziyade febvre'den oldukça etkilenen fernand braudel başarmıştır.
braudel esasında pek matah bir akademisyen değildir, "bir baltaya sap olabilmek adına" fransa'nın arka bahçesi olan cezayir'de tarih öğretmenliği yapmaktadır. o dönem cezayir bir çeşit sıçrama tahtasıdır fransa akademisi için, burada tecrübe kazananlar yollarına anakarada devam etmek istemektedirler. braudel'in yüzü burada pek gülmemiş olacak ki iş için brezilya yollarına düşer adam. febvre ile karşılaştığı brezilya'dan avrupa'ya dönüş yolculuğuna değin ranke'nin anlayışına daha yakın birisidir ve bir ispanyol kralı'nın dönemini işleyen bir çalışma hazırlamaktadır. febvre braudel'i ve bu çalışmayı epey etkiler, braudel deyim yerindeyse hanyayı konyayı görmüş olur ama görmekle kalmaz; annales akımı'nın diğer sosyal bilimlerin teorilerinden yararlanma fikrini sistemleştirir, kritik olaylar/kişilerden ziyade zaman ve mekân kavramlarına dayalı bir tarihçilik geliştirir. tarihçilerin zaman ve mekân algısını baştan aşağıya değiştirir:
mekân, yapı yani structure çevremizde bulunan fiziki koşullardır; dağ, taş, iklim gibi. bunlar oldukça yavaş değişirler, insanlar bu değişimi pek gözlemleyemez ve buna pek müdahale edemez ancak bunlar insanları ve dolayısıyla tarihi şekillendiren ana unsurlardır; dolayısıyla diyebiliriz ki braudel'in esas yararlandığı sosyal bilim coğrafyadır*. tarihin gelişimini etkileyen bir diğer unsur ise onun conjoncture ismini verdiği beşeri koşullarıdır; kültür, ekonomi gibi. bunlar insanlar tarafından ortaya konulmuşlardır, onlar tarafından değiştirilirler ancak bu uzun bir süreçtir. braudel'in tarihin şekillenmesinde en az önemli gördüğü unsur ise eventler yani olaylardır, bunları dalgalanan deniz kıyıya vurduğunda oluşan köpüklere benzetir. braudel bu yüzden bireyci olmaz, daha çok fatalisttir*; insanı pasif görür. onun bu aşırı denebilecek koşulcu yanını törpüleyip insan iradesine* önem verenler marxist tarihçiler olacaktır*. "history from bottom up" yani "aşağıdan yukarıya tarihçilik*" ile arşivlerde pek yer bulamamış ya da suçlu olarak yer bulmuş ötekilerin* tarihini yazan, esas bireyci olan marksist tarihçilerdir*.
braudel'in tarihçilik anlayışını da bir örnekle somutlaştırarak bitireyim girdiyi: mısır nil nehri sayesinde var olmuş bir medeniyettir. nil, yılda belli zamanlarda taşan bir nehirdir*; tüm mısır'ın su kaynağı bu taşan suyu depolamaktan geçer. bu da oldukça uzun nehir boyunca hatırı sayılır bir teknoloji gerektiren taşkın yatakları/kanallar yapmayı gerektirir. e bunları bir iki köylü kendi başına yapamaz, büyük örgütleşmelerle bu tip ciddi projelerin hakkından gelinebilir ki bu da devlet demektir. tek su kaynağının olması, buna hâkim olmanın da kolay olması anlamına gelir; su kaynağına hâkim olan ise her şeye hâkim olarak tek güç hâline gelir, bu da mısır'da mezopotamya gibi* şehir devletleri yerine merkezi bir devletin var olma nedenidir*. güçlü merkezi idarenin başındaki kral da güçlüdür, bu güç ile bir kutsallık/uluhiyet de kazanmasıyla* tanrı-kral profili şekillenir. bu aşırı ulu kralların alelade mezarlara atılacak halleri yok, onlara yaraşır ebedî istirahatgâhlar olmalıdır; alın size piramitler*.
devamını gör...
3.
osmanlı coğrafyasını gezen dilbilimci bir seyyahın, latin harfleriyle 17. yüz yıl türkçe günlük konuşma dilini avrupalılara öğretmek amacıyla yazdığı bir kitabın bir bölümünde, alışveriş yaparken kullanılan standart kalıplar, bir diyalog içerisinde aktarılıyordu. orada tacir kişi standart diyalogda müşteriye '' bunu istemem arslanlu olanı vir'' gibilerinden bir şey söylüyordu.
işte hollanda gulden'inin üzerinde bulunan arslan sembolünden hareketle, osmanlı esnafının bu parayı talep etmesinin 17. yy osmanlı coğrafyası'ndaki enflasyona dayalı ekonomik zayıflamaya işaret etmesi annales okulu tarzı tarih okumasına bir örnektir. tarihi kralların vakanüvislerinden çıkartıp, akdeniz kıyılarında esen rüzgarlara, hangi liman şehrine 17 ve 18 yy'da hangi maldan bir senede kaç ton yükleme yapıldığına, yükselen akarsu debisinin serf- senyör ilişkisini nasıl etkilediğini ve bunun gibi yüzlerce günlük yaşama dair teferruatlardan kapsamlı bir metod ortaya koyan ekoldür.
lucien lefevre'nin dediği gibi '' tarihçi, hem sosyolog, hem coğrafyacı, hem hukukçu, hem de matematikçi olmalıdır. '' bunların hepsi olamıyorsa tarihçi de değildir.
işte hollanda gulden'inin üzerinde bulunan arslan sembolünden hareketle, osmanlı esnafının bu parayı talep etmesinin 17. yy osmanlı coğrafyası'ndaki enflasyona dayalı ekonomik zayıflamaya işaret etmesi annales okulu tarzı tarih okumasına bir örnektir. tarihi kralların vakanüvislerinden çıkartıp, akdeniz kıyılarında esen rüzgarlara, hangi liman şehrine 17 ve 18 yy'da hangi maldan bir senede kaç ton yükleme yapıldığına, yükselen akarsu debisinin serf- senyör ilişkisini nasıl etkilediğini ve bunun gibi yüzlerce günlük yaşama dair teferruatlardan kapsamlı bir metod ortaya koyan ekoldür.
lucien lefevre'nin dediği gibi '' tarihçi, hem sosyolog, hem coğrafyacı, hem hukukçu, hem de matematikçi olmalıdır. '' bunların hepsi olamıyorsa tarihçi de değildir.
devamını gör...
4.
bence annales okulunun türkiyedeki en büyük şansızlığı,en dominant temsilcisinin annales ekolünün en temel eseri olan akdeniz ve akdeniz dünyasının mehmet ali kıçbay isimli çevirmenlik vasıflarının hiçbirini taşımayan bir iktisat tarihçisi tarafından çevrilmiş olmasıdır.uzun devrik cümleler,türkçe karşılıkları bulunma zahmetine girilmeyen fransızca bolca sözcük,kitabı okutmama adına her türlü ayrıntı düşünülmüş kılıçbay tarafından.
devamını gör...