1.
biraz bencilleşip kendimizi mutlu etmemiz gerek. ama olmuyor değil mi? hep başka yaşamların avukatıyız. hep birlikte yaşadığımız kişilerin eylemlerini ve söylemlerini konuşmaktayız. ne yapalım, kafamızı kuma mı gömelim? asla! ama kendimizi de konuşalım. biraz da kendimizden konuşalım. her şeyi hatırlamak isterken kendimizi unuttuk.
devamını gör...
2.
lodos86'nın, köşe yazısı tadındaki yazısı...
şahsen biraz daha uzun olsa ve üzerine birçok söylem geliştirseniz tadından yenmezdi... *
sanırım burada görev bize düşüyor... biz başlığı yazardan devralıp konu hakkında kendi kompozisyonlarımızı kompozite etmeliyiz...
şahsen biraz daha uzun olsa ve üzerine birçok söylem geliştirseniz tadından yenmezdi... *
sanırım burada görev bize düşüyor... biz başlığı yazardan devralıp konu hakkında kendi kompozisyonlarımızı kompozite etmeliyiz...
devamını gör...
3.
başka yaşamların avukatıyız ...
evet yanlış okumadınız!..
başka yaşamları savunur, konu bize geldiğinde bir türlü kendi savunmamızda kıyam duramayız.
halbuki kendi yaşamımıza -en çok hakeden bu nadide metafora- tutup bir söylem geliştirmeyiz...
nedense dönüp kendi içimize bakamayız.. en ufak bir içe yönelme halinde dahi, ani bir etkiyle, büyük bir bencillik gelir...
esasen, talep olmadıkça, kaplumbağa misali kendi kabuklamızda yaşasak... yahut bir ıstakoz misali daraldıkça başka kabuklara geçsek... olmaz mı? ..
hiç olmadı yılan gibi her bahar, bir başka deriye evrilsek...
tı tı tıı... yılan dedim değil mi? bu örnek hiç yakışmadı... hatta fıtraten zorunuza gitti.... oysa zehrini akıtıp kısmetinin peşinden koşmak dışında, kimseye bir zararı dokunmayan zavallı bir varlığı, ekmek veren eli ısıran bir insana benzetmek, ancak bize yakışırdı. biz.. insanoğluna...
yakıştı da...
oturup bir insanı, zavallı bir hayvana benzeterek, hemen herkesin gözünde, o hayvanı, bir çırpıda zalim konumuna eriştiriverdik.
peki üzerimize vazife miydi?..
sanmam.. ama bu kez sagopa kajmer misali pek sanmam, hiç sanmam.
elimi çektim altından taşın.
kurtuldu ezilen parmaklarım.
ama canım hala yanıyor
avutsun bahaneler! bahaneler ahh
avutsun... çünkü yine üzerimize vazife olmayan bambaşka yaşamların avukatı olduk: yılanın, belki de haklı bir varoluşsal sancısını, tutup kendi mahkememize konduruverdik..
sahi..
yine üzerimize vazife miydi?..
evet yanlış okumadınız!..
başka yaşamları savunur, konu bize geldiğinde bir türlü kendi savunmamızda kıyam duramayız.
halbuki kendi yaşamımıza -en çok hakeden bu nadide metafora- tutup bir söylem geliştirmeyiz...
nedense dönüp kendi içimize bakamayız.. en ufak bir içe yönelme halinde dahi, ani bir etkiyle, büyük bir bencillik gelir...
esasen, talep olmadıkça, kaplumbağa misali kendi kabuklamızda yaşasak... yahut bir ıstakoz misali daraldıkça başka kabuklara geçsek... olmaz mı? ..
hiç olmadı yılan gibi her bahar, bir başka deriye evrilsek...
tı tı tıı... yılan dedim değil mi? bu örnek hiç yakışmadı... hatta fıtraten zorunuza gitti.... oysa zehrini akıtıp kısmetinin peşinden koşmak dışında, kimseye bir zararı dokunmayan zavallı bir varlığı, ekmek veren eli ısıran bir insana benzetmek, ancak bize yakışırdı. biz.. insanoğluna...
yakıştı da...
oturup bir insanı, zavallı bir hayvana benzeterek, hemen herkesin gözünde, o hayvanı, bir çırpıda zalim konumuna eriştiriverdik.
peki üzerimize vazife miydi?..
sanmam.. ama bu kez sagopa kajmer misali pek sanmam, hiç sanmam.
elimi çektim altından taşın.
kurtuldu ezilen parmaklarım.
ama canım hala yanıyor
avutsun bahaneler! bahaneler ahh
avutsun... çünkü yine üzerimize vazife olmayan bambaşka yaşamların avukatı olduk: yılanın, belki de haklı bir varoluşsal sancısını, tutup kendi mahkememize konduruverdik..
sahi..
yine üzerimize vazife miydi?..
devamını gör...