1.
niyâzî-i mısrî'ye ait güzel bir eserdir.
tasavvuf ile çok bir ilgim yok. buna bağlı olarak bilgim de yok. sadece kelimelerin anlamına bakarak ya da okuyunca hissettiğim kadarıyla "göz kapaklarını indirip dinlenmesi gereken eserler" arasında olduğunu düşünüyorum.
eserde geçen 'ben'e dair:
şu "ben" mevzusu insanoğlunun başına her zaman bela olmuş. bulması yeterince kolaymış gibi bir de bulduktan sonra koyacağın yeri belirlemek yük edilmiş. kimisi benliğini çemberin dışına çıkarabilmiş, kimi de tam ortaya yerleştirmiş. ortaya koyanlar çember genişledikçe benliklerinden uzaklaşmışlar. halbuki insan merkeze koyduğu şeyleri daha yakın görür, daha çok değer verir, değil mi? ne büyük bir yanılsama.
çok uzun zamandır, insanın mutlu olması için gereken en önemli şeyin kendini sevip değer vermek olduğunu düşünüyordum. tek ben değil, okuduğum çoğu yazı ve dinlediğim çoğu insan da bunu söylüyordu. peki neydi bu "kendine değer vermek"? her gün aynanın karşısına geçip, "bu ne güzelliktir be! her şeyin en güzelini hak ediyorsun sen." tarzında söylenen cümleler mi? ya da tercihleri yaparken seçeneklerin en iyisini tercih etme zorunluluğu mu? aslında bunlardan ziyade, karşılıksız yapılan iyiliklerin ve güzelliklerin insanda oluşturduğu mutluluktur 'kendine değer verme'. bir karşılık beklemeden, yere dağılan çöp konteynerini toplamaktır mesela. "banane ya, herkes kendi işini yapsın" deyip, belediye görevlilerini işe davet ediyorsanız eğer çemberinizi genişletirken ortadaki benliğinizin konumuna dikkat etmenizi öneririm.*
şimdi nerden geldik biz bu mevzuya? niyazi mısri'nin eserini paylaşıp gidecektim ama çenem açıldı iyice. bu saatler, insanın zihnindeki kişilerin çenesinin iyice düştüğü saatler. neyse son bir uyarı yapıp gideyim. benliğinize dikkat edin dedim ama yerden yere de vurmayın lütfen. biliyorsunuz, id ve süperego arasındaki dava için arabulucuk yapan kahramanımızdır kendisi. siz dozajı ona göre ayarlarsınız artık.*
ben sanırdım âlem içre bana hiç yâr kalmadı,
ben beni terk eyledim gördüm ki ağyâr kalmadı.
cümle eşyâda görürdüm hâr var gülizâr yok,
hep gülistân oldu âlem şimdi hiç hâr kalmadı.
gitti kesret, geldi vahdet oldu halvet dost ile
hep hakk oldu cümle âlem çarşı pâzar kalmadı.
gece gündüz zâr u efgân eyleyip inlerdi dil, bilmezem n'oldu kesildi âh ile zâr kalmadı.
dîn diyânet âdet ü şöhret kamu vardı yele,
ey niyâzî n'oldu sende kayd-ı dindar kalmadı.
güzel bir yorumunu da bırakayım:
tasavvuf ile çok bir ilgim yok. buna bağlı olarak bilgim de yok. sadece kelimelerin anlamına bakarak ya da okuyunca hissettiğim kadarıyla "göz kapaklarını indirip dinlenmesi gereken eserler" arasında olduğunu düşünüyorum.
eserde geçen 'ben'e dair:
şu "ben" mevzusu insanoğlunun başına her zaman bela olmuş. bulması yeterince kolaymış gibi bir de bulduktan sonra koyacağın yeri belirlemek yük edilmiş. kimisi benliğini çemberin dışına çıkarabilmiş, kimi de tam ortaya yerleştirmiş. ortaya koyanlar çember genişledikçe benliklerinden uzaklaşmışlar. halbuki insan merkeze koyduğu şeyleri daha yakın görür, daha çok değer verir, değil mi? ne büyük bir yanılsama.
çok uzun zamandır, insanın mutlu olması için gereken en önemli şeyin kendini sevip değer vermek olduğunu düşünüyordum. tek ben değil, okuduğum çoğu yazı ve dinlediğim çoğu insan da bunu söylüyordu. peki neydi bu "kendine değer vermek"? her gün aynanın karşısına geçip, "bu ne güzelliktir be! her şeyin en güzelini hak ediyorsun sen." tarzında söylenen cümleler mi? ya da tercihleri yaparken seçeneklerin en iyisini tercih etme zorunluluğu mu? aslında bunlardan ziyade, karşılıksız yapılan iyiliklerin ve güzelliklerin insanda oluşturduğu mutluluktur 'kendine değer verme'. bir karşılık beklemeden, yere dağılan çöp konteynerini toplamaktır mesela. "banane ya, herkes kendi işini yapsın" deyip, belediye görevlilerini işe davet ediyorsanız eğer çemberinizi genişletirken ortadaki benliğinizin konumuna dikkat etmenizi öneririm.*
şimdi nerden geldik biz bu mevzuya? niyazi mısri'nin eserini paylaşıp gidecektim ama çenem açıldı iyice. bu saatler, insanın zihnindeki kişilerin çenesinin iyice düştüğü saatler. neyse son bir uyarı yapıp gideyim. benliğinize dikkat edin dedim ama yerden yere de vurmayın lütfen. biliyorsunuz, id ve süperego arasındaki dava için arabulucuk yapan kahramanımızdır kendisi. siz dozajı ona göre ayarlarsınız artık.*
ben sanırdım âlem içre bana hiç yâr kalmadı,
ben beni terk eyledim gördüm ki ağyâr kalmadı.
cümle eşyâda görürdüm hâr var gülizâr yok,
hep gülistân oldu âlem şimdi hiç hâr kalmadı.
gitti kesret, geldi vahdet oldu halvet dost ile
hep hakk oldu cümle âlem çarşı pâzar kalmadı.
gece gündüz zâr u efgân eyleyip inlerdi dil, bilmezem n'oldu kesildi âh ile zâr kalmadı.
dîn diyânet âdet ü şöhret kamu vardı yele,
ey niyâzî n'oldu sende kayd-ı dindar kalmadı.
güzel bir yorumunu da bırakayım:
devamını gör...
2.
idrakimin el verdiği ölçüde değinecek olursam, "ben"den geçince yani nefsi bir kenara bırakınca çokluk bitti teklik geldi. ben her şeyi ayrı ayrı sanırdım, aslında ben de dahil olmak üzere bir bütünün parçalarıymışız, bu görünen dünya sanal olmaktan ötede değil ve her şey aslında hakikate ermek, tekliği anlamak ve insanın nasıl onurlandırıldığının anlaşılması için birer basamakmış.
tabi bu çetrefilli bir yol, anlamak kolay değil, olmak kolay değil. "ben oldum" diyen o an kaybeder. kibrin, benliğin binbir türlü hali var. benliği bilip onu sınırlandırmak aşksız olacak iş değil. hakikat nazlı, her anını onunla yaşaman, bir an olsun ondan uzaklaşmaman lazım ki mana aleminde kapılardan kapılara geçesin. ufak bir dünyaya meyil seni hakikatten uzaklaştıracak ve benliğinin dünyasına geri hapsedecektir.
tabi bu çetrefilli bir yol, anlamak kolay değil, olmak kolay değil. "ben oldum" diyen o an kaybeder. kibrin, benliğin binbir türlü hali var. benliği bilip onu sınırlandırmak aşksız olacak iş değil. hakikat nazlı, her anını onunla yaşaman, bir an olsun ondan uzaklaşmaman lazım ki mana aleminde kapılardan kapılara geçesin. ufak bir dünyaya meyil seni hakikatten uzaklaştıracak ve benliğinin dünyasına geri hapsedecektir.
devamını gör...