#ödüllü filmler
orijinal adı: quatre nuits d'un rêveur
1971 yılında izleyici ile buluşan robert bresson yönetmenliğindeki drama filmdir. fyodor dostoyevski'nin bir kısa hikayesinden temelini alan bu yapımda; jacques, hayalperest ve gelecek vadeden genç bir ressamdır. bir gün, intihar etmeyi düşünen marthe adında bir kadın ile tanışırlar ve bir süre konuştuktan sonra aynı yerde ertesi gece görüşmek üzere sözleşirler. zamanla genç ressam marthe'ye aşık olur. fakat 4. buluşma günlerinde kızın esas sevgilisi geri döner. peki jacques sonrasında ne yapacaktır?
1971 yılında izleyici ile buluşan robert bresson yönetmenliğindeki drama filmdir. fyodor dostoyevski'nin bir kısa hikayesinden temelini alan bu yapımda; jacques, hayalperest ve gelecek vadeden genç bir ressamdır. bir gün, intihar etmeyi düşünen marthe adında bir kadın ile tanışırlar ve bir süre konuştuktan sonra aynı yerde ertesi gece görüşmek üzere sözleşirler. zamanla genç ressam marthe'ye aşık olur. fakat 4. buluşma günlerinde kızın esas sevgilisi geri döner. peki jacques sonrasında ne yapacaktır?
*berlin uluslararası film festivali (1971) - yarışma ocic ödülü [robert bresson]
*britanya film enstitüsü ödülleri (1971) - sutherland ödülü [robert bresson]
*britanya film enstitüsü ödülleri (1971) - sutherland ödülü [robert bresson]
öne çıkanlar | diğer yorumlar
başlık "emir timur" tarafından 10.08.2022 23:51 tarihinde açılmıştır.
1.
quatre nuits d’un reveur robert bresson'un 1971 yılında yazıp, yönettiği ikinci renkli filmidir. türkçeye ''düş avcısı'' olarak çevrilen film, minimalist sinemanın çok belirgin bir örneği olarak gösterilebilir. yalnızca aksiyonun, konunun merkezde olduğu ses ve görsel tercihler ve özellikle yakın planların sıkça kullanıldığını söyleyebilirim. teknik ayrıntıların yanı sıra filmin içeriğinde de minimalizmi görürüz. oyunculuklar, diyaloglar olabildiğince sade ve dolaysızdır. karakterlerin mizacını belli edecek ifadelere bile rastlamak güçtür, oyuncular adeta vitrin mankenlerinden farksızdır. onlar sadece içeriği yönlendiren birer piyon gibi göründüler bana.
burada toplumda alışılageldik arabesk ıstıraptan ziyade yalnızlığın sanatçıdaki farklı bir tezahürünü gördüm. elbette ki kültürel farklılıklar ve filmin çekildiği dönemden bu yana değişen yaşam biçimleri bu kavramanın nasıl algılandığını etkileyecektir fakat buhranın başrolde taşınma biçimi günümüzde aşina olmadığımız bir tekdüzelikte. çok can sıkıcı, iştah kaçırıcı bir yavanlığı, tepkisizliği kastediyorum. adam sanki oturup bir güzel ağlasa kendi gözyaşlarıyla ruhunu hayata yeniden döndürecek gibi. neyse filme içkin spoiler vermeden düşüncelerimi belirtmiş olayım.
robert bresson'u kendisine has bir sinema dili geliştirmesinden ötürü çok sevdim. kendisini michael haneke'den tanımıştım. siyah beyaz filmlerinin hepsini izledim. yankesici, bir taşra papazının güncesi, bir idam mahkumu kaçtı gibi muhteşem filmlerin ve sinematografinin yanında bunu diğerlerine göre biraz yetersiz buldum. etkileyici bir yanını göremedim ki ben de yalnızlık hissini her insan evladı gibi yaşadım, yaşıyorum da. bu ontolojik bir mevzu. fakat yalnızlığın çok iyi bir şekilde bana ulaşmadığını söyleyebilirim ki buna açık olmama, dalga unsuru olarak görmememe rağmen. yine de izlemeye değer bir film belki başka bir perspektif çok daha farklı noktalara ulaşabilir.
burada toplumda alışılageldik arabesk ıstıraptan ziyade yalnızlığın sanatçıdaki farklı bir tezahürünü gördüm. elbette ki kültürel farklılıklar ve filmin çekildiği dönemden bu yana değişen yaşam biçimleri bu kavramanın nasıl algılandığını etkileyecektir fakat buhranın başrolde taşınma biçimi günümüzde aşina olmadığımız bir tekdüzelikte. çok can sıkıcı, iştah kaçırıcı bir yavanlığı, tepkisizliği kastediyorum. adam sanki oturup bir güzel ağlasa kendi gözyaşlarıyla ruhunu hayata yeniden döndürecek gibi. neyse filme içkin spoiler vermeden düşüncelerimi belirtmiş olayım.
robert bresson'u kendisine has bir sinema dili geliştirmesinden ötürü çok sevdim. kendisini michael haneke'den tanımıştım. siyah beyaz filmlerinin hepsini izledim. yankesici, bir taşra papazının güncesi, bir idam mahkumu kaçtı gibi muhteşem filmlerin ve sinematografinin yanında bunu diğerlerine göre biraz yetersiz buldum. etkileyici bir yanını göremedim ki ben de yalnızlık hissini her insan evladı gibi yaşadım, yaşıyorum da. bu ontolojik bir mevzu. fakat yalnızlığın çok iyi bir şekilde bana ulaşmadığını söyleyebilirim ki buna açık olmama, dalga unsuru olarak görmememe rağmen. yine de izlemeye değer bir film belki başka bir perspektif çok daha farklı noktalara ulaşabilir.
devamını gör...