#ödüllü filmler
yönetmen koltuğunda atıf yılmaz'ın yer aldığı, 2005 çıkışlı yerli drama filmidir. konusu bir belediye başkanının oğlu olan ali etrafında dönmektedir. kukla ve tiyatro gibi hobileri olan ve dünyayı dolaşmak gibi bir hayali olan ali'nin bu aklı bir karış havadaki hali ailesini rahatsız etmektedir. oysa, onlar oğullarının aileden gelen işiyle ilgilenen ve düzgün bir aile kuran biri olmasını beklemektedirler ve bu durumun çözümü olarak oğullarına geçici bir gelin bulmayı uygun görürler. bu "eğreti" gelin de kendisine uygun görülen bu rolü kabul eder fakat hangi sebeplerden?..
yönetmen:
(gbkz:atıf yılmaz )
oyuncular:
nurgül yeşilçay
onur ünsal
müjde ar
eylem yıldız
metin akpınar
şevket çoruh
pınar öğün
füsun demirel
(gbkz:atıf yılmaz )
oyuncular:
nurgül yeşilçay
onur ünsal
müjde ar
eylem yıldız
metin akpınar
şevket çoruh
pınar öğün
füsun demirel
*sinema yazarları derneği (siyad) ödülleri (2005) - en çok gelecek vadeden sanatçı [onur ünsal]
*adana altın koza film festivali (2005) - en iyi kadın oyuncu [nurgül yeşilçay] / en çok gelecek vadeden kadın oyuncu [eylem yıldız] / en çok gelecek vadeden erkek oyuncu [onur ünsal]
*sadri alışık tiyatro ve sinema oyuncu ödülleri (2005) - gelecek vadeden erkek oyuncu [onur ünsal]
film toplam 6 ödüle sahiptir.
*adana altın koza film festivali (2005) - en iyi kadın oyuncu [nurgül yeşilçay] / en çok gelecek vadeden kadın oyuncu [eylem yıldız] / en çok gelecek vadeden erkek oyuncu [onur ünsal]
*sadri alışık tiyatro ve sinema oyuncu ödülleri (2005) - gelecek vadeden erkek oyuncu [onur ünsal]
film toplam 6 ödüle sahiptir.
öne çıkanlar | diğer yorumlar
başlık "arturo bandini" tarafından 11.12.2020 02:59 tarihinde açılmıştır.
1.
bana aşık olduğum zamanları hatırlatan muhteşem film.
yıl 2008, her şeyimle yeni bir döneme ayak bastığım, bıyıklarımın yeni terlediği zamanlardan bir zaman, lisenin ilk dersine girmiştim. tam sol çapraz sıramdan bir sıra önde, simsiyah saçlı bir kız sağ arkasına dönüp bir şeyler söylediğinde "ne güzel kız la böyle" dediğimi çok net hatırlıyorum. aynı, ali'nin emine'yi gördüğünde çok güzel olduğunu düşündüğü gibiydi.
aynı, ali ile eminenin kavga ettiği gibi, şebnem ferah'ın ne kadar boktan bir şarkıcı olduğunu iddia ettiğim, acayip bir kavgaya tutuşmuştuk. benim sanatçılarım bergen, gülden karaböcek, zeki mürendi. öyle rakçıları dinlemezdik, satanist falandılar, simsiyah saçları ve gözlerinde sürmeleri olan gitarlı kadınlardı. haha, "sen aptalın tekisin" dediğini ve kavgayı benden tiksinerek bitirdiğimizi hatırlıyorum. ergendim ama ağzım iyi laf yapardı, zekamın keskinliğine her zaman güvenirdim. o da beni bir tartışmada yenemeyecek kadar zayıftı doğrusu, hele ki işin içine şarkıcılar girdiği zaman. daha bacak kadarken o sözleri nasıl bir aşkın, ızdırabın arkasından yazdıklarını merak eder ve üzerine düşünürdüm. çalıştığım yerden gelen soruya cevabım zalimce olmuştu, kesin bir zafer. sonraları, hayatın gürültü patırtısından anlayamamışım, gönlüm kayıvermiş işte.
gönlüm kayıvermişti, msnden pembe yazılarla ismi çevrimiçi olduğunda heyecandan geberirdim. mesaj atmazdım ama mesaj atması için hiçbir şey yapmadan sadece ismine bakardım. winamptaki playlist kaç kere döndü allah bilir. neyse, çoğu zaman hiçbir şey yazmadan çıkardı ve ben çok üzülürdüm. üzülürdüm derken, neyse deyip top oynamaya ya da internet kafeye giderdim. o zamanlar hala kayıtsızlığın derin sularında yüzüyordum; aşkın koru yüreğimi yakmamıştı henüz.
sonra o ilk ateşi, bir gün, bir kitap sayfası yaktı. bir doğum günü yazıyordu ve yanında kalp vardı. kızlardan birine sordum ve öğrendim, onun doğum günüymüş. sonra kafamı kaldırdım ve ona baktım. haha, muhteşemdi be kardeşim. resmen aşıktım ben bu kıza, şahane bir şeydi. kendimi hem çok iyi hem de çok kötü hissediyordum. çünkü onunla açıkça ilişki kuramayacağım müthiş bi engel vardı aramızda. o yüzden gizli gizli olmalıydı ve onun da buna gönlü olmalıydı. neyse dedim, baktım uzun uzun, günlerce, aylarca baktım, güzelliğine, parmaklarına, ensesindeki ize, çenesinde çıkan sivilce izine, saçlarını toplarken ellerini ustalıkla kullanışına baktım. bazen göz göze gelirdik, iki saniyeden saha fazla bakamazdım gözlerine çünkü o anda üzerine yemin edilecek ne vardıysa ona yemin edebilirdim ki gözlerim kararıyordu. tansiyonum düşüyordu, kendime gelemiyordum.
koca dört sene boyunca çok şey yaşadık ama hatırlamaya korkuyorum, özetleyeyim. sonra ona açıldım, o da beni seviyordu biliyorum ama engeller vardı ve bende o engelleri aşabilecek göt yoktu. benim aşkım, ızdırabıyla katlanarak arttıkça, onun kalbi, ilerleyen zamanlarda kendisine ilan-ı aşk edenler tarafından zamanla paylaşıldı. sonra üniversiteler; ben istanbul'a, o başka bir şehre gittik. ondan sonra bir daha da görmedim kendisini.
eğreti gelin filminde alinin emineye bakışı, birbirlerini sevişleri o kadar güzeldi ki özendim. hem de çok uzun zaman sonra, keşke aşık olsaydım dedim. ben ki o ilk aşkımdan başkasını sevemedim, şimdilerde, yirmili yaşların sonuna doğru giderken, üzülüyorum içimde ukde kalan bu sevgiye. keşke, ali gibi cesur olabilseydim, keşke o, emine gibi beni sevseydi.
"ölüm değilse bizi ayıran, yazık olmuş" demiş şair. vay anasını be.
yıl 2008, her şeyimle yeni bir döneme ayak bastığım, bıyıklarımın yeni terlediği zamanlardan bir zaman, lisenin ilk dersine girmiştim. tam sol çapraz sıramdan bir sıra önde, simsiyah saçlı bir kız sağ arkasına dönüp bir şeyler söylediğinde "ne güzel kız la böyle" dediğimi çok net hatırlıyorum. aynı, ali'nin emine'yi gördüğünde çok güzel olduğunu düşündüğü gibiydi.
aynı, ali ile eminenin kavga ettiği gibi, şebnem ferah'ın ne kadar boktan bir şarkıcı olduğunu iddia ettiğim, acayip bir kavgaya tutuşmuştuk. benim sanatçılarım bergen, gülden karaböcek, zeki mürendi. öyle rakçıları dinlemezdik, satanist falandılar, simsiyah saçları ve gözlerinde sürmeleri olan gitarlı kadınlardı. haha, "sen aptalın tekisin" dediğini ve kavgayı benden tiksinerek bitirdiğimizi hatırlıyorum. ergendim ama ağzım iyi laf yapardı, zekamın keskinliğine her zaman güvenirdim. o da beni bir tartışmada yenemeyecek kadar zayıftı doğrusu, hele ki işin içine şarkıcılar girdiği zaman. daha bacak kadarken o sözleri nasıl bir aşkın, ızdırabın arkasından yazdıklarını merak eder ve üzerine düşünürdüm. çalıştığım yerden gelen soruya cevabım zalimce olmuştu, kesin bir zafer. sonraları, hayatın gürültü patırtısından anlayamamışım, gönlüm kayıvermiş işte.
gönlüm kayıvermişti, msnden pembe yazılarla ismi çevrimiçi olduğunda heyecandan geberirdim. mesaj atmazdım ama mesaj atması için hiçbir şey yapmadan sadece ismine bakardım. winamptaki playlist kaç kere döndü allah bilir. neyse, çoğu zaman hiçbir şey yazmadan çıkardı ve ben çok üzülürdüm. üzülürdüm derken, neyse deyip top oynamaya ya da internet kafeye giderdim. o zamanlar hala kayıtsızlığın derin sularında yüzüyordum; aşkın koru yüreğimi yakmamıştı henüz.
sonra o ilk ateşi, bir gün, bir kitap sayfası yaktı. bir doğum günü yazıyordu ve yanında kalp vardı. kızlardan birine sordum ve öğrendim, onun doğum günüymüş. sonra kafamı kaldırdım ve ona baktım. haha, muhteşemdi be kardeşim. resmen aşıktım ben bu kıza, şahane bir şeydi. kendimi hem çok iyi hem de çok kötü hissediyordum. çünkü onunla açıkça ilişki kuramayacağım müthiş bi engel vardı aramızda. o yüzden gizli gizli olmalıydı ve onun da buna gönlü olmalıydı. neyse dedim, baktım uzun uzun, günlerce, aylarca baktım, güzelliğine, parmaklarına, ensesindeki ize, çenesinde çıkan sivilce izine, saçlarını toplarken ellerini ustalıkla kullanışına baktım. bazen göz göze gelirdik, iki saniyeden saha fazla bakamazdım gözlerine çünkü o anda üzerine yemin edilecek ne vardıysa ona yemin edebilirdim ki gözlerim kararıyordu. tansiyonum düşüyordu, kendime gelemiyordum.
koca dört sene boyunca çok şey yaşadık ama hatırlamaya korkuyorum, özetleyeyim. sonra ona açıldım, o da beni seviyordu biliyorum ama engeller vardı ve bende o engelleri aşabilecek göt yoktu. benim aşkım, ızdırabıyla katlanarak arttıkça, onun kalbi, ilerleyen zamanlarda kendisine ilan-ı aşk edenler tarafından zamanla paylaşıldı. sonra üniversiteler; ben istanbul'a, o başka bir şehre gittik. ondan sonra bir daha da görmedim kendisini.
eğreti gelin filminde alinin emineye bakışı, birbirlerini sevişleri o kadar güzeldi ki özendim. hem de çok uzun zaman sonra, keşke aşık olsaydım dedim. ben ki o ilk aşkımdan başkasını sevemedim, şimdilerde, yirmili yaşların sonuna doğru giderken, üzülüyorum içimde ukde kalan bu sevgiye. keşke, ali gibi cesur olabilseydim, keşke o, emine gibi beni sevseydi.
"ölüm değilse bizi ayıran, yazık olmuş" demiş şair. vay anasını be.
devamını gör...
2.
nurgül yeşilçay'ın güzelliğiyle beni mest ettiği filmdir. konusu itibariyle gerçek midir değil midir bilemem, eğreti gelinlik var mıdır yok mudur tartışmalı bir meseledir ancak özellikle filmin son sahnesini çok beğendiğimi söyleyebilirim.
devamını gör...
3.
atıf yılmaz'ın yönettiği son film olduğu için garip bir hüzün kaplamıştı içimi izlerken.
eğreti gelin ladik diye devam filmi vardır aynı zamanda. kostak emine'yi bu sefer yeşim salkım oynamıştı.
eğreti gelin ladik diye devam filmi vardır aynı zamanda. kostak emine'yi bu sefer yeşim salkım oynamıştı.
devamını gör...