ekonomi tanrıları gerçekten kan istiyor mu sorusu spoiler evet
başlık "mikael_akerfeldt" tarafından 21.06.2025 21:51 tarihinde açılmıştır.
1.
bir feryat, bir isyan çağrısıdır. bu öyle bir konu ki kulaklarınızı iyi açın çünkü bu sadece bir başlık değil. bu bizim ortak kaderimiz.
şimdi, kimdir bu "ekonomi tanrıları"? ve neden "kan" istiyorlar? öyle lafın gelişi değil ha, bildiğin can istiyorlar! bu mevcut ekonomik düzen, öyle herkesin hayrına işleyen bir şey değil, arkadaşlar. bu düzen, amerika'nın kendi çıkarından öte, tam da o oligarşik kendi çıkarlarını benimsemesi üzerine kurulu! kimler mi bunlar? "seven sister" dediğimiz petrol kartelleri, yani o kohlar, rakılar, zarart zurtlar... bir de silikon vadisi milyonerleri ve tabii ki dünya ekonomik forumu'nda toplanan davos tayfası! hani o davos'taki herifin dediği gibi, "ya buradaki herkes zengin, vergi verin abi, bütün problemler çözülür!" demesi bile, işin ne kadar çifte standartlı olduğunu gösteriyor.
peki bu "oligarşlar" neden "kan" istiyor? salgın döneminde insanlar ölürken ve devletler vatandaşlarına sosyal destek verirken, bakın bize ne oldu? insanların üzerindeki iş baskısı azaldı, çalışan arzı da düştü. ne oldu biliyor musunuz? rezervi işçi ordusu küçüldü! işçi pazarlık gücü elde etti! "bak çıkarım ha!" diyebilmeye başladınız patronunuza karşı. maaşlar artmaya başladı. işte tam da burada kıyamet koptu oligarşlar için! çünkü üretim maliyetlerinin en büyük belirleyicisi çalışan maliyetidir. maaşların artma ihtimali, "üretim enflasyonu" oluşturacağı şeklinde yorumlandı. kimler tarafından? fed tarafından, dünya bankası tarafından, ımf tarafından!
işte bu "ekonomi tanrıları"nın satanic planı tam da burada başlıyor: "bizim şimdi enflasyonla mücadele etmemiz lazım!!1" diyorlar. ne mi yapıyorlar? "fed faiz yükseltsin!" diyorlar. fed faiz yükseltince bankaların kredi verme faaliyetleri azalsın, sıcak para arzı azalsın. böylelikle diyorlar ki "yyeni kurulan işlerin bir kısmı batsın, işsiz ordusu artsın, maaşları tekrar aşağıya çekebilelim ve üretim maliyetlerini aşağıya çekebilelim ve böylece üretici enflasyonunu yenmiş olalım!
yani düşünebiliyor musunuz, bu size "mantıklı olan, teknik olarak doğru olan, bilimsel olan, ekonomik ortodoksi olarak" anlatılıyor. ama aslında bu inanılmaz satanik bir şey! insanların işsiz kalmasını, daha düşük ücretlere razı olmasını isteyen bir sistem! marks'ın "rezervi işçi ordusu" kavramı tam da bu noktada bize gerçeği fısıldıyor. zaten, "serbest piyasa reformları, işçi haklarını ve sendikaları zayıflatabilir. işten çıkarmaların kolaylaşması ve maaşların düşmesi, çalışanların yaşam standartlarını olumsuz etkiler" deniyor kaynaklarda. bu durum, işçi haklarının korunması ve adil ücretlendirme konularında ciddi sorunlara yol açıyor.
bu ekonomik gidişatın ardındaki yalanları ve yanılgıları da tek tek deşifre etmemiz gerek. bize dayatılan "sağcı yanılgılar" var ve bunlar bizim gözümüzü boyuyor.
birincisi, "zenginlere yapılan vergi indirimleri ve teşvikler, yatırımları artırarak ekonomik büyümeyi hızlandırır ve bu büyüme alt gelir gruplarına da yansır" (trickle-down ekonomisi) klişesi! bu tamamen bir palavra! türkiye'de büyük ölçekli şirketlere sağlanan vergi indirimleri ve teşvikler, toplam vergi harcamalarının %85'ini oluşturuyor. ytani bu paranın çoğu zaten zenginlere gidiyor. peki bize ne kalıyor? dolaylı vergiler! vergi gelirlerinin %70'i dolaylı vergilerden geliyor ve bu vergiler düşük gelirli hanelerin harcamalarının %15'ini etkilerken, yüksek gelirli hanelerin sadece %5'ini etkiliyor. neden mi? çünkü bu vergiler tüketim esnasında alınır, paranı istif yaparsan alınmaz! yani zengine vergi kesintisi yapmaya benzer bir mantıkla çalışır. en zengin %10luk kesim toplam servetin %77'ssine s ahipken, en yoksul %50'lik kesim sadece %2'sine sahip. görüyor musunuz "trickle down" falan hikaye, eşitsizlik gittikçe artıyor! bu, kaynakların kamulaştırılması bir yana, millileştirmeye bile çalışıldığı anda, rejimlerin otokratikleştiği bir düzenin parçası.
ikincisi, "serbest piyasanın görünmez eli, müdahale olmaksızın en verimli ve adil sonuçları üretir" yanılgısı! bu, fizik dersindeki "sürtünmesiz ortam" gibi bir varsayım. insanları "homo economicus" diye rasyonel, ekonomik faydasını maksimize eden varlıklar gibi göstermesi de ayrı bir saçmalık. piyasanın aksayan yönlerini, finansal balonları, şişirilmiş talepleri tamamen göz ardı ediyorlar. "açgözlülük iyidir" diyen "ekonomik bencillik" de aynı yobaz kafanın ürünü. biz diyoruz ki, şirketler kısa vadeli kâr maksimizasyonuna odaklandıkça sürdürülebilir ekonomik modellerin önü tıkanıyor. asgari ücretin artırılması bile sadece çalışanların yaşam standartlarını iyileştirmekle kalmaz, onların alım gücünü artırarak yerel ekonomilerde talep artışına yol açar ve şirketler uzun vadede bundan faydalanır. bu, "elegan olan her zaman doğru değildir" argümanının ta kendisidir; ampirik verileri göz ardı eder ve piyasanın aksak yönlerini görmezden gelir. serbest piyasayı savunanlar, bunu adeta bir tarikat gibi savunur.
bu "ekonomi tanrıları" ve onların düzeni, her kriz anını kendi çıkarları için kullanır. buna "şok doktrini ve felaket kapitalizmi" deniyor. aha dayıya sor.krizler, "çoğunluğun zararına ve küçük bir elitin yararına" işletiliyor. düşünün, şili'de pinochet'nin askeri darbesi sonrası serbest piyasa reformları hızla uygulanırken, halkın büyük kısmı sefalete sürüklendi, kamu hizmetleri özelleştirildi, sosyal harcamalar kısıldı ve yoksulluk arttı. bu, devlet başkanlarının şirketler ve casuslar arasında gizlice arabuluculuk yaptığı bir dünya. david bwo gibi imf'den istifa eden isimlerin ifşa ettiği gibi, sahte istatistikler ve manipülasyonlarla ülkeler kemer sıkmaya zorlanıyor. bu da yoksulluğu artırıyor, sağlık ve eğitim gibi temel hizmetlerden kesintilere yol açıyor.
medya da bu işin çok önemli bir parçası. "rıza imalatı" denilen bir şey var. ırak savaşı'nda gördük: abd medyası, petrol şirketleri ve askeri-endüstriyel kompleksin çıkarları doğrultusunda savaşı "teröre karşı mücadele" olarak çerçeveledi, kitle imha silahları yalanını yaydı. büyük medya kuruluşları reklam gelirlerine bağımlı, bu reklamlar da finans devlerinden geliyor. finans sektörü kriz dönemlerinde ve savaş harcamalarından kar edle ediyor. medya, bu finansal çıkarları korumak için savaş propagandasını sürdürüyor. dijital çağda ise bu daha da karmaşık: sosyal medya algoritmaları öfke, korku ve ajitasyon üreten içerikleri öne çıkarıyor, kutuplaşmayı artırıyor. işte bu yüzden doğru bilgiye ulaşmak ve yaymak hayati önem taşıyor.
peki, küresel ısınma? bize "şirketler inovasyon yapar, çözer" diyorlar. bu da koca bir yalan! sistem, "sonsuz büyüme" zorunluluğu üzerine kurulu. şirketler kar marjlarını maksimize etmek için her şeyi en ucuza yaptırıyorlar, dünyanın öbür ucuna tişört yollamak bile daha ucuzsa yapıyorlar! savunma sanayi ise en kanserlisi; tanklar, gemiler, uçaklar hayvan gibi emisyon yayıyor. petrodolar lobisi, yeşil dönüşümü engellemek için her şeyi yapıyor. çevre koruma politikaları serbest piyasayı "kısıtladığı" için inovasyon ve ilerleme ruhunu baltaladığı iddia ediliyor. ama ekolojik felaketler kapımızda, iklim mültecileri geliyor ve bizz parayı savunma sanayisine, sınır duvarlarına yatırıyoruz, temiz enerjiye değil! işte bu yüzden etiğin ve pragmatiğin birleştiği nokta burası: kendi ülkemizi korumak için bile yeşil dönüşüme yatırım yapmalıyız, yoksa kaybedeceğiz.
emperyalizmin de gözü doymaz. amerika, ukrayna'da savaş çıkarmak için taraflardan birini silahlandırıyor, ama bu asla barışla sonuçlanmıyor, sadece silah tüccarlarının kasasını dolduruyor. almanya 100 milyar euro savaş bütçesi artırınca lockheed martin'in gelirleri coştu! bir de "yeşil kuşak" diye bir strateji vardı. amerika, sovyetler birliği'ne karşı bizim gibi ülkelerde islamı, özellikle sünni kimliği destekledi. imam hatip okulları, diyanetin bütçesi, tarikatlar... bunlar hep bu stratejik zeminde hız kazandı. bunun sonucunda aleviler veya farklı inançlardan kişiler, iş ve eğitim imkanlarından yararlanmak için bu cemaatlerin orbitine dahil olmaya mecbur kaldı.
ve tabii ki, o "aşı apartheid'ı" mevzusu! ilaç şirketleri kar maksimizasyonu uğruna afrikayı "varyant kuluçka makinesi" olarak kullanıyor, aşıları yüksek fiyatlara satıyor, hatta iletişim girişimlerine geri dönmüyorlar. amaçları, hastalık devam ettikçe sürekli yeni varyantlar üretip sonsuza kadar aşı satmak! bu, kolektif sağlığın hiçe sayıldığı, insan hayatının kar hırsına kurban edildiği bir sistem.
normal kuzularım, "kapitalist gerçekçilik" bkz:(aha dayıya sor) denen şey de tam olarak bu. bize bu acımasız ve satanik görünen düzeni, "alternatifi yok", "doğal olan bu" diye dayatıyorlar. ne yazık ki, kapitalizm, karşı savaştığı her şeyin resmini alıp tişörtlere basıp satma becerisine sahip, değil mi? ama bizler, bu ekonomi tanrılarına ve onların kanlı düzenlerine karşı her cephede mücadele etmeye devam edeceğiz! şunu unutmayın, gücü tek bir elde toplayan her şey, bir süre sonra yozlaşır. insanlar, üretim araçlarının sahibiyetini ele geçirmeden, gerçek bir demokrasi ve hakkaniyet inşa edilemez. işçi örgütlenmeleri, kooperatifler, vergi adaleti... bunlar tek başına yeterli değil, ama her biri bu yolda atılacak çok önemli adımlar. sosyal yardımlar, bağımlılık ilişkileri yaratmak için kullanılabilir, bu yüzden onların merkeziyetsizleşmesi ve yerelleşmesi gerekiyor. insanlar üreterek kendi ekonomik güvencelerini sağlamalı.
bizim işimiz, insanları korku ve öfke propagandasından çekip çıkararak, daha geniş bir perspektif kazandırmak. unutmayın, empati ruhumuzun bize yaptığı sosyalist propagandadır. bizim için türkiye'nin ayakta kalmasının ana sebebi, büyük ve üniter olmasıdır. bölünürse parçaları ya koloni olur ya da yaşayamaz. bu yüzden ayrımcılık yerine birlikte hareket etmeliyiz. halklarımızın tüm sefaleti, acıların trajik bir sentezidir; ama aynı zamanda mücadelelerimizin umutlarının da sentezidir. yarınları bugünden iyi yapacağız! bu mücadele, tek bir kişiye bırakılamaz. hepimizin sorumluluğu. sesimizi yükseltelim, doğru bilgiyi yayalım ve dayanışma ağlarımızı kuralım!
şimdi, kimdir bu "ekonomi tanrıları"? ve neden "kan" istiyorlar? öyle lafın gelişi değil ha, bildiğin can istiyorlar! bu mevcut ekonomik düzen, öyle herkesin hayrına işleyen bir şey değil, arkadaşlar. bu düzen, amerika'nın kendi çıkarından öte, tam da o oligarşik kendi çıkarlarını benimsemesi üzerine kurulu! kimler mi bunlar? "seven sister" dediğimiz petrol kartelleri, yani o kohlar, rakılar, zarart zurtlar... bir de silikon vadisi milyonerleri ve tabii ki dünya ekonomik forumu'nda toplanan davos tayfası! hani o davos'taki herifin dediği gibi, "ya buradaki herkes zengin, vergi verin abi, bütün problemler çözülür!" demesi bile, işin ne kadar çifte standartlı olduğunu gösteriyor.
peki bu "oligarşlar" neden "kan" istiyor? salgın döneminde insanlar ölürken ve devletler vatandaşlarına sosyal destek verirken, bakın bize ne oldu? insanların üzerindeki iş baskısı azaldı, çalışan arzı da düştü. ne oldu biliyor musunuz? rezervi işçi ordusu küçüldü! işçi pazarlık gücü elde etti! "bak çıkarım ha!" diyebilmeye başladınız patronunuza karşı. maaşlar artmaya başladı. işte tam da burada kıyamet koptu oligarşlar için! çünkü üretim maliyetlerinin en büyük belirleyicisi çalışan maliyetidir. maaşların artma ihtimali, "üretim enflasyonu" oluşturacağı şeklinde yorumlandı. kimler tarafından? fed tarafından, dünya bankası tarafından, ımf tarafından!
işte bu "ekonomi tanrıları"nın satanic planı tam da burada başlıyor: "bizim şimdi enflasyonla mücadele etmemiz lazım!!1" diyorlar. ne mi yapıyorlar? "fed faiz yükseltsin!" diyorlar. fed faiz yükseltince bankaların kredi verme faaliyetleri azalsın, sıcak para arzı azalsın. böylelikle diyorlar ki "yyeni kurulan işlerin bir kısmı batsın, işsiz ordusu artsın, maaşları tekrar aşağıya çekebilelim ve üretim maliyetlerini aşağıya çekebilelim ve böylece üretici enflasyonunu yenmiş olalım!
yani düşünebiliyor musunuz, bu size "mantıklı olan, teknik olarak doğru olan, bilimsel olan, ekonomik ortodoksi olarak" anlatılıyor. ama aslında bu inanılmaz satanik bir şey! insanların işsiz kalmasını, daha düşük ücretlere razı olmasını isteyen bir sistem! marks'ın "rezervi işçi ordusu" kavramı tam da bu noktada bize gerçeği fısıldıyor. zaten, "serbest piyasa reformları, işçi haklarını ve sendikaları zayıflatabilir. işten çıkarmaların kolaylaşması ve maaşların düşmesi, çalışanların yaşam standartlarını olumsuz etkiler" deniyor kaynaklarda. bu durum, işçi haklarının korunması ve adil ücretlendirme konularında ciddi sorunlara yol açıyor.
bu ekonomik gidişatın ardındaki yalanları ve yanılgıları da tek tek deşifre etmemiz gerek. bize dayatılan "sağcı yanılgılar" var ve bunlar bizim gözümüzü boyuyor.
birincisi, "zenginlere yapılan vergi indirimleri ve teşvikler, yatırımları artırarak ekonomik büyümeyi hızlandırır ve bu büyüme alt gelir gruplarına da yansır" (trickle-down ekonomisi) klişesi! bu tamamen bir palavra! türkiye'de büyük ölçekli şirketlere sağlanan vergi indirimleri ve teşvikler, toplam vergi harcamalarının %85'ini oluşturuyor. ytani bu paranın çoğu zaten zenginlere gidiyor. peki bize ne kalıyor? dolaylı vergiler! vergi gelirlerinin %70'i dolaylı vergilerden geliyor ve bu vergiler düşük gelirli hanelerin harcamalarının %15'ini etkilerken, yüksek gelirli hanelerin sadece %5'ini etkiliyor. neden mi? çünkü bu vergiler tüketim esnasında alınır, paranı istif yaparsan alınmaz! yani zengine vergi kesintisi yapmaya benzer bir mantıkla çalışır. en zengin %10luk kesim toplam servetin %77'ssine s ahipken, en yoksul %50'lik kesim sadece %2'sine sahip. görüyor musunuz "trickle down" falan hikaye, eşitsizlik gittikçe artıyor! bu, kaynakların kamulaştırılması bir yana, millileştirmeye bile çalışıldığı anda, rejimlerin otokratikleştiği bir düzenin parçası.
ikincisi, "serbest piyasanın görünmez eli, müdahale olmaksızın en verimli ve adil sonuçları üretir" yanılgısı! bu, fizik dersindeki "sürtünmesiz ortam" gibi bir varsayım. insanları "homo economicus" diye rasyonel, ekonomik faydasını maksimize eden varlıklar gibi göstermesi de ayrı bir saçmalık. piyasanın aksayan yönlerini, finansal balonları, şişirilmiş talepleri tamamen göz ardı ediyorlar. "açgözlülük iyidir" diyen "ekonomik bencillik" de aynı yobaz kafanın ürünü. biz diyoruz ki, şirketler kısa vadeli kâr maksimizasyonuna odaklandıkça sürdürülebilir ekonomik modellerin önü tıkanıyor. asgari ücretin artırılması bile sadece çalışanların yaşam standartlarını iyileştirmekle kalmaz, onların alım gücünü artırarak yerel ekonomilerde talep artışına yol açar ve şirketler uzun vadede bundan faydalanır. bu, "elegan olan her zaman doğru değildir" argümanının ta kendisidir; ampirik verileri göz ardı eder ve piyasanın aksak yönlerini görmezden gelir. serbest piyasayı savunanlar, bunu adeta bir tarikat gibi savunur.
bu "ekonomi tanrıları" ve onların düzeni, her kriz anını kendi çıkarları için kullanır. buna "şok doktrini ve felaket kapitalizmi" deniyor. aha dayıya sor.krizler, "çoğunluğun zararına ve küçük bir elitin yararına" işletiliyor. düşünün, şili'de pinochet'nin askeri darbesi sonrası serbest piyasa reformları hızla uygulanırken, halkın büyük kısmı sefalete sürüklendi, kamu hizmetleri özelleştirildi, sosyal harcamalar kısıldı ve yoksulluk arttı. bu, devlet başkanlarının şirketler ve casuslar arasında gizlice arabuluculuk yaptığı bir dünya. david bwo gibi imf'den istifa eden isimlerin ifşa ettiği gibi, sahte istatistikler ve manipülasyonlarla ülkeler kemer sıkmaya zorlanıyor. bu da yoksulluğu artırıyor, sağlık ve eğitim gibi temel hizmetlerden kesintilere yol açıyor.
medya da bu işin çok önemli bir parçası. "rıza imalatı" denilen bir şey var. ırak savaşı'nda gördük: abd medyası, petrol şirketleri ve askeri-endüstriyel kompleksin çıkarları doğrultusunda savaşı "teröre karşı mücadele" olarak çerçeveledi, kitle imha silahları yalanını yaydı. büyük medya kuruluşları reklam gelirlerine bağımlı, bu reklamlar da finans devlerinden geliyor. finans sektörü kriz dönemlerinde ve savaş harcamalarından kar edle ediyor. medya, bu finansal çıkarları korumak için savaş propagandasını sürdürüyor. dijital çağda ise bu daha da karmaşık: sosyal medya algoritmaları öfke, korku ve ajitasyon üreten içerikleri öne çıkarıyor, kutuplaşmayı artırıyor. işte bu yüzden doğru bilgiye ulaşmak ve yaymak hayati önem taşıyor.
peki, küresel ısınma? bize "şirketler inovasyon yapar, çözer" diyorlar. bu da koca bir yalan! sistem, "sonsuz büyüme" zorunluluğu üzerine kurulu. şirketler kar marjlarını maksimize etmek için her şeyi en ucuza yaptırıyorlar, dünyanın öbür ucuna tişört yollamak bile daha ucuzsa yapıyorlar! savunma sanayi ise en kanserlisi; tanklar, gemiler, uçaklar hayvan gibi emisyon yayıyor. petrodolar lobisi, yeşil dönüşümü engellemek için her şeyi yapıyor. çevre koruma politikaları serbest piyasayı "kısıtladığı" için inovasyon ve ilerleme ruhunu baltaladığı iddia ediliyor. ama ekolojik felaketler kapımızda, iklim mültecileri geliyor ve bizz parayı savunma sanayisine, sınır duvarlarına yatırıyoruz, temiz enerjiye değil! işte bu yüzden etiğin ve pragmatiğin birleştiği nokta burası: kendi ülkemizi korumak için bile yeşil dönüşüme yatırım yapmalıyız, yoksa kaybedeceğiz.
emperyalizmin de gözü doymaz. amerika, ukrayna'da savaş çıkarmak için taraflardan birini silahlandırıyor, ama bu asla barışla sonuçlanmıyor, sadece silah tüccarlarının kasasını dolduruyor. almanya 100 milyar euro savaş bütçesi artırınca lockheed martin'in gelirleri coştu! bir de "yeşil kuşak" diye bir strateji vardı. amerika, sovyetler birliği'ne karşı bizim gibi ülkelerde islamı, özellikle sünni kimliği destekledi. imam hatip okulları, diyanetin bütçesi, tarikatlar... bunlar hep bu stratejik zeminde hız kazandı. bunun sonucunda aleviler veya farklı inançlardan kişiler, iş ve eğitim imkanlarından yararlanmak için bu cemaatlerin orbitine dahil olmaya mecbur kaldı.
ve tabii ki, o "aşı apartheid'ı" mevzusu! ilaç şirketleri kar maksimizasyonu uğruna afrikayı "varyant kuluçka makinesi" olarak kullanıyor, aşıları yüksek fiyatlara satıyor, hatta iletişim girişimlerine geri dönmüyorlar. amaçları, hastalık devam ettikçe sürekli yeni varyantlar üretip sonsuza kadar aşı satmak! bu, kolektif sağlığın hiçe sayıldığı, insan hayatının kar hırsına kurban edildiği bir sistem.
normal kuzularım, "kapitalist gerçekçilik" bkz:(aha dayıya sor) denen şey de tam olarak bu. bize bu acımasız ve satanik görünen düzeni, "alternatifi yok", "doğal olan bu" diye dayatıyorlar. ne yazık ki, kapitalizm, karşı savaştığı her şeyin resmini alıp tişörtlere basıp satma becerisine sahip, değil mi? ama bizler, bu ekonomi tanrılarına ve onların kanlı düzenlerine karşı her cephede mücadele etmeye devam edeceğiz! şunu unutmayın, gücü tek bir elde toplayan her şey, bir süre sonra yozlaşır. insanlar, üretim araçlarının sahibiyetini ele geçirmeden, gerçek bir demokrasi ve hakkaniyet inşa edilemez. işçi örgütlenmeleri, kooperatifler, vergi adaleti... bunlar tek başına yeterli değil, ama her biri bu yolda atılacak çok önemli adımlar. sosyal yardımlar, bağımlılık ilişkileri yaratmak için kullanılabilir, bu yüzden onların merkeziyetsizleşmesi ve yerelleşmesi gerekiyor. insanlar üreterek kendi ekonomik güvencelerini sağlamalı.
bizim işimiz, insanları korku ve öfke propagandasından çekip çıkararak, daha geniş bir perspektif kazandırmak. unutmayın, empati ruhumuzun bize yaptığı sosyalist propagandadır. bizim için türkiye'nin ayakta kalmasının ana sebebi, büyük ve üniter olmasıdır. bölünürse parçaları ya koloni olur ya da yaşayamaz. bu yüzden ayrımcılık yerine birlikte hareket etmeliyiz. halklarımızın tüm sefaleti, acıların trajik bir sentezidir; ama aynı zamanda mücadelelerimizin umutlarının da sentezidir. yarınları bugünden iyi yapacağız! bu mücadele, tek bir kişiye bırakılamaz. hepimizin sorumluluğu. sesimizi yükseltelim, doğru bilgiyi yayalım ve dayanışma ağlarımızı kuralım!
devamını gör...