1.
bir yunus emre şiiri. bu şiiri dorian pek güzel şekilde rock müziğe adapte etmiştir. bakınız;
dorian-gel gör beni
iş bu entry epey uzun nitelikte olup yunus emre ve başka bir şarkı da yer alan bir sözlerdeki kadın-erkek metaforunu inceleyecektir. neden erkek sürekli bir kadını kovalar, arar? bu erkek ve kadın ile asıl anlatılmak istenen nedir? kadın neden böyle bir arayış içine girmez bu irdelenecektir. çok çok uzun bir entry olacak olup, okuması vakit alacaktır. bilgilerinize.
yunus emren'nin şiiri şu şekildedir;
ben yürürüm yana yana
aşk boyadı beni kana
ne âkilem ne divane
gel gör beni aşk neyledi
gâh eserim yeller gibi
gâh tozarım yollar gibi
gâh akarım seller gibi
gel gör beni aşk neyledi
akar suların çağlarım
dertli ciğerim dağlarım
şeyhim anuban ağlarım
gel gör beni aşk neyledi
ya elim al kaldır beni
ya vaslına erdir beni
çok ağlattın güldür beni
gel gör beni aşk neyledi
ben yürürüm ilden ile
şeyh anarım dilden dile
gurbette halim kim bile
gel gör beni aşk neyledi
mecnun oluban yürürüm
ol yâri düşte görürüm
uyanıp melûl olurum
gel gör beni aşk neyledi
miskin yunus biçareyim
baştan ayağa yareyim
dost elinde avareyim
gel gör beni aşk neyledi
aynı zamanda metropolis'in de bir şarkısıdır.
metropolis - gel gör beni
melis danişmend - gel gör beni (metropolis)
gel gör beni
bu aşk neyledi
yine dönmedim
bak ölmedim
sen bıçak sırtı
kemiklerime dayalı
ben biley taşı
satılmış bir ruh sana
dar bu yol, gidilmiyor
bastığım yer bir var bir yok
gel de gör, zehir bu yol
kaç milattır anlayan yok
tepemde cellat zaman
elim kolum bağlı
koparsa kopsun başım
zaten yerde aklım
ben bir seferi adam
sen o vazgeçilmez kadın
bak şimdi her şey talan
ömür yalan dolan
gel gör beni
bu aşk neyledi
gel gör beni
aşkın zehir gibi
yunus emre şiirinden farklı sözlere sahip ancak; o bağlamda düşünürseniz bu şarkıyı da benzer anlamlar çıkarmak mümkün. metropolis şarkısında da yunus emre şiirinde şu özellik dikkatimi çeker. yunus diyor ki;
mecnun oluban yürürüm
ol yâri düşte görürüm
metropolis ise;
ben bir seferi adam
sen o vazgeçilmez kadın
bu iki kısımda da görürürüz ki bir erkek bir yari, vazgeçilmez bir kadını aramaktadır. tasavvufta bu arayış pek sık karşımıza çıkar. peki ama hiç düşündük mü neden hep bir erkek bir kadını, bir aşkı arar, kovalar durur? neden kadın kişi ya da şair bu aşkın peşine düşmez?
(bkz: gönül tekin) hocamızın simurg'un kanadı isimli kitabını okuyorum bir süredir. gönül hocamızın divan edebiyatı, tasavvuf edebiyatı ve çağatay edebiyatı ile sümer mitleri arasındaki bağlantıyı inceleyen makalelerinden oluşan bir kitapta şöyle bir makalesi mevcut; feyzi çelebi'nin şem ü pervanesi. 17. yüzyıl'da feyzi çelebi'nin yazdığı bu mesneviyi incelerken; feyzi'nin bu mesnevide kullandığı sanatların, mitlerin daha önce yaşamış tasavvuf alimlerindeki izini süren gönül hocamız şöyle ilginç şeyler anlatır bize. 1200'lü yıllarda mevlana ile çağdaş sayılabilecek yıllarda yaşayan, kübrevi tarikatı mensubu necmeddin-i daye'nin yazdığı mirsadü'l ibad mine'l-mebde ile l-mead isimli eserini inceler önce gönül hocamız. onun inceleme notlarında bu kadın-erkek olayı ile ilgili bölümlerin bir kısmını aynen yazıyorum. copy paste değil, alın teri. bu arada makale 100 küsür sayfalık bir makale, tamamını okumak isteyen kitabı satın alıp makaleye erişebilir.
".... necmeddin-i daye''ye göre göre bütün mahlukatların(alemlerin, yani kainatın) yaratılmasının sebebi insandır. insanın yaratılma sebebi kalbidir. kalbin yaratılmasının sebebi ise marifettir.
marifet ise allah'ın insan emanetidir(33:72 "biz emaneti... ve dağlara teklif ettik, onlar bunu yüklenmekten çekindiler... onu insan yüklendi"). çünkü bu emaneti yalnız insan taşıyabilir. marifet dinin içinde gizlidir. insan ne kadar dindar olursa marifetten o kadar çok hissesi olur. şu halde marifet dinin meyvesidir ve bu meyve yalnızca insanın kalbinde meydana gelir...
...görüldüğü gibi kalp bütün görünen ve görünmeyen alemlerin özünü kendinde toplamıştır, yani kainatta ne varsa onun bir paraleli insanın kalbinde bulunmaktadır. bu yüzden de marifeti ancak kalp bilebilir. insanın vücudundaki hiçbir başka organ marifeti, dolayısıyla imanı da taşıyamaz. şu halde insanın görünen ve görünmeyen alemleri bilmesi için insan ruhunun bedende cisim bulması ve kalbin teşekkül etmesi gerektir. çünkü daye'ye göre insandaki bilgi organları ancak insan ruhunun beden bulması ile mükemmelleşecektir. ancak o zaman marifet tam olarak bilinecektir. şu halde nasıl dış dünyayı bilmek için gereken organları, yani görme, işitme, dokunma, tatma, koklama olarak beş duygu varsa, görünmeyen ruhi alemi(batın) bilmek için de ayrı bilme organları bulunmaktadır. bunlar nefis, akıl, kalp, sır, ruh ve hafi olmak üzere beş tanedir"
bu kısımdan sonra gönül hocamız, daye'ye göre batini bize gösterecek bu beş organı anlatır. derecelerini, işlevlerini vs anlatır uzun uzun. fakat yukarıdaki paragrafta anladığımız üzere;
marifetin yani allah'ı bilmenin ve onunla bir olabilmenin yolu ruh ve bedenin uyumlu bir şekilde bir olması, ikisinin de birbirini eğitmesi, dizginlemesi gerekir. ve bu ikisi birbirini doğru bir şekilde bulmayı arzuladığı, aradığı aşikar. tıpkı yunus'un aradığı gibi. peki neden erkek-kadın metaforu var sürekli. bakalım necmeddin-i daye nasıl açıklamış bunu. bu arada şunu da söylemeden geçemem; gönül hoca hem feyzi'nin eserini hem de necmeddin'in eserini paragraf paragraf orijinal metininden inceler bu kitapta. dipnotlar da konu ile ilgili yazılmış başka makaleleri, başka tasavvuf alimlerinin eserlerini ve yorumlarını da bize kaynak olarak verir. neyse geçelim, eril-dişil olayına.
".... necmeddin-i daye'ye göre nefis insanın en büyük düşmanıdır. onu terbiye etmek savaşların en büyüğüdür. ama nefsini terbiye eden sonunda nefsini tanır ve nefsini tanıyan da allah'ı bilir."
gördüğümüz üzere nefis hem düşmanımız hem de sırra, marifete vakıf olmamız için vazgeçilmez bir unsur.
"ancak terslik şuradadır ki nefis bilinmeyince terbiye edilmez. nefsin terbiyesi tam olarak başarılamazsa allah'ın bilgisine erişilemez....
.... bu nefsin yeri insanın kalbi olmakla birlikte o kalpten çıkarak insanın bütün vücudunu sarar...
...bu durumda insanın vücudunu hayatta tutan bütün hayati güçler nefsin içinde toplanıyor. bütün istekler, çoğalma içgüdüsü, kendini koruma içgüdüsü, zevk alma vs. ve bu güçlerle ilgili pratik akıl yani insan egosunun menfaatlerini düşünen ve isteyen akıl, nefsi meydana getiriyor."
yeni nefis hem allah'ı bilmemiz için hem de yaşamamız için vazgeçilmez derecede önemli bir kavram. çünkü nefis olmazsa hayatını devam ettiremeyeceksin ve yine allah'ı, sırrı, marifeti bilemeyeceksin. yukardaki pasajdan sonra, insan ve hayvan nefsinin farkından (kalıcılık vasfı) bahsedilir, nefsin bedenle beraber ölmeyip canlı kaldığı ve cennet-cehenneme gidişinden bahsedilir. nefsin neden baki kaldığını ise necmeddin şöyle açıklar;
"... insan nefsinin bir parçası alem-i ervahtan (ruhlar dünyasından) gelmiştir. işte önceliği olmayan, yani allah tarafından sonradan yaratılmış olan ruhlar alemi ve melekut alemi bakidir. allah ruhlar aleminden ruhu kendi nefsiyle insanın bedenine üflediği için (15:29), ruh bedene girdiğinde, yani ruh bedenle izdivaç kıldığından(evlendiğinden) nefs beka sıfatını kazanmış oldu. bu şuna benzer; bir erkek olarak düşünülen ruh-can) bir kadın olarak düşünülen bir bedenle evlendiği zaman onlardan iki çocuk doğar. bunlardan biri kız, biri erkektir. kız, nefs olup annesi bedene, erkek kalp olup babası ruha benzer. beden su ve topraktan yani en aşağı seviyede olan maddeden yaratıldığı için anneye benzeyen nefs, kötülüklerle doludur. ama babası ruh olduğu için, kendisinde ruhun sıfatı olan beka sıfatı bulunmaktadır."
necmeddin-i daye ve gönül hocamız daha sonra nefsin terbiyesini inceler. ardından feyzi'nin eseri ve sümerdeki karşılıkları incelenir detaylı olarak.
fakat anlayacağımız üzere; mecnun'un, yunus'un, nice tasavvuf ehlinin aradığı o çok güzel, mükemmel ve "vazgeçilmez" kadın nefstir. onsuz sırra, marifete, allah'ı bilmeye ulaşılamaz. çünkü hem çok güzeldir hem de yaşamımızı devam ettirmemize yarayan bütün özellikleri ihtiva eder. insanın varoluş amacı da o marifeti ve allah'ı bilmek olduğu için de bu nefsi bir şekilde dizginleyip var ederek o sırra vakıf olmaya çalışmadır. nefsin annesi olan beden, ruhtan sonra topraktan yaratıldığı için daha aşağıda ve kötülüklerle dolu iken. babası olan ruh; allah'ın nefesinin bir tezahürü olup daha önce yaratıldığı için herrhangi bir kötülük barındırmaz. çünkü allah mutlak olarak iyidir.
bu hikaye adem ve havva'nın hikayesine de benzemekte. adem de önce yaratılmıştır ve herhangi bir kötülük barındırmaz. ne zamanki sonra yaratılan kadın gelir; günah başlar.
dorian-gel gör beni
iş bu entry epey uzun nitelikte olup yunus emre ve başka bir şarkı da yer alan bir sözlerdeki kadın-erkek metaforunu inceleyecektir. neden erkek sürekli bir kadını kovalar, arar? bu erkek ve kadın ile asıl anlatılmak istenen nedir? kadın neden böyle bir arayış içine girmez bu irdelenecektir. çok çok uzun bir entry olacak olup, okuması vakit alacaktır. bilgilerinize.
yunus emren'nin şiiri şu şekildedir;
ben yürürüm yana yana
aşk boyadı beni kana
ne âkilem ne divane
gel gör beni aşk neyledi
gâh eserim yeller gibi
gâh tozarım yollar gibi
gâh akarım seller gibi
gel gör beni aşk neyledi
akar suların çağlarım
dertli ciğerim dağlarım
şeyhim anuban ağlarım
gel gör beni aşk neyledi
ya elim al kaldır beni
ya vaslına erdir beni
çok ağlattın güldür beni
gel gör beni aşk neyledi
ben yürürüm ilden ile
şeyh anarım dilden dile
gurbette halim kim bile
gel gör beni aşk neyledi
mecnun oluban yürürüm
ol yâri düşte görürüm
uyanıp melûl olurum
gel gör beni aşk neyledi
miskin yunus biçareyim
baştan ayağa yareyim
dost elinde avareyim
gel gör beni aşk neyledi
aynı zamanda metropolis'in de bir şarkısıdır.
metropolis - gel gör beni
melis danişmend - gel gör beni (metropolis)
gel gör beni
bu aşk neyledi
yine dönmedim
bak ölmedim
sen bıçak sırtı
kemiklerime dayalı
ben biley taşı
satılmış bir ruh sana
dar bu yol, gidilmiyor
bastığım yer bir var bir yok
gel de gör, zehir bu yol
kaç milattır anlayan yok
tepemde cellat zaman
elim kolum bağlı
koparsa kopsun başım
zaten yerde aklım
ben bir seferi adam
sen o vazgeçilmez kadın
bak şimdi her şey talan
ömür yalan dolan
gel gör beni
bu aşk neyledi
gel gör beni
aşkın zehir gibi
yunus emre şiirinden farklı sözlere sahip ancak; o bağlamda düşünürseniz bu şarkıyı da benzer anlamlar çıkarmak mümkün. metropolis şarkısında da yunus emre şiirinde şu özellik dikkatimi çeker. yunus diyor ki;
mecnun oluban yürürüm
ol yâri düşte görürüm
metropolis ise;
ben bir seferi adam
sen o vazgeçilmez kadın
bu iki kısımda da görürürüz ki bir erkek bir yari, vazgeçilmez bir kadını aramaktadır. tasavvufta bu arayış pek sık karşımıza çıkar. peki ama hiç düşündük mü neden hep bir erkek bir kadını, bir aşkı arar, kovalar durur? neden kadın kişi ya da şair bu aşkın peşine düşmez?
(bkz: gönül tekin) hocamızın simurg'un kanadı isimli kitabını okuyorum bir süredir. gönül hocamızın divan edebiyatı, tasavvuf edebiyatı ve çağatay edebiyatı ile sümer mitleri arasındaki bağlantıyı inceleyen makalelerinden oluşan bir kitapta şöyle bir makalesi mevcut; feyzi çelebi'nin şem ü pervanesi. 17. yüzyıl'da feyzi çelebi'nin yazdığı bu mesneviyi incelerken; feyzi'nin bu mesnevide kullandığı sanatların, mitlerin daha önce yaşamış tasavvuf alimlerindeki izini süren gönül hocamız şöyle ilginç şeyler anlatır bize. 1200'lü yıllarda mevlana ile çağdaş sayılabilecek yıllarda yaşayan, kübrevi tarikatı mensubu necmeddin-i daye'nin yazdığı mirsadü'l ibad mine'l-mebde ile l-mead isimli eserini inceler önce gönül hocamız. onun inceleme notlarında bu kadın-erkek olayı ile ilgili bölümlerin bir kısmını aynen yazıyorum. copy paste değil, alın teri. bu arada makale 100 küsür sayfalık bir makale, tamamını okumak isteyen kitabı satın alıp makaleye erişebilir.
".... necmeddin-i daye''ye göre göre bütün mahlukatların(alemlerin, yani kainatın) yaratılmasının sebebi insandır. insanın yaratılma sebebi kalbidir. kalbin yaratılmasının sebebi ise marifettir.
marifet ise allah'ın insan emanetidir(33:72 "biz emaneti... ve dağlara teklif ettik, onlar bunu yüklenmekten çekindiler... onu insan yüklendi"). çünkü bu emaneti yalnız insan taşıyabilir. marifet dinin içinde gizlidir. insan ne kadar dindar olursa marifetten o kadar çok hissesi olur. şu halde marifet dinin meyvesidir ve bu meyve yalnızca insanın kalbinde meydana gelir...
...görüldüğü gibi kalp bütün görünen ve görünmeyen alemlerin özünü kendinde toplamıştır, yani kainatta ne varsa onun bir paraleli insanın kalbinde bulunmaktadır. bu yüzden de marifeti ancak kalp bilebilir. insanın vücudundaki hiçbir başka organ marifeti, dolayısıyla imanı da taşıyamaz. şu halde insanın görünen ve görünmeyen alemleri bilmesi için insan ruhunun bedende cisim bulması ve kalbin teşekkül etmesi gerektir. çünkü daye'ye göre insandaki bilgi organları ancak insan ruhunun beden bulması ile mükemmelleşecektir. ancak o zaman marifet tam olarak bilinecektir. şu halde nasıl dış dünyayı bilmek için gereken organları, yani görme, işitme, dokunma, tatma, koklama olarak beş duygu varsa, görünmeyen ruhi alemi(batın) bilmek için de ayrı bilme organları bulunmaktadır. bunlar nefis, akıl, kalp, sır, ruh ve hafi olmak üzere beş tanedir"
bu kısımdan sonra gönül hocamız, daye'ye göre batini bize gösterecek bu beş organı anlatır. derecelerini, işlevlerini vs anlatır uzun uzun. fakat yukarıdaki paragrafta anladığımız üzere;
marifetin yani allah'ı bilmenin ve onunla bir olabilmenin yolu ruh ve bedenin uyumlu bir şekilde bir olması, ikisinin de birbirini eğitmesi, dizginlemesi gerekir. ve bu ikisi birbirini doğru bir şekilde bulmayı arzuladığı, aradığı aşikar. tıpkı yunus'un aradığı gibi. peki neden erkek-kadın metaforu var sürekli. bakalım necmeddin-i daye nasıl açıklamış bunu. bu arada şunu da söylemeden geçemem; gönül hoca hem feyzi'nin eserini hem de necmeddin'in eserini paragraf paragraf orijinal metininden inceler bu kitapta. dipnotlar da konu ile ilgili yazılmış başka makaleleri, başka tasavvuf alimlerinin eserlerini ve yorumlarını da bize kaynak olarak verir. neyse geçelim, eril-dişil olayına.
".... necmeddin-i daye'ye göre nefis insanın en büyük düşmanıdır. onu terbiye etmek savaşların en büyüğüdür. ama nefsini terbiye eden sonunda nefsini tanır ve nefsini tanıyan da allah'ı bilir."
gördüğümüz üzere nefis hem düşmanımız hem de sırra, marifete vakıf olmamız için vazgeçilmez bir unsur.
"ancak terslik şuradadır ki nefis bilinmeyince terbiye edilmez. nefsin terbiyesi tam olarak başarılamazsa allah'ın bilgisine erişilemez....
.... bu nefsin yeri insanın kalbi olmakla birlikte o kalpten çıkarak insanın bütün vücudunu sarar...
...bu durumda insanın vücudunu hayatta tutan bütün hayati güçler nefsin içinde toplanıyor. bütün istekler, çoğalma içgüdüsü, kendini koruma içgüdüsü, zevk alma vs. ve bu güçlerle ilgili pratik akıl yani insan egosunun menfaatlerini düşünen ve isteyen akıl, nefsi meydana getiriyor."
yeni nefis hem allah'ı bilmemiz için hem de yaşamamız için vazgeçilmez derecede önemli bir kavram. çünkü nefis olmazsa hayatını devam ettiremeyeceksin ve yine allah'ı, sırrı, marifeti bilemeyeceksin. yukardaki pasajdan sonra, insan ve hayvan nefsinin farkından (kalıcılık vasfı) bahsedilir, nefsin bedenle beraber ölmeyip canlı kaldığı ve cennet-cehenneme gidişinden bahsedilir. nefsin neden baki kaldığını ise necmeddin şöyle açıklar;
"... insan nefsinin bir parçası alem-i ervahtan (ruhlar dünyasından) gelmiştir. işte önceliği olmayan, yani allah tarafından sonradan yaratılmış olan ruhlar alemi ve melekut alemi bakidir. allah ruhlar aleminden ruhu kendi nefsiyle insanın bedenine üflediği için (15:29), ruh bedene girdiğinde, yani ruh bedenle izdivaç kıldığından(evlendiğinden) nefs beka sıfatını kazanmış oldu. bu şuna benzer; bir erkek olarak düşünülen ruh-can) bir kadın olarak düşünülen bir bedenle evlendiği zaman onlardan iki çocuk doğar. bunlardan biri kız, biri erkektir. kız, nefs olup annesi bedene, erkek kalp olup babası ruha benzer. beden su ve topraktan yani en aşağı seviyede olan maddeden yaratıldığı için anneye benzeyen nefs, kötülüklerle doludur. ama babası ruh olduğu için, kendisinde ruhun sıfatı olan beka sıfatı bulunmaktadır."
necmeddin-i daye ve gönül hocamız daha sonra nefsin terbiyesini inceler. ardından feyzi'nin eseri ve sümerdeki karşılıkları incelenir detaylı olarak.
fakat anlayacağımız üzere; mecnun'un, yunus'un, nice tasavvuf ehlinin aradığı o çok güzel, mükemmel ve "vazgeçilmez" kadın nefstir. onsuz sırra, marifete, allah'ı bilmeye ulaşılamaz. çünkü hem çok güzeldir hem de yaşamımızı devam ettirmemize yarayan bütün özellikleri ihtiva eder. insanın varoluş amacı da o marifeti ve allah'ı bilmek olduğu için de bu nefsi bir şekilde dizginleyip var ederek o sırra vakıf olmaya çalışmadır. nefsin annesi olan beden, ruhtan sonra topraktan yaratıldığı için daha aşağıda ve kötülüklerle dolu iken. babası olan ruh; allah'ın nefesinin bir tezahürü olup daha önce yaratıldığı için herrhangi bir kötülük barındırmaz. çünkü allah mutlak olarak iyidir.
bu hikaye adem ve havva'nın hikayesine de benzemekte. adem de önce yaratılmıştır ve herhangi bir kötülük barındırmaz. ne zamanki sonra yaratılan kadın gelir; günah başlar.
devamını gör...
2.
büyük şair yunus emre'nin âli duygularını kağıda aktardığı şiiridir.
ben yürürüm yane yane
aşk boyadı beni kane
ne âkilem ne divâne
gel gör beni aşk neyledi
gâh eserim yeller gibi
gâh tozarım yollar gibi
gâh akarım seller gibi
gel gör beni aşk neyledi
akarsulayın çağlarım
dertli ciğerim dağlarım
şeyhim anuban ağlarım
gel gör beni aşk neyledi
ya elim al kaldır beni
ya vaslına erdir beni
çok ağlattın güldür beni
gel gör beni aşk neyledi
ben yürürüm ilden ile
şeyh anarım dilden dile
gurbette hâlim kim bile
gel gör beni aşk neyledi
mecnun oluban yürürüm
o yarı düşte görürüm
uyanıp melûl olurum
gel gör beni aşk neyledi
miskin yunus biçâreyim
baştan ayağa yâreyim
dost ilinden âvâreyim
gel gör beni aşk neyledi
ben yürürüm yane yane
aşk boyadı beni kane
ne âkilem ne divâne
gel gör beni aşk neyledi
gâh eserim yeller gibi
gâh tozarım yollar gibi
gâh akarım seller gibi
gel gör beni aşk neyledi
akarsulayın çağlarım
dertli ciğerim dağlarım
şeyhim anuban ağlarım
gel gör beni aşk neyledi
ya elim al kaldır beni
ya vaslına erdir beni
çok ağlattın güldür beni
gel gör beni aşk neyledi
ben yürürüm ilden ile
şeyh anarım dilden dile
gurbette hâlim kim bile
gel gör beni aşk neyledi
mecnun oluban yürürüm
o yarı düşte görürüm
uyanıp melûl olurum
gel gör beni aşk neyledi
miskin yunus biçâreyim
baştan ayağa yâreyim
dost ilinden âvâreyim
gel gör beni aşk neyledi
devamını gör...
3.
tasavvufi kanadını bir kenara bıraksak, salt akıl sır ermez insan ilişkileri tarafından baksak bile muhteşem bir eser.
yunus emre zaten türkçe denilen dili şimdi kullanılan halinden bin kat arı, akıcı ve anlaşılır kullanmış biri, üstüne üstlük bir de dilindeki anlamların altına bakarsak adına kürsü kurulması, ders olarak okutulması gereken bir insan.
ama maalesef ki bu topraklarda yetişen her güzel şey gibi helak olup gitmiş yüzyıllardır.
şimdi adı bile anılmayan "kutlu doğum" zırvalığına harcanan emeği, parayı gördükçe kahrolan insanlar biliyor ama yunus'un kıymetini.
benim gibi bu tür şeylerden uzak duran, anlamayan, ön yargı ile bakan biri bile salt şu şiir bazında "helal olsun" diyorsa bu işte bir şey vardır, demedi demeyin..
güzel bir yorum / spotify
yunus emre zaten türkçe denilen dili şimdi kullanılan halinden bin kat arı, akıcı ve anlaşılır kullanmış biri, üstüne üstlük bir de dilindeki anlamların altına bakarsak adına kürsü kurulması, ders olarak okutulması gereken bir insan.
ama maalesef ki bu topraklarda yetişen her güzel şey gibi helak olup gitmiş yüzyıllardır.
şimdi adı bile anılmayan "kutlu doğum" zırvalığına harcanan emeği, parayı gördükçe kahrolan insanlar biliyor ama yunus'un kıymetini.
benim gibi bu tür şeylerden uzak duran, anlamayan, ön yargı ile bakan biri bile salt şu şiir bazında "helal olsun" diyorsa bu işte bir şey vardır, demedi demeyin..
güzel bir yorum / spotify
devamını gör...
4.
yer yüzünde yaşamış en büyük şairlerden yunus emre'nin muhteşem bir nefesidir. yunus emre'yi sunni tasavvufunda eritme çabalarından yıldım. kendisi büyük bir alevi ozanıdır. ibrahim sadri'den bir defa dinlemenizi öneririm.
gâh eserim yeller gibi
gâh tozarım yollar gibi
gâh akarım seller gibi
gel gör beni aşk neyledi
akar suların çağlarım
dertli ciğerim dağlarım
şeyhim anuban ağlarım
gel gör beni aşk neyledi
ya elim al kaldır beni
ya vaslına erdir beni
çok ağlattın güldür beni
gel gör beni aşk neyledi
ben yürürüm ilden ile
şeyh anarım dilden dile
gurbette halim kim bile
gel gör beni aşk neyledi
gâh eserim yeller gibi
gâh tozarım yollar gibi
gâh akarım seller gibi
gel gör beni aşk neyledi
akar suların çağlarım
dertli ciğerim dağlarım
şeyhim anuban ağlarım
gel gör beni aşk neyledi
ya elim al kaldır beni
ya vaslına erdir beni
çok ağlattın güldür beni
gel gör beni aşk neyledi
ben yürürüm ilden ile
şeyh anarım dilden dile
gurbette halim kim bile
gel gör beni aşk neyledi
devamını gör...
5.
rastladığım en iyi versiyonu, alta bağlantısını koyduğum eyüp hamiş'in enstrümantal (ney ile) yorumudur. insanı inanılmaz duygulandırır. zamanında yabancı bir forumda paylaşmıştım, yabancılardan da büyük övgüler almıştı. kanadalısından tut amerikalısına...
paul dwyer'ın sözlü yorumu da çok güzeldir. insana huzur verir. onun bağlantısını da koyayımdır madem.
eyüp hamiş - gel gör beni aşk neyledi
paul dwyer - gel gör beni aşk neyledi
paul dwyer'ın sözlü yorumu da çok güzeldir. insana huzur verir. onun bağlantısını da koyayımdır madem.
eyüp hamiş - gel gör beni aşk neyledi
paul dwyer - gel gör beni aşk neyledi
devamını gör...
6.
dinlerken ruhunuzun dinlendiğini hissedeceksiniz. sıkıntılı durumlarda meditasyon yapmak yerine bunu dinlerim.
devamını gör...
7.
mükemmel bir düet olmuş bana göre, güne başlanabilir, huzur içerikli ilahi.
günaydınlar kıymetli insanlar.
devamını gör...
8.
(bkz: elinde ekmeği olan köpek)
devamını gör...
9.
prestij ve sürekli kan kaybeden arabi sünni islam, anadolu aleviliği ile can suyu arayıp "gerçek islam" oltası ile yunusu mollalaştırıyor. o yunus ki: "hiç kendi kendine kaynar mı kazan/çevre yanın ateş eylemeyince" diyen yunus.. yunustaki ilahi aşk, ilahi söyleten bir aşk değil. o bir bilge.. onun aşkı pür platonik bir "can" aşkı.. aşkın en saf ve soyut hali.. onda tüm erdem ve duygular pür ve idealize olduğu için tanrısal sayılabilir bir mükemmellikte.. felsefi bir tanrı.. buna da ancak aynı kusursuzlukta bir "can" olunabildiğinde ulaşılıp tanrılaşılacağı düşüncesinde o.. "ete kemiğe bürünüp, yunus gibi görünen" bir garip can.. ancak ki tanrısallaşabildiğince var olan bir "hiç" yunus.. o anadolunun kendisi.. ne bir molla ne sunulmaya çalışıldığı gibi bir derviş ne de bir ermiş.. o "can" bulmuş insanlık erdemlerinin anıtlarından biri..(dergaha, yakılması için topladığı odunların bile eğrisinin girmemesine dair çabasından da mı anlayamıyoruz.)
devamını gör...