anlatı / sosyoloji / insan ve toplum
10 / 10
puan ver

öne çıkanlar | diğer yorumlar

bizim ilkel dediğimiz toplumun gözünden modern yaşamı anlatan bir kitap. kimin daha ilkel ve geri kalmış olduğu konusunda düşündüren bir eser. bence hayata başka bir pencere daha açmalıyım diyen herkes okumalı.
antropoloji alanında zevkle okuduğum kitaplardan.
devamını gör...
erich scheurmann'ın muhteşem kitabı. tesadüf üzeri elime geçti. 1 günde okudum. beyaz adam'ın yani bizin yani papalagi'nin doğaya evrene nasıl kötülük yaptığımızı anlatıyor. beni em çok etkileyen beyaz insanın tanrı'yı kullanarak doğada egemenlik kurması ve aslında taptıkları şeyin yani tanrının paranın ta kendisi olması. mükemmel bir kitap.
devamını gör...
benim için muhteşem bir kitap. bir yerlinin insanlarını avrupa ve yaşadığınız modern hayata karşı korumak için yaptığı konuşmalardan oluşuyor kitap. o konuştukça bizim modern sandığımız sefil hayatımız daha çok gözler önüne seriliyor. ihtiyaçtan değil de sadece gösteriş için giyip tükettiğimiz örtüler, hayatımızı uğruna harcadığımız paralar, doğadan uzak yaşadığımız bina hayatları ve daha nicesi. hepsi gündelik hayatımızda bizim için önemli gözüken ama kitabı okudukça aslında kendimizi sorgulamamıza neden olan şeyler. okudukça insan özünden ne kadar uzaklaştığını fark ediyor ve üzülüyor. biz modernleştikçe gözümüzdeki o parıltı sönüyor. ağzımızın kenarındaki gülümseme kırışıklıkları azalıyor. somurtkan ve mutsuz insanlar oluyoruz git gide. çok sevdiğim ve herkesin mutlaka okumasını istediğim bir kitap. dili sade, okuması kolay ama unutması zor kitaplardan.



"onun sevgisi paradır, tanrısı paradır. onlar, yani beyazların tümü uykularında bile bunu düşünürler." syf. 36.


"evet, özellikle kötü ve acı verici olaylar, iyi olaylara göre çok daha ayrıntılı anlatılır; hem de tek bir noktası bile atlanmamacasına. sanki kötüyü anlatmaktansa iyiyi anlatmak daha önemli daha keyifli değilmiş gibi." syf. 84


"eğitim, kafanın son sınırına kadar doldurulması demektir." syf. 93.
devamını gör...
alman ressam erich scheurmann tarafından 1920 yılında neşredilmiş eser. avrupa görmüş afrikalı bir kabile lideri olan tuavii'nin gözünden insanın doğumundan ölümüne doğayla olan ilkel irtibatını koparmaması gerektiğini gündelik hayatta ıska geçtiğimiz basit argümanlarla va'z eder.
devamını gör...
güneydenizi'nde yer alan samoa'daki bir kabile reisinin avrupalılar hakkında halkına yapmayı planladığı konuşmaları içeren kitaptır. reisin ismi; tuiavii.

kitabın yazarı erich scheurmann 1914-1915 yılları arasında samoa'da kalmış ve bu süre zarfında tuiavii'yle tanışma fırsatı bulmuştur. bu konuşmaya erişimi de böyle gerçekleşmiştir. aslında tuiavii hiçbir zaman yayınlanması, duyurulması konusunda izin vermemiş ancak yazar ülkesine döndükten sonra almanca'ya çevirip 1920'de yayımlamıştır.

kitapta sıkça rastladığımız bir kelime var; papalagi. samoa halkı tarafından "beyaz insan/yabancı" anlamıyla kullanılsa da tam çevirisi "göğü delen"dir. bunun sebebi ise adalarına ilk kez misyoner geldiğinde ufukta gemiyi görünce şaşırıp onun göğü deldiğini düşünmeleridir.

gelelim kitabın içeriğine. yazarın da önsözde belirttiği üzere tuiavii'nin avrupalılar, onun deyimiyle "papalagi" hakkında eleştirileri kimi zaman insana çocukça bir kin, abartılı bir tepki ya da önyargı gibi gelse de temelde bir koruma ve doğal düşünme söz konusu. anlatıcı tuiavii, vaktiyle avrupa'yı merak edip gezmiş bir yerli. gözlemlerini aktarırken kullandığı kelimeler, benzetmeler ve anlaşılır olma kaygısı insanı sık sık gülümsetiyor. kitapta birçok şeyden bizim bildiğimiz ismiyle bahsedilmiyor ve çevirmenin dipnotları olmasa bahsedilenin ne olduğunu anlamak biraz zaman alıyor. açıkça sayfalar ilerledikçe bu durumu bir çeşit oyuna dönüştürdüm, tahmin etmeye çalıştım ve dipnota bakmadım. örneğin; kapı zili için "çığlık" ya da şemsiye için "tepelerinde kocaman bir çatı taşırlar" diyor. yapay çiçekleri "hiçbir zaman kokmayan çiçekler" şeklinde tarif ediyor. ismini kullanmadan tarif etmemiz istense hangimiz böyle anlatırdık ki? işte doğal düşünme ve temiz bir zihin dediğimiz kavramlar tam olarak bunu karşılıyor.

birçok detayı fark edişi ve bambaşka bir göze sahip oluşu beni çok etkiledi. birincisi, şu çok net ki bizim tanrılaşmaya çalıştığımızı düşünüyor. hırslarımız, doyumsuzluğumuz ve her şeyi kontrol etme isteğimiz altında bunun yattığını düşünüyor. yine buradan yola çıkarak yakın bir gelecekte papalagi'nin kendi halkını da kontrol altına almasından korkuyor. belki de tüm anlatının altında yatan düşünce buydu. haksız mıydı? asla. tuiavii, sürüp gittikleri yaşamı seviyordu sadece. az ya da çok görmüyordu. hatta ideal bulduğunu söylesek abartmış olmayız. en çok da kendini hiçbir yere ait hissedemeyen ve ruhunun, bedeninin, aklının nerede olmak istediğini ömrünce bulamayan papalagi ona ders vermeye kalktığı, onu küçümsediği için haksız değildi. söylediklerini büsbütün kabul etmiş değilim elbet. ama o da beni tutup alıştığım yaşamdan koparmak niyetinde değil. üstelik sözlerinin bana ulaşmasını istemedi bile. işte bu noktada onu kendi topraklarında şüphesiz haklı buldum.

kitabın beni en gülümseten yanı ise yeterince anlam veremediği şeyi "büyü" olarak adlandırması oldu. sinemayı böyle aktarmış mesela. yine bankanın işleyişi ve faiz konusunda da böyle bir açıklaması vardı. o kısımdan bir alıntı paylaşmak istiyorum:

"birçok beyaz adam, başkalarının kendisi için kazandığı paraları üst üste yığdıktan sonra bunları çok iyi korunan bir yere getirir. sonradan da üstüne ekler durur. günün birinde öyle bir an gelir ki kimsenin onun için çalışmasına gerek kalmaz. çünkü parası tek başına onun için çalışır. büyünün yardımı olmaksızın bunun nasıl gerçekleştiğini öğrenemedim ama gerçek bu."

son olarak bahsetmek istediğim bir bölüm var. "zaman" üzerine yaptığı konuşmayı çok beğendiğim. zamanı elimizde tutmaya çalıştıkça kaçırdığımızı düşünüyor. saatler, dakikalar için "çalı bıçağıyla yumuşak bir hindistancevizini boydan boya keser gibi böler günü" demiş ve eklemiş "böyle çocukça şeyler üstüne gereğinden fazla kafa patlatmak sinirlendiriyor beni." ahahah. afedersiniz ciddi ilerlemek istiyordum fakat tuiavii'nin kendini ifade edişini ve o anki yüz ifadesini düşünüp durmaktan kendimi alamıyorum. yaklaşık 2 metre uzunluğunda, iri yarı bir adammış fakat çocuk gibiymiş erich bey'in dediğine göre. bu şekilde de zihnimdeki yansıması çok şirin.*

okuduğum için sahiden çok mutlu olduğum bir kitaptı.
devamını gör...
bir erich schuerman kitabıdır.

bu kitabı defalarca gördüm kitap raflarında, kütüphanelerde, internet ortamında. nedense içimden okumak gelmedi bir türlü. sonra bir arkadaşımın ısrarlı tavsiyesi ile okumaya karar verdim. iyi ki de okumuşum.

samoa'da bir kabile şefi olan tuavii'nin avrupa'da geçirdiği kısa zaman dilimini yazdıkları ile aktardığı bir kitap bu kitap.

göğü delip gelen adamın topraklarına giderek onun yaşam tarzını, hayata bakışını, dünya görüşünü ve kendinden farklı olan topluluklara yaklaşımını anlatmış şef tuavii.

biz, kendine modern insan demeyi seven, bundan anlamsız bir zevk alan, bu tabiri kullandıkça da kurum kurum kurumlanan, kibrinden gökleri delen insanlar hayatlarını daha basit, daha bilge, daha barışçıl yaşayan insanlara karşı bir üstten bakma halini alışkanlık haline getirmişiz.

ancak menfaat dünyasında, vahşi kapitalizmin kucağında yaşamayı bir hayat tarzı halini getirdiğimiz için yaptıklarımız ve söylediklerimiz arasındaki tutarsızlıkları fark etmekte zorlanıyor gibiyiz.

bence gelişmiş insan olmanı sadece maddi kazanç elde etmek, teknoloji ile haşır neşir olmak anlamına gelmediğini görmek için ideal bir kitap.
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"göğü delen adam" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim