her şey ayrı yazılır
başlık "nerdeyse kafasız nick" tarafından 29.06.2021 11:34 tarihinde açılmıştır.
1.
her şey ayrı yazılır
durdum. yazı yazmaya başlamadan önce yazım kurallarına takmış bir arkadaşımın yazımı bitirdikten sonra yazdığım yazıyı okuduğunu düşündüm. gözlerimin içine bakıp bana acıyacaktı. her şeyden habersiz zavallı bir insan manasında. kurallardan habersiz olmak bu kadar kötü hissettirmemeliydi. üşüdüm, içeriye hırka almaya gittim. çiftli koltuğun üzerinde yeşil bir hırkam vardı. elimi uzattım hırkayı alırken evde yalnız olduğumun farkına vardım. her zaman yalnızdım. tek arkadaşım yazım kurallarını denetleyen beni yargılayan kişiydi. bana her zaman tom waits gibisin ölü ve yalnız derdi. hırkayı üzerime giydim.
oturdum, yazmaya başladım. ilk kelimeler ‘’ yalnızlık mı, yalınlık mı? hangisi daha müsayit hayale? ‘’ . kağıda baktım. bu kelimeler benim olamazdı. kitaplığıma yöneldim.
aramaya başladım. yüzük parmağımı kitapların üzerinde gezdiriyordum. nazım hikmet olamaz, soren kierkegaard olamaz, sylvia plath olamaz, güldüm. gerçekten arıyor muydum? yoksa bu bir yazıyı erteleme hareketi miydi? tekrardan oturdum koltuğuma. yazmaya devam ettim, paragrafın başına geldiğimde kalemimden çıkacağınız yol zaten uzun zamandır üzerinde olmanız gereken yoldur diye bir kelime çıktı. aniden kitaplığa yöneldim. üst raftaki her şey ayrı yazılır kitabını elime aldım.
güldüm, hala etkisinden çıkamamıştım. sayfalarını karıştırmaya başladım. yirmi otuz yüz derken kitabı tekrar bitirdim. masama yöneldim koltuğuma oturdum. yazdıklarıma baktım. resmen küçük iskender’in bir özetini çıkarmıştım. üzerimdeki yeşil hırkayla buz mavisi paltomu değiştirip kendimi dışarı attım. kadıköy sokaklarını koşarak geçmeye başladım. kadife sokaktaki bara ulaştım. soluklanıp içeriye girdiğimde önünde bir bardak suyla köşede oturuyordu. müsaade istemeden karşısına oturdum. ağzıma ne geldiyse söylemeye başladım. kelimeler öfkemin değirmeninden çıkıp küçük iskender’in yüzünde volkan oluyordu. çık artık kafamdan diye bağırdım devamında ağlamaya başladım. gözlüğünü çıkardı olmayan saçlarını düzeltti. kelimeye başlamadan önceki sancılı nefesini aldı. boşluğun nimeti azabın olur dedi ve sustu. ayağa kalktı garsonun yanına yaklaştı bir kalem ve ufak bir kare kağıt aldığını gördüm. uzun bar masasının üstünde bir şeyler yazdı. arkasına bakmadan uzaklaştı. olduğum yerde kalakalmıştım. çok zaman geçmeden garson elinde bir kahve ve kağıtla masama geldi hiçbir şey söylemeden masanın üzerine bıraktı. kahveden bir yudum alıp kağıda uzaktan baktım. içimden zarif bir dünyanın kibar kelimelerine muhtaç kalmak; işte yalnızlığın başlangıcı tam da budur diye geçirdim. kağıda elimi ürkekçe uzattım. tuttuğum gibi gözlerime yakınlaştırdım. kağıt hafif buruşmuş ve ıslanmıştı. ellerimin terli olduğunu o an fark ettim. kelimeleri okuyamıyordum. gözlerim önünde kelimeler hızlıca akıyordu. kaygı ve stres beni bu hale getirmişti. okuyamadıkça sinirlendim en sonunda kağıdı yırtıp ağzıma attım. çiğnedikçe ruhum rahatlıyordu. gıcırdayan kağıt sesleri valhalla’dan geliyor gibiydi. odin hayat ağacının 9 dalının yedincisinde oturup judas priest’ten halls of valhallayı söylüyordu. kahve bardağına geri dönüp bir anda kafama diktim. kağıttaki yazılar içimde ruhumla buluştu. ayağa kalktım eve doğru yürümeye başladım. yolda, küçük iskendere şu mesajı attım : her kelime hak ettiği cümleyle sonunda buluşur nasılsa.
durdum. yazı yazmaya başlamadan önce yazım kurallarına takmış bir arkadaşımın yazımı bitirdikten sonra yazdığım yazıyı okuduğunu düşündüm. gözlerimin içine bakıp bana acıyacaktı. her şeyden habersiz zavallı bir insan manasında. kurallardan habersiz olmak bu kadar kötü hissettirmemeliydi. üşüdüm, içeriye hırka almaya gittim. çiftli koltuğun üzerinde yeşil bir hırkam vardı. elimi uzattım hırkayı alırken evde yalnız olduğumun farkına vardım. her zaman yalnızdım. tek arkadaşım yazım kurallarını denetleyen beni yargılayan kişiydi. bana her zaman tom waits gibisin ölü ve yalnız derdi. hırkayı üzerime giydim.
oturdum, yazmaya başladım. ilk kelimeler ‘’ yalnızlık mı, yalınlık mı? hangisi daha müsayit hayale? ‘’ . kağıda baktım. bu kelimeler benim olamazdı. kitaplığıma yöneldim.
aramaya başladım. yüzük parmağımı kitapların üzerinde gezdiriyordum. nazım hikmet olamaz, soren kierkegaard olamaz, sylvia plath olamaz, güldüm. gerçekten arıyor muydum? yoksa bu bir yazıyı erteleme hareketi miydi? tekrardan oturdum koltuğuma. yazmaya devam ettim, paragrafın başına geldiğimde kalemimden çıkacağınız yol zaten uzun zamandır üzerinde olmanız gereken yoldur diye bir kelime çıktı. aniden kitaplığa yöneldim. üst raftaki her şey ayrı yazılır kitabını elime aldım.
güldüm, hala etkisinden çıkamamıştım. sayfalarını karıştırmaya başladım. yirmi otuz yüz derken kitabı tekrar bitirdim. masama yöneldim koltuğuma oturdum. yazdıklarıma baktım. resmen küçük iskender’in bir özetini çıkarmıştım. üzerimdeki yeşil hırkayla buz mavisi paltomu değiştirip kendimi dışarı attım. kadıköy sokaklarını koşarak geçmeye başladım. kadife sokaktaki bara ulaştım. soluklanıp içeriye girdiğimde önünde bir bardak suyla köşede oturuyordu. müsaade istemeden karşısına oturdum. ağzıma ne geldiyse söylemeye başladım. kelimeler öfkemin değirmeninden çıkıp küçük iskender’in yüzünde volkan oluyordu. çık artık kafamdan diye bağırdım devamında ağlamaya başladım. gözlüğünü çıkardı olmayan saçlarını düzeltti. kelimeye başlamadan önceki sancılı nefesini aldı. boşluğun nimeti azabın olur dedi ve sustu. ayağa kalktı garsonun yanına yaklaştı bir kalem ve ufak bir kare kağıt aldığını gördüm. uzun bar masasının üstünde bir şeyler yazdı. arkasına bakmadan uzaklaştı. olduğum yerde kalakalmıştım. çok zaman geçmeden garson elinde bir kahve ve kağıtla masama geldi hiçbir şey söylemeden masanın üzerine bıraktı. kahveden bir yudum alıp kağıda uzaktan baktım. içimden zarif bir dünyanın kibar kelimelerine muhtaç kalmak; işte yalnızlığın başlangıcı tam da budur diye geçirdim. kağıda elimi ürkekçe uzattım. tuttuğum gibi gözlerime yakınlaştırdım. kağıt hafif buruşmuş ve ıslanmıştı. ellerimin terli olduğunu o an fark ettim. kelimeleri okuyamıyordum. gözlerim önünde kelimeler hızlıca akıyordu. kaygı ve stres beni bu hale getirmişti. okuyamadıkça sinirlendim en sonunda kağıdı yırtıp ağzıma attım. çiğnedikçe ruhum rahatlıyordu. gıcırdayan kağıt sesleri valhalla’dan geliyor gibiydi. odin hayat ağacının 9 dalının yedincisinde oturup judas priest’ten halls of valhallayı söylüyordu. kahve bardağına geri dönüp bir anda kafama diktim. kağıttaki yazılar içimde ruhumla buluştu. ayağa kalktım eve doğru yürümeye başladım. yolda, küçük iskendere şu mesajı attım : her kelime hak ettiği cümleyle sonunda buluşur nasılsa.
devamını gör...
2.
"şey" kelimesinin ayrı yazılması gerektiğini gösteren cümledir.
devamını gör...
3.
henüz yayınlanmamış ve sanatçının beyanından aynen alıntıyla; bu boktan heriflere albüm de yok şarkı da, sözlerinden anlaşıldığı üzere muhtemelen yayınlanmayacak bir cüneyt ergün* şarkısı.
e sen nerden biliyorsun derseniz; cüneyt abi doğum günümde iki şarkısını yolladı hediye olarak biri de bu şarkıydı.
şarkıyı buraya atmayacağım tabii ki ama sözlerini yazma konusunda izin aldım.
dün yine seni seni andık
eski lafları başa sardık
gecenin zalim şefkatiyle
belki de geçer dedik
ikimiz gibi içimiz de
hüznümün mağrur dikkatiyle
seni hep yıldızlardan
düşürür yeryüzüne belki
beni hep topraklardan
koparır yağmurlara belki
bize hep böyle dönerken
koca dünya ve içindekileri
ayrı yerlere düşeriz, ayrı yerelere düşeriz…
eksi bir kıtaydık sen ve ben. bir tek bir bütün… ayrılmışız sonra olanlar olmuş. rahman aramıza okyanuslar koymuş. aynı buluttan çıkıp ayrı yerlere düşen yağmur damlalarıyız biz. değiştiremez özümüzün görkemli bir okyanusa ait olduğunu; önce bir mazgala çarpıp, ardından usulca karıştığımız kanalizasyon.
dün yine sana sardık
yandık ikimiz de
kibritin makus talihiyle
belki de geçer dedik
içimiz gibi içerledik
hüznümün mağrur dikkatiyle
seni hep yıldızlardan
düşürür yeryüzüne belki
beni hep topraklardan
koparır yağmurlara belki
bize hep böyle dönerken
koca dünya ve içindekileri
ayrı yerlere düşeriz, ayrı yerlere düşeriz
ayrı yerlere düşeriz
ayrı yerlere düşeriz
ayrı yerlere düşeriz
ayrı yerlere dü…
…
edit: typo
e sen nerden biliyorsun derseniz; cüneyt abi doğum günümde iki şarkısını yolladı hediye olarak biri de bu şarkıydı.
şarkıyı buraya atmayacağım tabii ki ama sözlerini yazma konusunda izin aldım.
dün yine seni seni andık
eski lafları başa sardık
gecenin zalim şefkatiyle
belki de geçer dedik
ikimiz gibi içimiz de
hüznümün mağrur dikkatiyle
seni hep yıldızlardan
düşürür yeryüzüne belki
beni hep topraklardan
koparır yağmurlara belki
bize hep böyle dönerken
koca dünya ve içindekileri
ayrı yerlere düşeriz, ayrı yerelere düşeriz…
eksi bir kıtaydık sen ve ben. bir tek bir bütün… ayrılmışız sonra olanlar olmuş. rahman aramıza okyanuslar koymuş. aynı buluttan çıkıp ayrı yerlere düşen yağmur damlalarıyız biz. değiştiremez özümüzün görkemli bir okyanusa ait olduğunu; önce bir mazgala çarpıp, ardından usulca karıştığımız kanalizasyon.
dün yine sana sardık
yandık ikimiz de
kibritin makus talihiyle
belki de geçer dedik
içimiz gibi içerledik
hüznümün mağrur dikkatiyle
seni hep yıldızlardan
düşürür yeryüzüne belki
beni hep topraklardan
koparır yağmurlara belki
bize hep böyle dönerken
koca dünya ve içindekileri
ayrı yerlere düşeriz, ayrı yerlere düşeriz
ayrı yerlere düşeriz
ayrı yerlere düşeriz
ayrı yerlere düşeriz
ayrı yerlere dü…
…
edit: typo
devamını gör...
4.
devamını gör...