yazar: friedrich heinke
yayım yılı: 1815
alman filozof friedrich heinke'nin altı ciltlik külliyatının ikinci kısmı olan eserdir.
yayım yılı: 1815
alman filozof friedrich heinke'nin altı ciltlik külliyatının ikinci kısmı olan eserdir.
öne çıkanlar | diğer yorumlar
başlık "elminster the wise" tarafından 11.04.2025 17:34 tarihinde açılmıştır.
1.
not: bağlamından koparma endişesi ile metin içi alıntıların tam metnini numaralandırma sistemi ile yazının en altına not düşeceğim ancak oldukça eski bir almanca olduğunu belirtmekte fayda var. ne yazık ki çevirisini henüz yapmadım fakat uygun bir zamanda elden geçireceğim. *
friedrich heinrich jacobi’nin tüm külliyatını kapsayan altı ciltlik derlemenin -ki dördüncü cilt üç ayrı kitaptan oluşmakta- ilk kez 1815 yılında yayımlanmış olan ikinci cildi. belirtmek gerekir ki, bu tanımın nesnel bir nitelik taşıyıp taşımadığı konusunda tereddütlerim mevcut zira antirasyonalist bir düşünce mirası üzerine rasyonel bir okuma inşa etme ihtimali -en azından şahsi kanaatimce- oldukça belirsizdir. nitekim felsefe tarihi, “jacobi’yi alaya alanlar” ve “jacobi’yi henüz alaya almamış olanlar” şeklinde ikiye ayrılmış durumda. bu bağlamda, ilk gruba mütevazı bir katkıda bulunmak niyetiyle jacobi’nin düşünce dünyasına dair bazı yüzeysel okumalarla başlayalım.
jacobi, alman aydınlanması’nın en aykırı figürlerinden biri olarak, sistemli felsefenin karşısına inancı, spekülatif aklın karşısına duyguyu, kantçı* eleştirinin karşısına metafizik bağlılığı koyuyor. werke başlığı altında toplanan yazılarında -spesifik olarak ikinci cildinde- özellikle baruch spinoza ve immanuel kant üzerinden yürüttüğü polemiklerde, modern felsefenin rasyonel temellerini sarsma amacı güdüyor olsa da; ne var ki bu sarsıntının kendisi tam da jacobi’nin yadsımaya çalıştığı aklın meşruiyetini yeniden açığa çıkaracak serzenişlerden öteye gidemeyecek vaziyette. ki hâlihazırda jacobi’nin felsefesi, 18. yüzyıl sonu ile 19. yüzyıl başındaki alman düşünce ikliminde sıradışı bir sapmadan fazlası da değil özünde. birazdan benim de detaylarıyla değineceğim üzere; kant’ın eleştirici akılcılığını, fichte’nin ben-merkezli idealizmini ve schelling’in doğa-temelli metafiziğini reddeden jacobi, sezgiye, inanca ve duygulanıma dayalı bir hakikat anlayışı inşa ediyor etmesine ancak bu inşa, sistemli bir bilgi yapısından çok, içsel duyarlığın bir metafiziği olarak okunmalı ki werke’de toplanan metinleri de bu sezgisel-mistik dünya görüşünün bütünçarpık ayrıntılarını içeriyor zaten.
başlığa denk gelen birinin, bu yazıyı kaleme alan tarafın durduğu çizgiyi de bilmesi kanaatindeyim zira taraflı bir okuma olduğu açıktır. bana kalırsa bu metinler, bir felsefi sistemin temellerini atmak yerine, sistem düşüncesine karşı yükseltilmiş romantik bir başkaldırı kabul edilebilir yalnızca. jacobi'nin kavramları; tutarlılıktan çok coşkuya, gerekçeden çok duyguya dayanıyor zira. bu da bana kalırsa onun argümanlarını rasyonel bir perspektiften değerlendirmeyi elzem kılar. yeterince bu hususta kendimi tekrar ettiğime inanıyorum. o sebeple jacobi'nin perspektifini anlamaya yönelmek en azından şu an için daha akılcı olacaktır.
şöyle ki; jacobi’nin en ünlü düşünsel hamlesi, “tanrı’ya ancak inançla ulaşılabilir," iddiasıdır.* yani açıkça bilgiye ulaşmanın epistemolojik değil, teolojik bir mesele olduğunu savunmakta. bu iddia, bilgi felsefesi açısından geriye doğru atılmış bir adımdan fazlası değil zira bilgi, doğruluğunu duyguya değil; önermesel tutarlılığa ve deneysel sınanmaya borçludur. sezgiyle temellendirilmiş inanç, jacobi'nin iddiasın aksine -ki birazdan metin içi alıntılarla destekleme niyetindeyim- bilimsel anlamda bilgi kabul edilemez. ki zaten jacobi’nin ikinci cilt boyunca spinoza’yı hedef alan eleştirisi, esasen ontolojik bir tedirginliğe dayanıyor. spinoza’nın panteizmini, deterministik bir ölü tanrı fikrine dönüştürdüğünü iddia eder, jacobi. bu bağlamda jacobi’ye göre tanrı, sistem dışı olmalı, özgür ve sezgisel olarak kavranabilir bir varlık olmalıdır aynı zamanda fakat burada çelişkili bir nokta mevcut. tanrı’nın sistem-dışı olması gerektiği fikrinin kendisi dahi başlı başına sistematik bir argümandır. özgürlüğün sistemsizlikle özdeşleştirilmesi, felsefi düzlemde keyfiliğe kapı aralamaktan başka işe yaramaz. üstelik spinoza’nın tanrısı, doğaya içkin bir zorunluluk olarak kavranırken, jacobi’nin tanrısı sezgiye ve hisse indirgenmiş soyut bir mutlaklıktır. yani rasyonel bir düzlemde değerlendirildiğinde, spinoza’nın tanrı-doğa özdeşliği en azından fiziksel evrenin nedenselliğine bir nebze sadık kalırken jacobi’nin sezgisel tanrısı bilinemezliğini bilgiye yeğlediği için rasyonel temellendirmeyi imkânsızlaştırarak inancı metafiziğin yerine ikame eder.
birazdan alıntılar ile konuyu derinleştirme niyetindeyim, bu sebeple hızlıca kant ile ilintili birkaç nokta daha ekleyip bu argümanların pürüzlü noktalarından söz ederek konuyu burada bağlama niyetindeyim. jacobi, kant’ın ding an sich kavramını tanrı’yı bilgi sınırının dışına ittiği gerekçesiyle reddediyor werke'de. yani özünde bilgi olmadan inancın hezeyan olduğu savunusuna sahip. ne var ki bu söz, jacobi’nin kendi yaklaşımıyla bir hayli çelişiyor zira onun tüm düşüncesi bilinemeyen bir tanrı’ya duyulan inancı savunuyor. kant’ın transandantal idealizmi, her ne kadar tanrı’yı fenomenler dünyasından çıkarıyor olsa da, bilgi sınırlarını nesnellik lehine netleştirir. jacobi ise sınırı yok eder ve hakikati tamamen sezgiye teslim eder ve bunu yaparken de kendiyle mutlaka çelişir. belki kant dışında fichte eleştirilerine göz atmak gerekebilir bu çelişik durumu daha rahat okuyabilmek için. umduğum kadar erken kapatamayacağım sanıyorum bu aşağılama sürecini. fichte için, ıch-philosophiesiyle ben-merkezli bir evren öneriyor diyebiliriz sanıyorum kabaca. jacobi, bu anlayışın içinde tanrısızlık ve ahlaki kaos görür ve metin boyunca fichte’nin etik yapısını yıkma gayretine girer ancak -yine bir ancak- bu eleştiri, kötülüğün teistik temellendirmesinde de çözümsüz kalıyor zira tanrı özgürse, neden kötülüğe izin veriyor sorusunu sistematik biçimde cevaplayamaz; çünkü sistem karşıtıdır, iki gözümün çiçeği. schelling'e yönelttiği eleştiriler de tam da bu sebeple sınıfta kalır. schelling’in doğa felsefesine kabaca göz attığımız zaman, özünde üstüne kurduğu yapı; tanrı’nın doğada kendini açınlaması fikrine dayanıyor. jacobi için bu yaklaşım da panteisttir ve dahi tanrı’nın aşkınlığını yok etmektedir. oysa rasyonel bir bakış açısı ile değerlendirildiğinde doğanın kendi iç yasalarıyla evrildiği bir evren, spekülatif bir mutlak varlığa ihtiyaç duymayacaktır. aksine, jacobi'nin kendini konumlandırdığı bu tür bir epistemoloji, bireysel yanılsamaları hakikat statüsüne yükselttiği için de kuşku duyulmaya açıktır ve geçerliliğini kendi eliyle baltalar.
jacobi, tüm şımarıklığı ile hume’u idealizmle realizm arasındaki gerilimin sembolü olarak ele alır. bu bağlamda rasyonel bilgi, onun için bir tür çıkmazdır. ne kadar çok düşünürsem, o kadar az inanırım ve ne kadar çok inanırsam, o kadar az düşünebilirim iddiası vardır yani. bu argüman, bir ikilik yaratmakla birlikte modern bilimin temel işleyiş mekanizmasını da yok sayıyor zira düşünce ve inanç zıt değil, farklı kategorilerdir. inanç, doğruluğu kanıtlanamayacak iddiaları kapsarken; düşünce, doğruluğu sınanabilir önerileri işler ancak anakronik bir okuma yapma niyetinde değilim çünkü jacobi'yi çürütmek için buna hiç ama hiç ihtiyaç yoktur. esasen bir fikir tartışması yerine çürütme gayreti içine girdiğim için kendim de hâlihazırda yeterince çelişik bir durumdayım zaten.*
şimdi o kadar sözünü ettim, ufak alıntılarla da biraz eşelemeye gayret edeceğim. jacobi’nin iddiası sözünü ettiğim gibi gayet açık: gerçeklik akıl yoluyla değil, doğrudan duyusal-duygusal sezgiyle kavranır. werke ii üzerinden ilerleyelim.
"alle wirklichkeit, sowohl die körperliche... als die geistige... wird dem menschen allein durch das gefühl bewährt."
s.108
metin içi alıntı - 1
bu argüman, cümlenin öncülüyle birlikte bilgiye erişimin ancak duygu aracılığıyla mümkün olduğunu öne sürüyor ancak bu pozisyonun doğrudan sonucu, nesnelliğin çökmesidir çünkü his, bireysel ve geçicidir; değişkendir, çoğu zaman yanıltıcıdır. felsefi bilgi ise evrensel geçerlilik ve tutarlılık aramak zorundadır. jacobi’nin sezgiyi bilgiyle özdeşleştirme çabası, bir başka yerde inanç üzerinden sürüyor aynı zamanda.
"glaube ist der wahre eigentliche name für dieses gefühl...“
s. 161
metin içi alıntı -2
bu noktada inanç ile duygu özdeşleştirilmiş, ardından bilgiye dönüştürülmüştür. rasyonel açıdan bu kategorik bir hata içeriyoe zira inanç, doğruluk iddiası taşıyan ama temellendirilmemiş bir tutumdur. duygu ise doğruluğu değil, sadece yaşantıyı ifade eder. ne biri ne de diğeri bilgiyle yer değiştirilemez ve jacobi bu fikri açıkça reddeder. ki inanç yoluyla tanrıyı bilgiye dönüştürme çabasına girip epistemolojik bir çöküş meydana getirdiğinden söz ederken bunu da dayandırdığım bir argüman bulunmakta. jacobi’nin felsefesinde tanrı, sadece inanç yoluyla kavranabilir ve bu kendi iddiasıdır fakat bu inanç, aklın yerine geçen bir bilgi biçimi değil, akıl dışı bir sezgisel teslimiyetten ötesi değildir.
"von dem, was wir wissen aus geistes-gefühl, sagen wir, daß wir es glauben.
s. 60
metin içi alıntı - 3
tanrı burada bilinemez ama hissedilir bir figür olarak karşımıza çıkar ve bu, onu felsefi tartışmanın dışına iter çünkü eğer bir varlık yalnızca hissediliyorsa, o zaman onun hakkında doğrulanabilir bir bilgi üretmek de mümkün olmayacaktır. jacobi'nin varsayımını doğru kabul edecek olursak eğer -ki etmiyoruz- tanrı hakkındaki her önerme, doğruluğu bakımından sınanamaz hâle gelir ve bu da onu metafiziksel bir varsayıma indirger. bu yaklaşımın doğurduğu temel sorun, tanrı’yı bilginin değil, duygunun konusu hâline getirerek felsefeden uzaklaştırmasıdır. rasyonel bir bakış açısı, bu tür sezgisel ve doğrulanamaz kavramların bilgi alanında kullanılmasına doğası gereği izin vermez, veremez zira bilimsel bilgi, hem gerekçelendirilmeli hem de deneyime açık olmalıdır ancak jacobi’nin metinlerinde akıl, sistematik hakikatin aracı değil bir tür perdeleyici olarak betimlenir zaten. öyle ki akla duyulan güven de inanç düzeyine indirilir. alıntı üzerinden ilerleyelim.
"nothwendig glaubt der mensch seinen sinnen, nothwendig glaubt er seiner vernunft...“
s. 107-108
metin içi alıntı - 4
burada insanın hem duyularına hem aklına inanmak zorunda olduğu öne sürülüyor, jacobi tarafından. bu tür bir ifade biçimi aklın epistemik niteliğini daha önce de üstünde durduğum gibi bir inanç meselesine dönüştürür oysa akıl, inanç değil tıpkı bilgi gibi gerekçelendirme üzerine kurulur. aklın işlevi, yalnızca doğruyu aramak değil, aynı zamanda yanlışla savaşmaktır da. onu inançla eşitlemek, doğruluk ve yanlışlık arasındaki sınırı bulanıklaştırdığı için bu çürümeye açık bir argümandır. çok da uzatmak niyetinde değilim. son bir alıntı daha ekleyip yavaştan toparlayacağım zira alıntılar üzerinden ilerleyince yer yer kendimi tekrar etme hatasına düşüyorum. jacobi'nin sistem eleştirisi maskesi altında mistifikasyon yaptığı da su götürmez benim nazarımda. sistem kavramını dogmatizmin kaynağı olarak görür zira. hakikat, sistemin dışında, serbestçe sezilebilecek bir özgürlük alanıdır ifadesinde de açıkça bulunur.
"auf gott schauend schaffet der mensch in sich ein reines herz... schaffende freiheit ist also kein erdichteter begriff."
s. 45
metin içi alıntı - 5
bu tanrı’ya yönelen bakış, insanda içsel bir saflık ve yaratıcı özgürlük doğurur kuşkusuz fakat bu özgürlük, sistem karşıtlığını haklı çıkarmaya yetecek bir yaklaşım değildir. sistemsiz düşünce, tutarlılık kaygısından da uzaklaşır ve doğruluk iddiasını daha önce de belirttiğim gibi keyfiyete bırakır. sezgisel bir tanrı tasarımı jacobi'nin iddiasının aksine bilgiyi değil, mistik vecdi yüceltecektir. böylece ne yazık ki felsefe, hakikati açıklayan değil, hissedeni kutsayan bir edime dönüşür.
toparlayacak olursak; jacobi’nin önerdiği inanç ve sezgi temelli yaklaşım, felsefi bilgiyle uzlaşmaz. bilgi, deneyimle desteklenen, akıl yoluyla gerekçelendirilen ve başkaları tarafından sınanabilir olan şeydir. duygu ise bireyseldir; doğrulanamaz ve yeniden üretilemez. inançla hakikatin yerine geçmek, doğruluk kavramının anlamını yitirmesine sebep olacaktır. bu perspektiften bakıldığında, tanrı gibi mutlaklık iddiası taşıyan kavramlar, ancak sorgulanabildikleri ölçüde felsefenin konusu olabilir. aksi takdirde, inançla korunan bu kavramlar, dogmanın sessiz, tartışılamaz alanına çekilir ve düşüncenin denetiminden kurtulur ki bunu hiç istemeyiz. werke ii için konuşacak olursak eğer, jacobi’nin eserleri, akla ve sistemli düşünceye karşı yazılmış duygusal manifestolardır. her ne kadar sahici bir özgürlük arayışı içeriyorsa da, bu arayış bilgiye değil, sezgiye ve hissiyata yaslanır. bu da felsefenin nesnel ve evrensel doğasıyla çelişiyor. böylece bize de sormak kalır yalnızca:
"eğer hakikat yalnızca sezilebiliyorsa, neden üzerine felsefe yapılıyor ve eğer inançla yetinilecekse, neden düşünce var?"
soruların cevabı da ancak felsefenin kendisindedir: düşünce, inançla değil, eleştiriyle yücelir. ve bilgi, sezgisel doğruluğun değil, rasyonel tutarlılığın ürünüdür. böylece başladığımız noktaya dönerek kendi kuyruğumuzu da öğütmüş oluruz: jacobi’nin felsefesi, modern akılcılığın karşısına içsel sezgiyi, sistemin karşısına duygusal sıçramayı koyar. onun için tanrı hissedilir ama bilinemezdir; özgürlük vardır ama temellendirilemezdir; hakikat vardır ama akıl onu bulamayacaktır. bu yaklaşım, bir anlamda aydınlanma’nın kendi içinde taşıdığı çatlağın, mistik uçurumundan ibarettir ancak hiçbir rasyonel yaklaşımda bu uçurum romantize edilemez. duygu, hakikatin değil, varlığın estetik biçimidir. inanç, bilgiyle değil, arzu ve korkuyla işler ve sistemsizliğe yapılan temelsiz bir övgü, eleştirel düşüncenin çöküşüne kapı aralayacaktır.
elminster the wise, keyifli okumalar diler. metin içi alıntıların henüz çevirisini yapmamış olsam dahi bütünü aşağıda yer almakta.
metin içi alıntı - 1
...nen sinnen, nothwendig glaubt er seiner vernunft, und es giebt keine gewißheit über der gewißheit in diesem glauben. da man die wahrhaftigkeit unserer vorstellungen von einer jenseits dieser vorstellungen und von ihnen unabhängig vorhandenen materiellen welt wissen- schaftlich darzuthun versuchte, verschwand den demostratoren der gegenstand, den sie ergründen wollten, es blieb ihnen bloße subjectivität, empfindungübrig: sie fanden den ıdealismus.
da man die wahrhaftigkeit unserer vorstellungen von einer jenseits dieser vorstellungen vorhandenen immateriellen welt, von der substantialität des menschlichen geistes, und einem von dem weltall selbst unterschiedenen freien urheber dieses weltalls, von einer mit bewußtseyn waltenden, das ist persönlichen, das ist allein wahrhaften vorstellung wissenschaftlich erweisen wollte, verschwand den demostratoren ebenfalls der gegenstand; es blieben ihnen
bloß logische phantasmen: sie fanden - den nihilismus.
alle wirklichkeit, sowohl die körperliche, welche sich den sinnen, als die geistige, welche sich der vernunft offenbart, wird dem menschen allein durch das gefühl berührt; es giebt keine bemerkung außer- und über dieser."
metin içi alıntı - 2
...würde nicht dieser unterschied mittelst eines gewissen gefühls gegeben. wenn ich auf einer glatten tafel eine billiardkugel gegen eine andere sich bewegen sehen, so kann ich mir leicht die vorstellung machen, daß jene kugel im moment der berührung stille stehen bleibe. diese vorstellung hat an sich nichts widerwärtiges; aber sie ist doch von einer ganz andern art als jene, die mir den stoß und die dadurch der einen kugel von der andern mitgetheilte bewegung darstellt.
der versuch, von diesem gefühl eine definition zu geben, würde ein sehr schweres, wo nicht unmögliches unternehmen seyn, gerade so, als wenn wireinem, der nie kälte oder zorn empfunden hätte, jenes gefühl und diese leidenschaft begreiflich machen wollten. glaube ist der wahre eigentliche name für dies gefühl, und niemand kann wegen seiner bedeutung sich in verlegenheit befinden, da jeder mensch in jedem augenblicke des durch dieses wort bezeichneten gefühls sich bewußt ist."
metin içi alıntı - 3
verstande das den sinnen unerreichbare in überschwänglichen gefühlen allein, und doch als ein wahrhaft objectives daß er keinesweges bloß erdachte zu erkennen gegeben wird. wenn jemand spricht, er wisse, so fragen wir mit recht, woher er wisse? unvermeidlich muß er dann am ende auf eins von diesen beyden sich berufen: entweder auf sinnes-empfindung, oder auf geistes-gefühl. von dem, was wir wissen aus geistes-gefühl, sagen wir, daß wir es glauben. so reden wir alle. an tugend, mithin an freiheit, mithin an geist und gott, kann nur geglaubt werden. die empfindung aber, die das wissen in der sinnlichen anschauung -genannt das eigentliche wissen- begründet, ist so wenig über dem gefühle, wolches das wissen im glauben begründet, als diethiergattung über der menschengattung, die materielle welt über der intellectuellen, die natur über ihrem urheber ist.
metin içi alıntı - 4
"wie die den äußeren sinnen sich offenbarende wirklichkeit keines bürgen bedarf, indem sie selbst der kräftigste vertreter ihrer wahrheit ist; so bedarf auch die jenem tief inwendigen sinne, den wir vernunftnennen, sich offenbarende wirklichkeit keines bürgen: sie ist ebenfalls selbst und allein der kräftigste zeuge ihrer wahrheit. nothwendig glaubt der mensch seinen sinnen, nothwendig glaubt er seiner vernunft, und es giebt keine gewißheit über der gewißheit in diesem glauben."
metin içi alıntı - 5
auf gott schauend schaffet der mensch in sich ein reines herz und einen gewissen geist; außer sich gutes und schönes: schaffende freiheit ist also kein erdichteter begriff; ihr begriff ist der einer vorsehungsund wunderkraft, wie der menschsolche in seiner vernünftigen persönlichkeit durch sich selbst inne wird; wie solche überschwänglich seyn muß in gott, wenn die natur von ihm, und nicht ervon der natur ausgegangen ist; ein nachtgebilde der phantasie, das der tag der wissenschaft zerstreut.
allmacht ohne vorsehung ist blindes schicksal, und freiheit und vorsehung sind von einander unzertrennlich; denn was wäre freiheit ohne wissen und wollen, und was ein wille, dem die that vorherginge oder welcher nur die that begleitete?
friedrich heinrich jacobi’nin tüm külliyatını kapsayan altı ciltlik derlemenin -ki dördüncü cilt üç ayrı kitaptan oluşmakta- ilk kez 1815 yılında yayımlanmış olan ikinci cildi. belirtmek gerekir ki, bu tanımın nesnel bir nitelik taşıyıp taşımadığı konusunda tereddütlerim mevcut zira antirasyonalist bir düşünce mirası üzerine rasyonel bir okuma inşa etme ihtimali -en azından şahsi kanaatimce- oldukça belirsizdir. nitekim felsefe tarihi, “jacobi’yi alaya alanlar” ve “jacobi’yi henüz alaya almamış olanlar” şeklinde ikiye ayrılmış durumda. bu bağlamda, ilk gruba mütevazı bir katkıda bulunmak niyetiyle jacobi’nin düşünce dünyasına dair bazı yüzeysel okumalarla başlayalım.
jacobi, alman aydınlanması’nın en aykırı figürlerinden biri olarak, sistemli felsefenin karşısına inancı, spekülatif aklın karşısına duyguyu, kantçı* eleştirinin karşısına metafizik bağlılığı koyuyor. werke başlığı altında toplanan yazılarında -spesifik olarak ikinci cildinde- özellikle baruch spinoza ve immanuel kant üzerinden yürüttüğü polemiklerde, modern felsefenin rasyonel temellerini sarsma amacı güdüyor olsa da; ne var ki bu sarsıntının kendisi tam da jacobi’nin yadsımaya çalıştığı aklın meşruiyetini yeniden açığa çıkaracak serzenişlerden öteye gidemeyecek vaziyette. ki hâlihazırda jacobi’nin felsefesi, 18. yüzyıl sonu ile 19. yüzyıl başındaki alman düşünce ikliminde sıradışı bir sapmadan fazlası da değil özünde. birazdan benim de detaylarıyla değineceğim üzere; kant’ın eleştirici akılcılığını, fichte’nin ben-merkezli idealizmini ve schelling’in doğa-temelli metafiziğini reddeden jacobi, sezgiye, inanca ve duygulanıma dayalı bir hakikat anlayışı inşa ediyor etmesine ancak bu inşa, sistemli bir bilgi yapısından çok, içsel duyarlığın bir metafiziği olarak okunmalı ki werke’de toplanan metinleri de bu sezgisel-mistik dünya görüşünün bütünçarpık ayrıntılarını içeriyor zaten.
başlığa denk gelen birinin, bu yazıyı kaleme alan tarafın durduğu çizgiyi de bilmesi kanaatindeyim zira taraflı bir okuma olduğu açıktır. bana kalırsa bu metinler, bir felsefi sistemin temellerini atmak yerine, sistem düşüncesine karşı yükseltilmiş romantik bir başkaldırı kabul edilebilir yalnızca. jacobi'nin kavramları; tutarlılıktan çok coşkuya, gerekçeden çok duyguya dayanıyor zira. bu da bana kalırsa onun argümanlarını rasyonel bir perspektiften değerlendirmeyi elzem kılar. yeterince bu hususta kendimi tekrar ettiğime inanıyorum. o sebeple jacobi'nin perspektifini anlamaya yönelmek en azından şu an için daha akılcı olacaktır.
şöyle ki; jacobi’nin en ünlü düşünsel hamlesi, “tanrı’ya ancak inançla ulaşılabilir," iddiasıdır.* yani açıkça bilgiye ulaşmanın epistemolojik değil, teolojik bir mesele olduğunu savunmakta. bu iddia, bilgi felsefesi açısından geriye doğru atılmış bir adımdan fazlası değil zira bilgi, doğruluğunu duyguya değil; önermesel tutarlılığa ve deneysel sınanmaya borçludur. sezgiyle temellendirilmiş inanç, jacobi'nin iddiasın aksine -ki birazdan metin içi alıntılarla destekleme niyetindeyim- bilimsel anlamda bilgi kabul edilemez. ki zaten jacobi’nin ikinci cilt boyunca spinoza’yı hedef alan eleştirisi, esasen ontolojik bir tedirginliğe dayanıyor. spinoza’nın panteizmini, deterministik bir ölü tanrı fikrine dönüştürdüğünü iddia eder, jacobi. bu bağlamda jacobi’ye göre tanrı, sistem dışı olmalı, özgür ve sezgisel olarak kavranabilir bir varlık olmalıdır aynı zamanda fakat burada çelişkili bir nokta mevcut. tanrı’nın sistem-dışı olması gerektiği fikrinin kendisi dahi başlı başına sistematik bir argümandır. özgürlüğün sistemsizlikle özdeşleştirilmesi, felsefi düzlemde keyfiliğe kapı aralamaktan başka işe yaramaz. üstelik spinoza’nın tanrısı, doğaya içkin bir zorunluluk olarak kavranırken, jacobi’nin tanrısı sezgiye ve hisse indirgenmiş soyut bir mutlaklıktır. yani rasyonel bir düzlemde değerlendirildiğinde, spinoza’nın tanrı-doğa özdeşliği en azından fiziksel evrenin nedenselliğine bir nebze sadık kalırken jacobi’nin sezgisel tanrısı bilinemezliğini bilgiye yeğlediği için rasyonel temellendirmeyi imkânsızlaştırarak inancı metafiziğin yerine ikame eder.
birazdan alıntılar ile konuyu derinleştirme niyetindeyim, bu sebeple hızlıca kant ile ilintili birkaç nokta daha ekleyip bu argümanların pürüzlü noktalarından söz ederek konuyu burada bağlama niyetindeyim. jacobi, kant’ın ding an sich kavramını tanrı’yı bilgi sınırının dışına ittiği gerekçesiyle reddediyor werke'de. yani özünde bilgi olmadan inancın hezeyan olduğu savunusuna sahip. ne var ki bu söz, jacobi’nin kendi yaklaşımıyla bir hayli çelişiyor zira onun tüm düşüncesi bilinemeyen bir tanrı’ya duyulan inancı savunuyor. kant’ın transandantal idealizmi, her ne kadar tanrı’yı fenomenler dünyasından çıkarıyor olsa da, bilgi sınırlarını nesnellik lehine netleştirir. jacobi ise sınırı yok eder ve hakikati tamamen sezgiye teslim eder ve bunu yaparken de kendiyle mutlaka çelişir. belki kant dışında fichte eleştirilerine göz atmak gerekebilir bu çelişik durumu daha rahat okuyabilmek için. umduğum kadar erken kapatamayacağım sanıyorum bu aşağılama sürecini. fichte için, ıch-philosophiesiyle ben-merkezli bir evren öneriyor diyebiliriz sanıyorum kabaca. jacobi, bu anlayışın içinde tanrısızlık ve ahlaki kaos görür ve metin boyunca fichte’nin etik yapısını yıkma gayretine girer ancak -yine bir ancak- bu eleştiri, kötülüğün teistik temellendirmesinde de çözümsüz kalıyor zira tanrı özgürse, neden kötülüğe izin veriyor sorusunu sistematik biçimde cevaplayamaz; çünkü sistem karşıtıdır, iki gözümün çiçeği. schelling'e yönelttiği eleştiriler de tam da bu sebeple sınıfta kalır. schelling’in doğa felsefesine kabaca göz attığımız zaman, özünde üstüne kurduğu yapı; tanrı’nın doğada kendini açınlaması fikrine dayanıyor. jacobi için bu yaklaşım da panteisttir ve dahi tanrı’nın aşkınlığını yok etmektedir. oysa rasyonel bir bakış açısı ile değerlendirildiğinde doğanın kendi iç yasalarıyla evrildiği bir evren, spekülatif bir mutlak varlığa ihtiyaç duymayacaktır. aksine, jacobi'nin kendini konumlandırdığı bu tür bir epistemoloji, bireysel yanılsamaları hakikat statüsüne yükselttiği için de kuşku duyulmaya açıktır ve geçerliliğini kendi eliyle baltalar.
jacobi, tüm şımarıklığı ile hume’u idealizmle realizm arasındaki gerilimin sembolü olarak ele alır. bu bağlamda rasyonel bilgi, onun için bir tür çıkmazdır. ne kadar çok düşünürsem, o kadar az inanırım ve ne kadar çok inanırsam, o kadar az düşünebilirim iddiası vardır yani. bu argüman, bir ikilik yaratmakla birlikte modern bilimin temel işleyiş mekanizmasını da yok sayıyor zira düşünce ve inanç zıt değil, farklı kategorilerdir. inanç, doğruluğu kanıtlanamayacak iddiaları kapsarken; düşünce, doğruluğu sınanabilir önerileri işler ancak anakronik bir okuma yapma niyetinde değilim çünkü jacobi'yi çürütmek için buna hiç ama hiç ihtiyaç yoktur. esasen bir fikir tartışması yerine çürütme gayreti içine girdiğim için kendim de hâlihazırda yeterince çelişik bir durumdayım zaten.*
şimdi o kadar sözünü ettim, ufak alıntılarla da biraz eşelemeye gayret edeceğim. jacobi’nin iddiası sözünü ettiğim gibi gayet açık: gerçeklik akıl yoluyla değil, doğrudan duyusal-duygusal sezgiyle kavranır. werke ii üzerinden ilerleyelim.
"alle wirklichkeit, sowohl die körperliche... als die geistige... wird dem menschen allein durch das gefühl bewährt."
s.108
metin içi alıntı - 1
bu argüman, cümlenin öncülüyle birlikte bilgiye erişimin ancak duygu aracılığıyla mümkün olduğunu öne sürüyor ancak bu pozisyonun doğrudan sonucu, nesnelliğin çökmesidir çünkü his, bireysel ve geçicidir; değişkendir, çoğu zaman yanıltıcıdır. felsefi bilgi ise evrensel geçerlilik ve tutarlılık aramak zorundadır. jacobi’nin sezgiyi bilgiyle özdeşleştirme çabası, bir başka yerde inanç üzerinden sürüyor aynı zamanda.
"glaube ist der wahre eigentliche name für dieses gefühl...“
metin içi alıntı -2
bu noktada inanç ile duygu özdeşleştirilmiş, ardından bilgiye dönüştürülmüştür. rasyonel açıdan bu kategorik bir hata içeriyoe zira inanç, doğruluk iddiası taşıyan ama temellendirilmemiş bir tutumdur. duygu ise doğruluğu değil, sadece yaşantıyı ifade eder. ne biri ne de diğeri bilgiyle yer değiştirilemez ve jacobi bu fikri açıkça reddeder. ki inanç yoluyla tanrıyı bilgiye dönüştürme çabasına girip epistemolojik bir çöküş meydana getirdiğinden söz ederken bunu da dayandırdığım bir argüman bulunmakta. jacobi’nin felsefesinde tanrı, sadece inanç yoluyla kavranabilir ve bu kendi iddiasıdır fakat bu inanç, aklın yerine geçen bir bilgi biçimi değil, akıl dışı bir sezgisel teslimiyetten ötesi değildir.
"von dem, was wir wissen aus geistes-gefühl, sagen wir, daß wir es glauben.
metin içi alıntı - 3
tanrı burada bilinemez ama hissedilir bir figür olarak karşımıza çıkar ve bu, onu felsefi tartışmanın dışına iter çünkü eğer bir varlık yalnızca hissediliyorsa, o zaman onun hakkında doğrulanabilir bir bilgi üretmek de mümkün olmayacaktır. jacobi'nin varsayımını doğru kabul edecek olursak eğer -ki etmiyoruz- tanrı hakkındaki her önerme, doğruluğu bakımından sınanamaz hâle gelir ve bu da onu metafiziksel bir varsayıma indirger. bu yaklaşımın doğurduğu temel sorun, tanrı’yı bilginin değil, duygunun konusu hâline getirerek felsefeden uzaklaştırmasıdır. rasyonel bir bakış açısı, bu tür sezgisel ve doğrulanamaz kavramların bilgi alanında kullanılmasına doğası gereği izin vermez, veremez zira bilimsel bilgi, hem gerekçelendirilmeli hem de deneyime açık olmalıdır ancak jacobi’nin metinlerinde akıl, sistematik hakikatin aracı değil bir tür perdeleyici olarak betimlenir zaten. öyle ki akla duyulan güven de inanç düzeyine indirilir. alıntı üzerinden ilerleyelim.
"nothwendig glaubt der mensch seinen sinnen, nothwendig glaubt er seiner vernunft...“
metin içi alıntı - 4
burada insanın hem duyularına hem aklına inanmak zorunda olduğu öne sürülüyor, jacobi tarafından. bu tür bir ifade biçimi aklın epistemik niteliğini daha önce de üstünde durduğum gibi bir inanç meselesine dönüştürür oysa akıl, inanç değil tıpkı bilgi gibi gerekçelendirme üzerine kurulur. aklın işlevi, yalnızca doğruyu aramak değil, aynı zamanda yanlışla savaşmaktır da. onu inançla eşitlemek, doğruluk ve yanlışlık arasındaki sınırı bulanıklaştırdığı için bu çürümeye açık bir argümandır. çok da uzatmak niyetinde değilim. son bir alıntı daha ekleyip yavaştan toparlayacağım zira alıntılar üzerinden ilerleyince yer yer kendimi tekrar etme hatasına düşüyorum. jacobi'nin sistem eleştirisi maskesi altında mistifikasyon yaptığı da su götürmez benim nazarımda. sistem kavramını dogmatizmin kaynağı olarak görür zira. hakikat, sistemin dışında, serbestçe sezilebilecek bir özgürlük alanıdır ifadesinde de açıkça bulunur.
"auf gott schauend schaffet der mensch in sich ein reines herz... schaffende freiheit ist also kein erdichteter begriff."
metin içi alıntı - 5
bu tanrı’ya yönelen bakış, insanda içsel bir saflık ve yaratıcı özgürlük doğurur kuşkusuz fakat bu özgürlük, sistem karşıtlığını haklı çıkarmaya yetecek bir yaklaşım değildir. sistemsiz düşünce, tutarlılık kaygısından da uzaklaşır ve doğruluk iddiasını daha önce de belirttiğim gibi keyfiyete bırakır. sezgisel bir tanrı tasarımı jacobi'nin iddiasının aksine bilgiyi değil, mistik vecdi yüceltecektir. böylece ne yazık ki felsefe, hakikati açıklayan değil, hissedeni kutsayan bir edime dönüşür.
toparlayacak olursak; jacobi’nin önerdiği inanç ve sezgi temelli yaklaşım, felsefi bilgiyle uzlaşmaz. bilgi, deneyimle desteklenen, akıl yoluyla gerekçelendirilen ve başkaları tarafından sınanabilir olan şeydir. duygu ise bireyseldir; doğrulanamaz ve yeniden üretilemez. inançla hakikatin yerine geçmek, doğruluk kavramının anlamını yitirmesine sebep olacaktır. bu perspektiften bakıldığında, tanrı gibi mutlaklık iddiası taşıyan kavramlar, ancak sorgulanabildikleri ölçüde felsefenin konusu olabilir. aksi takdirde, inançla korunan bu kavramlar, dogmanın sessiz, tartışılamaz alanına çekilir ve düşüncenin denetiminden kurtulur ki bunu hiç istemeyiz. werke ii için konuşacak olursak eğer, jacobi’nin eserleri, akla ve sistemli düşünceye karşı yazılmış duygusal manifestolardır. her ne kadar sahici bir özgürlük arayışı içeriyorsa da, bu arayış bilgiye değil, sezgiye ve hissiyata yaslanır. bu da felsefenin nesnel ve evrensel doğasıyla çelişiyor. böylece bize de sormak kalır yalnızca:
"eğer hakikat yalnızca sezilebiliyorsa, neden üzerine felsefe yapılıyor ve eğer inançla yetinilecekse, neden düşünce var?"
soruların cevabı da ancak felsefenin kendisindedir: düşünce, inançla değil, eleştiriyle yücelir. ve bilgi, sezgisel doğruluğun değil, rasyonel tutarlılığın ürünüdür. böylece başladığımız noktaya dönerek kendi kuyruğumuzu da öğütmüş oluruz: jacobi’nin felsefesi, modern akılcılığın karşısına içsel sezgiyi, sistemin karşısına duygusal sıçramayı koyar. onun için tanrı hissedilir ama bilinemezdir; özgürlük vardır ama temellendirilemezdir; hakikat vardır ama akıl onu bulamayacaktır. bu yaklaşım, bir anlamda aydınlanma’nın kendi içinde taşıdığı çatlağın, mistik uçurumundan ibarettir ancak hiçbir rasyonel yaklaşımda bu uçurum romantize edilemez. duygu, hakikatin değil, varlığın estetik biçimidir. inanç, bilgiyle değil, arzu ve korkuyla işler ve sistemsizliğe yapılan temelsiz bir övgü, eleştirel düşüncenin çöküşüne kapı aralayacaktır.
elminster the wise, keyifli okumalar diler. metin içi alıntıların henüz çevirisini yapmamış olsam dahi bütünü aşağıda yer almakta.
metin içi alıntı - 1
...nen sinnen, nothwendig glaubt er seiner vernunft, und es giebt keine gewißheit über der gewißheit in diesem glauben. da man die wahrhaftigkeit unserer vorstellungen von einer jenseits dieser vorstellungen und von ihnen unabhängig vorhandenen materiellen welt wissen- schaftlich darzuthun versuchte, verschwand den demostratoren der gegenstand, den sie ergründen wollten, es blieb ihnen bloße subjectivität, empfindungübrig: sie fanden den ıdealismus.
da man die wahrhaftigkeit unserer vorstellungen von einer jenseits dieser vorstellungen vorhandenen immateriellen welt, von der substantialität des menschlichen geistes, und einem von dem weltall selbst unterschiedenen freien urheber dieses weltalls, von einer mit bewußtseyn waltenden, das ist persönlichen, das ist allein wahrhaften vorstellung wissenschaftlich erweisen wollte, verschwand den demostratoren ebenfalls der gegenstand; es blieben ihnen
bloß logische phantasmen: sie fanden - den nihilismus.
alle wirklichkeit, sowohl die körperliche, welche sich den sinnen, als die geistige, welche sich der vernunft offenbart, wird dem menschen allein durch das gefühl berührt; es giebt keine bemerkung außer- und über dieser."
metin içi alıntı - 2
...würde nicht dieser unterschied mittelst eines gewissen gefühls gegeben. wenn ich auf einer glatten tafel eine billiardkugel gegen eine andere sich bewegen sehen, so kann ich mir leicht die vorstellung machen, daß jene kugel im moment der berührung stille stehen bleibe. diese vorstellung hat an sich nichts widerwärtiges; aber sie ist doch von einer ganz andern art als jene, die mir den stoß und die dadurch der einen kugel von der andern mitgetheilte bewegung darstellt.
der versuch, von diesem gefühl eine definition zu geben, würde ein sehr schweres, wo nicht unmögliches unternehmen seyn, gerade so, als wenn wireinem, der nie kälte oder zorn empfunden hätte, jenes gefühl und diese leidenschaft begreiflich machen wollten. glaube ist der wahre eigentliche name für dies gefühl, und niemand kann wegen seiner bedeutung sich in verlegenheit befinden, da jeder mensch in jedem augenblicke des durch dieses wort bezeichneten gefühls sich bewußt ist."
metin içi alıntı - 3
verstande das den sinnen unerreichbare in überschwänglichen gefühlen allein, und doch als ein wahrhaft objectives daß er keinesweges bloß erdachte zu erkennen gegeben wird. wenn jemand spricht, er wisse, so fragen wir mit recht, woher er wisse? unvermeidlich muß er dann am ende auf eins von diesen beyden sich berufen: entweder auf sinnes-empfindung, oder auf geistes-gefühl. von dem, was wir wissen aus geistes-gefühl, sagen wir, daß wir es glauben. so reden wir alle. an tugend, mithin an freiheit, mithin an geist und gott, kann nur geglaubt werden. die empfindung aber, die das wissen in der sinnlichen anschauung -genannt das eigentliche wissen- begründet, ist so wenig über dem gefühle, wolches das wissen im glauben begründet, als diethiergattung über der menschengattung, die materielle welt über der intellectuellen, die natur über ihrem urheber ist.
metin içi alıntı - 4
"wie die den äußeren sinnen sich offenbarende wirklichkeit keines bürgen bedarf, indem sie selbst der kräftigste vertreter ihrer wahrheit ist; so bedarf auch die jenem tief inwendigen sinne, den wir vernunftnennen, sich offenbarende wirklichkeit keines bürgen: sie ist ebenfalls selbst und allein der kräftigste zeuge ihrer wahrheit. nothwendig glaubt der mensch seinen sinnen, nothwendig glaubt er seiner vernunft, und es giebt keine gewißheit über der gewißheit in diesem glauben."
metin içi alıntı - 5
auf gott schauend schaffet der mensch in sich ein reines herz und einen gewissen geist; außer sich gutes und schönes: schaffende freiheit ist also kein erdichteter begriff; ihr begriff ist der einer vorsehungsund wunderkraft, wie der menschsolche in seiner vernünftigen persönlichkeit durch sich selbst inne wird; wie solche überschwänglich seyn muß in gott, wenn die natur von ihm, und nicht ervon der natur ausgegangen ist; ein nachtgebilde der phantasie, das der tag der wissenschaft zerstreut.
allmacht ohne vorsehung ist blindes schicksal, und freiheit und vorsehung sind von einander unzertrennlich; denn was wäre freiheit ohne wissen und wollen, und was ein wille, dem die that vorherginge oder welcher nur die that begleitete?
devamını gör...