kaynak
diyanet işleri başkanı ali erbaş'ın atatürk ve lgtbi+ bireylerini hedef alan konuşmasının yargıya taşınmasının ardından manevi ilkeli liyakatli diyanet ve vakıf çalışanları sendikası'ndan (mil diyanet sen) dokunulmazlık talebi gelmiş.

açıklamaları ise şu şekilde:

“diyanet işleri başkanlığımızın en seçkin kurulları tarafından özenle hazırlanan hutbelerin yargının konusu olmaması için minber dokunulmazlığını gündeme getirdik”

“faiz ayeti okununca 'sen ekonomist değilsin, işine bak' deniyor. içki-kumar ayeti okununca 'benim zevkime karışma' deniyor. zina ayeti okununca 'burası özgürlükler ülkesi karışma' deniyor. miras ayeti okununca 'hangi çağda yaşıyoruz' deniyor. eş cinselliğin haram olduğuna ilişkin ayetler okununca 'eş cinsellik bir insan hakkıdır, lgbt'cileri hedef gösterdin' deniyor”

“son günlerde atatürk üzerinden algı operasyonu yaparak diyanet işleri başkanlığımızı ve başkanını itibarsızlaştırmaya çalışanların bu çabaları da beyhudedir. çünkü diyanet işleri başkanlığı ve din görevlilerimiz aziz milletimizin göz bebeğidir. cuma hutbeleri üzerinden kafa karışıklığı oluşturmaya çalışan ve buradan bir şeyler çıkarmayı amaçlayan fitne ve fesatçılar bu amaçlarına ulaşamayacaklardır. işte bu yüzdendir ki; mil-diyanet sen'in aylardır gündemden düşürmediği 'minber dokunulmazlığı' teklifi ivedilikle yasalaşmalıdır. minber dokunulmazlığı ile okunan hutbeler yargının konusu olmaktan çıkarılmalıdır”
devamını gör...
bu zihniyet, ortacag da dunya duz diyeni asip, yakan kilise zihniyetini de gecti.

kilise zihniyeti de dokunulmaz idi. soyledikleri kanundu.

bu 10 milyonluk mercedese binip, din satip, ulkeye fitne ekenlerde ayni hakka sahip olmak istiyor. da, gidicisiniz be anam. degil dokunulmazlik, dokunmadik yeriniz kalmayacak.
devamını gör...
sen insanların giyim tarzına, yaşam şekline laf ederken sorun yok. cami senin evin değil, devlet malı, sen de devletin maaşlı işçisisin. oraya gidip kafana eseni söyleyemezsin. sana orada bir maaş ödeniyorsa, o esnada işindeysen, cami halka açık bir alansa, o camiden giren insanlar toplumun her kesimindense çık duanı oku, şahsi fikirlerini katma siyaset sokma.

bir de tanrının direkt kendisi, kitapları falan bile eleştiriliyor sen kimsin de sana dokunulmasın.
devamını gör...
tarih sayfalarında bir gezinelim.

kimler dokunulmazlık ister veya dokunulmazlık sahibidir.

milletvekilleri her türlü rüşvet ve komisyonu alır ve dokunulmazlık perdesine sığınmıştır.
diktatörler her türlü zulümü yapar ve dokunulmazlık perdesine sığınmıştır.
devlet başkanları halkını değil, partisini düşünür ve dokunulmazlık perdesine sığınmıştır.

yani ; zalimler, hırsızlar, kendisinin kötü olduğunu bilenler ve bu kötülükleri yüzünden yargılanmak istemeyenler.

demek ki diyanet ehl-i de kötülüğünü belgeleyip dokunulmazlık istiyor.

rahmetli atatürk tek başına restaurant'a gider, harmandalı oynar ; köylü ile sohbet eder ; asker ile güreşir ve dokunulmazlık zırhına bürünmezdi.

çünkü bu halka kötülük ederek dokunulmazlık zırhı giymek zorunda kalmamıştı.
devamını gör...
oram söyler buram dinler içerikli konuşma.
ilk paragraftakileri kim söylemiş bilen duyan var mı?
gerçekten soruyorum bakın, kinaye yok.
vallahi yok.
devamını gör...
sirada ne var
ne zaman cadi avina cikacagiz ?
kafamda deli sorular .
devamını gör...
(bkz: laiklik) nedir ne işe yarar.
devamını gör...
daha dediğinin hesabını burada vermeye korkanlar ahirette ne yapacaklar acaba?
devamını gör...

faiz ayeti okununca 'sen ekonomist değilsin, işine bak' deniyor. içki-kumar ayeti okununca 'benim zevkime karışma' deniyor. zina ayeti okununca 'burası özgürlükler ülkesi karışma' deniyor. miras ayeti okununca 'hangi çağda yaşıyoruz' deniyor. eş cinselliğin haram olduğuna ilişkin ayetler okununca 'eş cinsellik bir insan hakkıdır, lgbt'cileri hedef gösterdin' deniyor


şu yeter zaten. kişisel atıp tutulan birşey yok burada. ayetler üzerinden harama haram, helale helal denmeyecek mi ?devir değişti diye eğip bükecek miyiz?

dokunulmazlık mevzusunda kafalar karışık.
devamını gör...

“faiz ayeti okununca 'sen ekonomist değilsin, işine bak' deniyor. içki-kumar ayeti okununca 'benim zevkime karışma' deniyor. zina ayeti okununca 'burası özgürlükler ülkesi karışma' deniyor. miras ayeti okununca 'hangi çağda yaşıyoruz' deniyor. eş cinselliğin haram olduğuna ilişkin ayetler okununca 'eş cinsellik bir insan hakkıdır, lgbt'cileri hedef gösterdin' deniyor”


benim üzerinde duracağım konu bu paragraf olucaktır. dokunulmazlık talebi hakkında bu durumu olumlu bulmuyorum. diyanetin bazı fetvaları veya fetva verme konusundaki yaklaşımlarından dolayı dokunulmazlığı ne derece sâlim kullanıcakları meçhuldür. değinmek istediğim yere gelicek olursam:

bir camii imamı hutbesinde veya namaz öncesi verilen kısa vaazlarında kişiselin aksine belirlenmiş olan dini konular üzerine konuşma yapar. bu konular da tahmin edilebileceği gibi dini konulardır. yani içeriği âyet ve hadislerden temel alınmış, halkın anlayabileceği kıvama getirilmiş sohbetlerdir.

evet camii devlet malı ve imam da devlet memurudur fakat devlet memuru olması onu diğer devlet memurlarıyla aynı kefeye koymaz. devlet memuru onun sistemsel statüsüdür ve kendi içlerinde doğal olarak görevleri vardır.
doktor da bir devlet memurudur ama görevi insan sağlığı üzerinde tedavi uygulamak ve tedavi metodları üretmektir. avukat da bir devlet memurudur ama görevi adalet sağlamaktır. öğretmen de bir devlet memurudur ama görevi insan yetiştirmektir. imam da bir devlet memurudur ve görevi de hakkı söylemek, dinî gereklilikleri tebliğ etmek, cennetle müjdeleyip cehennemden haberdar etmek, insaların maneviyatlarına dokunmaktır.

başka devlet memurlukları varken kalkıp da sadece "sen imamsın, her kesime hitab etmen lazım" demek bir çözüm değil, kuru bir cümledir. din, temelde bazı sağlıksızlık gibi zarurtler harici kişiden kişiye değişiklik göstericek bir kavram değil. eğer kişiden kişiye değişiklik göstericek olsaydı ortada din diye bir şey kalmazdı. herkesin din anlayışı maalesef farklı. eğer adalet de kişiden kişiye değişicek olsaydı seri katiller de suçsuz sayılırdı öyle değil mi? çünkü ona göre öldürmek suç değil aksine bir zevk. mesela bergen'i kocası öldürdüğü için hala pişman değil. herkesin her durumu, suçu veya ahlakî, toplumsal gereklilikleri algılaması farklıdır. biri için yere ufacık bile çöp atmak hassas bir konuyken biri için bütün yediği, içtiği pislikleri olduğu gibi yediği yerde bırakması umursamazca. şimdi çıkıp bu durumda "çevreyle ilgili belirli kuralların gelmesi lazım, ormanlarımız yok oluyor" gibi bir cümle kurulması tabii bir şey. ama dinî konularda belirli haramlar veya gereklilikler toplumun selameti için iki cümle kurulduğunda "hocaaa sen bu işlere karışma, benim özgürlüğümden sanane, git sen camide otur" demek çok kolay oluyor. çöpü atan köle veya özgür mü değildi?

yahu adam sana ayetle, hadisle geliyor. hadi sen bunlara inanmıyorsan bile içkinin, zinanın toplumsal olarak yıkıcı ve kötü alışkanlık, davranışlar olduğunu anlayamıyor musun? allah kimsenin başına vermesin ama kim kocasının,karısının veya sevgilisinin başka biriyle yatmasını ister? kim içki yüzünden şiddet görmek, geçimsizlik, huzursuzluk veya aile yıkımı yaşamak ister? içki içen baba da kendi hür iradesiyle yapıyor, zina eden eş, baba, sevgili de? neden peki bu seni de günlük hayatta yıkan durumlar dînî olarak yapılmaması gerektiği söylendiğinde bir anda özgürlük oluyor? neden imam konuşmasın oluyor? maden "devlet memuru" olan imamın görevini yapmasını istiyorsun e sen o zaman baştan gereksiz yere isyan ediyorsun? imam günahı-sevabı, haramı-helali söyleyerek zaten görevini yapıyor. sen imamın hutbede çorba tarifi vermesi için mi görevli olduğunu sanıyorsun? o yüzden nasıl ki iki kitap okumakla doktor olunmuyor, iki kitap okumakla da hoca olunmuyor. dini artık bi hocalara bırakın allah aşkına. din hakkında doğru düzgün bilgisi olmayanlar dini konulara ahkam kesiyor, dini dillerine pelesenk yapıyor. bu insana "sen kimsin?" diye bir sorulur. aynı doktorun yanında tıbbi olarak ahkam kesmek gibi. bu durumda da "sen kimsin, eğitimin, bilgin ne de böyle konuşabiliyorsun?" diye sorarlar.

din evrensel bir şeydir, yani sadece şahıslara değil dünyadaki bütün insanlara hitap eder. ahmet'e farklı murat'a farklı din olmaz. kendisi farklı yaşıyorsa o kendisini bağlar. 1443 yıldır diğer yahudilik ve hıristiyanlık gibi tahrif olmadan bugüne gelmiş olan islam dini burda sığ bir anlayışmış gibi olmanın aksine ne kadar yüce olduğunu bize gösterir. çünkü 1443 yıl önce insanın manevi ve ahlaki olarak neye ihtiyacı varsa bugün, 21.yy'da da aynı şeye ihtiyaç vardır. bu ihtiyacın karşılığını da islam dini hala verebilmektedir. islamı hakkıyla temsil edemeyen, müslüman kimliğine yakışmayacak davranışlarda bulunan kişilerden dolayı da dini kötülemek kişilerin kalpleriyle alakalı bir durumdur. dini kişilere değil, kuran'a ve onun elçisi peygamberimiz (sav)'in yaşantısına bakarak öğrenebiliriz.
#1666243 bu tanımımdan "müslüman kişi" tanımlamamı da okuyabilirsiniz. allah yâr ve yardımcımız olsun.
devamını gör...
parlamenterlerin ''yasama sorumsuzluğu'' na benzer bir sorumsuzluk hakkının talep edilmesi anlamına gelmektedir. ''yasama sorumsuzluğu'', anayasa'nın 83/1. madde ve fıkrasında şöyle tanımlanmaktadır: ''türkiye büyük millet meclisi üyeleri, meclis çalışmalarındaki oy ve sözlerinden, mecliste ileri sürdükleri düşüncelerden, o oturumdaki başkanlık divanının teklifi üzerine meclisce başka bir karar alınmadıkça bunları meclis dışında tekrarlamak ve açığa vurmaktan sorumlu tutulamazlar.'' anlaşılacağı üzere, parlamenterlerin oy, söz ve düşünceleri suç teşkil etse bile ''yasama sorumsuzluğu'' şemsiyesi altına alınıp korunmaktadır. bir de ''yasama dokunulmazlığı'' vardır ki anayasa'nın yine 83. maddesinin 2. fıkrasında şöyle târif edilmektedir: ''seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen bir milletvekili, meclisin kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz. ağır cezayı gerektiren suçüstü hali ve seçimden önce soruşturmasına başlanılmış olmak kaydıyla anayasanın 14 üncü maddesindeki durumlar bu hükmün dışındadır. ancak, bu halde yetkili makam durumu hemen ve doğrudan doğruya türkiye büyük millet meclisine bildirmek zorundadır.'' görüldüğü gibi, ''yasama dokunulmazlığı'' parlamenterlerin ağır cezayı gerektiren bir suç işlerken suçüstü hâli durumu dışında ve anayasa'nın 14. maddesinde belirtilen hâller hâriç olmak üzere, işledikleri hiçbir suçtan dolayı meclis kararı olmadan yargılanamayacakları, haklarında hiçbir ceza muhâkemesi tedbirinin tatbik edilemeyeceği anlamına gelmektedir. ''yasama sorumsuzluğu''nda parlamenterin oy, söz ve düşünceleri yargılanamazken, ''yasama dokunulmazlığı'' nda fiilleri suç teşkil etse bile yargılanabilmesi, yukarıda zikredilen iki durum dışında meclis'in bir anlamda iznini gerekli kılmaktadır. bu tanımları, ''minber dokunulmazlığı'' tâbirinin hangi anlamda kullanıldığı, bu yetkinin hangi çerçeve içinde istendiğinin anlaşılması için verdim. buradaki istek, diyanet işleri başkanı'nın oy, söz ve düşüncelerinin yargı kapsamı dışında değerlendirilmesine müteallik olduğu için bir anlamda aslında parlamenterlerin ''yasama sorumsuzluğu'' gibi bir hakkın kullanılması talep edilmektedir.

pekiyi acaba, diyânet işleri başkanı için talep edilen bu ''minber sorumsuzluğu'' yerinde bir talep midir? parlamenterler için ''yasama sorumsuzluğu'' hakkının anayasa'da öngörülmesinin sebebi, yasama görevlerini icrâ sırasında, düşünce ve değerlendirmelerini her türlü baskıdan uzak bir şekilde yerine getirebilmeleri, vazifelerini yerine getirirken bağımsızlık ve güvencelerinin teminât altına alınması amaçlarına hizmet eder. ''yasama sorumsuzluğu'' kişiye özel bir hak olmayıp bilâkis parlamenter sistemin işleyişine hizmet etmek maksadıyla anayasadaki yerini almıştır. halbuki, burada diyânet işleri başkanlığı'nın bir kurum olarak bağımsızlığından söz etmek mümkün değildir. zira, diyânet işleri başkanlığı daha önce başbakanlığa şimdi ise cumhurbaşkanlığı'na bağlı şekilde çalışan, 633 sayılı kanunda görevleri açıklanmış bir kamu kurumudur. bu kamu kurumunun kamu tüzel kişiliği sıfatı da yoktur. 633 sayılı kanun'un 1. maddesinde; ''islam dininin inançları, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek üzere....'' şeklinde görevleri belirtilen diyânet teşkilâtı ile onun bünyesinde görev yapan kamu görevlilerinin şu anki devlet sisteminde herhangi bir bağımsızlıkları bulunmayıp, görevlerini anayasa ve kanunların çizdiği çerçeve içinde yerine getirmeleri sorumlulukları vardır. bu sorumluluk, diğer kamu tüzel kişilikleri olan olmayan kamu kurumları ile kamu görevlilerini de bağlar. dolayısıyla, din konusunda toplumu aydınlatma görevini yerine getirirken diyanet işleri başkanı olsun veya başka bir kamu görevlisi olsun anayasa'ya ve kanunlara aykırı söz ve düşünceleri yaymaktan dolayı sorumlulukları bulunmaktadır.

düşünceme göre, devlet teşkilâtı'nda anayasal düzenin diyânet işleri başkanlığı'na bağımsızlık tanıması, osmanlı'da olduğu gibi ''şeyhülislâmlık'' makâmına benzer bir devlet organının ortaya çıkması anlamına gelir. osmanlı devleti'nde ''şeyhülislâmlık'' makâmı, dinî konularda en yüksek yetkiye sahip kişidir. dinî konularda fetvâ yayımlama yetkisi olmakla birlikte yayımlanan fetvâlar kanun niteliğini hâizdir. ayrıca, osmanlı yargı teşkilâtı içinde görev yapan kadıları (yargıçları) tâyin eden anadolu ve rumeli kazaskerleri, şeyhülislâm'ın teklifi üzerine padişah tarafından seçilmektedir. anlaşılacağı üzere, ''şeyhülislâmlık'', hukuk sisteminde neredeyse teşriî bir rol ifâ etmektedir. yâni, tıpkı bugünün meclisi gibi yayımladığı fetvâlarla yasa yapabilme yetkisine sahiptir. bu yetkisini şeyhülislâm, kur'an, sünnet, icmâ ve kıyas gibi dört ana kaynağın çizdiği çerçeve içinde kullanması gerekmektedir. padişah, beğenmese veya kabul etmek istemese bile fetvâ, dört ana kaynağın çerçevesi ve gösterdiği istikâmette ise uymak durumundadır. bizzat padişah, devlet işleri ile ilgili bazı konularda şeyhülislâma başvurarak onun fetvâlarına göre hareket etmektedir. şeyhülislâm, ilmiye sınıfının başı ve temsilcisidir. osmanlı idarî sistemi'nde çok güçlü bir konuma sahiptir.

ancak, devlet idaresinde seküler anlayışın egemen olduğu, anayasasında lâik bir sistemin benimsendiği türkiye cumhuriyeti'nde diyânet işleri başkanlığı'nın yukarıda anlattığım şekilde şeyhülislâmlık makâmında mevcut olan yetkileri kullanması, böyle bir bağımsızlığa sahip olması mümkün değildir. o halde, devlet idaresiyle ilgili hiçbir bağımsız yetkiye sahip olmayan diyânet'in bir kurum olarak ve bir kamu görevlisi sıfatıyla başkanı'nın adına ''minber dokunulmazlığı'' (sorumsuzluğu) talep edilmesi anlamsız ve yersizdir.

diğer taraftan, diyânet işleri başkanı'nın suç unsuru teşkil etmeyen görüş ve düşünceleri ile kendisine bağlı müftülüklerce verilen fetvâlar, lâik devlet sistemi içinde herkesi bağlamaz ve eleştirilemez değildir. zira, diyânet işleri başkanı bir kamu görevlisidir. sözleri ise islâmî ölçüler içinde bağlayıcı bir hüccet değildir. müslümanı mânevî şekilde (bakınız maddî şekilde değil; müslüman dört ana kaynağa uymadı diye lâik devlet sisteminde cezalandırılamaz.) bağlayan dört ana kaynaktır. bunun dışındakiler ise birtakım söz ve yorumlamalardır. nitekim, kendi devrinde imâm-ı âzâm, imâm-ı şâfî, imâm-ı mâlik ve imâm ahmed bin hanbel de sert eleştirilere muhâtab olmuşlar, hatta zamanın idareleri tarafından işkencelere dahi tâbi tutulmuşlardır. hadis bilginleri de aynı şekilde acımasız tenkitlere uğramışlar, yerinden yurdundan sürülenler olmuştur. dolayısıyla, din ile ilgili diyânet işleri başkanlığı'nın açıklama ve yorumları her ehl-i sünnete bağlı müslüman için bir delil mertebesinde değildir, her zaman için anayasa ve kanunların verdiği haklar ve demokratik araçlar ile eleştirilebilir. örnek vermek gerekirse, ben ehl-i sünnet inancında bir müslümanım; fakat, diyânet'in doğru bulduğum görüşleri vardır; yanlış gördüğüm ve asla uymadığım, eleştirdiğim görüşleri vardır. ''ben, diyânet'in görüşüne uymuyorum, aynı görüşte değilim'' diye suç işlemiş olmuyorum. ama, diyânete bağlı kamu görevlileri, görevleri ile ilgili konularda açıklamalarını yaparken anayasa'ya ve kanunlara aykırılıktan dolayı görev suçu işleyebilirler. ancak, kamu görevlisi olmayıp da dinî bir konu hakkında kendi görüşlerini ceza kanunu bakımından suç teşkil etmediği sürece her şekilde dile getirebilirler, açıklayabilirler, yayabilirler. aşağıda kaydettiğim maddeler diyânet işleri başkanlığı bünyesinde görev yapan tüm kamu görevlilerini bağlar:

633 sayılı kanun'un 15/1. maddesi: ''başkanlık teşkilatının her kademedeki yöneticileri, görevlerini mevzuata, stratejik plan ve programlara, performans ölçütlerine ve hizmet kalite standartlarına uygun olarak yürütmekten üst kademelere karşı sorumludur.''

633 sayılı kanun'un 21. maddesi: ''başkanlık teşkilatının her kademesinde din hizmetlerini yürüten personel, görevleri sebebiyle işledikleri suçlarda 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı türk ceza kanunu uygulaması bakımından kamu görevlisi sayılır ve bunlar hakkında 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yargılanması hakkında kanun hükümleri uygulanır.''

633 sayılı kanun'un 25. maddesi: ''diyanet işleri başkanlığı kuruluşunun her derecesinde görev alan personel, memurin kanununun hizmetliler için yasak ettiği siyasi faaliyetten başka, dini görevi içinde veya bu görevin dışında, her ne suretle olursa olsun, siyasi partilerden herhangi birini veya onların tutum ve davranışını övemez ve yeremez.

bu gibi hareketleri tahkikatla sabit olanların, ilgili ve yetkili mercilerce işine son verilir.''

konu hakkında anlatmak istediğim başka hususlar da vardı; ancak yazım uzadığı için kesiyorum.
devamını gör...
daha rahat sallayalım istiyorlar heralde.
devamını gör...
bir gün hepsi bu dediklerine pişman olacak. hepsi atatürk'ün ilkelerinin huzurunda boyun eğecek. atatürk'ün verdiği özgürlüğü atatürk'e karşı kullanan bu zihniyet elbet bir gün yok olacak.
devamını gör...
papa’nın yanılmazlığıdan da istermisin gurban(bkz: swh)
devamını gör...
garip bir talep.

yukarıda alıntı yapılan paragraf ile bağdaşan bir yanı -bana göre- yok. o paragrafta dinen konuşulan şey doğru. haram ya da helal olanla ilgili konuşmak diyanet'in işi ve herhangi bir haram ya da helale "olur mu lan öyle şey!" tepkisi, diyanet'ten önce o tepkiyi vereni bağlar. zira diyanet görevini yapıp söylemiştir ve gerisi, yani söylenenlere inanıp uymak, inanıp uymamak ya da inanmayıp uymamak kişilere kalmıştır. kimseyi zorla cennete sokamazsın.

fakat söyledikleriyle ilgili olarak dokunulmazlık isteğini normal bulmuyorum. diyanet gibi, doğruların sadece işine gelen kısmına değinen ya da arada bir garip fetvalar veren bir kurumun da söylediklerinin arkasında durmasını beklerim şahsen. ülkede pahalılık var diyene dokunuluyor. gazetecilere, yaptıkları haberler yüzünden dokunuluyor. insanlar doğru bildiklerini söyledikleri için hapislerde çürürken, allah yolunda o kadar sıkıntı çekmeyi zahmetli mi buluyor diyanet? dokunulmazlığı alınca bunu kötüye kullanamayacaklarının garantisini kim verebilir ki? siyasetçilere de dokunamadığımız için gelmiyor mu başımıza birçok şey?

dokunulmazlığın diyanet gibi bir kurumun ruhuna aykırı olduğunu düşünüyorum şahsen. peygamberlere bile gerçekleri söyledikleri için dokunuldu zamanında. şimdi böyle ağlamaları garip geliyor.
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"mil diyanet-sen'in minber dokunulmazlığı istemesi" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim