alaattin çakıcı'nın sedat peker'e tepki göstermesi
2 mafya bozuntusu, ülkenin içişleri bakanı hakkında konuşuyor. biri suçluyor, diğeri savunuyor. koca ülkenin içişleri bakanı 2 mafya bozuntusuyla gündeme geliyor inanılmaz. yeni türkiye dedikleri bu olmasa gerek, çünkü susurluk'ta biz bu mafya-devlet ilişkilerini gördük.
neresinden bakarsanız bakın rezaletler silsilesinde yeni bir perde. ülkenin gündemini mafya mı belirliyor?
neresinden bakarsanız bakın rezaletler silsilesinde yeni bir perde. ülkenin gündemini mafya mı belirliyor?
devamını gör...
koklayınca geçmişi hatırlatan kokular
soba üstüne konulan kestane ve limon kokusu. kıyafetlerin arasına konmuş bir naftalin kokusu, babanne evine adımını atmadan yüzüne çarpan o eski evin kendine has kokusu, eskiden bayramlar da kapı kapı dolaşıp topladığımız eski ve bayat kabından çıkarılan kahveli şeker kokusu, eski vitrinlerin kapağını açınca o yüze vuran hafif küfümsü kitap kokusudur.
devamını gör...
bir tarz belirtisi olarak imla kurallarına dikkat etmemek
ben bu konuya çok takılanların abarttığını düşünüyordum, ta ki serdar kuzuloğlu nun zihnimin kıvrımları nda bu konuyu izleyene kadar, (aradım ama hangi bölümde olduğunu bulamadım)
google da arama yapanların istatistiğinden bahsediyordu, bu istatistiğe göre, imla kurallarına hiç uymayanlardan, bütün kurallara uyanlara kadar bir liste var, ve kelime de çok enteresan "islam"
konular ise, imla kurallarına hiç uymayanların aramaları, islam da cinsellik, islam da kadın ve bu minvalde devam eden şeyler, yazım kurallarına uyuldukça, konular da değişiyor, kurallara %100 uyan kişiler islam da akıl, zeka, teknoloji, bilim, "adalet" gibi konuları merak ediyor,
aslında biraz şaşırdım, çünkü bu kadar belirgin sonuçlar beklemezdim, tabi bu kuralları uygulamayan insanlar, bilmeyen insanlar aynı zamanda, bu sonuçlar da aslında, eğitim seviyesi düşük insanların yaptığı aramalar, ve eğilimleri, buna şaşırmıyor insan,
ama ben şunu düşündüm bu islami aramaları görünce, bir şekilde eğitim imkanı olanlar ve olmayanlar da, mecburen içine doğdukları coğrafyanın, bilinçaltına işlediği şeyleri öğreniyor, bilinçaltımızın ne olduğunu öğrenene kadar da geçmiş olsun, bilinçaltını korumayı da bilmediğimizden, yine geldikmi "coğrafya kaderdir"e, bu konu hakkında da hep kararsız kalmışımdır ama, galiba gerçekten coğrafya kader...
google da arama yapanların istatistiğinden bahsediyordu, bu istatistiğe göre, imla kurallarına hiç uymayanlardan, bütün kurallara uyanlara kadar bir liste var, ve kelime de çok enteresan "islam"
konular ise, imla kurallarına hiç uymayanların aramaları, islam da cinsellik, islam da kadın ve bu minvalde devam eden şeyler, yazım kurallarına uyuldukça, konular da değişiyor, kurallara %100 uyan kişiler islam da akıl, zeka, teknoloji, bilim, "adalet" gibi konuları merak ediyor,
aslında biraz şaşırdım, çünkü bu kadar belirgin sonuçlar beklemezdim, tabi bu kuralları uygulamayan insanlar, bilmeyen insanlar aynı zamanda, bu sonuçlar da aslında, eğitim seviyesi düşük insanların yaptığı aramalar, ve eğilimleri, buna şaşırmıyor insan,
ama ben şunu düşündüm bu islami aramaları görünce, bir şekilde eğitim imkanı olanlar ve olmayanlar da, mecburen içine doğdukları coğrafyanın, bilinçaltına işlediği şeyleri öğreniyor, bilinçaltımızın ne olduğunu öğrenene kadar da geçmiş olsun, bilinçaltını korumayı da bilmediğimizden, yine geldikmi "coğrafya kaderdir"e, bu konu hakkında da hep kararsız kalmışımdır ama, galiba gerçekten coğrafya kader...
devamını gör...
spontane radyo yayını
bi süre “entry girme orucu”mu bozduran haber. süprizli, spontane gerçekten. radyoya, bana, bize, mahalleye, vatana millete, ahaliye, tüm dünyaya ve uzaylılara hayırlı olsun. eminim döktürceksiniz. hepimize iyi gelecek o aranan kan bulunmuş gibi hissediyorum. mikrofonunuza toz gelmesin efem. yarın görüşmek üzere.
devamını gör...
güne bir sanat eseri bırak
güne günün en güzel zamanından, gün batımından bir tablo bırakayım.
frederic edwin church (1826-1900) - ship at sunset
frederic edwin church (1826-1900) - ship at sunset
devamını gör...
günaydın mesajı
günaydın değil de günaydıın yazılanı makbuldür. o bir harf cidden mesajın havasını değiştiriyor.
devamını gör...
haklıyım ama mutlu değilim
(bkz: se se se a se se ses se a se a ses deneme)
kafa sözlük'ün çalışkan moderatörü. silueti de bugün belirir gibi oldu ama hala buğulu. yine de parlak beyninden ötürü kendisini tuttum. o kadar tuttum ki bırakmıyorum. ferasetin, cesaretin, faziletin ve mod gibi modluğun ete kemiğe bürünmüş, haklıyım ama haksızken de mutsuzum demiş hali desem mübalağa etmiş sayılmam. kendisine bir ömür boyu mutlu modluklar diliyorum.
kafa sözlük'ün çalışkan moderatörü. silueti de bugün belirir gibi oldu ama hala buğulu. yine de parlak beyninden ötürü kendisini tuttum. o kadar tuttum ki bırakmıyorum. ferasetin, cesaretin, faziletin ve mod gibi modluğun ete kemiğe bürünmüş, haklıyım ama haksızken de mutsuzum demiş hali desem mübalağa etmiş sayılmam. kendisine bir ömür boyu mutlu modluklar diliyorum.
devamını gör...
insanların sürekli bir şeyler istemesi
tanıdık, tanımadık herkesin, kimi zaman nezaket ile kimi zamansa zorla ve sürekli olarak sizden bir şey istemsi durumu.
yolda yalnız yürüyorsunuzdur, yanınızda aileniz, sevgiliniz, arkadaşınız vardır.
-abi bir lira ver, abi açım, bir şey söyleyebilir miyim, allah rızası için, vb...
aracınızda, kırmızıda bekliyorsunuzdur.
-peçete alır mısın abi, camı sileyim mi abi, para vermezsen aynayı kırarım, vb...
işe gitmişsinizdir ve dünden kalan işleri yetiştirmeye çalışıyorsunuzdur.
-müdür bey evrakları senin doldurmanı istedi, seninle alakası olmayan işler var ve senin yapman lazım hemde kendi işinmiş gibi severek ve isteyerek, vb...
eve gelmişsinizdir.
-ne zaman evleneceksin, ne zaman çocuk yapacaksın, ne zaman işe gireceksin, ne yemek yapacaksın, baba para ver, aşkım para ver, vb...
internete girmişsinizdir.
-gizlilik politikamızı kabul ediyor musunuz, kurabiye politikamızı kabul ediyor musunuz, kameranıza erişmemiz lazım, rehberinize erişmemiz lazım, resimlerinize erişmemiz lazım, sağda solda bilgilerinizi paylaşabiliriz haberiniz olsun, vb...
bir şey satın alacaksınızdır.
-onun fiyatı geçen ay öyleydi 20 bin daha vereceksin, öyle konuştuk ama şimdi böyle, ek ödemeleri sen yapacaksın, vb...
hayatı yaşarken istemeden de olsa insanlara temas edersiniz, belki bir arkadaşın arkadaşı, belki eski iş yerinden biri, belki komşu belki de uzaktan bir akraba.
-şu aralar çok sıkışığım borç verir misin, hiç insafın yok mu ne olur yardımcı olsan, bu ay biraz yardım eder misin, ölür müsün şunu bana versen vb...
halbuki sizin de vicdanınız vardır. sizde yardımcı olmak istersiniz. sizde savaşlar bitsin, kimse aç kalmasın, herkes mutlu mesut yaşasın istersiniz.
fakat gücünüz bunları anca kendinize sağlamaya yeter, yetmez.
siz 3 kuruş maaşa çalışırken kimse size açsınız diye bir lira vermez.
belki dara düşünce borç istemeye yüzünüz olmaz en yakınınızdan bile.
aldığınız üründe ufak tefek kusur çıkınca hakkınızı almayı bırak belki de borçlu çıkarırlar sizi. bu yüzden çabalamaktan da yorulmuşsunuzdur. öyle hatalı olarak kullanırsınız.
toplum hayatı kendi halinde yaşam süremeye çalışan insanlara göre değil.
zalim olmanız gerekiyor. talepkar olmanız gerekiyor.etliye sütlüye bulaşmadan yaşanmıyor malesef.
sabah evden çıkıp, akşam eve girdiğinizde kolunuz bacağınız yerinde ise, hala yaşıyor iseniz bu şanstan başka bir şey değil.
yolda yalnız yürüyorsunuzdur, yanınızda aileniz, sevgiliniz, arkadaşınız vardır.
-abi bir lira ver, abi açım, bir şey söyleyebilir miyim, allah rızası için, vb...
aracınızda, kırmızıda bekliyorsunuzdur.
-peçete alır mısın abi, camı sileyim mi abi, para vermezsen aynayı kırarım, vb...
işe gitmişsinizdir ve dünden kalan işleri yetiştirmeye çalışıyorsunuzdur.
-müdür bey evrakları senin doldurmanı istedi, seninle alakası olmayan işler var ve senin yapman lazım hemde kendi işinmiş gibi severek ve isteyerek, vb...
eve gelmişsinizdir.
-ne zaman evleneceksin, ne zaman çocuk yapacaksın, ne zaman işe gireceksin, ne yemek yapacaksın, baba para ver, aşkım para ver, vb...
internete girmişsinizdir.
-gizlilik politikamızı kabul ediyor musunuz, kurabiye politikamızı kabul ediyor musunuz, kameranıza erişmemiz lazım, rehberinize erişmemiz lazım, resimlerinize erişmemiz lazım, sağda solda bilgilerinizi paylaşabiliriz haberiniz olsun, vb...
bir şey satın alacaksınızdır.
-onun fiyatı geçen ay öyleydi 20 bin daha vereceksin, öyle konuştuk ama şimdi böyle, ek ödemeleri sen yapacaksın, vb...
hayatı yaşarken istemeden de olsa insanlara temas edersiniz, belki bir arkadaşın arkadaşı, belki eski iş yerinden biri, belki komşu belki de uzaktan bir akraba.
-şu aralar çok sıkışığım borç verir misin, hiç insafın yok mu ne olur yardımcı olsan, bu ay biraz yardım eder misin, ölür müsün şunu bana versen vb...
halbuki sizin de vicdanınız vardır. sizde yardımcı olmak istersiniz. sizde savaşlar bitsin, kimse aç kalmasın, herkes mutlu mesut yaşasın istersiniz.
fakat gücünüz bunları anca kendinize sağlamaya yeter, yetmez.
siz 3 kuruş maaşa çalışırken kimse size açsınız diye bir lira vermez.
belki dara düşünce borç istemeye yüzünüz olmaz en yakınınızdan bile.
aldığınız üründe ufak tefek kusur çıkınca hakkınızı almayı bırak belki de borçlu çıkarırlar sizi. bu yüzden çabalamaktan da yorulmuşsunuzdur. öyle hatalı olarak kullanırsınız.
toplum hayatı kendi halinde yaşam süremeye çalışan insanlara göre değil.
zalim olmanız gerekiyor. talepkar olmanız gerekiyor.etliye sütlüye bulaşmadan yaşanmıyor malesef.
sabah evden çıkıp, akşam eve girdiğinizde kolunuz bacağınız yerinde ise, hala yaşıyor iseniz bu şanstan başka bir şey değil.
devamını gör...
robin hood etkisi
kendini kurtarıcı, yardım sever ve adalet yaratıcı olarak gören kişilerdir. bulunduğu ortamlarda eşitsizliği ve adaletsizliği engellemeye çalışan kimseler eşitsizliği en aza indirgemeye çalışmaktadırlar.
devamını gör...
baykuş
kanat ve tüy yapısı sebebiyle oldukça sessiz süzülebilen bir kuştur. avlarına karşı neredeyse görünmez ve duyulmazdır. pek çok toplumda bilgeliği simgeler.
devamını gör...
yalnızgezenrusso
tanımlarını severek okuduğum yazardır. sözlüğün de gediklilerindendir. var olsun.
devamını gör...
türkiye'de unutulamayan olaylar
(bkz: 17 ağustos)
devamını gör...
ezgi mola hakkında hapis istenmesi
türkiye’de sıradan bir haberdir. ezgi mola için batman’da bir genç kıza tecavüz edip ölümüne sebep olan uzman çavuş musa orhan hakkında kullandığı ifade sebebiyle hapis istendi. bu arada musa orhan dışarıda elini kolunu sallayarak dolaşıyor. kim bilir belki devlet kendisine madalya bile vermiştir. türk “yargısı” işinin başında maşallah. haber için buradan.
devamını gör...
yazarların yazdığı hikayeler
kim bilir kaçıncı kez tanımadığı bir yatakta uyanıyordu. usulca doğrulup etrafında ne var ne yok göz gezdirdi. anımsamaya çalıştı odadaki nesneleri. çok fazla eşya yoktu. kırık dökük bir masa, yanında ahşap sallanan bir sandalye, üç çekmecesi olan bir elbise dolabı. şimdilik gözüne çarpan bunlardı. uyanır uyanmaz odayı yokladıktan sonra ilk aklına gelen evde kendisinden başka biri olup olmadığını kontrol etmek oldu. yataktan hafifçe sıyrıldı, başucundaki hırkayı üzerine geçirip yola koyuldu. teker teker mutfağa, salona ve banyoya baktı. bu ufak ve bir o kadar soğuk, yabancı evde tek başınaydı.
uzun zamandan beri adı konulmamış bu hastalığın ya da sendromun pençesindeydi buğra. uykuya dalmadan önce ertesi sabah nerede uyanacağını bilmeden kafasında soru işaretleri ve içinden çıkamadığı bir bilinmezlikle boğuşuyordu. bir ailesi yoktu, daha doğrusu onları hiç tanımamıştı. varlıklarından bir haber olduğu aile daha yolun başında onu yalnız bırakmıştı. kendini bildiğinde yetimhanedeydi. ev diyebileceği, uyandığında aidiyet hissedebileceği, yanıdığı tek yuva orasıydı. azımsanmayacak bir zamandır yuvadan uzaktaydı. zaman mefhumunda bir sıkıntı olmasa da mekanda süregelen bir bilinmezlik mevcuttu. kim olduğunu, hangi yılın hangi ayının hangi gününde olduğunu biliyordu. sürekli değişen ise nerede olduğuydu.
bugün günlerden pazartesi, buna eminim. bütün pazarımı ikinci el eşya ve kitap satan dükkanın tozlu raflarını temizlemek ve düzene sokmakla geçirmiştim. zor ya da öğrenilmesi vakit alacak bir iş değildi. kalıcı olmadığımı bilsem de bu işi sevmiştim. dükkan sahibi sadık abi anlayışlı ve halden anlayan bir adamdı. yabancılık süreci yaşatmadı desem yeridir. o pazardan tam iki hafta önce bu dükkanın asma katındaki kanepeden bozma yatakta uyanmıştım. sadık abi beni bulduğunda hırsız olduğuma ihtimal vermediği için şanslıydım. belli bir süredir bu mekansız uyanmalardan muzdarip olduğumdan artık uyanınca yapacağım izahatler hazır oluyordu. bu sefer hikaye uydurmam gerekmedi. sadık ne söylerse onaylıyordum. senaryoyu benim yerime o yazmıştı. evsiz olduğumu, sığınacak bir yer ararken kendisinin dükkanını bulduğumu, allaha emanet kapısını zorlanmadan açtığımı ve geceyi burada geçirdiğimi onayladım. kimsesiz olduğumu zaten ilk bakışta anlamıştı. galiba yüzüme ve duruşuma işlemişti bu süresiz yalnızlık. bir dahaki bilinmez uyanışa kadar burada kalabilirdim. sanki o asma kat zaten uzun zamandır beni bekliyormuş gibiydi. işim de olmuştu, dükkanın getir götürünü, temizliğini yapıyordum. burada geçen günlerimi arayacaktım, eminim. insanın hiçbir yere ait olamaması kadar acı verici bir şey olmasa gerek. bundan daha kötüsü kim olduğunu bilmemek, sokaklarda kimliksiz dolaşmak olurdu ancak.
peki şimdi neredeydim? bu ev kimindi ve ben yine ait olmadığım bu yere nasıl gelmiştim? her sabah böyle olmuyordu, hatta bu sendromun sıklığıyla ilgili en ufak bir istatistiğim dahi yoktu. bazen üç ay, bazen iki hafta, bazense bir gün. ama muhakkak er ya da geç oluyordu. muhakkak bir sabah uyandığımda evvelki gece bulunduğum mekanın dışında yabancı olduğum yeni bir yerde gözlerimi açıyordum. bitmek bilmiyordu bu ızdırap. hiçbir yere alışamıyor, hiçbir yerde tam anlamıyla yerleşemiyordum. mutfağa girdiğimde kimsenin evde olmadığına artık emin olmuştum. diğer mekanlarda kimseye rastlamadığı gibi evin içinde gezinirken yeltendiği "kimse var mı?" soruları da cevapsız kalmıştı. şansına buzdolabında kahvaltı için malzemeler mevcuttu. üstünkörü de olsa bir şeyler atıştırdıktan sonra keşif turu için üzerini değiştirmeden evden ayrıldı. dolapta kendinin olup olmadığından emin olamadığı kıyafetleri şimdilik denemedi. zaten üstünde gündelik elbiselerle uyumuş olduğundan hazır bir şekilde evden çıktı. ilk işi sokağın başındaki bakkala gitmek oldu. ilk zamanlarda olduğu gibi "ben nerdeyim", "burası hangi şehir", "hangi mahalledeyiz" sorularını karşı tarafı ürkütmemek için artık sormuyordu. bulunduğu mekanı kavramak için daha dolaylı yollara başvuruyordu. bakkaldan yerel bir gazete aldı, gazetenin üstünde eskişehir merhaba gazetesi yazıyordu. dün istanbul'da uykuya dalan buğra bugün eskişehir'de gözlerini açmıştı. zaman zaman bu oluyordu, şehir değiştirme. ilk başlarda sadece aynı şehir içerisinde mekan değiştiren bedeni zaman içerisinde bir sabah ankara bir sabah sakarya gezer olmuştu. işin en acıklı yanı ise buğra'nın bu durumu paylaşabileceği kimsesi olmamasıydı.
aklına ilk istanbul'a dönme fikri geldi. daha önce de denemişti. önceden bulunduğu mekanı, tanıştığı insanları bulabilmek için yeni uyandığı yerden eskisine yolculuğa çıkmıştı. ama bir önceki adresine gittiğinde ne kaldığı yerden, ne yaptığı işten, ne de tanıştığı insanlardan bir iz bulabilmişti. sanki o anlar hiç varolmamış gibiydi. yine hüsranla karşılaşmamak için istanbul'a dönme fikrini şimdilik erteledi. eskişehir'de ne işi vardı onu bulmalıydı. cüzdanını kontrol etmek yeni aklına gelmişti. anadolu üniversitesi'ne ait personel kartı gözüne ilişti. bunun yanında bir maaş kartı, birkaç da kartvizit vardı cüzdanda. acaba buradaki yolculuğu ne kadar sürecekti, burada ne işi olduğunu çözmeye değecek kadar süre geçirip geçirmeyeceğini bilmese de araştırmaya karar verdi. şarkıda sil baştan başlamak gerek bazen diyordu ya, buğra için artık sil baştan başlamamak gerekiyordu. kim bilir kaçıncı kez sıfırdan başladığı hayatı artık onu usandırmıştı. adımlarına bu durumun yarattığı yılgınlık sirayet etmişti ama daha tam olarak pes etmemişti. biliyordu. bir gün artık buraya kadar deyip pes edecek ve belki de bu hayata artık daha fazla katlanamadığını farkedip kısa yoldan bu işi bitirecekti. ama şimdi değil.
üniversiteye vardığında kimlik kartını turnikeye okutup içeri girdi.kapıdaki güvenlik uzun süredir tanıdığına delalet eden bir iyi günler dileğiyle karşıladı onu. evet ama şimdilik ne yapacaktı. güvenliğe burada ne işi olduğunu sormak abes olurdu. içeride yolunu yardım olmadan bulmak ise imkansız. havadan sudan bir muhabbetle konuyu buradaki işine getirebilirdi ve denedi. şansına geveze güvenlik konuştukça konuştu ve bir ara kütüphanede işler nasıl cümlesi geçti. bingo ! kütüphanede memurdu buğra. doğrudan oraya yönelmedi, biraz daha sohbet etti ve öyle yoluna gitti, istediğini almıştı. kütüphaneyi bulduğunda saat 10'u geçmişti. bankoda görevli olan, emekliliğine az kalmış yaşlı kurt ihsan nerede kaldın yahu, başına bir iş geldi sandık diye karşıladı onu. telefonun da kapalı, kaç kere aradım. bunca yılın tecrübesine rağmen buğra bu sabah en önemli şeyi atlamıştı, telefonunu kontrol etmek. bu kadar uğraşmasına gerek kalmayacaktı belki. şarjım bitmiş, farketmemişim diye başından savdı ihtiyarı. kütüphane içerisinde şüphe çekmeden bir tur attı, o sırada ihsan'ın şüpheli bakışları onu takip etmeye devam ediyordu. bu çocukta bir haller var bugün ama hayırlısı dedi içinden. sonrasında daha fazla dayanamadı. " oğlum buğra ne dolanıp duruyorsun, gel otursana yerine" diye seslendi. neyse ki yeri belliydi, zaman içerisinde bu ihtiyardan yaptığı işi de öğrenirdi. gerçi şimdiden belliydi neyin ne olduğu az çok. kütüphanede öğrencilerin aldığı kitapları sisteme işliyorlar, iade kitapları yerlerine yerleştiriyorlar, kısacası bir kütüphane memuru gün içerisinde ne yaparsa onu yapıyorlardı. ihsan'ı fazla şüphelendirmemek için çok soru sormadı. öğle yemeğine kadar yerinde sakince oturup onu takip ederek işinin gerekliliklerini kafasında bir yere not etti. bu kaçıncı iş öğrenişim diye geçti aklından bir ara. artık hafızası doluyordu. sürekli yeni bir işe adapte olmak zorunda kalmak, işin gereksinimlerini öğrenmek yoruyordu onu. ama bu seferki çok zorlayıcı sayılmazdı.
günün sonunda yorgun hissediyordu. eve dönüş yolunu bulma derdi olmadı. kapının önündeki servisçi sabah yoktun buğra bey deyince anladı mevzuyu. kısa bir izahat sonrası servise atladı, evin önündeki sokakta indi. eskişehir'deki ilk işi günü bitmişti. akşam yemeği için bakkaldan birkaç şey aldıktan sonra eve geldi. evden çıkmadan pencereleri açmadığına pişman oldu, boğucu ve havasız bir ortam karşıladı onu. temizlik yapmaya değer mi diye düşündü, biraz beklemeliydi. burada ne kadar kalacağını bilmediğinden öteledi bu işi de. yemeğini yedikten sonra telefonunu kurcalama vakti geldi nihayet. buğra'nın bir sosyal medya hesabı yoktu ama internetten ya da mail adresinden bir şeyler öğrenebilirdi. okula ait mail adresinde okunmamış 72 mail bekliyordu. çoğu okulla alakalı duyurular olan gereksiz mail yığını arasında biri ilgisini çekmişti. gelen mail suat'tandı. yetimhanede edindiği ender arkadaşlardan biriydi. yazıda kendisine uzun zamandır ulaşmaya çalıştığını, internette ismini aratırken üniversitenin sitesinden mail adresine ulaştığını belirtiyordu. bunca zamandır ne yaptığını, nerelerde olduğunu da iliştirmişti soru olarak. buğra için yeni bir umut ışığı doğmuştu, sonunda hayatının normal seyrinde olduğu çocukluk günlerinden biri ona ulaşmıştı. suat'ın yazdıkları arasında kendisinden bahsettiği kısımlara tekrardan göz attı ve ankara'da yaşadığını gördü. mailin sonunda müsait oldukları bir zamanda buluşalım diye eklemişti.
sisli bir ankara sabahunda gözleri suat'ı arıyordu kızılay meydanında. bir dönem bu şehirde yaşamıştı, üç ay kadar. o zamanlar bakanlıklardan birinde uzman yardımcısı görevindeydi. uyanışların en iyilerinden birisiydi. oldukça prestijli bir hayata uyanmıştı ankara'da. tabi sürdüremedi bu durumu. iki yıl aradan sonra aynı şehirde bulunmak garip hissettirmişte, hafifçe ürperdi. saat tam 10'da suat'ı üzerinde gri bir palto, omzunda bir evrak çantası kendisine doğru gülümseyerek gelirken farketti. mailde yetişkin haline ait fotoğrafını iliştirdiği için tanımak zor olmadı. meydana yakın kafelerden birine girdiler. geçmişle ilgili kısa bir konuşmanın ardından şimdiki zaman geldi sıra. suat avukat olmuştu, çankaya'da bir hukuk bürosunda çalışıyordu. evlenmiş, bir kız çocuğu sahibi olmuştu. kılık kıyafetinden de anlaşılacağı üzere hali vakti yerindeydi. kendisi hakkında olan biteni anlattıktan sonra buğra'ya gelmişti sıra. kısaca eskişehir'den bahsetti. orada yeni olduğunu ve uyanışları anlatmadı. aslında buraya gelirken niyeti bunları ona anlatmaktı ama deli damgası yemekten korkuyordu. sonuçta anlatacakları aklı başında kimseye mantıklı gelecek türden şeyler değildi. bunu denese kaybedecek bir şeyi olmazdı belki, suat bu zamana kadar ortalarda yoktu, bundan sonra onu deli belleyip görüşmese ne eksilirdi. sadece kendine yediremediğindendi bu tavır, yoksa suat'ın ne düşüneceği çok da umrunda olmazdı. neden sonra muhabbet bir anda yetimhaneye geldi, ikisi de ayrıldıktan sonra bir daha oraya uğramamıştı. oradan hatıra kalan birini görmek bir anda buğra'ya buraya tekrar gitme isteği uyandırmıştı. ne kaybederdi ki.
ve her şeyin başladığı yerdedir. aradan geçen 12 yıldan sonra yetimhanededir. doğrusunu söylemek gerekirse artık burası bir yetimhane de değildir. terk edileli uzun zaman olmuş, metruk, yıkık dökük bir yer halini almıştır. buğra etrafında kimselerin olmadığı binanın içerisine yavaş adımlarla girer. kapı ardından kapandığında bir an süren karanlığın ardından her şeyi yerli yerinde bulur. koğuşu, ranzası, yemekhane, ilk yardım odası. her şey 12 yıl önce bıraktığı gibidir. koğuşuna gider, yatağını bulur. yorgunluktan kapanan gözlerini açık tutamaz ve uykuya dalar. artık ait olduğu yerdedir. hatta bu hayatta ait olabileceği tek yerdedir. uyandığında ve tekrar uyuduğunda, değişmeyen tek yerdedir.
uzun zamandan beri adı konulmamış bu hastalığın ya da sendromun pençesindeydi buğra. uykuya dalmadan önce ertesi sabah nerede uyanacağını bilmeden kafasında soru işaretleri ve içinden çıkamadığı bir bilinmezlikle boğuşuyordu. bir ailesi yoktu, daha doğrusu onları hiç tanımamıştı. varlıklarından bir haber olduğu aile daha yolun başında onu yalnız bırakmıştı. kendini bildiğinde yetimhanedeydi. ev diyebileceği, uyandığında aidiyet hissedebileceği, yanıdığı tek yuva orasıydı. azımsanmayacak bir zamandır yuvadan uzaktaydı. zaman mefhumunda bir sıkıntı olmasa da mekanda süregelen bir bilinmezlik mevcuttu. kim olduğunu, hangi yılın hangi ayının hangi gününde olduğunu biliyordu. sürekli değişen ise nerede olduğuydu.
bugün günlerden pazartesi, buna eminim. bütün pazarımı ikinci el eşya ve kitap satan dükkanın tozlu raflarını temizlemek ve düzene sokmakla geçirmiştim. zor ya da öğrenilmesi vakit alacak bir iş değildi. kalıcı olmadığımı bilsem de bu işi sevmiştim. dükkan sahibi sadık abi anlayışlı ve halden anlayan bir adamdı. yabancılık süreci yaşatmadı desem yeridir. o pazardan tam iki hafta önce bu dükkanın asma katındaki kanepeden bozma yatakta uyanmıştım. sadık abi beni bulduğunda hırsız olduğuma ihtimal vermediği için şanslıydım. belli bir süredir bu mekansız uyanmalardan muzdarip olduğumdan artık uyanınca yapacağım izahatler hazır oluyordu. bu sefer hikaye uydurmam gerekmedi. sadık ne söylerse onaylıyordum. senaryoyu benim yerime o yazmıştı. evsiz olduğumu, sığınacak bir yer ararken kendisinin dükkanını bulduğumu, allaha emanet kapısını zorlanmadan açtığımı ve geceyi burada geçirdiğimi onayladım. kimsesiz olduğumu zaten ilk bakışta anlamıştı. galiba yüzüme ve duruşuma işlemişti bu süresiz yalnızlık. bir dahaki bilinmez uyanışa kadar burada kalabilirdim. sanki o asma kat zaten uzun zamandır beni bekliyormuş gibiydi. işim de olmuştu, dükkanın getir götürünü, temizliğini yapıyordum. burada geçen günlerimi arayacaktım, eminim. insanın hiçbir yere ait olamaması kadar acı verici bir şey olmasa gerek. bundan daha kötüsü kim olduğunu bilmemek, sokaklarda kimliksiz dolaşmak olurdu ancak.
peki şimdi neredeydim? bu ev kimindi ve ben yine ait olmadığım bu yere nasıl gelmiştim? her sabah böyle olmuyordu, hatta bu sendromun sıklığıyla ilgili en ufak bir istatistiğim dahi yoktu. bazen üç ay, bazen iki hafta, bazense bir gün. ama muhakkak er ya da geç oluyordu. muhakkak bir sabah uyandığımda evvelki gece bulunduğum mekanın dışında yabancı olduğum yeni bir yerde gözlerimi açıyordum. bitmek bilmiyordu bu ızdırap. hiçbir yere alışamıyor, hiçbir yerde tam anlamıyla yerleşemiyordum. mutfağa girdiğimde kimsenin evde olmadığına artık emin olmuştum. diğer mekanlarda kimseye rastlamadığı gibi evin içinde gezinirken yeltendiği "kimse var mı?" soruları da cevapsız kalmıştı. şansına buzdolabında kahvaltı için malzemeler mevcuttu. üstünkörü de olsa bir şeyler atıştırdıktan sonra keşif turu için üzerini değiştirmeden evden ayrıldı. dolapta kendinin olup olmadığından emin olamadığı kıyafetleri şimdilik denemedi. zaten üstünde gündelik elbiselerle uyumuş olduğundan hazır bir şekilde evden çıktı. ilk işi sokağın başındaki bakkala gitmek oldu. ilk zamanlarda olduğu gibi "ben nerdeyim", "burası hangi şehir", "hangi mahalledeyiz" sorularını karşı tarafı ürkütmemek için artık sormuyordu. bulunduğu mekanı kavramak için daha dolaylı yollara başvuruyordu. bakkaldan yerel bir gazete aldı, gazetenin üstünde eskişehir merhaba gazetesi yazıyordu. dün istanbul'da uykuya dalan buğra bugün eskişehir'de gözlerini açmıştı. zaman zaman bu oluyordu, şehir değiştirme. ilk başlarda sadece aynı şehir içerisinde mekan değiştiren bedeni zaman içerisinde bir sabah ankara bir sabah sakarya gezer olmuştu. işin en acıklı yanı ise buğra'nın bu durumu paylaşabileceği kimsesi olmamasıydı.
aklına ilk istanbul'a dönme fikri geldi. daha önce de denemişti. önceden bulunduğu mekanı, tanıştığı insanları bulabilmek için yeni uyandığı yerden eskisine yolculuğa çıkmıştı. ama bir önceki adresine gittiğinde ne kaldığı yerden, ne yaptığı işten, ne de tanıştığı insanlardan bir iz bulabilmişti. sanki o anlar hiç varolmamış gibiydi. yine hüsranla karşılaşmamak için istanbul'a dönme fikrini şimdilik erteledi. eskişehir'de ne işi vardı onu bulmalıydı. cüzdanını kontrol etmek yeni aklına gelmişti. anadolu üniversitesi'ne ait personel kartı gözüne ilişti. bunun yanında bir maaş kartı, birkaç da kartvizit vardı cüzdanda. acaba buradaki yolculuğu ne kadar sürecekti, burada ne işi olduğunu çözmeye değecek kadar süre geçirip geçirmeyeceğini bilmese de araştırmaya karar verdi. şarkıda sil baştan başlamak gerek bazen diyordu ya, buğra için artık sil baştan başlamamak gerekiyordu. kim bilir kaçıncı kez sıfırdan başladığı hayatı artık onu usandırmıştı. adımlarına bu durumun yarattığı yılgınlık sirayet etmişti ama daha tam olarak pes etmemişti. biliyordu. bir gün artık buraya kadar deyip pes edecek ve belki de bu hayata artık daha fazla katlanamadığını farkedip kısa yoldan bu işi bitirecekti. ama şimdi değil.
üniversiteye vardığında kimlik kartını turnikeye okutup içeri girdi.kapıdaki güvenlik uzun süredir tanıdığına delalet eden bir iyi günler dileğiyle karşıladı onu. evet ama şimdilik ne yapacaktı. güvenliğe burada ne işi olduğunu sormak abes olurdu. içeride yolunu yardım olmadan bulmak ise imkansız. havadan sudan bir muhabbetle konuyu buradaki işine getirebilirdi ve denedi. şansına geveze güvenlik konuştukça konuştu ve bir ara kütüphanede işler nasıl cümlesi geçti. bingo ! kütüphanede memurdu buğra. doğrudan oraya yönelmedi, biraz daha sohbet etti ve öyle yoluna gitti, istediğini almıştı. kütüphaneyi bulduğunda saat 10'u geçmişti. bankoda görevli olan, emekliliğine az kalmış yaşlı kurt ihsan nerede kaldın yahu, başına bir iş geldi sandık diye karşıladı onu. telefonun da kapalı, kaç kere aradım. bunca yılın tecrübesine rağmen buğra bu sabah en önemli şeyi atlamıştı, telefonunu kontrol etmek. bu kadar uğraşmasına gerek kalmayacaktı belki. şarjım bitmiş, farketmemişim diye başından savdı ihtiyarı. kütüphane içerisinde şüphe çekmeden bir tur attı, o sırada ihsan'ın şüpheli bakışları onu takip etmeye devam ediyordu. bu çocukta bir haller var bugün ama hayırlısı dedi içinden. sonrasında daha fazla dayanamadı. " oğlum buğra ne dolanıp duruyorsun, gel otursana yerine" diye seslendi. neyse ki yeri belliydi, zaman içerisinde bu ihtiyardan yaptığı işi de öğrenirdi. gerçi şimdiden belliydi neyin ne olduğu az çok. kütüphanede öğrencilerin aldığı kitapları sisteme işliyorlar, iade kitapları yerlerine yerleştiriyorlar, kısacası bir kütüphane memuru gün içerisinde ne yaparsa onu yapıyorlardı. ihsan'ı fazla şüphelendirmemek için çok soru sormadı. öğle yemeğine kadar yerinde sakince oturup onu takip ederek işinin gerekliliklerini kafasında bir yere not etti. bu kaçıncı iş öğrenişim diye geçti aklından bir ara. artık hafızası doluyordu. sürekli yeni bir işe adapte olmak zorunda kalmak, işin gereksinimlerini öğrenmek yoruyordu onu. ama bu seferki çok zorlayıcı sayılmazdı.
günün sonunda yorgun hissediyordu. eve dönüş yolunu bulma derdi olmadı. kapının önündeki servisçi sabah yoktun buğra bey deyince anladı mevzuyu. kısa bir izahat sonrası servise atladı, evin önündeki sokakta indi. eskişehir'deki ilk işi günü bitmişti. akşam yemeği için bakkaldan birkaç şey aldıktan sonra eve geldi. evden çıkmadan pencereleri açmadığına pişman oldu, boğucu ve havasız bir ortam karşıladı onu. temizlik yapmaya değer mi diye düşündü, biraz beklemeliydi. burada ne kadar kalacağını bilmediğinden öteledi bu işi de. yemeğini yedikten sonra telefonunu kurcalama vakti geldi nihayet. buğra'nın bir sosyal medya hesabı yoktu ama internetten ya da mail adresinden bir şeyler öğrenebilirdi. okula ait mail adresinde okunmamış 72 mail bekliyordu. çoğu okulla alakalı duyurular olan gereksiz mail yığını arasında biri ilgisini çekmişti. gelen mail suat'tandı. yetimhanede edindiği ender arkadaşlardan biriydi. yazıda kendisine uzun zamandır ulaşmaya çalıştığını, internette ismini aratırken üniversitenin sitesinden mail adresine ulaştığını belirtiyordu. bunca zamandır ne yaptığını, nerelerde olduğunu da iliştirmişti soru olarak. buğra için yeni bir umut ışığı doğmuştu, sonunda hayatının normal seyrinde olduğu çocukluk günlerinden biri ona ulaşmıştı. suat'ın yazdıkları arasında kendisinden bahsettiği kısımlara tekrardan göz attı ve ankara'da yaşadığını gördü. mailin sonunda müsait oldukları bir zamanda buluşalım diye eklemişti.
sisli bir ankara sabahunda gözleri suat'ı arıyordu kızılay meydanında. bir dönem bu şehirde yaşamıştı, üç ay kadar. o zamanlar bakanlıklardan birinde uzman yardımcısı görevindeydi. uyanışların en iyilerinden birisiydi. oldukça prestijli bir hayata uyanmıştı ankara'da. tabi sürdüremedi bu durumu. iki yıl aradan sonra aynı şehirde bulunmak garip hissettirmişte, hafifçe ürperdi. saat tam 10'da suat'ı üzerinde gri bir palto, omzunda bir evrak çantası kendisine doğru gülümseyerek gelirken farketti. mailde yetişkin haline ait fotoğrafını iliştirdiği için tanımak zor olmadı. meydana yakın kafelerden birine girdiler. geçmişle ilgili kısa bir konuşmanın ardından şimdiki zaman geldi sıra. suat avukat olmuştu, çankaya'da bir hukuk bürosunda çalışıyordu. evlenmiş, bir kız çocuğu sahibi olmuştu. kılık kıyafetinden de anlaşılacağı üzere hali vakti yerindeydi. kendisi hakkında olan biteni anlattıktan sonra buğra'ya gelmişti sıra. kısaca eskişehir'den bahsetti. orada yeni olduğunu ve uyanışları anlatmadı. aslında buraya gelirken niyeti bunları ona anlatmaktı ama deli damgası yemekten korkuyordu. sonuçta anlatacakları aklı başında kimseye mantıklı gelecek türden şeyler değildi. bunu denese kaybedecek bir şeyi olmazdı belki, suat bu zamana kadar ortalarda yoktu, bundan sonra onu deli belleyip görüşmese ne eksilirdi. sadece kendine yediremediğindendi bu tavır, yoksa suat'ın ne düşüneceği çok da umrunda olmazdı. neden sonra muhabbet bir anda yetimhaneye geldi, ikisi de ayrıldıktan sonra bir daha oraya uğramamıştı. oradan hatıra kalan birini görmek bir anda buğra'ya buraya tekrar gitme isteği uyandırmıştı. ne kaybederdi ki.
ve her şeyin başladığı yerdedir. aradan geçen 12 yıldan sonra yetimhanededir. doğrusunu söylemek gerekirse artık burası bir yetimhane de değildir. terk edileli uzun zaman olmuş, metruk, yıkık dökük bir yer halini almıştır. buğra etrafında kimselerin olmadığı binanın içerisine yavaş adımlarla girer. kapı ardından kapandığında bir an süren karanlığın ardından her şeyi yerli yerinde bulur. koğuşu, ranzası, yemekhane, ilk yardım odası. her şey 12 yıl önce bıraktığı gibidir. koğuşuna gider, yatağını bulur. yorgunluktan kapanan gözlerini açık tutamaz ve uykuya dalar. artık ait olduğu yerdedir. hatta bu hayatta ait olabileceği tek yerdedir. uyandığında ve tekrar uyuduğunda, değişmeyen tek yerdedir.
devamını gör...
oksmrn1
8 şarkıdan oluşan stabil albümüdür.
7 dakika önce yayınlandı. albümün kapağını rezalet buldum. parçaları dinliyorum.
parçalar şu şekilde
stabilly the kid
bıllboard
nankör
karanlık
alıştım artık
nefret feat neva
mathılda feat ati 242
seke seke
albümü dinledim. beğendiğim parçalar oldu. beğenmediğim parçalar oldu. genel olarak iyi bir albüm olduğunu düşünüyorum.
albümün iyi yanları beatler ve stabilin beğenilen tarzının tam gaz devam etmesi.
kendisinin flow matematiğini zaten çok eskiden beri seviyorum. sevmediğim yanı ise featlerin kısıtlı olması. iki adet feat var. bir tanesini çok beğendim. diğer feat berbat olmuş bence. piyasa işi yapmaya kalkmışlar. yapabilirler ama söylemlerle çelişince komik oluyor.
albüm genel olarak bir şeyler anlatmaya çalışıyor ama anlatılanlar çok ucuz. çok klasik. eskidi artık. sürekli aynı şeyleri anlatıyor. stabil gibi başarılı bir rapçinin wack mc olma adayı olması beni üzüyor.
tamam abi anladım. çocukluğun kötü geçti. apartman ve kömürlük gidip gelmesi tamam anlıyorum. hep rapçiydin sokakta zorluk çektin. yeter artık. yeni içerikler yeni şeyler denemen lazım. bayıyor bir süre sonra. bir diğer eleştirim ise albümün kapağı. bu nasıl bir kapak yahu. sene 2021 oldu. kapağı ekleyip yazımı sonlandırıyorum.
7 dakika önce yayınlandı. albümün kapağını rezalet buldum. parçaları dinliyorum.
parçalar şu şekilde
stabilly the kid
bıllboard
nankör
karanlık
alıştım artık
nefret feat neva
mathılda feat ati 242
seke seke
albümü dinledim. beğendiğim parçalar oldu. beğenmediğim parçalar oldu. genel olarak iyi bir albüm olduğunu düşünüyorum.
albümün iyi yanları beatler ve stabilin beğenilen tarzının tam gaz devam etmesi.
kendisinin flow matematiğini zaten çok eskiden beri seviyorum. sevmediğim yanı ise featlerin kısıtlı olması. iki adet feat var. bir tanesini çok beğendim. diğer feat berbat olmuş bence. piyasa işi yapmaya kalkmışlar. yapabilirler ama söylemlerle çelişince komik oluyor.
albüm genel olarak bir şeyler anlatmaya çalışıyor ama anlatılanlar çok ucuz. çok klasik. eskidi artık. sürekli aynı şeyleri anlatıyor. stabil gibi başarılı bir rapçinin wack mc olma adayı olması beni üzüyor.
tamam abi anladım. çocukluğun kötü geçti. apartman ve kömürlük gidip gelmesi tamam anlıyorum. hep rapçiydin sokakta zorluk çektin. yeter artık. yeni içerikler yeni şeyler denemen lazım. bayıyor bir süre sonra. bir diğer eleştirim ise albümün kapağı. bu nasıl bir kapak yahu. sene 2021 oldu. kapağı ekleyip yazımı sonlandırıyorum.
devamını gör...
kadın yüksek sesle gülmez
son osmanlı olan neslişah'ın, murat bardakçı tarafından yazılan kitabında saraylı olmanın bir kaidesi olarak geçen durum.
saraylı olan gülemiyor ama ben köylü olduğum için basabilirim kahkahayı en seslisinden. neşem geçsin de mi?
hah hah ha*.
saraylı olan gülemiyor ama ben köylü olduğum için basabilirim kahkahayı en seslisinden. neşem geçsin de mi?
hah hah ha*.
devamını gör...
oriental girl
bir aylin livaneli şarkısıdır.
türk edebiyatının iyi romancılarından ve türkiye’nin iyi müzisyenlerinden biri olan zülfü livaneli’nin kızı olan aylin livaneli de bir müzisyendir.
bir türlü müzik dünyasında istediği yeri bulamayan aylin livaneli birçok kez şansını denemiştir aslında. 1990 yılında don’t go, 1991 yılında sevda değil, 1992 yılında bana müsade, 1993 yılında aylin livaneli söylüyor, 1997 yılında aşkına kanmam ve son olarak da 2008 yılında love is the answer albümlerini çıkartan aylin livaneli 3 tane de tekli yayınlamıştır.
oriental girl 1990 yılında çıkardığı albümde klip çektiği şarkısıdır. şarkının sözlerini şarkıcının kendisi yazmıştır. müzik ise onno tunç’a aittir.
melodiye hiç yabancı değilsiniz zira sezen aksu’nun seslendirdiği ada vapuru isimler şarkının müziği bu şarkıdaki de.
ingilizce şarkı denilince akla bir çırpıda gelen ümit besen, hadise, petek dinçöz, sertab erener ve diğer büyük sanatçıların muazzam şarkıları kadar değer görmese de bence dinlemeye değer. en azından şarkıda anlatılan bir hikaye var ve sevtap parman’ınki kadar olmasa da iyi bir ingilizce ile söylenmiş.
oriental girl
türk edebiyatının iyi romancılarından ve türkiye’nin iyi müzisyenlerinden biri olan zülfü livaneli’nin kızı olan aylin livaneli de bir müzisyendir.
bir türlü müzik dünyasında istediği yeri bulamayan aylin livaneli birçok kez şansını denemiştir aslında. 1990 yılında don’t go, 1991 yılında sevda değil, 1992 yılında bana müsade, 1993 yılında aylin livaneli söylüyor, 1997 yılında aşkına kanmam ve son olarak da 2008 yılında love is the answer albümlerini çıkartan aylin livaneli 3 tane de tekli yayınlamıştır.
oriental girl 1990 yılında çıkardığı albümde klip çektiği şarkısıdır. şarkının sözlerini şarkıcının kendisi yazmıştır. müzik ise onno tunç’a aittir.
melodiye hiç yabancı değilsiniz zira sezen aksu’nun seslendirdiği ada vapuru isimler şarkının müziği bu şarkıdaki de.
ingilizce şarkı denilince akla bir çırpıda gelen ümit besen, hadise, petek dinçöz, sertab erener ve diğer büyük sanatçıların muazzam şarkıları kadar değer görmese de bence dinlemeye değer. en azından şarkıda anlatılan bir hikaye var ve sevtap parman’ınki kadar olmasa da iyi bir ingilizce ile söylenmiş.
oriental girl
devamını gör...
durduk yere gelen can sıkıntısı
muhtemelen içimizde biriktirdigimiz şeylerin bir sonucu olarak bir anda patlak verir. o an için çözümünü bilmedigimizden bu sıkıntıyı farklı şeylere yorar ve daha çok canımızın sıkılmasına sebep oluruz.
devamını gör...
to mousiko kouti
yunan resmi tv kanalı ert'nin pandemi döneminde başlayan şahane ötesi, kaliteli müzik programı. kasım 2020'den bu yana ikişer saatlik toplamda 30 kadar bölümü olan, her bir üyesi son derece maharetli bir orkestra eşliğinde kalender abimiz nikos portokaloglou ve güzeller güzeli rena morfi'nin sunup konuklarla birlikte şarkılar söylediği program. her hafta farklı konuklar oluyor ve hem müziğin tarihine hem de yunan müziğini var edenlerin hayatlarına doğru bir yolculuk sunuyor izleyenlere. iş güç sonrası içeceği alıp bazen sakince bazen eller havaya izlemek çok keyifli oluyor. her seferinde farklı müzik türlerinin birbirini nasıl beslediğini, yeni füzyonların olanaklılığını görmek mümkün, öyle ki eski bir rock'n roll şarkısı ile laiko türünde bir şarkının birlikte var olabileceğini gösterebiliyorlar. ayrıca programın içerisinde sesini duyurmak isteyen, piyasada yeni adımlarını atmakta olan genç sanatçılara da yer veriliyor. yunan müziği hakkında pek fikriniz yoksa ancak nedir ne değildir tanımak istiyorsanız bu programı takip etmek konuya dair iyi bir başlangıç sunacaktır meraklılara.
her çarşamba akşamı saat 22:00'de yayınlanan bu program an itibariyle www.ertflix.gr/ert1-live/ adresinden canlı izlenebilir.
ayrıca büyün bölümlerine de www.ertflix.gr/category/psy... adresinden erişilebilmektedir.
her çarşamba akşamı saat 22:00'de yayınlanan bu program an itibariyle www.ertflix.gr/ert1-live/ adresinden canlı izlenebilir.
ayrıca büyün bölümlerine de www.ertflix.gr/category/psy... adresinden erişilebilmektedir.
devamını gör...
