magazin sayfalarındaki ruh eşinizi nasıl bulursunuz, hangi kariyer sizin için uygun gibi genel geçer testlerden farkı olmayan bir testtir. resimlere bakmak ve ilk olarak ne gördüğünüz bilinçaltında nelere önem verdiğinize dair bazı ipuçları verse bile bunun analizi aslanı seçtiğin için sorunun şu, kaplanı görmediğin için problemin demek kadar kolay değildir. olsaydı psikologlara, psikiyatristlere vb. ihtiyacımız olmazdı.
o an neyi seçtiğiniz o anın yansımasıdır ancak aynı testi evde yaptığınız zaman, annenizle konuştuktan sonra yaptığınız zaman, telefon ya da laptop kullandığınızda, ışığın gelişine göre, sizin ne kadar yorgun ya da ne kadar dinlenmiş olduğunuza göre değişir.
bu testlerle burç okumak arasında fark yoktur. genel geçer oluşu ve herkeste az ya da çok olan temel özelliklere bağlı olması nedeniyle insanlar, evet gerçekten öyle moduna girerler. genel geçer olan her şey gibi yüzeyseldir.
devamını gör...

6. sınıftaydım. ortaokulun ilk yılı. ilk defa sınıf öğretmenini terk etmiş, ders ders değişen branş öğretmenlerine terfi etmiştik.
ilk sınav. tabii tanımıyoruz öğretmenleri bu konularda.
sosyal bilgiler öğretmenimiz "macır hayrullah" aynı zamanda trafik dersimize de giriyordu. trafik sınavında çantadaki defterden baka baka 80'i doğrultmuştuk.
nereden bilebilirim ki adamın asıl branşında külyutmaz kesileceğini.
geldi çattı sosyal bilgiler sınavı. tabi ben döşedim kopyaları. kağıda, silgiye, kaleme, kalemliğe, sıraya.. kafaya koydum bu adam mal, her türlü kopya çeker 100'ü yapıştırırım.
daha sınavın ilk dakikalarında ben malı; çıkarmışım koca a4 kağıdını, katlarını açıyorum haşır huşur sesler çıkıyor dizimin üstüne koyuyorum. neymiş efenim dizime baka baka dolduracakmışım sınav kağıdını! bok doldurursun, daha ilk cümleyi geçirirken bir el uzandı gözümle dizimin arasına. kafayı kaldırmamla hayrullah'ın kulağıma asılıp marsa doğru çekiştirmesi bir oldu. kulağımın kafamdan ayrılmasına engel olmak için çekiştirilen yere doğru koşar adım gitmek zorunda kalmıştım, kendimi tahtanın önünde buldum.
- eyyllahım baa çücuk, sen naa kopya çekarsın baa. (sol yanağa şamar)
- eyyllahım baa bu naasıl şey baa (sağ yanağa şamar-kulakla karışık)
- sen utanmaz mısın baa (sol yanağa ters şamar)
- sen, sen sen nassıı bi çücuksun baa büüle (kulağımdan çekerek kafamı iki kere tahtaya vurdu ibine)
- git yerina baa, git göözümün önünden.
(koşar adım yerime doğru gidiyorum ama dünya dönüyor, yediğim sopanın beynimdeki etkisi hala devam ediyor)

neyse efenim yerime geçtikten sonra, diğer kopya bölgelerime başvurup kağıdı yine dolduruyorum.
böyle bir anı işte.
devamını gör...

-endişe etmeme ihtimaliniz çok az ama elden geldikçe sakin kalmaya çalışın, hiç olmadı sınava giren hemen herkeste benzer korkuların olduğunu unutmayın ve bunu kendinizi avutmak için kullanın.
- anlamadığınız sorularla cebelleşmek yerine her bölüm için kendinize ortalama bir süre ayırın. özellikle türkçede yorumlayamadığınız paragrafları üç beş kez okuyarak zaman kaybetmeyin. büyük ihtimalle o soruda bir aydınlanma yaşamayacaksınız ve yanlış yapacaksınız, geçin ve o soru yerine başka üç soruyu yapın.
- bilmediğiniz soruları işaretlemeyin bir ihtimal tutar dediğiniz soruların çoğu tutmaz ve bildiklerinizin puanını da yanında götürür.
- ösym artık doğru, daha doğru; yanlış, daha yanlış; kapsayan, daha çok kapsayan şıklarını barındıran sorular soruyor çeldirici şıklar doğru yanıta en yakın olan olduğu için tüm şıkları okumadan geçmeyin.
son olarak emeğinizin karşılığı olsun, başarılar.
devamını gör...

az da bilinse h. g. wells, atatürk'ün sevdiği yazarlardandır.
the time machine, the ınvisible man, the war of the worlds, the ısland of doctor moreau gibi bilim kurgu eserleri ile tanınsa da aslında edebiyatın bir çok alanında eser vermiştir.
bu eserlerden "outline of history" isimli kitabı nutukta atıf alan tek yabancı eserdir.
atatürk bu kitaptan öyle etkilenmiştir ki kitabı "cihan tarihinin umumi hatları" ismi ile türkçe olarak bastırtır ve daha sonrasında bu kitaptan esinlenerek "türk tarihinin umumi hatları" bir kitap hazırlanarak basılır.
devamını gör...

kürt bir sevgilim vardı. çocuğumuz kız olursa bana benzerse türkan, sana benzerse kürdan koyalım derdim. bu da ideolojik sayılır mı.
devamını gör...

dershanenin açtığı ve istemeden dahil olduğum matematik grubuna dahilmişim. zaten şans ne zaman güler ki?
devamını gör...

muhtemelen kıza göz koymuş olabilir. uzaklaşın o arkadaştan. arkadaşınız sizi kötülemez, arkadaşınım diyen kötüleyemez.

o sizin gizli düşmanınız olabilir ancak. sizi kendine rakip gördüğü için o lafı eder.
devamını gör...

ankara'da halıları "duygusal biçimde çitileyen" bir garip halı yıkama firması.



henüz bu kadar ünlü olmamışlardı. posta kutusunda ilanını görmüştük. şoka girdik, ciddiler mi diye düşündük, epey güldük... meğer ciddi imiş bu arkadaşlar.
devamını gör...

bu tür sesler asalak sesler olarak adlandırılır diksiyon ve hitabet kurallarında. sürekli ee ııı hmm gibi sesler insanın dikkatini dağıtır. insan karşısındakini dinlese bile dikkatini veremez. genelde kelime dağarcığı yetersiz olduğu için cümleyi toparlayaman kişilerdir .
devamını gör...

vergilerimizle lüks hayat yaşayan kekoların paylaşıldığı sayfadır.

içerisinde bol bol lüks araba bol bol kafam kadar saat ve bol bol nargile bulunur.
devamını gör...

sökük çorap gibiyim, dolaşık ve kıvır kıvır.
devamını gör...

civciv ama sevilmiyor
büyüyünce tavuk çiftliği kuracak.

şimdi ananı laciverde boyadım : filli boya satış temsilcisi yahut makyöz.

nihihih921 : nihilist olacakken bi gülme tutan felsefeci.
devamını gör...

şener şen ile şevket altuğ'un oynadığı gölge oyunu isimli film. ışığın kompozisyonun bir parçası olarak kullanıldığı nadir filmlerden biri.
buna benzeyen başka bir örnek :
(bkz: aşk filmlerinin unutulmaz yönetmeni)
devamını gör...

hiç biridir efendim. güzellik görecelidir.
devamını gör...

(bkz: iko'nun yine çalışması)
(bkz: yoldaş'ın ikoyu çok çalıştırması)

beyaz tema geleceğimden daha aydınlık ya hu*.
açık gri ve koyu griyi pek sevdim.
ellerinize sağlık iko bey.
devamını gör...

haber değilde bazı tanımlamalar tamamı ile kopyala yapıştır oluyor , bundan ilerde rahatsızlık duyacaklar ama şimdi laf etmiyorlar.
devamını gör...

şıllık tatlısı.
şıllık kelimesi küfür olarak kullanıldığı için bayağı tuhaf bir isim fakat lezzetine söylenecek söz yok...
devamını gör...

dünya genelinde yirmibir ülkenin hükümet veya devlet başkanlığında kadınlar yer alsa da, birkaçı hariç neredeyse hepsinin ülkemizden daha müreffeh olması sonucu ortaya çıkan önermedir.

angela merkel - almanya
mette frederiksen - danimarka
jacinda ardern - yeni zelanda
sanna marin - finlandiya
erna solberg - norveç
katrin jakobsdottir - izlanda gibi.

tabi burada karşılıklı bir durum da söz konusu. uzunca süredir kalkınmasını tamamlamış, insan hakları ve cinsiyet eşitliği problemini çözmüş, hırsız arsız tayfayı devlet içerisinde barındırmayan veya minimumda tutabilen ülkelerden bahsediyoruz. haliyle daha rasyonel davranışlar sergileyen bir halk söz konusu. durum böyle olunca -bence erkeklerden daha akıllı olan *- kadın yöneticiler söz sahibi olup, ülkelerini başarı ile yönetebiliyorlar. kendilerini buradan bir kez daha tebrik ediyorum.

haliyle toplumun içerisinde, hamile kadın sokağa çıkmasın, başı açık kadın perdesiz ev gibidir, kadın dediğin insan içinde gülmemeli diyen neandertaller de olmuyor.
devamını gör...

hepimizin yaşamı roman olmayı hak eder. hangisinin best seller olacağı, hangisinin klasikler arasında yer alacağı ise anlatıcının hünerine bağlıdır. aslında yazmak en iyi yaptığım şeylerden birisi. herkes böyle söyler. ben de buna inanırım. amma velâkin iyi yaptığım başka bir şey ise, hünerlerimi çeşitli bahanelerle sergilemekten kaçınma istikrarım.

bugüne kadar bunu yaptığım için hayatımı bir roman haline getirebilme becerisini gösteremedim.

kâh göstermeye pek niyetim olduğunu da sanmıyorum.

aslında benim için işler tıkırında başlamış. çocukken dâhiymişim. deham 1500, havam 3500 imiş.

neden sonra aptallaşma sürecine girmişim. içinde bulunduğunuz toplumun da bunda önemli etkisi var.

düşünün, gayet kıvrak bir zekâya sahipsiniz. yaşıtlarınızdan hep bir adım öndesiniz ama çevrenizde size sürekli pipinizi amcalarınıza ve teyzelerinize göstermeniz gerektiğini salık veren bir kitle var.

bu nasıl bir manyaklıktır arkadaş! teşhire, teşrifinizin bunalımsal iz düşümü…

ulan şimdi bunlar neden benden böyle bir şey istiyor?

bu pipi denen şey çok önemli bir şey olsa gerek.

o andan itibaren pipinin kutsallığına inanmaya başlıyorsunuz. onu takip eden süreç sizin kızlardan daha uzağa işeyebileceğiniz gerçeğini kavramanızla şekilleniyor. erkek egemen yapının kutsallığına da böylece mazhar oluyorsunuz.

hayır, yani daha uzağa işseniz ne olacak? başınız göğe mi erecek?

eriyor olmalı ki, o yaş grubundaki herkes bunu övünç kaynağı olarak görüyor.

ve sonraki yaşamlarında hep daha uzağa işeyebilmek için uğraşıyorlar.

ben bu pipi işinde keramet olmadığını erken fark edenlerdenim. o yüzden aptallaşma sürecim kısa bir süre içinde olsa kesintiye uğramıştır.

neyse…

anlatacaklarımı dinleyecekseniz evvela nerede doğduğumu, nasıl bir çocukluk geçirdiğimi, benden önce ailemin ne durumunda olduğunu falan merak ediyor olmalısınız. ama ben bu zırvaların hiç birisini sizlere anlatmak istemiyorum. esasen bunları niye merak ettiğinizi de bugüne kadar anlamış değilim.

her şeye burnunuzu sokmak gibi bir huyunuz var. yani bunları bilseniz ne olacak ki? başınız göğe mi erecek? ( yine baş ve gök metaforunu kullandığımı fark etmişsinizdir. seviyorum arkadaş ne yapayım yani? )çoğunuz yaşamlarınızı bir fanusun içerisinde size sunulan şeylerle idame ettiriyorsunuz. size öğretilenler dışında hiçbir şeye ilgi duymuyorsunuz. aslında tamamen ön koşullanma dumuru sizinki, ama bundan haberiniz dahi yok. hayatlarınızın sınırını başka insanlar çiziyor. olaylara, kişilere bakışınızı, içerisinde yetiştiğiniz çevre belirliyor.

hepinizin bir cv’si var. hep başkaları tarafından belirlenmiş. iyi bir evlatsınız, iyi bir eşsiniz, sadık bir çalışansınız falan filan. kaçınız gerçekten kendinizsiniz merak etmiyor değilim. ama çoğunuzun olmadığını biliyorum.

bu ön koşullanma meselesinin sırrına mazhar olmam 5-6 yaşlarında yaşadığım bir olayla ilintilidir. tam da ilginizi çekebilecek şekilde bir giriş yaparsam fena olmaz. en azından şu ana kadar yazdıklarım hoşunuza gitmemişken bu kısımdan sonra, merak ivmeniz yükselip, biraz olsun yatışabilirsiniz diye düşünüyorum.

efendim o sıralar babamın görevi dolayısıyla bilecik denen şirin ilimizde ikamet ediyoruz. aslında oraya şehir demek için 80 bin şahit lazım. şimdide bilecikliler kızacak ama yapabileceğim bir şey yok. olanı yazmak zorundayım. gerçekler acıtır derler ama ben acıttığı kısmına katılmıyorum. genelde kızdırıyor. bu kalpsiz dünya da, acıyan tek yeriniz, güvende olduğunu düşündüğünüz koca popolarınız. zaten tek derdiniz de, popolarınızı kurtarmak değil mi?

neyse sadede geleyim; o dönemler mahalle kültürü denen bir şey var. şimdilerde ruhuna el fatiha dedik. itinayla gömdük. rahmetli, aslında kültürel açıdan bir zenginlikti. ammavelâkin bize fazla geldi.

herkesin birbirini tanıdığı bir sokakta yaşıyorduk. ilişkiler o kadar sıcak ve candan gözüküyordu ki, matrix’in bu yanıltıcı gerçekliğine bende aldanmıştım. herkes birbirini koruyor, kolluyor, çocuklar kardeş gibi yetişiyordu.

o zamanlar insanları sevmek için elimde yığınla materyal vardı. örneğin hayriye teyzenin börekleri, cemil amca’nın şekerlemeleri bende dünyanın muhteşem bir yer olduğu algısı yaratmıştı. iki katlı ahşap bir evimiz vardı. biraz eski olsa da, bugüne kadar oturduğumuz en muhteşem ev oymuş gibi hissederim.

benim mesaim babam evden çıktıktan yarım saat sonra başlardı. hemen kendimi sokağa atar, arkadaşlarımı örgütler ve çeşitli oyunların oynanmasına öncülük ederdim. mahallemiz çok güvenli bir yer olduğu içinde kimse bize karışmazdı.

yalnız bu güvenli sokağın bir defosu vardı. mahallemizin delisinin geçiş saati. bizim delimiz çok dakik bir adamdı. her gün aynı vakitlerde sokaktan geçer, mahalleyi felce uğratırdı. anneler çocuklarını o gelmeden biraz önce evlerine çağırır, güvenliği tesis ederlerdi.

deli nedir? nasıl olunur? şartları nelerdir? bunların hiç birisini bilmiyorduk. bildiğimiz tek şey o sokağa girdiğinde bizim orada olmamamız gerektiğiydi. zira tehlikeli biri olmalıydı. yoksa o kadar insan neden çocuklarını ondan korumaya çalışsındı ki?

aslında ne annem, ne de babam mahallemizin kadrolu delisi hakkında beni uyarmamıştı. benimkisi kendiliğinden oluşan bir reaksiyondu. mahalleyi boşalt kararı alındı. boşaltılacak. tüm çocuklar evlerine doğru koşarken, ben de istemsizce, içgüdüsel olarak aynı ritüeli gerçekleştiriyordum. o gün de aynısı olmuştu. oyun oynarken bir anda çil yavruları gibi dağılmıştık. eve doğru koşmaya başladım. nefes nefese kalmış bir vaziyette kapıyı çaldım. annem olanca sakinliğiyle kapıyı açtı.

- anne deli geliyor.

- öyle söyleme evladım.

- ama deli

annem o adama deli denmesine kızıyordu. ‘’garip’’ derdi. bunu söylerken, ses tonunda hafiften bir sızı hissederdim. lakin umurumda olmazdı. zira o tehlikeli biriydi. içeri girer girmez üst kata doğru yöneldim. merdivenleri hızlıca çıktım. ve pencerenin kenarına geldim. sokağı gözlüyordum. deli’nin geçişini izlemek tüm çocuklar için rutin bir durum halini almıştı.

uzun saçları vardı. saçı ve sakalı birbirine karışmıştı. boylu poslu bir adamdı. sokaktan geçerken kafasını önüne eğer. kendi kendisine söylenirdi. kadife bir pantolonu ve yeşil bir parkası olduğunu hatırlıyorum. birde o meşhur boğazlı kazağı. üniforma gibi hep aynı şeyleri giyiyordu. parkasının yanından sarkan çantasının içinde neler olduğunu hep merak etmiştik.

başka mahallenin çocuklarına ait eşyaları toplamış olabilirdi. ama biz ona zırnık koklatmamıştık. çünkü işimizi biliyorduk. deli bizi yakalayamıyor, hal böyle olunca da, oyuncuklarımızı ona kaptırmıyorduk. o tam anlamıyla bir çocuk düşmanı olmalıydı. gulyabaninin insana benzeyen versiyonu sokağı terk ettiğinde heyecanla aşağı indim.

- oğlum nereye?

- deli gitti anne. dışarı çıkıyorum.

- geç kalma.

- tamam anne.

sokağın güvenli olduğuna kanaat etmiş olan ben, zafer kazanmış komutan edasıyla sokağa doğru vakur adımlarla ilerliyordum. sahi sizler bu hissi iyi bilirsiniz değil mi? hep kaçarak zafer kazandınız ne de olsa. bana dokunmayan yılan kırk yıl yaşasın mantığı hüküm sürdü yaşamınızda. sakın şimdi yok öyle bir şey, vesaire gibi söylemlerin arkasına sığınmayın. dürüst olun! zira popolarınız halen rahat ve keyifli bir şekilde hüküm sürmekteyse ve oturduğunuz zemin poponuzun altından kaymıyorsa, hep bu sayede… bu arada istisna kardeş, sen bu sözleri üzerine zaten alınmamışsındır.

neyse devam edeyim.

sokak güvenli demiştim. hakikaten de öyle idi. diğer arkadaşlarıma haber vermek için freni boşalmış kamyon gibi koşturuyordum ki, ayağım bir taşa takıldı. yüz üstü yere kapaklandım. başım fena halde acıyor ve debisi çıldırmış bir nehir misali şarıl şarıl kanıyordu. neden sonra birisinin beni kolumdan kavrayarak ayağa kaldırmaya çalıştığını fark ettim.

-haydi, kalk evlat.

canımın yandığına mı üzüleyim yoksa mahallenin delisine yakalandığıma mı bilemiyordum. içimden bir ses kaç kurtul diye böğürüyor, kalbim deli gibi çarpıyordu. bu arada kalbim deli değil. bu bir mecazdır. altını çizmek isterim. ben hayatım da, o ana kadar yaşadığım ilk ve derin ikilemle boğuşurken, kendimi kadrolu delimizin kucaklarında buluveriyorum.

-evin ne tarafta?

ses yok. ağlayamıyorum bile. lakin bir şeyi fark ediyorum, o an benim için mühim bir şey bu. mahallemizin delisi bana bir şey yapmıyor. elimle sokağın köşesindeki evimizi işaret ediyorum. beni eve doğru taşıyor. çektiğim acı üst boyutlarda. ama merakım acımın yerini almış ve onu saf dışı bırakmış durumda. hafifçe başımı okşuyor. kapıya geliyoruz. zili çalıyor. annemin kapıya doğru geldiğini ayak seslerinden anlıyorum.

annem beni o halde mahallemizin delisinin kucağında görünce, panikliyor.

-ne oldu sana, ne oldu?

delimiz cevap veriyor.

-çocuk yere düştü ve başını çarptı hanımefendi. hastaneye götürsek iyi olur.

annem apar topar paltosunu üzerine geçiriyor. ayakkabılarını giyiyor ve dışarı fırlıyor.

annem önde, ben delimizin kucağında arkadan ilerliyoruz. annemin yoldan geçen arabalara el işareti yaptığını görüyorum. ama nafile hiçbir araba durmuyor. korunaklı mahallemizden kimse ortalarda yok. annem panik halde oraya buraya sesleniyor.

sonra nasıl oluyor, ne oluyor kucak değiştirdiğimi fark ediyorum. bir arabanın içerisindeyiz. annemin kucağındayım. az kaldı birazdan hastaneye varacağız diye fısıldıyor bana.

ben o hastaneden başımda altı dikiş ile çıktım. ama asıl mesele bu değil. asıl mesele benim o hastaneden tüm ön yargılardan sıyrılarak çıkmış olmamdır.

sizlerin deli dediğiniz adam yetiştirdi beni o hastaneye. sonra öğrendim. beni annemin kucağına bırakıp, yolun ortasında durmuş. arabanın birini bu şekilde durdurmuş. o araba ile gitmişiz hastaneye.

o olaydan sonra mahallemizin delisi benim için turgut ağabey oldu. onun turgut ağabey olduğu zamanlara da geleceğiz ama önce sizinle aramızdaki meseleyi çözelim.

söylediğim gibi bir fanusun içindesiniz. size garip gelen insanlara farklı etiketler yapıştırıyorsunuz. farklı farklı canavarlar yaratıyor ve bunlardan korkuyorsunuz. oysa asıl canavarlar sizlersiniz. ortalama insan dediğimiz sizler.

sevgisi vasati kırk çöp olan, çakma korkuların hükümdarı, dâhiyane nefretin mucidi hepinizi deliler öpsün…

bana bir şey olmasın...

istisna bey / istisna hanım sizlere de bir şey olmasın.
devamını gör...

kakao, bir hidrofob maddedir. yani suyu sevmez. kakaoyu bir kaşıkla suya daldırdığınız zaman, bozulmadan geri çıkarırsanız ıslanmadığını görebilirsiniz. bu hidrofob maddelerin genel bir özelliğidir, ıslanma yüzdeleri çok çok düşüktür.
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim