1.
olmadık yerde, umulmadık anda karşımıza çıkan ve ister istemez insanı şaşkına çeviren her şey...
devamını gör...
2.
mesela rastgele gidilmiş olan bir otelde herhangi bir tanıdığa rastlamak.
devamını gör...
3.
gece vakti eve dönerken alkolün de etkisiyle çişim geldi. iki sokak ötede evim ama nasıl sıkıştım. etrafı kesiyorum bir yandan gelen geçen var mı sokak kalaba mı, millet camda balkonda mı diye. en son bozdum niyeti ağaçlıkların arasına doğru hafif girdim. çalılar benim yaklaşmamla hareket etti ama ben alkole bağlıyorum bi yandan da gülüyorum. tam açtım fermuarı biri kuvvetlice ''öhö'' dedi. bi an durakladım, bir iki adım geri gidip diğer tarafa doğru yöneldim. baktım bu taraftaki çalılık ses çıkartmıyor tamam dedim fırsat bu fırsat. işimi gördüm ve geri dönerken sokağa, az önce bana öksüren çalı sokağa çıkmış, sarmaş dolaş öpücüklerle bir kıza veda ediyor. kim ki bunlar diye bi an göz ucuyla baktım kız benim üst komşu, elemanı ise çıkartamadım. ''evi var arabası var hala çalıların arasında iş pişirme derdinde'' diye hayıfladım. sonra aklıma takıldı bu bir çeşit fantezi miydi acaba diye düşünmeye başladım.
apartman girişine geldiğimde anahtarın sesine ayak sesleri de karışmaya başladı. acele etmeden sakince anahtarlarımı çıkarttım, başımı geriye çevirdim ve az önce koklaşarak ayrılmak üzere olan çift apartmanın girişinde. kızın kafa önde ama eleman her an beni kapmaya hazır yay gibi, bana dikmiş gözlerini tehditvâri bir ifadeyle sorguluyor adeta. kapıyı açıp içeri girdiğimde bu sefer de apartmanın içinde vedalaşmaya başladılar. asansör sırasında ben, üst komşum ve tehditkâr eleman. derdi ne ki bunun bi durup dinleyeyim dedim asansör geldiğinde kıza yol verdim ''siz çıkın ben sonrakine binerim''
asansörün kapısı kapandığı gibi omzumda bir el beni kendine doğru çevirdi, küçümser bir şekilde '' bamyanı getirip ağzımıza sokacaktın az daha'' dedi. normalde sözlü sataşmalara pek aldırmam, kontralarım iyidir ama ortamın verdiği gerginlikten midir, kafamın güzelliğinden midir yoksa elemana uyuz olmamdan mıdır bilinmez kendimden beklenmeyen bir çeviklikle kafa attım. az buçuk bildiğim kadarıyla burnuna vurmam gerekiyordu ama ben çenesine vurdum. merdivenlerden çıkmak için hızlı adımlarla ilerlerken arkamdan ettiği küfürlerle apartman inliyordu. dedim bu sinirle bu eleman beni yer, kaç oğlum prada.
3. kattaki daireme daha çok vardı ve küfürler yaklaşıyordu. bazı dairelerin önündeki saksılara takıldı gözüm. isabet ettirip ettiremeyeceğimi düşünerek saksının birini elime almamla dairenin kapısının açılması bir oldu. 5 numaralı dairenin güzeller güzeli, gıyabında ''kadınım'' dediğim pakize korku dolu gözlerle bana bakıyordu. ''başım belada, girebilir miyim?''
bir köpeği olduğunu ara sıra gelen havlama seslerinden tahmin ediyordum ama kafamda hep ufak ya da golden tarzı bi köpek canlanıyordu. köpeği görünce içeri girme fikrimin pek iyi bir fikir olmadığını düşündüm. dışarıda saksım vardı en azından ama içeride beni bu cerberusa karşı koruyabilecek hiçbir şey ilişmedi gözüme. pakize zaten panik halde beni konuşturmaya çalışıyor, kapının dışında küfürler dıuyuluyor, karşımda cerberus hırıltılı bir şekilde beni süzüyor. ben ise stun yemiş dazzle gibi sırıtarak olanı biteni kafamda evirip çevirip kelimelere dökmeye çabalıyordum. çok geçmeden üst komşu kızının da sesi gelmeye başladı. apartman ayaklanmış hem elemanı sakinleştirmeye çalışıyordu hem de beni arıyordu. ''sakla beni pakize, hem dışarıdakilerden hem içeridekilerden''
yeterince uzun kaldığıma kanaat getirince kafamı çıkarttım musluğun altından. kulaklarıma kaçan suyu temizlemek için bir şey aradım pakize'nin banyosunda, bulamadım. üstüm başım ıslak, kulaklarım uğultulu ve başım ağrıya ağrıya pakize'yi aramaya koyuldum evin içinde. cerberus geldi bir an aklıma salonda olmadığını farkedince orada oturmaya başladım. gözlerim hafif kapanıyor, uykuya direnmek için kendimi zorluyordum. sallandığımı hissettim ve son bi gayretle ayağa kalkıp silkelenmek istedim. elimi boşluğa savurduğumda pakize oradaydı. elimden tuttu, yanıma oturup ''daha iyi misin?'' dedi. olanı biteni kaymış ağzımla olabildiğince anlaşılacak bir şekilde anlattım. burnuma kahve kokusu geliyordu ama kahveyi göremiyordum.
sabah uyandığımda pakize'nin salonundaydım. aynı kahve kokusunu tekrar duyuyor ama ortalıkta kahve göremiyordum. bu sefer pakize de yoktu. üstüm başım kusmuk içinde, gömleğimin düğmelerinden bazıları kopuk, kravatımın düğümü leblebi gibi olmuş bir halde ayağa kalktım. şeker hastalığımın olduğunu düşündürecek şekilde gözüm karardı ve kalktığımdan daha hızlı kanepeye geri oturdum. ellerimi başımın arasına aldım sanki dönmesini durdurabilirmişim gibi. bir süre sonra pakize yanıma geldi, hem kızgın hem acıyan bir ifadeyle ''bir daha o kadar içme'' dedi.
anlattım sakin sakin tekrar dün geceyi, o da bana anlattı temizlediği kusmukları, ona ilan-ı aşk itirafımı, köpeğine sarılıp yatma konusundaki ısrarımı. başımı kaldırdığımda o kahve dolu kupanın deseni o kadar tanıdık o kadar aşinaydı ki bana nasıl tarif etsem sanki benim olan bir şeydi ve benden alınmış gibi hissettim. acınası benliğime bakarak ağlamaya başladım. başımda da sarılıp yatmaya çalıştığım, kafam güzelken cerberus sandığım doberman. bu sefer içli içli bakıyordu sanki bana.
evime geldiğimde daire kapımda bir not asılıydı. ''kanla mı yazdı acaba'' diye düşünürken apartman aidat makbuzu olduğunu anladım. o makbuzu nereye koydum tam bilmiyorum ama hala arada sırada olmayacak zamanlarda evrak karıştırırken, ayakkabılarımı ararken, kravatımı bağlarken karşıma çıkıyor. ''ekim ayı aidatı 140 tl.''
apartman girişine geldiğimde anahtarın sesine ayak sesleri de karışmaya başladı. acele etmeden sakince anahtarlarımı çıkarttım, başımı geriye çevirdim ve az önce koklaşarak ayrılmak üzere olan çift apartmanın girişinde. kızın kafa önde ama eleman her an beni kapmaya hazır yay gibi, bana dikmiş gözlerini tehditvâri bir ifadeyle sorguluyor adeta. kapıyı açıp içeri girdiğimde bu sefer de apartmanın içinde vedalaşmaya başladılar. asansör sırasında ben, üst komşum ve tehditkâr eleman. derdi ne ki bunun bi durup dinleyeyim dedim asansör geldiğinde kıza yol verdim ''siz çıkın ben sonrakine binerim''
asansörün kapısı kapandığı gibi omzumda bir el beni kendine doğru çevirdi, küçümser bir şekilde '' bamyanı getirip ağzımıza sokacaktın az daha'' dedi. normalde sözlü sataşmalara pek aldırmam, kontralarım iyidir ama ortamın verdiği gerginlikten midir, kafamın güzelliğinden midir yoksa elemana uyuz olmamdan mıdır bilinmez kendimden beklenmeyen bir çeviklikle kafa attım. az buçuk bildiğim kadarıyla burnuna vurmam gerekiyordu ama ben çenesine vurdum. merdivenlerden çıkmak için hızlı adımlarla ilerlerken arkamdan ettiği küfürlerle apartman inliyordu. dedim bu sinirle bu eleman beni yer, kaç oğlum prada.
3. kattaki daireme daha çok vardı ve küfürler yaklaşıyordu. bazı dairelerin önündeki saksılara takıldı gözüm. isabet ettirip ettiremeyeceğimi düşünerek saksının birini elime almamla dairenin kapısının açılması bir oldu. 5 numaralı dairenin güzeller güzeli, gıyabında ''kadınım'' dediğim pakize korku dolu gözlerle bana bakıyordu. ''başım belada, girebilir miyim?''
bir köpeği olduğunu ara sıra gelen havlama seslerinden tahmin ediyordum ama kafamda hep ufak ya da golden tarzı bi köpek canlanıyordu. köpeği görünce içeri girme fikrimin pek iyi bir fikir olmadığını düşündüm. dışarıda saksım vardı en azından ama içeride beni bu cerberusa karşı koruyabilecek hiçbir şey ilişmedi gözüme. pakize zaten panik halde beni konuşturmaya çalışıyor, kapının dışında küfürler dıuyuluyor, karşımda cerberus hırıltılı bir şekilde beni süzüyor. ben ise stun yemiş dazzle gibi sırıtarak olanı biteni kafamda evirip çevirip kelimelere dökmeye çabalıyordum. çok geçmeden üst komşu kızının da sesi gelmeye başladı. apartman ayaklanmış hem elemanı sakinleştirmeye çalışıyordu hem de beni arıyordu. ''sakla beni pakize, hem dışarıdakilerden hem içeridekilerden''
yeterince uzun kaldığıma kanaat getirince kafamı çıkarttım musluğun altından. kulaklarıma kaçan suyu temizlemek için bir şey aradım pakize'nin banyosunda, bulamadım. üstüm başım ıslak, kulaklarım uğultulu ve başım ağrıya ağrıya pakize'yi aramaya koyuldum evin içinde. cerberus geldi bir an aklıma salonda olmadığını farkedince orada oturmaya başladım. gözlerim hafif kapanıyor, uykuya direnmek için kendimi zorluyordum. sallandığımı hissettim ve son bi gayretle ayağa kalkıp silkelenmek istedim. elimi boşluğa savurduğumda pakize oradaydı. elimden tuttu, yanıma oturup ''daha iyi misin?'' dedi. olanı biteni kaymış ağzımla olabildiğince anlaşılacak bir şekilde anlattım. burnuma kahve kokusu geliyordu ama kahveyi göremiyordum.
sabah uyandığımda pakize'nin salonundaydım. aynı kahve kokusunu tekrar duyuyor ama ortalıkta kahve göremiyordum. bu sefer pakize de yoktu. üstüm başım kusmuk içinde, gömleğimin düğmelerinden bazıları kopuk, kravatımın düğümü leblebi gibi olmuş bir halde ayağa kalktım. şeker hastalığımın olduğunu düşündürecek şekilde gözüm karardı ve kalktığımdan daha hızlı kanepeye geri oturdum. ellerimi başımın arasına aldım sanki dönmesini durdurabilirmişim gibi. bir süre sonra pakize yanıma geldi, hem kızgın hem acıyan bir ifadeyle ''bir daha o kadar içme'' dedi.
anlattım sakin sakin tekrar dün geceyi, o da bana anlattı temizlediği kusmukları, ona ilan-ı aşk itirafımı, köpeğine sarılıp yatma konusundaki ısrarımı. başımı kaldırdığımda o kahve dolu kupanın deseni o kadar tanıdık o kadar aşinaydı ki bana nasıl tarif etsem sanki benim olan bir şeydi ve benden alınmış gibi hissettim. acınası benliğime bakarak ağlamaya başladım. başımda da sarılıp yatmaya çalıştığım, kafam güzelken cerberus sandığım doberman. bu sefer içli içli bakıyordu sanki bana.
evime geldiğimde daire kapımda bir not asılıydı. ''kanla mı yazdı acaba'' diye düşünürken apartman aidat makbuzu olduğunu anladım. o makbuzu nereye koydum tam bilmiyorum ama hala arada sırada olmayacak zamanlarda evrak karıştırırken, ayakkabılarımı ararken, kravatımı bağlarken karşıma çıkıyor. ''ekim ayı aidatı 140 tl.''
devamını gör...
4.