1.
devamını gör...
2.
yunan uygarlığı bize ilk olarak homerosçu şiirlerde seslendiğinde, gelişiminin ileri bir aşamasında olmasına rağmen, böyle bir yorgun bilgelik ve ona eşlik eden şüphelerden hâlâ çok uzaktır. şair ile onun kahramanları yaşamın kederleri ve dertleri söz konusu olduğunda, hem yaşamın münferit iniş çıkışlarında hem de toplam eğiliminde, canlı bir hisle konuşurlar.
öte yandan, hayattan tamamen vazgeçmek homeros’ta hiç kimsenin aklının ucundan geçmez. yaşamın neşesi ve mutluluğuna dair bir şeyden açıkça bahsedilmez ama bunun nedeni böyle şeylerin yükselmekte olan zinde bir halk için apaçık olmasıdır. koşulların hiçbir zaman karmaşık olmadığı, mutluluğun tüm şartlarının etkinlik ile hazda güçlü olanların payına kolaylıkla düştüğü bir halktır. homerosçu dünya, yalnızca kuvvetli, akıllı ve güçlüler için düzenlenmiştir. bu dünya üzerindeki yaşam ve varoluş elbette onlara aittir. zaten tüm iyi şeylerin elde edilmesinin vazgeçilmez bir koşuludur.
dünyadaki yaşamımızı takip edecek ölüm durumu söz konusu olduğunda, kimsenin onu yaşamla karıştırma tehlikesi yoktur. hades’teki akhilleus odysseus’a “ballandırma bana ölümü!” demiştir. şair, eğer mevcut dünyadaki hayatın sona erişinden sonraki durumun gerçek hayat olduğuna ikna etmeye çalışsaydı, ona her homerosçu insanın vereceği yanıt böyle olurdu. hiçbir şey ölüm ve hades’in kapıları kadar nefret uyandırmazdı. zira ölüm kapıyı çaldığında, ardından ne gelirse gelsin, güneşin şavkı altındaki tatlı yaşamımızın bitmiş olduğu kesindir.
fakat onun ardından gelen nedir? yaşam, cansız bedenden ilelebet ayrılınca ne olur?
son zamanlarda olduğu gibi, homerosçu şiirlerin gelişiminin herhangi bir aşamasında, ölüm anı ile birlikte her şeyin sona erdiği, ölümden sonra hiçbir şeyin devam etmediği inancının bulunabileceğini öne sürmek tuhaftır. her iki şiirde (belki en eski kısımlarında bulunabilecek) herhangi bir ifade ya da şairin anlamlı sessizliği, böyle bir tasavvuru şaire veya çağdaşlarına atfetme hakkını bize vermez. ölüm vakasından bahsedilen her yerde, ölünün (ki hâlâ adıyla anılır)
yahut onun “psykhe”sinin hızlıca hades’in evine, hades ile persephone’nin diyarına gittiği, yerin altındaki karanlığa, erebos’a indiği veya daha müphem bir şekilde, yerin içine gömüldüğü anlatılır. her halükârda, kasvetli derinliklere girebilecek bir şey bir hiçlik olamaz ve hades ile persephone’nin yerin altında var olmayan şeyler üzerinde hüküm sürdüğü varsayılabilir.
ama bedenin yaşamı boyunca fark edilmeyen, sadece bedenden “ayrıldığında” gözlemlenebilir olan ve “görünmez”in (aïdes) loş gölgelerinde toplanmış hemcinslerinin kalabalığına katılmak üzere süzülen bu psykhe’yi nasıl düşünmek gerekir?
ismi, birçok dilde “ruh”a verilen isimler gibi, hava ve soluk benzeri bir şeye işaret eder ve kendini yaşayan insanın nefes alışında gösterir. ağızdan (veya ölüm döşeğindekinin açık yarasından) kaçar, hapishanesinden kurtulduktan sonra artık ismiyle müsemma bir “suret” (eidōlon) olur. anlatıda: odysseus, hades’in kıyılarında “yeryüzünde bitip tükenmişlerin suretlerini” görür. duman veya bir gölge gibi, yaşayanların ellerinden kayıp giden maddi olmayan bu suretler en azından bir zamanlar yaşamış olan kişinin genel hatlarını tanınabilir bir şekilde sunuyor olmalıdır. odysseus, böyle bir “gölge-suret” olarak annesi antikleia’yı, henüz ölmüş olan elpenor’u ve troya savaşı’nda ondan önce göçmüş olan arkadaşlarını hemen tanır. akhilleus’a gece gözüken patroklos’un psykhe’si kesinlikle ölü adama boy, fiziksel görünüş ve ifade şekli bakımından benzemektedir.
kendisini insandan ölüm anında ayıran ve süzülerek uçuşan insanın bu gölgeli ikizinin doğasını, sahip olmadığı nitelikleri tespit ettiğimiz takdirde anlayabiliriz.
homerosçu inancın “psykhe”si, sanılabileceği gibi “beden”e karşı “zihin” [geist] (geist ile psykhe arasındaki ayrımlar başka bir konuyu oluşturur) olarak adlandırmaya alışık olduğumuz şeyi temsil etmez. en geniş anlamda “insan zihninin tüm yetileri” (homeros’un bunlar için muazzam bir sözcük dağarcığı vardır), sadece insan hâlâ hayatta iken aktiftir ve mümkündür. ölüm geldiğinde, kişilik bütünüyle yok olur. beden yani ceset, artık sadece “hissiz bir toprağa” dönüşür ve psykhe dokunulmadan kalırken, o paramparça olur. ancak, nasıl ceset “zihnin” ve “zihnin yetilerinin” sığınağı değilse, “psykhe” de hiçbir şekilde onun sığınağı değildir. psykhe, histen yoksun, zihin ve zihinsel işlevler tarafından terk edilmiş olarak tasvir edilir. irade, duyumsama ve düşüncenin tüm gücü, insanın parçalar halinde ayrışmasıyla ortadan kaybolmuştur. “zihnin” işlevlerini psykhe’ye atfetmek şöyle dursun, ikisi arasında bir karşıtlıktan söz etmek daha makuldür. sadece “psykhe” insanın içinde kaldığı sürece, insan kendisinin bilincinde ve akıllı bir şekilde faal olan canlı bir varlıktır.
ancak, insan yetilerini ileten ve ona bilinç, irade ve bilgi ile birlikte yaşam kapasitesi veren şey “psykhe” değildir. daha ziyade, psykhe ve beden birliği esnasında, tüm yaşam ve hareket yetileri, işlevleri oldukları bedenin kapsamı içinde yer alırlar. psykhe’nin varlığı olmadan, beden algılamaz, hissedemez veya iradesini kullanamaz. fakat bunları ya da herhangi bir yetisini psykhe aracılığıyla kullanmaz. homeros, böyle bir işlevi, yaşayan insandaki psykhe’ye hiçbir şekilde atfetmez. aslında, yalnızca yaşayan insandan ayrılması yakın olduğunda veya bu gerçekleştiği zaman ondan bahsedilir. bedenin “gölge-hayaleti” olarak, bedenden ve bedenin tüm yaşamsal güçlerinden sonra varlığını devam ettirir.
bazılarının genellikle yaptığı gibi, canlı beden ile onun sureti olan “psykhe” arasındaki bu gizemli ilişkide, “gerçek” insanın hangisi olduğunu soracak olursak, homeros’un aslında çelişkili yanıtlar verdiğini görürüz. hiç de nadir olmayan bir sıklıkla (ılias’ın ilk satırlarında) “insanın kendisi” olarak maddi bedenin psykhe’den farkı vurgulanır. dolayısıyla, “psykhe” her halükârda canlı bedenin bir organı ya da parçası olamaz. bundan başka, ölümüyle beraber hades diyarına giden kişi de gerçek adıyla “kendisi” olarak anılır. burada “gölge şeklindeki psykhe”ye (zira hades’e başka hiçbir şey inemez) kişiliğin adının ve değerinin, insanın “benliğinin” yüklendiği anlamına gelir. ancak bu ifadelerden yola çıkıp ya bedenin ya da psykhe’nin “gerçek insan” olması gerektiği sonucunu çıkaranlar, her iki durumda da, kayıtlı kanıtların yarısını açıklamadan çıkarmış veyahut açıklamadan bırakmış olurlar. ön yargısız olarak ele alındığında, görünüşte çelişkili olan bu ifade biçimleri, hem görünen insanın (beden ve bedenin yetileri) hem de onun içinde ikamet eden psykhe’nin, insanın “benliği” olarak tanımlanabileceğini kanıtlamaktadır. homerosçu görüşe göre, insanlar iki kez var olurlar: bir kez dışsal ve görülebilir bir şekilde, bir kez de ölümde özgürlüğünü kazanan görünmez bir “suret” olarak. “psykhe” bundan başka bir şey değildir.
böyle bir tasavvur, psykhe’nin canlı ve tam bilinçli kişilikle birlikte bir “yabancı” , insanın daha cılız bir ikizi, “öteki-beni” gibi yaşaması, düşünme kabiliyetini artırabilmiş olanlara tuhaf gelebilir. “fakat bu, dünyadaki “yabani halkların” aslında hâlâ inandıkları şeydir demiştir kimi yazarlar.” evet öyledir, kavranması bu noktada biraz kolaylaşır. antik yunan’dakileri sözü edilen sonuca götüren şeyler: uyanık ve bilinçli insandaki duyumsama, irade, algı veya düşünce olgusu değildi. insanda “çifte yaşam” ilkesi olduğu ve gündelik yaşamın görünür benliğinin içinde ikamet eden bağımsız, ayrı “ikinci bir benlik” olduğu çıkarımına yol açan şey; rüya, bayılma ya da vecd esnasında, ikinci bir benliğin deneyimlenmesiydi. bunun için, daha sonraki dönemlerden birkaç yunan yazarın, homeros’tan daha açık bir şekilde psykhe’nin doğasını tasvir eden ve aynı zamanda da böyle bir varlığa olan inancın kaynağını görmemizi sağlayan sözleri görmemiz yeterlidir.
pindaros, bedenin her şeye gücü yeten ölüm’e itaat ettiğini, ancak canlı mahlukun suretinin yaşamaya devam ettiğini söyler. bu durumun nedeni tanrılardır. elbette “homerosçu” bir inanç değildir, zira uzuvlar aktifken uyur ama beden uykudayken, çoğu zaman bir rüya sırasında “geleceği” bildirir. uyanık ve bilinçli insanın faaliyetlerinde, “suret-ruhun” hiçbir rol oynamadığı daha açık ifade edilemezdi. onun dünyası, uyku dünyasıdır.
kendisinin bilincinde olmayan öteki “ben” ise, ikizi ayakta ve aktifken, uykudadır. başka bir deyişle, uyuyan kişi bedeni uykuyla sarılı ve hareketsiz iken, rüyasında yaşar, birçok garip ve harika şey görür. bunu yapan “kendisidir” ama kendisi ve başkaları tarafından görülen, bilinen “benliği” değil. burada duyumsamanın ötesindeki ölüm gibi, hareketsiz yatmaktadır. mantık dizgesi takip edildiğinde, bir insanın içinde rüyada aktive olan ikinci bir benlik yaşadığı sonucu çıkar. rüya deneyimlerinin homeros için sahici gerçeklikler olduğu ve boş hayaller olmadığı da kesindir. daha sonraki şairlerin sık sık dedikleri gibi, rüya görenin bunu ya da şunu gördüğünü, düşündüğünü asla söylemez. rüyalarda görülen figürler gerçek figürlerdir. ya tanrıların kendilerine aittir ya da onlar tarafından gönderilen bir “rüya daimonu”na veya bir an için ortaya çıkmasına izin verdikleri bir “suret”e (eïdolon). rüya görenin, “görü kapasitesi” sadece bir hayal olmadığı gibi, gördüğü nesneler de bir gerçekliktir. aynı şekilde, uyuyan bir insana yeni ölmüş bir kişinin şekli olarak görünen şey gerçektir.
böyle bir şekil, kendini rüya gören birine gösterebildiğine göre “zorunlu olarak” var olmalıdır. dolayısıyla, ölümden sonra var olmaya devam ederler ancak elbette yalnızca nefese benzeyen bir suret olarak, kendi yüzümüzün suya yansıyışını görmemiz gibi. gerçekten de, bu hava benzeri “töz” , bir zamanlar görünen benlik gibi kavranamaz ya da tutulamaz, ki adı da buradan gelir: psykhe. insanın böyle bir ikizi olduğu şeklindeki çok eski argüman, “ölü arkadaşı” ona rüyasında göründüğünde ve sonra tekrar ortadan kaybolduğunda, akhilleus’un kendisi tarafından yinelenir. hades’in evinde hakikaten hâlâ (insanın) bir psykhe’si, gölge biçimindeki bir sureti yaşar ama “phrēn”i (canı, canlılık bulgusu) yoktur (dolayısıyla, görünür insanı muhafaza eden yetilerden hiçbiri bulunmaz). o halde, rüya gören kişi ve rüyasında gördüğü şey, insanda bir “öteki-ben”in varlığının vurgulandığını kanıtlar. bununla birlikte, “ikinci ben” rüya deneyimleriyle meşgul olmadan da, insanın ölüme benzeyen bir hareketsizliğe maruz kaldığını gözlemler.
bu tür “baygınlık” anlarında, yunan düşüncesine ve bizzat homerosçu ifadeye göre, “pskyhe” bedeni terk etmiştir. peki nereye gitmiştir? hiç kimse bilemez. fakat bu seferlik geri gelir ve hemen ardından “zihin tekrar diyaframda toplanır.” eğer, ölüm durumunda olduğu gibi “psykhe” görünür bedenden tamamen ayrılacak olursa, o zaman “zihin” asla geri dönmeyecektir. ama bedenden geçici ayrılmalarla yok olmayan psykhe, şimdi bir hiçliğe uçup gitmez. bu noktaya gelmek, “ilkel mantığın” dünyanın her yerinde bizi ulaştıracağı sonuçların aynılarına götürür. ancak şimdi, özgürlüğüne kavuşmuş olan psykhe’nin nereye gittiğini sormamız lazım? ona ne olur?
the undiscovered country - keşfedilmemiş ülkenin girişi ortaya çıkar ve girişinde tam bir yol ayrımı olduğu görülebilir. geri kalmış yahut yabani halklar, bedenden ayrılmış “ruhlar”a (seelen) sınırsız güçler atfetmeye alışkındırlar. bu güçler, görülmedikleri için daha da ürkütücüdür.
nitekim, tüm görünmez kuvvetleri kısmen “ruhların” eylemlerine bağlarlar ve korkuyla söz konusu güçlü ruhani varlıkların (geisterwesen) lütuflarını ellerinden gelen en zengin sunularla kazanmak için uğraşırlar. homeros ise aksine, psykhe’nin görünür - zahiri dünyaya uyguladığı herhangi bir etkiden ve dolayısıyla bir psykhe kültünden tamamen habersizdir. ruhlar (yanlış anlaşılmaya yol açmadan, onları bu şekilde adlandırmaya çalışırsam) böyle bir tesire nasıl sahip olabilirlerdi? bunlar, istisnasız hades ülkesinde toplanmışlardır. yaşayan insanlardan çok uzakta, onlardan okenaos ve akheron ile ayrılarak, amansız tanrının kendisi, geçit vermez bekçi tarafından gözetim altında tutulmaktadırlar.
yalnızca “odysseus” gibi efsanevi bir kahraman ve belki bir kereliğine, bu karanlık ülkenin girişine canlı olarak ulaşabilir, ruhların kendileri bir kez nehri geçtikten sonra asla geri dönmezler. patroklos’un ruhu, dostunu böyle temin eder. peki oraya nasıl varırlar? anlaşılan o ki, bedeni terk etmesinin ardından, ruh isteksizce ve “yazgısından şikayetçi olarak” ama yine de direnmeden hades’e uçup gider. bedenin ateş tarafından yok edilmesinden sonra, ilânihaye kalacağı erebos’un derinliklerinde kaybolur.
“ölülerin rehberi” hermes’i odysseia’ya koyan, ona son dokunuşları yapan sonraki bir şairdi. bu, şairin bir icadı mıydı yoksa daha büyük olasılıkla göründüğü gibi, yunan diyarının uzak bir köşesindeki eski halk inanışlarından mı ödünç alınmıştı? her şekilde, sıkı sıkıya kapalı homerosçu muhayyile çemberinde bir yeniliktir ve hatta önemli bir yeniliktir. görünen o ki, gerçekten tüm ruhların hades’in evine mutlaka uçup gitmesi gerekip gerekmediğine dair şüphe ortaya çıkmıştır ve sihirli, ikna edici “çağrılar”ının yanı sıra büyülü asasının gücüyle, kendisini takip etmeye zorlayan bir ilahi rehber tahsis edilir onlara. (ölülere dair şunu okuruz “ou gar eti sarkas te kai ostea ines ekhousin” kirişler artık dokuları, kemikleri tutmaz olur). onlar, hades’in daimonlarıdır, gerçek anlamda yaşamlarını yitirmiş olanların “ruhlarıdır” (seelen). aşağıya ve yeni ölmüş insanların ruhlarını ruhlar diyarına (seelenreiche) havada gezinen bu hayalet ruhların (seelengeister) alıp götürmesi son derece anlaşılabilir bir tasavvurdur. ancak homeros’ta sadece basmakalıp bir ifade böyle bir tasavvurun soluk hatırasını korur.
“psykhe” yani bizim bugün yanlış anladığımız anlamda “ruh” denen şey antik yunan’da ortaya çıkmış ve semavi dinlerdeki anlatılara birtakım değişimler geçirerek eklemlenmiştir. bununla da kalmamış, esasında, bilincin kendisiyle ve bilinç aracılığıyla ortaya çıkan zihinsel fonksiyonların durumlarıyla ilgilenmesi gereken, bugün “bilim” olarak anılan birtakım disiplinlerin isimleri “psykhe”den ilhamla, epey mistisizm kokan bir yaklaşımın etkisiyle belirmiştir: psikiyatri ve psikoloji.
öte yandan, hayattan tamamen vazgeçmek homeros’ta hiç kimsenin aklının ucundan geçmez. yaşamın neşesi ve mutluluğuna dair bir şeyden açıkça bahsedilmez ama bunun nedeni böyle şeylerin yükselmekte olan zinde bir halk için apaçık olmasıdır. koşulların hiçbir zaman karmaşık olmadığı, mutluluğun tüm şartlarının etkinlik ile hazda güçlü olanların payına kolaylıkla düştüğü bir halktır. homerosçu dünya, yalnızca kuvvetli, akıllı ve güçlüler için düzenlenmiştir. bu dünya üzerindeki yaşam ve varoluş elbette onlara aittir. zaten tüm iyi şeylerin elde edilmesinin vazgeçilmez bir koşuludur.
dünyadaki yaşamımızı takip edecek ölüm durumu söz konusu olduğunda, kimsenin onu yaşamla karıştırma tehlikesi yoktur. hades’teki akhilleus odysseus’a “ballandırma bana ölümü!” demiştir. şair, eğer mevcut dünyadaki hayatın sona erişinden sonraki durumun gerçek hayat olduğuna ikna etmeye çalışsaydı, ona her homerosçu insanın vereceği yanıt böyle olurdu. hiçbir şey ölüm ve hades’in kapıları kadar nefret uyandırmazdı. zira ölüm kapıyı çaldığında, ardından ne gelirse gelsin, güneşin şavkı altındaki tatlı yaşamımızın bitmiş olduğu kesindir.
fakat onun ardından gelen nedir? yaşam, cansız bedenden ilelebet ayrılınca ne olur?
son zamanlarda olduğu gibi, homerosçu şiirlerin gelişiminin herhangi bir aşamasında, ölüm anı ile birlikte her şeyin sona erdiği, ölümden sonra hiçbir şeyin devam etmediği inancının bulunabileceğini öne sürmek tuhaftır. her iki şiirde (belki en eski kısımlarında bulunabilecek) herhangi bir ifade ya da şairin anlamlı sessizliği, böyle bir tasavvuru şaire veya çağdaşlarına atfetme hakkını bize vermez. ölüm vakasından bahsedilen her yerde, ölünün (ki hâlâ adıyla anılır)
yahut onun “psykhe”sinin hızlıca hades’in evine, hades ile persephone’nin diyarına gittiği, yerin altındaki karanlığa, erebos’a indiği veya daha müphem bir şekilde, yerin içine gömüldüğü anlatılır. her halükârda, kasvetli derinliklere girebilecek bir şey bir hiçlik olamaz ve hades ile persephone’nin yerin altında var olmayan şeyler üzerinde hüküm sürdüğü varsayılabilir.
ama bedenin yaşamı boyunca fark edilmeyen, sadece bedenden “ayrıldığında” gözlemlenebilir olan ve “görünmez”in (aïdes) loş gölgelerinde toplanmış hemcinslerinin kalabalığına katılmak üzere süzülen bu psykhe’yi nasıl düşünmek gerekir?
ismi, birçok dilde “ruh”a verilen isimler gibi, hava ve soluk benzeri bir şeye işaret eder ve kendini yaşayan insanın nefes alışında gösterir. ağızdan (veya ölüm döşeğindekinin açık yarasından) kaçar, hapishanesinden kurtulduktan sonra artık ismiyle müsemma bir “suret” (eidōlon) olur. anlatıda: odysseus, hades’in kıyılarında “yeryüzünde bitip tükenmişlerin suretlerini” görür. duman veya bir gölge gibi, yaşayanların ellerinden kayıp giden maddi olmayan bu suretler en azından bir zamanlar yaşamış olan kişinin genel hatlarını tanınabilir bir şekilde sunuyor olmalıdır. odysseus, böyle bir “gölge-suret” olarak annesi antikleia’yı, henüz ölmüş olan elpenor’u ve troya savaşı’nda ondan önce göçmüş olan arkadaşlarını hemen tanır. akhilleus’a gece gözüken patroklos’un psykhe’si kesinlikle ölü adama boy, fiziksel görünüş ve ifade şekli bakımından benzemektedir.
kendisini insandan ölüm anında ayıran ve süzülerek uçuşan insanın bu gölgeli ikizinin doğasını, sahip olmadığı nitelikleri tespit ettiğimiz takdirde anlayabiliriz.
homerosçu inancın “psykhe”si, sanılabileceği gibi “beden”e karşı “zihin” [geist] (geist ile psykhe arasındaki ayrımlar başka bir konuyu oluşturur) olarak adlandırmaya alışık olduğumuz şeyi temsil etmez. en geniş anlamda “insan zihninin tüm yetileri” (homeros’un bunlar için muazzam bir sözcük dağarcığı vardır), sadece insan hâlâ hayatta iken aktiftir ve mümkündür. ölüm geldiğinde, kişilik bütünüyle yok olur. beden yani ceset, artık sadece “hissiz bir toprağa” dönüşür ve psykhe dokunulmadan kalırken, o paramparça olur. ancak, nasıl ceset “zihnin” ve “zihnin yetilerinin” sığınağı değilse, “psykhe” de hiçbir şekilde onun sığınağı değildir. psykhe, histen yoksun, zihin ve zihinsel işlevler tarafından terk edilmiş olarak tasvir edilir. irade, duyumsama ve düşüncenin tüm gücü, insanın parçalar halinde ayrışmasıyla ortadan kaybolmuştur. “zihnin” işlevlerini psykhe’ye atfetmek şöyle dursun, ikisi arasında bir karşıtlıktan söz etmek daha makuldür. sadece “psykhe” insanın içinde kaldığı sürece, insan kendisinin bilincinde ve akıllı bir şekilde faal olan canlı bir varlıktır.
ancak, insan yetilerini ileten ve ona bilinç, irade ve bilgi ile birlikte yaşam kapasitesi veren şey “psykhe” değildir. daha ziyade, psykhe ve beden birliği esnasında, tüm yaşam ve hareket yetileri, işlevleri oldukları bedenin kapsamı içinde yer alırlar. psykhe’nin varlığı olmadan, beden algılamaz, hissedemez veya iradesini kullanamaz. fakat bunları ya da herhangi bir yetisini psykhe aracılığıyla kullanmaz. homeros, böyle bir işlevi, yaşayan insandaki psykhe’ye hiçbir şekilde atfetmez. aslında, yalnızca yaşayan insandan ayrılması yakın olduğunda veya bu gerçekleştiği zaman ondan bahsedilir. bedenin “gölge-hayaleti” olarak, bedenden ve bedenin tüm yaşamsal güçlerinden sonra varlığını devam ettirir.
bazılarının genellikle yaptığı gibi, canlı beden ile onun sureti olan “psykhe” arasındaki bu gizemli ilişkide, “gerçek” insanın hangisi olduğunu soracak olursak, homeros’un aslında çelişkili yanıtlar verdiğini görürüz. hiç de nadir olmayan bir sıklıkla (ılias’ın ilk satırlarında) “insanın kendisi” olarak maddi bedenin psykhe’den farkı vurgulanır. dolayısıyla, “psykhe” her halükârda canlı bedenin bir organı ya da parçası olamaz. bundan başka, ölümüyle beraber hades diyarına giden kişi de gerçek adıyla “kendisi” olarak anılır. burada “gölge şeklindeki psykhe”ye (zira hades’e başka hiçbir şey inemez) kişiliğin adının ve değerinin, insanın “benliğinin” yüklendiği anlamına gelir. ancak bu ifadelerden yola çıkıp ya bedenin ya da psykhe’nin “gerçek insan” olması gerektiği sonucunu çıkaranlar, her iki durumda da, kayıtlı kanıtların yarısını açıklamadan çıkarmış veyahut açıklamadan bırakmış olurlar. ön yargısız olarak ele alındığında, görünüşte çelişkili olan bu ifade biçimleri, hem görünen insanın (beden ve bedenin yetileri) hem de onun içinde ikamet eden psykhe’nin, insanın “benliği” olarak tanımlanabileceğini kanıtlamaktadır. homerosçu görüşe göre, insanlar iki kez var olurlar: bir kez dışsal ve görülebilir bir şekilde, bir kez de ölümde özgürlüğünü kazanan görünmez bir “suret” olarak. “psykhe” bundan başka bir şey değildir.
böyle bir tasavvur, psykhe’nin canlı ve tam bilinçli kişilikle birlikte bir “yabancı” , insanın daha cılız bir ikizi, “öteki-beni” gibi yaşaması, düşünme kabiliyetini artırabilmiş olanlara tuhaf gelebilir. “fakat bu, dünyadaki “yabani halkların” aslında hâlâ inandıkları şeydir demiştir kimi yazarlar.” evet öyledir, kavranması bu noktada biraz kolaylaşır. antik yunan’dakileri sözü edilen sonuca götüren şeyler: uyanık ve bilinçli insandaki duyumsama, irade, algı veya düşünce olgusu değildi. insanda “çifte yaşam” ilkesi olduğu ve gündelik yaşamın görünür benliğinin içinde ikamet eden bağımsız, ayrı “ikinci bir benlik” olduğu çıkarımına yol açan şey; rüya, bayılma ya da vecd esnasında, ikinci bir benliğin deneyimlenmesiydi. bunun için, daha sonraki dönemlerden birkaç yunan yazarın, homeros’tan daha açık bir şekilde psykhe’nin doğasını tasvir eden ve aynı zamanda da böyle bir varlığa olan inancın kaynağını görmemizi sağlayan sözleri görmemiz yeterlidir.
pindaros, bedenin her şeye gücü yeten ölüm’e itaat ettiğini, ancak canlı mahlukun suretinin yaşamaya devam ettiğini söyler. bu durumun nedeni tanrılardır. elbette “homerosçu” bir inanç değildir, zira uzuvlar aktifken uyur ama beden uykudayken, çoğu zaman bir rüya sırasında “geleceği” bildirir. uyanık ve bilinçli insanın faaliyetlerinde, “suret-ruhun” hiçbir rol oynamadığı daha açık ifade edilemezdi. onun dünyası, uyku dünyasıdır.
kendisinin bilincinde olmayan öteki “ben” ise, ikizi ayakta ve aktifken, uykudadır. başka bir deyişle, uyuyan kişi bedeni uykuyla sarılı ve hareketsiz iken, rüyasında yaşar, birçok garip ve harika şey görür. bunu yapan “kendisidir” ama kendisi ve başkaları tarafından görülen, bilinen “benliği” değil. burada duyumsamanın ötesindeki ölüm gibi, hareketsiz yatmaktadır. mantık dizgesi takip edildiğinde, bir insanın içinde rüyada aktive olan ikinci bir benlik yaşadığı sonucu çıkar. rüya deneyimlerinin homeros için sahici gerçeklikler olduğu ve boş hayaller olmadığı da kesindir. daha sonraki şairlerin sık sık dedikleri gibi, rüya görenin bunu ya da şunu gördüğünü, düşündüğünü asla söylemez. rüyalarda görülen figürler gerçek figürlerdir. ya tanrıların kendilerine aittir ya da onlar tarafından gönderilen bir “rüya daimonu”na veya bir an için ortaya çıkmasına izin verdikleri bir “suret”e (eïdolon). rüya görenin, “görü kapasitesi” sadece bir hayal olmadığı gibi, gördüğü nesneler de bir gerçekliktir. aynı şekilde, uyuyan bir insana yeni ölmüş bir kişinin şekli olarak görünen şey gerçektir.
böyle bir şekil, kendini rüya gören birine gösterebildiğine göre “zorunlu olarak” var olmalıdır. dolayısıyla, ölümden sonra var olmaya devam ederler ancak elbette yalnızca nefese benzeyen bir suret olarak, kendi yüzümüzün suya yansıyışını görmemiz gibi. gerçekten de, bu hava benzeri “töz” , bir zamanlar görünen benlik gibi kavranamaz ya da tutulamaz, ki adı da buradan gelir: psykhe. insanın böyle bir ikizi olduğu şeklindeki çok eski argüman, “ölü arkadaşı” ona rüyasında göründüğünde ve sonra tekrar ortadan kaybolduğunda, akhilleus’un kendisi tarafından yinelenir. hades’in evinde hakikaten hâlâ (insanın) bir psykhe’si, gölge biçimindeki bir sureti yaşar ama “phrēn”i (canı, canlılık bulgusu) yoktur (dolayısıyla, görünür insanı muhafaza eden yetilerden hiçbiri bulunmaz). o halde, rüya gören kişi ve rüyasında gördüğü şey, insanda bir “öteki-ben”in varlığının vurgulandığını kanıtlar. bununla birlikte, “ikinci ben” rüya deneyimleriyle meşgul olmadan da, insanın ölüme benzeyen bir hareketsizliğe maruz kaldığını gözlemler.
bu tür “baygınlık” anlarında, yunan düşüncesine ve bizzat homerosçu ifadeye göre, “pskyhe” bedeni terk etmiştir. peki nereye gitmiştir? hiç kimse bilemez. fakat bu seferlik geri gelir ve hemen ardından “zihin tekrar diyaframda toplanır.” eğer, ölüm durumunda olduğu gibi “psykhe” görünür bedenden tamamen ayrılacak olursa, o zaman “zihin” asla geri dönmeyecektir. ama bedenden geçici ayrılmalarla yok olmayan psykhe, şimdi bir hiçliğe uçup gitmez. bu noktaya gelmek, “ilkel mantığın” dünyanın her yerinde bizi ulaştıracağı sonuçların aynılarına götürür. ancak şimdi, özgürlüğüne kavuşmuş olan psykhe’nin nereye gittiğini sormamız lazım? ona ne olur?
the undiscovered country - keşfedilmemiş ülkenin girişi ortaya çıkar ve girişinde tam bir yol ayrımı olduğu görülebilir. geri kalmış yahut yabani halklar, bedenden ayrılmış “ruhlar”a (seelen) sınırsız güçler atfetmeye alışkındırlar. bu güçler, görülmedikleri için daha da ürkütücüdür.
nitekim, tüm görünmez kuvvetleri kısmen “ruhların” eylemlerine bağlarlar ve korkuyla söz konusu güçlü ruhani varlıkların (geisterwesen) lütuflarını ellerinden gelen en zengin sunularla kazanmak için uğraşırlar. homeros ise aksine, psykhe’nin görünür - zahiri dünyaya uyguladığı herhangi bir etkiden ve dolayısıyla bir psykhe kültünden tamamen habersizdir. ruhlar (yanlış anlaşılmaya yol açmadan, onları bu şekilde adlandırmaya çalışırsam) böyle bir tesire nasıl sahip olabilirlerdi? bunlar, istisnasız hades ülkesinde toplanmışlardır. yaşayan insanlardan çok uzakta, onlardan okenaos ve akheron ile ayrılarak, amansız tanrının kendisi, geçit vermez bekçi tarafından gözetim altında tutulmaktadırlar.
yalnızca “odysseus” gibi efsanevi bir kahraman ve belki bir kereliğine, bu karanlık ülkenin girişine canlı olarak ulaşabilir, ruhların kendileri bir kez nehri geçtikten sonra asla geri dönmezler. patroklos’un ruhu, dostunu böyle temin eder. peki oraya nasıl varırlar? anlaşılan o ki, bedeni terk etmesinin ardından, ruh isteksizce ve “yazgısından şikayetçi olarak” ama yine de direnmeden hades’e uçup gider. bedenin ateş tarafından yok edilmesinden sonra, ilânihaye kalacağı erebos’un derinliklerinde kaybolur.
“ölülerin rehberi” hermes’i odysseia’ya koyan, ona son dokunuşları yapan sonraki bir şairdi. bu, şairin bir icadı mıydı yoksa daha büyük olasılıkla göründüğü gibi, yunan diyarının uzak bir köşesindeki eski halk inanışlarından mı ödünç alınmıştı? her şekilde, sıkı sıkıya kapalı homerosçu muhayyile çemberinde bir yeniliktir ve hatta önemli bir yeniliktir. görünen o ki, gerçekten tüm ruhların hades’in evine mutlaka uçup gitmesi gerekip gerekmediğine dair şüphe ortaya çıkmıştır ve sihirli, ikna edici “çağrılar”ının yanı sıra büyülü asasının gücüyle, kendisini takip etmeye zorlayan bir ilahi rehber tahsis edilir onlara. (ölülere dair şunu okuruz “ou gar eti sarkas te kai ostea ines ekhousin” kirişler artık dokuları, kemikleri tutmaz olur). onlar, hades’in daimonlarıdır, gerçek anlamda yaşamlarını yitirmiş olanların “ruhlarıdır” (seelen). aşağıya ve yeni ölmüş insanların ruhlarını ruhlar diyarına (seelenreiche) havada gezinen bu hayalet ruhların (seelengeister) alıp götürmesi son derece anlaşılabilir bir tasavvurdur. ancak homeros’ta sadece basmakalıp bir ifade böyle bir tasavvurun soluk hatırasını korur.
“psykhe” yani bizim bugün yanlış anladığımız anlamda “ruh” denen şey antik yunan’da ortaya çıkmış ve semavi dinlerdeki anlatılara birtakım değişimler geçirerek eklemlenmiştir. bununla da kalmamış, esasında, bilincin kendisiyle ve bilinç aracılığıyla ortaya çıkan zihinsel fonksiyonların durumlarıyla ilgilenmesi gereken, bugün “bilim” olarak anılan birtakım disiplinlerin isimleri “psykhe”den ilhamla, epey mistisizm kokan bir yaklaşımın etkisiyle belirmiştir: psikiyatri ve psikoloji.
devamını gör...