1.
senaryosu mahmut telci tarafından yazılan ve aynı isim tarafından yönetilen 11 dakikalık kısa film; 2020 yılında yayınlanmış iken filmin kadrosunda ise umut kızılkaya, yunus padir ve halit karaata gibi oyuncular rol almıştır.

ses çıkardığı ve gürültü yaptığı gerekçesiyle birbirleriyle geçinemeyen iki komşunun başına gelen trajik olayları konu edinmektedir.
metin ve sinan asla anlaşamayan, elinden gelse birbirini bir kaşık suda boğacak, birbirlerinden hazzetmediklerini her seferinde belli eden, ikisi de öfke problemi yaşayan tiplerdir.
bir gün komşusunun yaydığı seslere tahammülü kalmayan adam komşusunu paylamak için evine gider, ayak üstü tartışırlar ve başka bir komşunun ısrarı ile tartışmayı bitirirler, daha sonra deprem olur, ikisi de aynı enkazın ortasında mahsur kalır ve ikisi de sesinden nefret ettiği insanın sesine muhtaç kalır, yani birbirlerinin seslerine...
ölüm kalım savaşı verirken ön yargılarından da sıyrılır ve birbirlerini ilk defa anlamaya, dinlemeye, görmeye, sevmeye başlarlar, trajik anlarla film sona doğru yaklaşır gibidir.
filmin bana düşündürdüğü en önemli nokta şuydu;
sesinden, varlığından, her şeyinden nefret ettiğin, ya da nefret etmek yerine, sevmediğin insanın bazen sesine muhtaç kalabilirsin, sesinden nefret ederken gün gelir ona sesini duyurmak zorunda kalırsın, seni kurtaracak tek kişi de o veya onun sesi olur günün birinde.
konu ve oyunculuklar basit düzeyde olsa da sinematografik açıdan izlenebilir bir filmdi, bunun yanı sıra komşulardan birinin deprem anında aşık olduğu insanı düşünmesi ise filmin en hüzünlü detaylarındandı.
farkındalık, empati, hoşgörü gibi kavramlar üzerine düşündüren bir filmdi.

ses çıkardığı ve gürültü yaptığı gerekçesiyle birbirleriyle geçinemeyen iki komşunun başına gelen trajik olayları konu edinmektedir.
metin ve sinan asla anlaşamayan, elinden gelse birbirini bir kaşık suda boğacak, birbirlerinden hazzetmediklerini her seferinde belli eden, ikisi de öfke problemi yaşayan tiplerdir.
bir gün komşusunun yaydığı seslere tahammülü kalmayan adam komşusunu paylamak için evine gider, ayak üstü tartışırlar ve başka bir komşunun ısrarı ile tartışmayı bitirirler, daha sonra deprem olur, ikisi de aynı enkazın ortasında mahsur kalır ve ikisi de sesinden nefret ettiği insanın sesine muhtaç kalır, yani birbirlerinin seslerine...
ölüm kalım savaşı verirken ön yargılarından da sıyrılır ve birbirlerini ilk defa anlamaya, dinlemeye, görmeye, sevmeye başlarlar, trajik anlarla film sona doğru yaklaşır gibidir.
filmin bana düşündürdüğü en önemli nokta şuydu;
sesinden, varlığından, her şeyinden nefret ettiğin, ya da nefret etmek yerine, sevmediğin insanın bazen sesine muhtaç kalabilirsin, sesinden nefret ederken gün gelir ona sesini duyurmak zorunda kalırsın, seni kurtaracak tek kişi de o veya onun sesi olur günün birinde.
konu ve oyunculuklar basit düzeyde olsa da sinematografik açıdan izlenebilir bir filmdi, bunun yanı sıra komşulardan birinin deprem anında aşık olduğu insanı düşünmesi ise filmin en hüzünlü detaylarındandı.
farkındalık, empati, hoşgörü gibi kavramlar üzerine düşündüren bir filmdi.
devamını gör...