dünyaya düşen dev bir göktaşı neredeyse her yerde yaşamı yok etmiştir. yeni kurulan bir bölgede sadece stalker adı verilen kişiler yaşamaktadır. başkalarının girişi yasaktır. filmde bu bölgeyle alakalı araştırma yapmak isteyen bir bilim adamı ve ona eşlik eden stalker'in hikayesi anlatılıyor.
yönetmen
andrei tarkovsky
oyuncular
alisa freyndlikh, aleksandr kaydanovskiy, anatoliy solonitsyn, nikolay grinko, natalya abramova
andrei tarkovsky
oyuncular
alisa freyndlikh, aleksandr kaydanovskiy, anatoliy solonitsyn, nikolay grinko, natalya abramova
öne çıkanlar | diğer yorumlar
başlık "10pele" tarafından 07.01.2021 00:21 tarihinde açılmıştır.
1.
1979 yapımı andrey tarkovski filmidir. filmin bazı sahneleri siyah-beyazken bazı sahneler (bölge) renkli olarak çekilmiştir. bilim-kurgu kategorisine dahil edilebilir, inanç-inançsızlık üzerine sahip olduğu felsefeyle gerçekten de adı gibi yol göstericidir. tek başınıza izlemeniz tavsiye edilir.
devamını gör...
2.
arkadi strugatski ve boris strugatski kardeşlerin uzayda piknik romanından sinemaya uyarlanmış güzel film. andrei tarkovsky zaten güzel olan kitabı şiirsel bir dille sinemaya aktarmış.
devamını gör...
3.
stalker filminin sovyet rusya'da çekildiği gerçeği bile tarkovski'ye hayran olmak için yeterlidir. inanç, inanma, inançlı bir insanın stalker üzerinden tasvir edilmesi o dönemin rusya'sı için ciddi anlamda cesaret isteyen bir iş. ki tarkovski de filminin sabote edildiği için filminyarısını tekrar baştan çektikleri iddiaların da bulunmuştur( filmi yarısı bir kaza sonucu siliniyor sözde(!)). çekimlerinin kalitesi, oyunculuklar, senaryo vb. o kadar övülecek şey var ki filmde. bir filmin her karesi mi insana o varoluşsal ızdırabı hissettirir. hangi inançta veya görüşte olunursa olunsun kendinden bir şeyleri bulabileceğin bir film stalker. hayatta hepimiz bir yoldan yürüyoruz ve sonunda bir yerlere varmayı umuyoruz. o yolun en son kalbimizin niyetimizin bizi götüreceği bir sonu olabileceğini unutmamak lazım. ki bir hayat bir yolculuk fırsatımız var. her adımımız büyük bir emekle atılmalı.
devamını gör...
4.
ünlü sovyet yönetmen andrei tarkovsky'nin filmi. bir rehberin, bir bilim adamı ve bir yazarı her dileğin gerçekleştiği " the zone "a götürmesinin hikayesi anlatılır.
bu filmin havası başka hiçbir filmde yoktur. daha önce izlediğiniz hiçbir bilim kurgu filmine benzemez.. hatta bilim kurgu filmi demek ne kadar doğru, orası tartışılır. daha çok felsefi / imgesel bir film demek daha uygun gibi çünkü fantastik öğeler oldukça az tutulmaya çalışılmış ve kullanılanların hepsinin altına felsefi alt metinler yerleştirilmiş.
bu filmi tamamiyle anlamak için filmden ötesini düşünmek gerekiyor. tarkovsky özellikle din ve inanç kavramlarını eleştirmekten çekinmemiş. sıradan bir bilim kurgu gibi seyredilirse sığ bulunabilecek film olmuş. bu tarz imge ve alt metinleri göz önünde bulundurularak izlenirse ancak o zaman neden bir başyapıt olduğu anlaşılabilir. yavaş ilerleyen film bu tarz filmlere alışık değilseniz sizi sıkabilir, ancak filmin içine girerseniz sizi sıkmaz. tarkovsky nin diğer filmlerinde de olduğu gibi, kamera kullanımı tek kelime ile büyüleyici. müthiş renk kullanımı içermesi de filmin mistik havasını kat kat artırmış. tam bir görsel şölen. rönesans devri tabloları gibi görüntüler var. hele ki filmin siyah beyaz dan renkliye geçtiği kısım efsanedir.
herkese hitap etmeyebilecek bir film olsa da bence "sanat filmi" denilen tarzın kesinlikle en başarılı örneklerinden biridir.
bu filmin havası başka hiçbir filmde yoktur. daha önce izlediğiniz hiçbir bilim kurgu filmine benzemez.. hatta bilim kurgu filmi demek ne kadar doğru, orası tartışılır. daha çok felsefi / imgesel bir film demek daha uygun gibi çünkü fantastik öğeler oldukça az tutulmaya çalışılmış ve kullanılanların hepsinin altına felsefi alt metinler yerleştirilmiş.
bu filmi tamamiyle anlamak için filmden ötesini düşünmek gerekiyor. tarkovsky özellikle din ve inanç kavramlarını eleştirmekten çekinmemiş. sıradan bir bilim kurgu gibi seyredilirse sığ bulunabilecek film olmuş. bu tarz imge ve alt metinleri göz önünde bulundurularak izlenirse ancak o zaman neden bir başyapıt olduğu anlaşılabilir. yavaş ilerleyen film bu tarz filmlere alışık değilseniz sizi sıkabilir, ancak filmin içine girerseniz sizi sıkmaz. tarkovsky nin diğer filmlerinde de olduğu gibi, kamera kullanımı tek kelime ile büyüleyici. müthiş renk kullanımı içermesi de filmin mistik havasını kat kat artırmış. tam bir görsel şölen. rönesans devri tabloları gibi görüntüler var. hele ki filmin siyah beyaz dan renkliye geçtiği kısım efsanedir.
herkese hitap etmeyebilecek bir film olsa da bence "sanat filmi" denilen tarzın kesinlikle en başarılı örneklerinden biridir.
devamını gör...
5.
filmde, belirsiz bir ülke ve zamanda biri yazar biri profesör ve onlara rehberlik eden bir iz sürücünün “bölge” olarak adlandırdıkları yere olan yolculukları anlatılır. bölge olarak adlandırılan bu yer dikenlerle çevrilidir ve bu alana girilmesi yasaktır. bu alanı askerler korumaktadır. yasak olan bu bölgenin kalbinde bulunan bir odada ise bütün arzuların gerçekleştiğine inanılmaktadır.
rivayete göre o odaya giren kişinin en derindeki arzusu ne ise o gerçekleşmektedir. tecrit edilen bu bölgenin ve özellikle odanın gücünün nereden geldiği ise bilinmemektedir.
filmde kullanılan sesler oldukça başarılı ve baya gerilim yaratıyor. hatta filmdeki seslerin kullanımı ve başarısı üzerine yazılmış bir çok yabancı makaleye de rastladım.
rivayete göre o odaya giren kişinin en derindeki arzusu ne ise o gerçekleşmektedir. tecrit edilen bu bölgenin ve özellikle odanın gücünün nereden geldiği ise bilinmemektedir.
filmde kullanılan sesler oldukça başarılı ve baya gerilim yaratıyor. hatta filmdeki seslerin kullanımı ve başarısı üzerine yazılmış bir çok yabancı makaleye de rastladım.
devamını gör...
6.
filmin (makara film) orjinal banyosu sırasında yanlışlıkla (yersen) yanması üzerine tarkovsky yoldaş oturmuş 15 günde yeniden çekmiş filmi. eski filmden kalan makasladığı parçaları da kullanmış. bu yüzden arada şiddetli renk ve hava değişimleri olur.
hatta bazı sahnelerde görebileceğiniz, akan suya maruz kalmış işi yetiştireceğim diye ve akciğer sorunlarının temelini atmış ve bu yüzden ölmüştür. herşey bi yana çok severim stakler i, insanın içsel yolculuğunu güzel anlatır.
tarkovsky için iki söz söylenir; senin işlerini beğeniyorum ama senden nefret ediyorum be bilader.
(bkz: gözü yiyen zerkalo izler)
hatta bazı sahnelerde görebileceğiniz, akan suya maruz kalmış işi yetiştireceğim diye ve akciğer sorunlarının temelini atmış ve bu yüzden ölmüştür. herşey bi yana çok severim stakler i, insanın içsel yolculuğunu güzel anlatır.
tarkovsky için iki söz söylenir; senin işlerini beğeniyorum ama senden nefret ediyorum be bilader.
(bkz: gözü yiyen zerkalo izler)
devamını gör...
7.
böyle bir atmosferi yaşatan az sayıda film izledim. ne bileyim pek yazarak açıklanacak bir film değil. sözcüklere sığamaz.
şiir gibi. her birey kendine has pay çıkartır bu filmden.
en sevdiğim sahnelerden biri ise sanatın bencilce olmayan tek şey olduğunun söylendiği sahnedir...
bunun gibi hissettiğim ve kelimelere dökemediğim bir başka yapım neon genesis evangelion olmuştu.
şiir gibi. her birey kendine has pay çıkartır bu filmden.
en sevdiğim sahnelerden biri ise sanatın bencilce olmayan tek şey olduğunun söylendiği sahnedir...
bunun gibi hissettiğim ve kelimelere dökemediğim bir başka yapım neon genesis evangelion olmuştu.
devamını gör...
8.
benim için bir zerkalo olmasa da ona yakın bir seviyede olan tarkovsky filmidir. ayrıca en anlaşılır filmi de budur. her şey apaçık.
mosfilm'in resmi youtube hesabında yüksek kaliteli hali mevcut: buradan
film yanmasına rağmen pes etmeyip hırslandığı için üstada buradan saygılarımı iletiyorum. rip.
mosfilm'in resmi youtube hesabında yüksek kaliteli hali mevcut: buradan
film yanmasına rağmen pes etmeyip hırslandığı için üstada buradan saygılarımı iletiyorum. rip.

devamını gör...
9.
andrey tarkovkski'nin bilimkurgu türündeki filmidir.
film, imgesel anlatımıyla doğrudan dünya üzerinde yaşayan insanlığın ortak arayışının bir hikayesi. karakterlerin ve mekanların belirli bir mizaç ve görünümden çok çağrışımsal bir formda olması, filmin herhangi bir dönem veya zamana dayalı olmayan, kadim süreçlerden günümüze kadar gelmiş insanlığın ortak "arayış" sorunu üzerine eğilmeyi amaçlayan yapısıyla ilgili. bu nedenle imgelerden çok, bu imgelerin yaslandığı gerçeklik üzerine konuşmak istiyorum çünkü filmin algıladığı bu gerçekliği, biraz eksik ve sorunlu görüyorum.
insanlığın ortak arayışı; din adamları, bilim insanları ve filozoflar nezdinde, birbirinden farklı disiplinlerce asırlardır aranıyor. inanç; sorgu ve kesinliğin zaman zaman görülen kendi aralarındaki mücadeleleri ise bazen bu arayışın bile önüne geçti.
filmde sembolize edilen bu üç disiplinin karakterleri de kendi iç dünyalarında, kemiksiz kendi alanlarına inanmış ve bu inancı, insanlık için ortak bir faydaya dönüştürmeyi amaçlamış kimseler.
tabii bunda, ortodoks bir yönü olduğu da bilinen yönetmen tarkovkski'nin kendi algılayış biçimi etkili elbette.
filmde, ulaşılmaya çalışılan "bölge" ile ilgili bir hesabı ve beklentisi olmayan tek unsur rehber. çünkü rehber, insanları oraya ulaştıran bir aracı olmaktan mutlu. yani onu mutlu eden yegane şey, misyonu.
organize dinlerin kurumsallaşmasıyla birlikte bu kurumlar, iktidarlarla uyumlu olmayı, onları tayin etmeyi, bulundukları coğrafyanın ekonomik açıdan en güçlü yapıları olmak açısından hep öncelikli görmüşlerdir. bu niyet ve çabanın en güzel şekilde açık edildiği kitaplardan biri için de umberto eco'nun müthiş kaleminden (bkz: gülün adı)
yani filmde kabul edildiği gibi, tüm dünya ve tüm inançlar ölçeğinde bu ruhbanlar sınıfını alıp baktığınızda, tamamının içlerinde bulunduğu saygın, zenginlik ve itibar dolu hayatlarından bağımsız, gerçekten bizlerin cennete gidebilmesi için ellerinden gelen fedakarlığı yapmaya hazır, bundan mutlu olan, iyi niyetli ve inançlarında samimi kimseler olduğunu düşünmek saflığının şahsi olarak bir alıcısı değilim.
öte yandan şu anda bile, hepimizde bir şekilde kendini gösteren "arayış" motivasyonumuzun ana tema oluşuyla da isabetli bir film.
bir başlangıcı ve sonu olduğundan emin olduğumuz ömürlerimiz, zaten çok temel bir varoluşsal yaraya sahip. düşüncelerimizin de zincirleme bir yapısı var. bizi huzursuz eden tüm tedirginliklerimizden sarhoşluk, kumar, spor fanatizmi ve bazen de atraksiyonu yüksek savaşlara kapılarak uzaklaşmaya çalışıyoruz.
fark edilmek, bir insanla bütünleşmek, kendi biricikliğimizi bize her an gösterebilecek bir taraf arayışımızla aşka tutunuyor, onu arıyoruz. ama aşkın da tüm sorunlarımızı çözebileceğinden şüpheliyiz.
her şeyi olduğu gibi kabul etme tahammülsüzlüğümüzle, görmek istediğimiz gibi yorumlayabileceğimiz sanatsal mecralar açtık.
açlıktan ölmediğimiz zamanlarda arıyoruz... durmadan bize hayatın bir anlamı olduğunu ve yaşamamıza sebep nedeni gösterecek bir şeyler arıyoruz.
bu manevi boşluğu; kimi zaman inançla, adanmışlıkla ya da tüm bunları unutturacak uğraşılarla gidermeye çalışıyoruz.
stalker'ın tümevarıcı fikirleri, çok kapsayıcı olmamakla birlikte bir idealizasyon da barındırıyor. filmin, tamamen manevi bir dünya üzerinden yükselen dinamiği, gerçek dünyanın şekillendirici temel dinamiği olan ekonomik gerçeklikten kopuk. kaldı ki filmdeki asli karakterlerin her biri, dünyadaki bir azınlık sınıfına tekabül ediyor.
dün, bugün ve her zaman, insanlığın büyük bir çoğunluğu, karın tokluğuna çalışıp günü akşam edebilecekleri işlerde törpülenirken, böylesi bir arayışın da olmayan konfor alanlarında bir yeri yok.
bu dünyanın doyuramadığı kimselerin semirecekleri başka dünya arayışları da uzay-ahiret her türlü devam edecek.
bunların dışında, şiirsel sinematik planı, görsellik ve kurgusuyla, sadece tarkovski sinemasının değil bilimkurgu sinemasının da teknik açıdan en başarılı örneklerinden biri.
film, imgesel anlatımıyla doğrudan dünya üzerinde yaşayan insanlığın ortak arayışının bir hikayesi. karakterlerin ve mekanların belirli bir mizaç ve görünümden çok çağrışımsal bir formda olması, filmin herhangi bir dönem veya zamana dayalı olmayan, kadim süreçlerden günümüze kadar gelmiş insanlığın ortak "arayış" sorunu üzerine eğilmeyi amaçlayan yapısıyla ilgili. bu nedenle imgelerden çok, bu imgelerin yaslandığı gerçeklik üzerine konuşmak istiyorum çünkü filmin algıladığı bu gerçekliği, biraz eksik ve sorunlu görüyorum.
insanlığın ortak arayışı; din adamları, bilim insanları ve filozoflar nezdinde, birbirinden farklı disiplinlerce asırlardır aranıyor. inanç; sorgu ve kesinliğin zaman zaman görülen kendi aralarındaki mücadeleleri ise bazen bu arayışın bile önüne geçti.
filmde sembolize edilen bu üç disiplinin karakterleri de kendi iç dünyalarında, kemiksiz kendi alanlarına inanmış ve bu inancı, insanlık için ortak bir faydaya dönüştürmeyi amaçlamış kimseler.
tabii bunda, ortodoks bir yönü olduğu da bilinen yönetmen tarkovkski'nin kendi algılayış biçimi etkili elbette.
filmde, ulaşılmaya çalışılan "bölge" ile ilgili bir hesabı ve beklentisi olmayan tek unsur rehber. çünkü rehber, insanları oraya ulaştıran bir aracı olmaktan mutlu. yani onu mutlu eden yegane şey, misyonu.
organize dinlerin kurumsallaşmasıyla birlikte bu kurumlar, iktidarlarla uyumlu olmayı, onları tayin etmeyi, bulundukları coğrafyanın ekonomik açıdan en güçlü yapıları olmak açısından hep öncelikli görmüşlerdir. bu niyet ve çabanın en güzel şekilde açık edildiği kitaplardan biri için de umberto eco'nun müthiş kaleminden (bkz: gülün adı)
yani filmde kabul edildiği gibi, tüm dünya ve tüm inançlar ölçeğinde bu ruhbanlar sınıfını alıp baktığınızda, tamamının içlerinde bulunduğu saygın, zenginlik ve itibar dolu hayatlarından bağımsız, gerçekten bizlerin cennete gidebilmesi için ellerinden gelen fedakarlığı yapmaya hazır, bundan mutlu olan, iyi niyetli ve inançlarında samimi kimseler olduğunu düşünmek saflığının şahsi olarak bir alıcısı değilim.
öte yandan şu anda bile, hepimizde bir şekilde kendini gösteren "arayış" motivasyonumuzun ana tema oluşuyla da isabetli bir film.
bir başlangıcı ve sonu olduğundan emin olduğumuz ömürlerimiz, zaten çok temel bir varoluşsal yaraya sahip. düşüncelerimizin de zincirleme bir yapısı var. bizi huzursuz eden tüm tedirginliklerimizden sarhoşluk, kumar, spor fanatizmi ve bazen de atraksiyonu yüksek savaşlara kapılarak uzaklaşmaya çalışıyoruz.
fark edilmek, bir insanla bütünleşmek, kendi biricikliğimizi bize her an gösterebilecek bir taraf arayışımızla aşka tutunuyor, onu arıyoruz. ama aşkın da tüm sorunlarımızı çözebileceğinden şüpheliyiz.
her şeyi olduğu gibi kabul etme tahammülsüzlüğümüzle, görmek istediğimiz gibi yorumlayabileceğimiz sanatsal mecralar açtık.
açlıktan ölmediğimiz zamanlarda arıyoruz... durmadan bize hayatın bir anlamı olduğunu ve yaşamamıza sebep nedeni gösterecek bir şeyler arıyoruz.
bu manevi boşluğu; kimi zaman inançla, adanmışlıkla ya da tüm bunları unutturacak uğraşılarla gidermeye çalışıyoruz.
stalker'ın tümevarıcı fikirleri, çok kapsayıcı olmamakla birlikte bir idealizasyon da barındırıyor. filmin, tamamen manevi bir dünya üzerinden yükselen dinamiği, gerçek dünyanın şekillendirici temel dinamiği olan ekonomik gerçeklikten kopuk. kaldı ki filmdeki asli karakterlerin her biri, dünyadaki bir azınlık sınıfına tekabül ediyor.
dün, bugün ve her zaman, insanlığın büyük bir çoğunluğu, karın tokluğuna çalışıp günü akşam edebilecekleri işlerde törpülenirken, böylesi bir arayışın da olmayan konfor alanlarında bir yeri yok.
bu dünyanın doyuramadığı kimselerin semirecekleri başka dünya arayışları da uzay-ahiret her türlü devam edecek.
bunların dışında, şiirsel sinematik planı, görsellik ve kurgusuyla, sadece tarkovski sinemasının değil bilimkurgu sinemasının da teknik açıdan en başarılı örneklerinden biri.
devamını gör...
10.
bir film izlediğinizde acaba bu film hangi türe aittir deyip bir şeye karar vermeye çalışıyorsanız affınıza sığınarak söylüyorum: beden olarak büyümüşsünüzdür ama muhakemeden büyük ölçüde vareste kalmışsınızdır.
izleyip bitirdiğiniz bir film hakkında yorum yapacaksanız yalnızca kendi fikirlerinizi öne sürmelisiniz. şu şöyle demiş, bu böyle demiş filan… hikâyedir bunlar.
sormanız gereken tek soru şu olmalı: “benim için ne ifade ediyor?”
ardından tefekkür etmeye başlarsınız ve birtakım sonuçlara ulaşırsınız. “sanatçı” olma iddiası taşıyan, sanatsal üretimde bulunmak isteyen bir insan, bazı meseleleri çeşitli teknik yöntemlerle ele alıp insanlığın geri kalanıyla paylaşır, o kadar.
şu sorunları tespit ettim ve bunlar tüm insanlığı alakadar eden, evrensel olduğuna kanaat getirdiğim sorunlar. bunları kendime özgü bir tarzda sanatsal enstrümanlarla dile getiriyorum, bakalım ortaya çıkardığım şeyle ilgili diğerleri neler düşünecek?
gerçek bir sanatçının - sanatçı adayının yegâne amacı budur.
sorunları değerlendirme, anlaşılır ve kavranabilir kılma, etkileyerek sunma, yapaylığı ekarte etme…
bu yetileri ne kadar gelişkinse sanatçı o kadar büyüktür.
size direktif vermez, belli başlı düşünceleri empoze etmeye çalışmaz, ileri sürdüğü fikirlerin doğruluğuna kesin olarak inandığını açık edip, sizin de bu fikirlerin doğru olduğuna inanmanızı sağlamak için taklalar atmaz.
sanatçının - sanatçı adayının, türlerle - kategorilerle - muhtelif akımlarla işi olmaz. zaman zaman bunlardan etkilenebilir, faydalanabilir fakat ürettiği şeyi klasifike etme saplantısı yoktur. ancak bir ahmak için veya geçimini tv kanallarında gevezelik yaparak, birtakım dergilerde, gazetelerde yazarak sağlayan biri için önem arz eder bu.
haneke’nin hoş bir örneği vardır.
“benim filmlerim uçak pistlerini andırırlar ve izleyicilere sadece uçabilme imkanını sağlamakla mükelleftirler, uçağa binip gidecekleri yeri onlar seçerler.” demiştir.
gelelim «сталкер» filmine. filmde beni en çok etkileyen, en çok sarsan şeylere değineceğim.
братья стругацкие/strugatsky kardeşler’in yazdığı «пикник на обочине (yol kenarında piknik)» kitabını filme uyarlamıştır tarkovsky. türkçe tercümesi tam olarak “yol kenarındaki piknik” veya “yol kenarında yapılan piknik”tir. ingilizceye de “roadside picnic” olarak çevrilmiştir. fakat türkçeye “uzayda piknik” gibi abuk bir başlıkla çevrilmiştir. science fiction kategorisinde olduğuna hükmedip “uzay” dersek daha havalı durur diye düşünmüşler muhtemelen.
bu filmde, yaşamlarındaki bazı önemli sorunların üstesinden gelemeyen iki adamın bir “iz sürücüden” yardım alarak, halk arasında mucizevi özellikler taşıdığı düşünülen terk edilmiş bir “bölgeye” gidişleri konu edinilir.
adamlardan biri bilim insanı öbürü de yazardır. pek çok insanın imreneceği yaşam standartlarına, saygınlığa sahiptirler ama bunlar onlara yetmiyordur ve umutsuzluk içerisinde kıvranıyorlardır. son çare olarak, bir “iz sürücü”nün mihmandarlığında bu “bölge”ye gidip orada dertlerine derman aramaya karar verirler. yolculuk başlar fakat bir süre sonra söz konusu karakterlerin aslında “bölge”nin olağanüstü özellikler taşıdığına inanmadıkları ortaya çıkar. oysa “iz sürücü” buranın efsunlu, şifalı bir alan olduğuna gönülden inanmaktadır, öyle ki bu uğurda hapis yatmayı, kızının sağlık durumunun kötüye gitmesini, eşiyle arasının bozulmasını göze almıştır. “bölge”ye getirdiği adamların inançsızlıkları, boşvermişlikleri onu çok öfkelendirir.
çocuk sahibi olmak isteyen ama olamayan ardından tıbbi yardım almaya karar veren, katır yüküyle para harcayan, doktor doktor dolaşan bir çiftin tüm bu çabaları sonuçsuz kalınca, bazen bir yakınları onlara şöyle der: “isterseniz bir de şu hocayla, medyumla görüşün.” çift, ilk başta teklifi saçma bulsa da sonunda kabul edebilir. “gidelim bakalım, her şeyi denedik, bunu da deneyelim, ne kaybederiz?” diye düşünürler.
işte, filmdeki karakterler de bu örnekteki çiftin düşüncelerine benzer bir düşünceyle gelmişlerdir “bölge”ye. ne yaparsak yapalım aşamıyoruz, atlatamıyoruz şu sorunları. bir de “bölge”ye gidelim, hurafe diyorlar biz de öyle olduğunu düşünüyoruz ama şansımızı denemiş oluruz, ne kaybedebiliriz? demişlerdir içten içe.
iz sürücü, “bölge”nin iyileştirici, sağaltıcı gücüne gerçekten inanmayanların dertlerinden, kederlerinden kurtulamayacaklarını söyler ve adamlara çıkışır. ömrünü, “bölge”ye umutsuzluktan, çaresizlikten muzdarip olan insanları götürerek ve onlara rehberlik yaparak geçiren bu adam, diğer ikisinin aşağılayıcı ve saygısız davranışları karşısında örselenir. adamların öne sürdükleri düşünceler yabana atılacak türden değildir, o nedenle iz sürücü: “inanmak istemiyorlarsa inanmasınlar, umrumda değil” diyememektedir kendine. üstelik onu “şarlatan” olmakla suçlamışlardır.
yolculuk bittikten sonra “iz sürücü” evine döner. hastalanmıştır fakat fiziksel olarak değil ruhsal olarak. filmin başında kocasına öfkelenip asabi buhran geçiren kadın, yolculuktan dönen kocasının yardımına koşar hemen.
bu kez, bir histeri kriziyle cebelleşen kocasıdır. kadın, yatakta uzanan kocasının yanından ayrıldıktan sonra kameraya dönüp ağlamaklı bir halde açıklama yapmaya başlar.
evliliklerinin bitmemesinin, bir şekilde ayakta kalmayı başarmalarının nedeninin “yaşananlar” olduğunu söyler. yaşamlarımız güllük gülistanlık olsaydı, dertlerle, sıkıntılarla bu denli boğuşmasaydık aramızdaki bağ böyle güçlenmezdi diye devam eder konuşmaya. ardından “acılı mutluluk” ifadesine başvurur, ki bence çok çok etkileyici bir ifadedir.
dert yanmanın, sitem etmenin, sızlanmanın bir bakımdan kolaycılığın tezahürleri olduğunu vurgular. sevginin, kenetlenmeye dönük arzunun, omuz verme ihtiyacının bunca ceremeden sonra nasıl büyük bir kuvvetle geri geldiğini de gösterir. en sonunda da çiftin “anormal” kız çocuğu kadraja girer ve masadaki bir bardağa bakarak onu hareket ettirir.
tamamıyla saçma ya da tamamıyla saçma olmasa da gerçekleşmesi olası görünmeyen bir idealin peşinden büyük bir inançla ve bağlılıkla giden bir insanın, “bam teline” dokunan, inandığı şeyi rasyonel argümanlarla sarsmaya çalışan başka insanlarla karşılaşması ve bunun sonucunda hayatta kalmasını sağlayan en önemli dayanaklardan birinin yıkılmaya yüz tutması…
bu yaklaşım, filmi ilk izlediğimden beri çok etkileyici, baş döndürücü gelmiştir bana.
üstelik tüm anlatıyı, izleyiciyi tamamen ele geçirecek, ayartacak, yarattığı dünyaya sabitleyecek şiirsel bir tarzın üstüne kurmuştur tarkovsky.
izleyip bitirdiğiniz bir film hakkında yorum yapacaksanız yalnızca kendi fikirlerinizi öne sürmelisiniz. şu şöyle demiş, bu böyle demiş filan… hikâyedir bunlar.
sormanız gereken tek soru şu olmalı: “benim için ne ifade ediyor?”
ardından tefekkür etmeye başlarsınız ve birtakım sonuçlara ulaşırsınız. “sanatçı” olma iddiası taşıyan, sanatsal üretimde bulunmak isteyen bir insan, bazı meseleleri çeşitli teknik yöntemlerle ele alıp insanlığın geri kalanıyla paylaşır, o kadar.
şu sorunları tespit ettim ve bunlar tüm insanlığı alakadar eden, evrensel olduğuna kanaat getirdiğim sorunlar. bunları kendime özgü bir tarzda sanatsal enstrümanlarla dile getiriyorum, bakalım ortaya çıkardığım şeyle ilgili diğerleri neler düşünecek?
gerçek bir sanatçının - sanatçı adayının yegâne amacı budur.
sorunları değerlendirme, anlaşılır ve kavranabilir kılma, etkileyerek sunma, yapaylığı ekarte etme…
bu yetileri ne kadar gelişkinse sanatçı o kadar büyüktür.
size direktif vermez, belli başlı düşünceleri empoze etmeye çalışmaz, ileri sürdüğü fikirlerin doğruluğuna kesin olarak inandığını açık edip, sizin de bu fikirlerin doğru olduğuna inanmanızı sağlamak için taklalar atmaz.
sanatçının - sanatçı adayının, türlerle - kategorilerle - muhtelif akımlarla işi olmaz. zaman zaman bunlardan etkilenebilir, faydalanabilir fakat ürettiği şeyi klasifike etme saplantısı yoktur. ancak bir ahmak için veya geçimini tv kanallarında gevezelik yaparak, birtakım dergilerde, gazetelerde yazarak sağlayan biri için önem arz eder bu.
haneke’nin hoş bir örneği vardır.
“benim filmlerim uçak pistlerini andırırlar ve izleyicilere sadece uçabilme imkanını sağlamakla mükelleftirler, uçağa binip gidecekleri yeri onlar seçerler.” demiştir.
gelelim «сталкер» filmine. filmde beni en çok etkileyen, en çok sarsan şeylere değineceğim.
братья стругацкие/strugatsky kardeşler’in yazdığı «пикник на обочине (yol kenarında piknik)» kitabını filme uyarlamıştır tarkovsky. türkçe tercümesi tam olarak “yol kenarındaki piknik” veya “yol kenarında yapılan piknik”tir. ingilizceye de “roadside picnic” olarak çevrilmiştir. fakat türkçeye “uzayda piknik” gibi abuk bir başlıkla çevrilmiştir. science fiction kategorisinde olduğuna hükmedip “uzay” dersek daha havalı durur diye düşünmüşler muhtemelen.
bu filmde, yaşamlarındaki bazı önemli sorunların üstesinden gelemeyen iki adamın bir “iz sürücüden” yardım alarak, halk arasında mucizevi özellikler taşıdığı düşünülen terk edilmiş bir “bölgeye” gidişleri konu edinilir.
adamlardan biri bilim insanı öbürü de yazardır. pek çok insanın imreneceği yaşam standartlarına, saygınlığa sahiptirler ama bunlar onlara yetmiyordur ve umutsuzluk içerisinde kıvranıyorlardır. son çare olarak, bir “iz sürücü”nün mihmandarlığında bu “bölge”ye gidip orada dertlerine derman aramaya karar verirler. yolculuk başlar fakat bir süre sonra söz konusu karakterlerin aslında “bölge”nin olağanüstü özellikler taşıdığına inanmadıkları ortaya çıkar. oysa “iz sürücü” buranın efsunlu, şifalı bir alan olduğuna gönülden inanmaktadır, öyle ki bu uğurda hapis yatmayı, kızının sağlık durumunun kötüye gitmesini, eşiyle arasının bozulmasını göze almıştır. “bölge”ye getirdiği adamların inançsızlıkları, boşvermişlikleri onu çok öfkelendirir.
çocuk sahibi olmak isteyen ama olamayan ardından tıbbi yardım almaya karar veren, katır yüküyle para harcayan, doktor doktor dolaşan bir çiftin tüm bu çabaları sonuçsuz kalınca, bazen bir yakınları onlara şöyle der: “isterseniz bir de şu hocayla, medyumla görüşün.” çift, ilk başta teklifi saçma bulsa da sonunda kabul edebilir. “gidelim bakalım, her şeyi denedik, bunu da deneyelim, ne kaybederiz?” diye düşünürler.
işte, filmdeki karakterler de bu örnekteki çiftin düşüncelerine benzer bir düşünceyle gelmişlerdir “bölge”ye. ne yaparsak yapalım aşamıyoruz, atlatamıyoruz şu sorunları. bir de “bölge”ye gidelim, hurafe diyorlar biz de öyle olduğunu düşünüyoruz ama şansımızı denemiş oluruz, ne kaybedebiliriz? demişlerdir içten içe.
iz sürücü, “bölge”nin iyileştirici, sağaltıcı gücüne gerçekten inanmayanların dertlerinden, kederlerinden kurtulamayacaklarını söyler ve adamlara çıkışır. ömrünü, “bölge”ye umutsuzluktan, çaresizlikten muzdarip olan insanları götürerek ve onlara rehberlik yaparak geçiren bu adam, diğer ikisinin aşağılayıcı ve saygısız davranışları karşısında örselenir. adamların öne sürdükleri düşünceler yabana atılacak türden değildir, o nedenle iz sürücü: “inanmak istemiyorlarsa inanmasınlar, umrumda değil” diyememektedir kendine. üstelik onu “şarlatan” olmakla suçlamışlardır.
yolculuk bittikten sonra “iz sürücü” evine döner. hastalanmıştır fakat fiziksel olarak değil ruhsal olarak. filmin başında kocasına öfkelenip asabi buhran geçiren kadın, yolculuktan dönen kocasının yardımına koşar hemen.
bu kez, bir histeri kriziyle cebelleşen kocasıdır. kadın, yatakta uzanan kocasının yanından ayrıldıktan sonra kameraya dönüp ağlamaklı bir halde açıklama yapmaya başlar.
evliliklerinin bitmemesinin, bir şekilde ayakta kalmayı başarmalarının nedeninin “yaşananlar” olduğunu söyler. yaşamlarımız güllük gülistanlık olsaydı, dertlerle, sıkıntılarla bu denli boğuşmasaydık aramızdaki bağ böyle güçlenmezdi diye devam eder konuşmaya. ardından “acılı mutluluk” ifadesine başvurur, ki bence çok çok etkileyici bir ifadedir.
dert yanmanın, sitem etmenin, sızlanmanın bir bakımdan kolaycılığın tezahürleri olduğunu vurgular. sevginin, kenetlenmeye dönük arzunun, omuz verme ihtiyacının bunca ceremeden sonra nasıl büyük bir kuvvetle geri geldiğini de gösterir. en sonunda da çiftin “anormal” kız çocuğu kadraja girer ve masadaki bir bardağa bakarak onu hareket ettirir.
tamamıyla saçma ya da tamamıyla saçma olmasa da gerçekleşmesi olası görünmeyen bir idealin peşinden büyük bir inançla ve bağlılıkla giden bir insanın, “bam teline” dokunan, inandığı şeyi rasyonel argümanlarla sarsmaya çalışan başka insanlarla karşılaşması ve bunun sonucunda hayatta kalmasını sağlayan en önemli dayanaklardan birinin yıkılmaya yüz tutması…
bu yaklaşım, filmi ilk izlediğimden beri çok etkileyici, baş döndürücü gelmiştir bana.
üstelik tüm anlatıyı, izleyiciyi tamamen ele geçirecek, ayartacak, yarattığı dünyaya sabitleyecek şiirsel bir tarzın üstüne kurmuştur tarkovsky.
devamını gör...
"stalker (film)" ile benzer başlıklar
stalker
20