“1934 de soyadı kanunu çıktı. Herkes kendisine soyadını kendisi seçtiği için, insanların bütün gizli aşağılık duyguları ortaya çıktı. Dünyanın en cimrileri ‘Eli açık’, dünyanın en korkakları ‘Yürekli’, dünyanın en tembelleri ‘Çalışkan’ gibi soyadları aldılar. Bana, ortada böbürlenebileceğim bir soyadı kalmadığından, kendime ‘Nesin’ soyadını aldım. Herkes ‘Nesin’ diye çağırdıkça ne olduğumu düşünüp kendime geleyim istedim." Aziz Nesin
marketlerde fiyat etiketlerinin sonunun .99 olarak yazılması diyebiliriz. örnek olarak 3.99 tl den satılan sakız gibi. ( o fiyata sakız kaldı mı acaba)?
sol basamak etkisinin bir diğer adı da dokuz sonlu fiyatlandırma. fiyatı 3.99 tl olan sakız örneğinden gidelim. bu etiketi gördünüz. bu fiyatta 3 ün büyük, 99 unsa küçük yazıldığına şahit oldunuz mu? peki ne hissettiniz, çoğu kimsenin aklına bu fiyatın aslında 4 değilde 3 olduğu geliyor nedense? işte bunlar hep ameriganın oyunu*
bu aslında bir pazarlama taktiği, beynimiz bunun fiyatını 3 rakamı büyük yazıldığı için o şekilde algılıyor. 4 ile 3.99 arasında sadece 1 kuruş fark olduğunu anlayamıyoruz. fiyatı 3 olarak algılayıp aslında 4 olan fiyattan alıyoruz.
sonuç ne oluyor peki, o malı alıyorsunuz, olan sizin kesenize oluyor. kazanan gene satıcılar oluyor.
iron maiden grubunun 1990 tarihli no prayer for the dying albümünden bir şarkı. bruce dickinson abimize göre şarkının sözleri andrew marvell'in (1621-1678) 'to his coy mistress' şiirine dayanmaktadır.
bu şarkının orijinal versiyonu bruce dickinson tarafından a nightmare on elm street 5: the dream child film müziği için yazılmıştır ve filmde çalınan versiyonunda gruba daha sonra katılacak olan janick gers gitarı çalmaktadır.
en güzel versiyonu grubun helsinki konserinde çaldığı aşağıdaki haliyledir. seyircinin şarkıya katılımı muhteşemdir:
bu da a nightmare on elm street 5: the dream child filmindeki orjinal hali, allaha bin şükür ki sonradan şarkıyı düzenlemişler.
deep purple grubunun 1996 tarihli purpendicular albümünde olan, o zaman gruba yeni katılan gitarist steve morse'un uzun gitar soloları ile dikkati çeken enfes şarkısıdır. gruptan ayrılan ritchie blackmore yerine gelen morse şarkıda döktürür. bazen çığlık atıyor gibi hissediyorum manasına gelen şarkıda adeta gitara çığlık attırır, introsunun ilk 20 saniyesi cep telefonumunda alarm sesidir aynı zamanda.
kadın bağı olarakta bilinir. mesleğim gereği çalıştığım firmalarda binanın mekanik aksamlarının tamir ve bakım sorumluluğunu bana verirler hep; asansör, yürüyen merdiven, klimalar, pompalar vs... bunun yanında sıhhi tesisat dediğimiz temiz su ve pis su tesisatlarıda benim sorumluluğumdadır.
gülmeyin ama tuvaletler tıkandığında da ilk beni ararlar, ben de yardımcım olan görevli vasıtası ile tıkanıklığı açtırtırım, bazen o yapamaz daha uzman birini bulup açtırtırız.
kadın tuvaletlerinde klozetlerdeki tıkanıklığın maalesef % 60-70 i klozete atılan bu pedlerden oluyor. çöp varken klozetin içine niye atılır ki bu, üstelikte klozeti tıkayacağını bile bile ?
dün iş yerinde gene aynı şeyi yaşatan hanım kızımıza durumu saygılarımla arz ederim.
deep purple grubunun 1993 tarihli ve bayağı maceralı bir albümünün adı ve bu albümdeki ilk şarkısının adıdır. grubun pek bilinen albüm ve şarkılarından değildir ama güzeldir. önce bu albümdeki kadro hakkında bilgi vereyim:
bu albümde yukarıda saydığım kadronun özelliği temmuz 1969-haziran 1973 arasındaki kadronun nisan 1984-mayıs 1989 arası tekrar bir araya gelmesinden sonra bu albüm için tekrar ve bu zamana kadar son kez bir araya gelmesidir. zaten bu kadro grubun en efsane ve en bilinen kadrosudur. (david covardale abimize haksızlık etmeyelim o da en az ian gillan kadar iyi ve efsane vokalisttir, aynı zamanda burn -1974, stormbringer -1974 ve come taste the band -1975 albümlerinde gerek vokalist gerekse besteci-şarkı sözü yazarı olarak güzel işler çıkarmıştır)
albümden ziyade şarkı için bir şeyler yazacağım. muhteşem bir org-gitar-bateri ile başlayan şarkının introsu güzeldir. aynı güzellik şarkı boyunca zaten devam eder.
kod adı rds-220 olan ve batıda çar bombası olarak bilinen, 30 ekim 1961'de kuzey buz denizi'ndeki novaya zemlya adası üzerinde test edilen sovyet termonükleer bombasıdır. şimdiye kadar kaydedilen en güçlü insan yapımı patlamaya sebep olmuştur.
dönem abd ile sscb arasındaki soğuk savaş dönemidir ve iki süper güçte başta uzay yarışı olmak üzere herşeyde rekabet halindedir. her alandaki bu rekabet nükleer silahlanma konusunda da birbirlerine gözdağı vermek içinde sürmektedir. o zamanlar sscb lideri olan nikita kruşçev'in emri ile bombanın yapılmasına karar verilir.
aslında 100 megaton olarak dizayn edilen çar bombası daha sonra test için bile çok büyük olduğuna kanaat getirilerek 50 megatonla sınırlandırılmıştır. bombanın gücü hiroşima'ya atılan bombanın tam 2.778 katına denk gelmektedir. burada biraz teknik bilgi vermekte fayda var. hiroshima'ya atılan atom bombası 18 kiloton, nagazaki'ye atılan ise 21 kiloton gücündedir, 1 megaton=1 milyon ton, 1 kiloton ise bin ton demektir.
patlama, gücü azaltılmasına rağmen o kadar güçlü olmuş ki, patlama sonucu oluşan mantar bulutunun 67 km genişliğinde yayıldığı ve patlama sesinin 1.000 kilometre uzaktaki finlandiya’dan bile duyulduğu söylenmiştir. bomba, 27 ton ağırlığında 8 metre uzunluğunda 2 metre çapında tasarlanmıştır o devirde boyutları nedeniyle balistik füze ile atılamamaktadır ve bir uçaktan bırakılması zorunludur, bombanın, hedefine ulaşmadan önce kolayca durdurulabilen geleneksel uçaklarla taşınması gerektiğinden hiç bir zaman bir propaganda silahı olmaktan öteye gidememiştir.
bombayı geliştirme ekibinde de olan ünlü sovyet nükleer fizikçi andrey saharov daha sonra nükleer silahlanmaya karşı çıkmış, sscb yönetimi tarafından ülke içinde sürgüne yollanmış ve 1975'te nobel barış ödülü'nü kazanmıştır.
seneler sonra patlamanın orjinal görüntüleride yayınlanmıştır:
suyun donma noktası için 0° gene suyun kaynama noktası için 100° yi temel alan bir ölçektir. sıcaklık ölçmek için kullanılır. 1742'de isveçli gökbilimci anders celsius tarafından bulunmuştur. tanımlanan noktalar arasındaki 100 derecelik aralık nedeniyle santigrat ölçeği olarak adlandırılır. (latince centum=yüz, gradus=aralık kelimelerinin birleşiminden gelir). metrik sisteminin benimsendiği her yerde kullanılır.
ne gariptir ki mucit celsius, suyun kaynama noktası (sıcak uç) için 0° ve karın erime noktası (soğuk uç) için 100° kullanmış. daha sonra ölçeğini soğuk uçta 0° ve sıcak uçta 100° olacak şekilde tersine çevirerek bu gün kullandığımız şekilde yaygın kullanım kazandırmıştır.
celcius ölçeğinin en büyük rakibi (bkz: fahrenheit) dır. (bkz: imperial sistem) kullanan abd, ingiltere gibi ülkelerde sıcaklık ölçmek için kullanılır. ancak bu ikisinide yarı yolda bırakan sıcaklık ölçü birimi, uzun zaman kenarda köşede kalmış olan (bkz: kelvin) olmuştur. sıcaklık için fransızcası système ınternational d'unités olan uluslararası birimler sistemi (kısaltması sı) tarafından belirlenmiş fiziksel nicelikleri ölçmek için olan yedi temel birimden birisi olmuştur. bkz: #400051
son not: lütfen ısı ve sıcaklığı birbirine karıştırmayalım aradaki fark için #155746
ilk cep telefonum, kendisi ile 1997 yılında tanışmıştık, o zaman yanlış hatırlamıyorsam 163.000.000 tl saymıştım (faturası evde bir yerdedir, aradan onca sene geçmesine rağmen atmamışımdır, hep saklarım, evet gençler o zaman paramızda bol sıfır vardı, sonra altı sıfır atıldı, gerçi atıldı da ne oldu, eskisinden daha beter oldu.)
toplum olarak hep ayrışmayı seviyoruz, bu kanımızda var, siyasiler bile bu yönde toplumu ayrıştırıyorlar. çocukluktan beri fenerbahçeliler-galatasaraylılar, renaultcular-tofaşçılar, turkcellciler-telsimciler, ericssoncular-nokiacılar, iphonecular-androidçiler gibi hep bir tarafı tutuyoruz, daha doğrusu tutmak zorunda kalıyoruz. o zamanda cep telefonu türkiye'de yeni yeni yaygınlaşmaya başlıyor, piyasada ericsson ve nokia modeller başı çekiyor. piyasada tek tük hatırladığım motorola ve başka markalarda mevcut ama o kadar azlar ki esameleri okunmuyor.
dedim ya cep telefonu yeni yeni yaygınlaşıyor. o zaman henüz yeni yeni çıkmaya başladığım şimdiki eşime hava atacağım, bir cep telefonu alayım dedim, ona da sürpriz yapacağım, düşünsenize milletin içinde al buradan arkadaşlarını ara diyeceğim. ericsson mu nokia mı diye bakıyorum. dediğim gibi ericssoncular bir yanda nokiacılar diğer tarafta, telefonu almakla bitmiyor bir de operatör seçeceksin, turkcell mi telsim mi olacak, tam çifte bela, hangi seçimi yaparsan toplumun gözünde ..... cı olacaksın.
ericsson isveç, nokia finlandiya malı. mesleğim gereği isveç teknolojisini iyi biliyorum. isveç çeliğini, volvoyu, saabı tanıyorum, finlandiyayı ise sadece kone marka asansörlerden biliyorum, finlandiya kim ola ki dedim ve ericssonda karar kıldım, o zaman ericsson'un 388 modeli çok yaygın, gh 688 yeni gelmiş: www.eskigaste.com/efsane-er...
nokia 8110 kayar kapaklı telefonda çok afili. (aşağıdaki reklamda hamile kadın maşallah telefonu karnında gezdiriyor, o zaman demek ki normalmiş, reklamda şafak sezer ve hakan yıldız var) :
neyse telefon olarak turkcell hatlı ericsson gh 688 de karar kıldım ve aldım, telefonda istediğiniz şarkıyı notalar ile yazıp, kaydedebiliyorsunuz, o zil sesiniz olabiliyor ama çıkan ses metalik, şimdiki nesile çok garip gelir. ericsson dedim ya isveç malı, volvo araba gibi, önceden volvo 940 model arabalar vardı, duvara vursan duvarı yıkardı, ericssonda öyle çerçevesi çelikten yere düşse hiç bir şey olmuyor, nokia 8110 kayar kapaklı daha estetik ama metal çerçeveli değil. zaman benim ericssonu seçmemle ne kadar doğru tercih yaptığım konusunda beni haklı çıkardı. kaç sefer benim telefon makine tepelerinden kendini yere atarak intihar etmeye kalktı, ellerim yağlı, kir-pas içinde iken bile hep bana hizmet etti, maşallah senelerce o işkenceye dayandı, tık bile demedi.
aynı iş yerinde nokia 8110 kayar kapaklı alan arkadaşımınki ne oldu, ilk yere düşmede kapak gövdeden ayrıldı, kenardaki kızağı kırıldı. peki yaklaşık 4 sene bana sadakatle hizmet eden telefon ne oldu, yerini aşağıdaki panasonic gd 90 a bıraktı.
1887-1920 tarihleri arasında yaşamış, devrimci şair, yazar, entelektüel ve eylemcidir. 33 yıllık kısa ömrüne pek çok şey sığdırmıştır.
varlıklı portlandlı bir ailenin çocuğu olarak doğan reed, 1910'da harvard'dan mezun olur ve 1913'te sosyalist bir gazete olan the masses (kitleler) için yazmaya başlar. 1914'te meksika'daki devrimci mücadele ilgisini çeker ve izlenimlerini insurgent mexico isimli kitabında anlatır.
dönüşünde grevleri organize ettiği ve sosyalizmi savunduğu için sık sık tutuklanır, gittikçe daha radikal bir lider olur ve amerika birleşik devletleri'nde komünist partinin kurulmasına ön ayak olur.
metropolitan dergisi için ı. dünya savaşı ile ilgili yazıları yayınlanır, bu deneyimden doğu avrupa'da savaş (1916) isimli kitabı gelir.
bu sırada lenin ile tanışır ve onun yakın arkadaşı olarak rusya'daki 1917 bolşevik devrimi'ne tanık olur ve en iyi bilinen kitabı olan dünyayı sarsan on gün (1919) ortaya çıkar.
daha sonra komünist işçi partisi'nin lideri olur. vatana ihanetle suçlanarak sovyetler birliği'ne kaçar ve tifüsten ölür; diğer bolşevik kahramanlarla birlikte kremlin duvarının yanına gömülür. ölümünün ardından komünist parti, abd şehirlerinde birçok john reed kulübü, yazar ve sanatçı derneği kurar.
1960'ların sonlarında ve 1970'lerin başlarında, walter mischel adlı bir psikolog, "hazzı erteleme" üzerine bir dizi deney yapar. mischel, bunu yaparken hazzı erteleme yeteneğinin denek çocukların gelecekteki yaşam başarısının bir göstergesi olup olmayacağını öğrenmeye çalışır.
deneylerde, 3 ile 5 yaş arasındaki çocuklar bir odaya konur ve önlerine bir marshmallow, çikolata veya pasta konur. odadan ayrılmadan önce, deneyi yöneten kişi her çocuğa, işi olduğunu ve belli bir süre sonra geleceğini eğer masadaki tatlıyı yemezse ikinci bir tatlıyı yemeye hak kazanacağını söyler ve gider.(çocuğa bu yapılır mı be, ben bu yaşta dayanamam o tatlıya, burnumun dibinde olacak, o bana bakacak, ben ona bakacağım haaa?).
doğal olarak çoğu çocuk bu testi geçemiyor ve anlık "hazza" yenik düşüyor, tatlıyı şapur şupur yiyor, peki her şeye rağmen söz dinleyerek "hazzı" yemeyen dolayısı ile ikinciyi hakeden çocuklar ileride ne mi oluyor? bu çocuklar ileride akademik yönden daha başarılı oluyorlar, iş hayatlarında da bu başarı devam ediyor, daha sosyal, spora daha meyilli, alkol ve uyuşturucu gibi zararlı alışkanların pençesinede daha az düşüyorlar.
konu ile ilgili iki video bırakıyorum aşağıya.
birincisi deneyle ilgili (çocuklar resmen kıvranıyor)
bu da once upon a time in america filminden. kahramanımız aşık olduğu kıza pasta alır, onun evine gelmesini bekler ve ........:
edit: sevgili evernevergreen uyardı, bir de aras denen sevimli velet varmış, onu da ekleyelimde tam olsun:
mimar değilim ancak ömrüm inşaat firmalarında çalışmakla geçti. bu nedenle çalıştığım tüm firmalarda mutlaka bulunan ve bulduğumda mutlaka karıştırdığım ilk baskısı 1936 da yapılmış yapı tasarımında mimarın kutsal kitabıdır. ernst neufert adında alman mimar tarafından yazılmıştır.
mühendis veya mimarsanız teknik standartların ne kadar önemli olduğunu bilirsiniz. almanların da mühendislikte ne kadar ileride olduğunu söylemeye zaten gerek yok. eee boşuna doyçlant doyçlant über alles dememişler. yapı tasarımında gerekli olan her türlü standart ve çizimleri bu kitapta bulabilirsiniz. kitabın içinde olanlar:
normlar, çizimler, ölçü ve ağırlıklar, bariyersiz yapı, ölçü esasları ve ölçü oranları, yapı biyolojisi, optik algı, tasarım, sürdürülebilir yapı, tesis yönetimi, eski yapılarda bakım ve onarım, planlama ve inşaat yönetimi, temellendirme, duvarlar, döşemeler, çatılar, pencereler, cam, kapılar, merdivenler, yürüyen merdivenler, yürüyen yollar, asansörler, esaslar, konut yoğunluğu, yönlendirme, mimari nizam, oturum alanları, konut iç mekanları, öğrenci yurtları, yaşlı yurtları, oteller, gastronomi, öğrenci yurtları, tatil evleri, moteller, kamp, çocuk kreşleri, çocuk oyun alanları, okullar, yüksekokullar, müzeler, tiyatrolar, konser salonları, sinemalar, sirk, hayvanat bahçeleri, büro binaları, yüksek yapılar, kütüphane, bankalar, dükkanlar, endüstri, atölyeler, hristiyan kiliseleri, sinagoglar, camiler, hekim muayenehaneleri, hastaneler, stadyumlar, spor tesisleri, spor salonları, yüzme havuzları, spa, oyun salonları, yollar, otoparklar, şehiriçi toplu taşımacılık, demiryolları, havayolu, mezarlıklar, tasarım yaklaşımları ve kavramlar, harfiyat işleri, bahçe çevrelemesi, pergolalar ve bitki sarma sistemleri, yollar, meydanlar, merdivenler, drenaj, bitki örtüsü, biyomühendislik önlemleri, seralar, su tesisleri, dış mekan tesisleri – örnekler, çiftlikler, hayvancılık, yükleme avluları, yükleme rampa ve köprüleri, hidrolik kaldıraç, çöp, acil jenaratör odaları, yenilebilir enerjiler, yapı fiziği, gün ışığı, aydınlatma, yangın güvenliği, yapı tesisatı
almanya'nın gururu scorpions grubunun 1984 tarihli love at first sting albümünden güzel bir şarkıdır. unutmayın heavy metale giden yol hard rocktan geçer. iki ayrı yorumunu paylaşalım:
önce 2012 tarihli berlin philharmonic orchestra kaydı, şarkının başındaki kemanlara dikkat lütfen:
#158727 tanımımda son paragrafta konu başlığımız olan şahıs hakkında ön bilgi vermiştim. biraz daha detaylı bilgi verelim:
kendisi norveçli bir subay olup 1887-1945 yılları arasında yaşamıştır. tarihe ii. dünya savaşı sırasında ülkesini nazilere işgal ettirmiş ve onlarla iş birliği yapmış bir hain olarak geçmiştir. öylesine biridir ki soyadı ingilizce sözlüklere hain, işbirlikçi kelimesinin karşılığı olarak girmiştir: www.merriam-webster.com/dic... dictionary.cambridge.org/di...
gerçek adı vidkun abraham lauritz jonssøn quisling olan hainimiz 1887'de norveç'te doğar. orduya girer ve 1918-19'da sovyetler birliği'nde st. petersburg, 1919-21'de helsinki'de askeri ataşe olarak çalışır. sscb de kaldığı süre boyunca sıkı bir komünizm karşıtı olur. yavaş yavaş önce italya, sonra almanya ve ispanya'da yükselen faşizme kayar. en büyük kahramanı adolf hitler'dir artık, sıkı bir nazi partisi hayranıdır. 1931'de norveç'in savunma bakanı olur, daha sonra 1933'te kahramanı hitler'i model alarak kendi faşist partisini kurmak için hükümetten istifa eder.
dünya savaşı başladıktan sonra quisling, hitler ile bir araya gelir ve açıkça kendi ülkesini işgal etmesini ister. 9 nisan 1940'ta, almanya'nın norveçi işgali başlar ve quisling, hükümetin başı olduğunu açıklar. ancak tabanı olmadığı için yeni hükümeti bir hafta içinde çöker, buna rağmen almanların desteği ile gene başta kalır. 1942'de almanlar onu “minister president=bakan başkan" olarak atar.*.
ne gariptir ki norveç halkının güçlü muhalefetine rağmen quisling, almanya'nın 1945'te teslim olmasına kadar iktidarda kalır. savaş sonunda yargılanan quisling, vatana ihanetten suçlu bulunur ve ölüme mahkum edilir. 24 ekim 1945'te oslo'daki akershus kalesi'nde idam edilir.
bir kitabı kapak dizaynına bakarak mı alırsınız veya dış görünüşlerine göre insanları yargılar mısınız? genelde insanların ezici çoğunluğu kitap konusunda olmasa bile maalesef karşısındakini dış görünüşüne göre yargılamaya çok meyilli oluyor. kişinin bazen fiziki görünüşü, bazen etnik kökeni, bazen de kılık kıyafeti onlarla tek kelime etmeden onları yargılamamıza neden oluyor, bir nevi içindekine değil kitabın kapağına bakıyoruz.
aslında bir reklam olarak başlayan oldukça eğlenceli olan bu sosyal deneyde, hiçbir şeyden şüphelenmeyen çiftler kalabalık bir sinema salonuna girerler. sinemada 150 koltuktan ikisi hariç hepsi doludur. dolu olan 148 koltukta amerikan filmlerinde sıkça gördüğümüz korkutucu görünümlü erkek motorsikletçiler vardır. soru çok basit; bu ortamı gördükten sonra, partneriniz ile boş olan o 2 koltuğa oturur musunuz yoksa oturmaz mısınız? ben de dahil çoğu kimse bunu herhalde iki kere düşünecektir. açıkça itiraf etmeliyim ki o boş koltuklara oturanlar epey cesurmuş ve her riskin bir getirisi olabiliyormuş, sonunda buz gibi carlsberg biralarını kapmış bizim çiftler.
konunun kendisi aşağıdaki videoda mevcut, gong çaldı, ışıklar sönsün, arkanıza yaslanın ve film başlasın:
avusturyalı tıp doktorudur. iki tane lakabı vardır, en çok bilineni dr. death= doktor ölüm olup diğer lakabıda butcher of mauthausen=mauthausen kasabıdır.
1914 de doğmuş, 1935 yılında avusturya yerel nazi partisine üye olmuştur. 1940 da hitler'in elit waffen ss' ine katılmak için gönüllü olur. ss doktoru olarak sachsenhausen (1940), buchenwald (1941) ve mauthausen (1941) toplama kamplarında görev yapar. auschwitz toplama kampında görev yapan ss doktoru joseph mengele'ninkine benzer korkunç deneyler yapar. bunlara deney demek aslında lafın gelişidir. yaptıkları bırakın bir doktorun, bir insanın insana hatta herhangi bir canlıya yapmaya aklına bile getiremeyeceği türdendir.
anestezi vermeden yahudi mahkumları ameliyat etmek ve bu şekilde ne kadar acıya dayanabildiklerini gözlemlemek, mahkumların kalbine benzin ve diğer sıvıları enjekte ederek hangisinin daha çabuk öldürdüğünü görmek, sağlıklı mahkumların organlarını ameliyatla çıkarmak ve ardından onları ameliyat masasında ölüme terk etmek bu manyağın en büyük zevkidir. bunları yaparken sürekli elindeki kronometre ile ölüme giden sürecin zamanını tuttuğuda söylenir.
savaş boyunca yukarıda saydığım gibi insanlığa sığmayacak tıbbi deneylerde (!) bulunmuştur. savaşın sonuna doğru amerikan birliklerince yakalınır ve bir kampta esir tutulur. daha sonra hala bilinmeyen bir nedenden dolayı gene amerikalılarca serbest bırakılır. serbest bırakıldıktan sonra heim, karısı ve iki oğluyla birlikte yaşadığı alman kaplıca kasabası baden-baden'de jinekolog olarak çalışır. 1962'de, tutuklanması için bir mahkeme kararı çıkartılır, bunun haberinide (her nasılsa) önceden alır ve ortadan kaybolur.
seneler sonra kendisinin mısır'da olduğu ve tarek hüseyin farid adı ile yaşadığı, 1992' de öldüğü resmi makamlarca açıklanır. ateşi bol olsun manyağın.
sevgili ozgur1ey' in #1039162 tanımını okuyunca mauthausen toplama kampı ile ilgili olduğu için bunu yazayım dedim, umarım beğenir. kendisinin yukarıda bahsettiğim tanımını mutlaka okumanızı tavsiye ediyorum, muhteşem olmuş. ikinci dünya savaşına meraklıysanız belgesel tadındaki tanımından büyük zevk alacaksınız.
zamanında yazmış olduğum şu tanımımada bakabilirsiniz. #219672
tam adı joseph raymond mccarthy dir. 1908-1957 yılları arasında yaşamış, abd tarihinin en nefret edilen politik karakterlerindendir. 1947–57 yılları arasında senatoda cumhuriyetçi partiden wisconsin senatörü olarak görev yapmış , politikada mccarthyizm terimine adını veren kişi olmuştur.
1950'lerin başlarından itibaren abd'de nice bilim adamı, sinemacı, entellektüel ve yazarı komünist olmakla suçlamış ve zamanında abd siyasi iklimine egemen olmuştur.
1947 de ilk kez senatoya girdiğinde sessiz sakin, pek etliye sütlüye karışmayan bir senatör olarak takılmaya başlamış ama daha sonra şubat 1950 de abd dışişleri bakanlığına 205 komünistin sızdığı beyanatı ile dikkatleri çekmeye başlamıştır. devir ikinci dünya savaşı sonrası soğuk savaş dönemidir ve dünya artık ikiye bölünmüştür. bu iddaları karşısında senato dış ilişkiler komisyonunda ifade verir ve ispatla dendiğinde tabii ki kem küm eder ama dünya savaşından yeni çıkmış, devam eden kore savaşı'ndan bıkmış ve doğu avrupa ile çin'deki komünist ilerlemeler karşısında dehşete düşmüş bir ülkenin korkularındanda yararlanarak suçlama kampanyasına artan bir halk desteği ile devam etmiştir. mccarthy, artık ülke çapında anti-komünist “haçlı seferi” başlatmıştır.
mccarthy'nin 1952'de yeniden seçilmesinden sonra, senato'nun hükümet operasyonları komitesi'nin ve onun daimi soruşturma alt komitesinin başkanlığına seçilir. sonraki iki yıl boyunca, çeşitli devlet dairelerindeki komünist bağlantıları
(iddaları) nedeniyle sayısız tanığı sorgular, kimseye karşı makul bir suçlamada bulunamamasına rağmen, yaptığı şov ve kurnazca hamlelerle pek çok kişiyi işinden ettirir, kimisi çareyi ülkeden ayrılmakta (kaçmakta) bulur.
bu namussuzun kariyerinin düşüşü 1954 yılında televizyondada yayınlanan abd ordusu içindeki komünist subayların sorgulandığı oturumlarla başlar. televizyonda günlerce tefrika halinde yayınlanan bu oturumlarda halk mccarthy'nin gerçek yüzünü görmeye başlar. aynı zamanda avukat olan joseph n. welch, mccarthy'e tarihe geçecek aşağıdaki sözleri söyleyerek kapağı mccarthy'e monte eder:
“have you no sense of decency, sir, at long last? have you left no sense of decency?” sözleri; sen de hiç terbiyenin kırıntısı yok mu be adam, hiç mi kalmadı sende? mealindedir.
bu tarihi anın görüntüleri aşağıdan seyredilebilir:
kasım ayında yapılan ara seçimlerde cumhuriyetçiler senato'nun kontrolünü kaybeder. abd tarihinde pek eşi benzeri olmayan bir durum olarak aralık 1954'te , “senato geleneklerine aykırı” davranışı nedeniyle senatoda ezici bir çoğunlukla sert bir şekilde kınanır, böylece adını verdiği mccarthyizm dönemi sona erer, çanlar artık mccarthy için çalmaktadır, meslektaşları ve daha sonra medya tarafından görmezden gelinir ve ikinci görev süresini tamamlayamadan arkasında binlerce kişinin ahı ile ölür.
tarihe epey meraklıyımdır, bu adam ile ilgili epey belgesel seyrettim epey kitap okudum. bu ve eski fbi başkanı j. edgar hoover gibi adamlar abd tarihinde nasıl yer alabilmiş, anlayamıyorum. abd de de o dönem aralarında albert einstein gibi meşhur bilim adamları, orson welles, charlie chaplin, joseph losey gibi aktör ve yönetmenler, bertolt brecht, artur miller gibi yazarlar hep bu adamın tezgahından geçmiş, çareyi ülkeden kaçmakta bulmuşlardır.
bir de türkiye doğumlu ünlü abdli yönetmen elia kazan gibi olanlar var. 1947 de gentleman's agreement ve 1954 de on the waterfront filmleri ile en iyi yönetmen akademi ödülünü alan bu yönetmen, işini kaybetmemek için hollywoodda olan pek çok kişiyi komünist diye gammazlar. bu hareketi onun laneti olur, devir değişince 2003 yılındaki ölümü ne kadar yaptıkları peşini bırakmaz, eski saygınlığını hiçbir zaman geri kazanamaz.
bu dönemde bir de bu adama kafa tutanlar vardır ki takdir edilesi adamlardır. 1951 yılında ray bradbury "fireman=itfaiyeci" adıyla bir kitap yayınlar, bu 1953 yılında fahrenheit 451 adıyla yayınlanacak olan ünlü eserinin temelini oluşturur. daha sonra bradbury, mccarthy döneminde amerika birleşik devletleri'nde işin kitap yakmaya kadar varacağı endişesi nedeniyle bu kitabı yazdığını söyler.
1953'te oyun yazarı arthur miller, the crucible (cadı kazanı) isimli kitabını yayınlar, aslında salem kasabasında cadı avını anlatsada bu kitap birebir yazıldığı o döneme bir göndermedir. yukarıda "haçlı seferi" demiştim ama "cadı avı" belki daha doğru bir tabir olur.
aklıma gelen bu dönem ile ilgili daha önce yazdığım tanımlarım ise aşağıda, belki o atmosfer kafanızda daha iyi canlanacaktır: #329023 #208444
cat stevens'ın 1977 yılında müslüman olup yusuf islam adını almadan çok önce 1970 yılında çıkardığı tea for the tillerman albümünden bir şarkıdır. genelde her cat stevens şarkısında olduğu gibi basit ama duygulu bir müzik üzerine yazılmış, vurucu sözleri olan bir şarkıdır.
stavros georgiou olarak doğan daha sonra cat stevens sahne adını kullanan, en son yusuf islam isminde karar kılan sanatçımız bu şarkısında biraz da kendi babası ile arasında geçen olaylardan esinlenerek şarkıyı yazdığını belirtir. babası bir yunan restaurantı işleten cat stevens babasının tüm karşı çıkmalarına rağmen aile işini yapacağına şarkıcı olmaya karar verir. ancak hiçbir zaman baba ile oğulun arası bu olay yüzünden limoni olmaz, ikiside gene birbirini sever ve sayar.
aşağıdaki sözlerde normal harflerle yazılan kısımlar babanın evladına, kalın harflerle yazılanlar ise evladın babasına seslenişi/sitemidir, sözlerden sonra ise klibi mevcut, şarkıyı hiç dinlememişseniz bir şans verin, cat stevens'ın müziği sözleri ile birlikte her zaman çok şey ifade eder, keşke şarkıcılığına devam etseydi.:
it's not time to make a change,
just relax, take it easy
you're still young, that's your fault,
there's so much you have to know
find a girl, settle down,
if you want you can marry
look at me, i am old, but i'm happy
i was once like you are now, and i know that it's not easy,
to be calm when you've found something going on
but take your time, think a lot,
why, think of everything you've got
for you will still be here tomorrow, but your dreams may not
how can i try to explain, when i do he turns away again
it's always been the same, same old story
from the moment i could talk i was ordered to listen
now there's a way and i know that i have to go away
i know i have to go.
it's not time to make a change,
just sit down, take it slowly
you're still young, that's your fault,
there's so much you have to go through
find a girl, settle down,
if you want you can marry
look at me, i am old, but i'm happy
all the times that i cried, keeping all the things i knew inside,
it's hard, but it's harder to ignore it
if they were right, i'd agree, but it's them you know not me
now there's a way and i know that i have to go away
i know i have to go
telaffuzu kulağa çok hoş gelen ama ne iş yaptığını bildiğinizde sizi dehşete düşürecek olan nazilerin manyak özel eylem gruplarıdır. einsatzgruppen (özel eylem grupları) 1938 yılında kurulur. en çok, haziran 1941'de başlayan alman-sovyet savaşı sırasında bir milyondan fazla yahudi kurbanın öldürülmesindeki rolleriyle tanınırlar. çoğunlukla "mobilize katliam birlikleri" olarak anılan bu grup, özellikle sovyet topraklarındaki yahudilerin sistematik olarak öldürülmesindeki rolleriyle bilinirler.
haziran 1941'de hitler’in sovyetler birliği’ne karşı "imha savaşı" nın başlatmasıyla, bu manyaklar sürüsü ele geçirdikleri yerlerde ilk dokuz ay içinde çoğu yahudi olan yarım milyondan fazla insanı vurarak katleder. aktion olarak adlandırılan bu katliamlarda katledilecek olanlar önce toplanır, sonra katliamın yapılacağı yere toplu olarak sevkedilir, halihazırda bir toplu mezar kazılmamışsa, kurbanlar kendi toplu mezarlarını kendileri kazar, giysilerini ve değerli eşyalarını çıkartıp, gruplar halinde çukura sürülür ve infaz edililirdi. burada en trajik olan durum sevdiklerinizin sizin ölümünüzü seyretmesi ve bir sonraki seferde onlarında infaz edilmeleri olmalı herhalde.
sonradan infazlar için çok fazla mühimmat harcanması, infazcılarda katliam sebebiyle psikolojik sorunlar gözükmesi nedeniyle kurbanlar öncelikle kapalı yerlerde araç egzostlarından çıkan karbonmonoksit gazı ile infaz edilmiş, zamanla bu olay gaz odalarında infaza dönüşmüştür.
aşağıdaki video rahatsız edici görüntüler içerebilir.
italyanca falcietto "orak" sözcüğünden alıntı olan kelimedir. maket bıçağı olarakta bilinir. önceleri ayakkabı imalathanelerinde deri, kösele ve mukavva kesmek için kullanılırken zamanla evlerimize kadar girmiştir. nedense bende her kullandığımda çok keskin olması nedeniyle hep tedirginlik yaratır. kullanmadığım zamanlar mutlaka sürgüsünü kapatırım.
normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz.
Daha detaylı bilgi için çerez ve
gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.
online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.