yazar: hüseyin rahmi gürpınar
yayım yılı: 1920
hüseyin rahmi gürpınar'ın aksaray'daki evinde yangın çıkar ve bütün eşyalarının yanında, onu en çok kahreden neredeyse bütün kitaplarının yanmış olmasıdır. henüz 19 yaşında iken, vidinli tevfik paşa'nın kendisine verdiği bir kütüphane fransızca kitap dolasıyla sevinçten bir hafta uyumadığını yazar hüsen rahmi. bu şekilde son derece üzgün bir durumdayken, dostu kendisine teselli verir ve "her şeye yeniden başlıyabilirsin" der. tabii ilk anlarda bilindik tepkiler verirken hüseyin rahmi, dostunun ciltlerce kitap arasından kalan tek tük yarı yanmış açtığı bir kitapta fransızca şunlar yazmaktadır,
"ıı ya dans la douler quelque chose de plus affreux avoir que ses larmes: c'est son souire"
bu satırları iki dost şöyle çeviriyor,
" bir felaket-dide için, ye'sin en veca'nak manzarası gözyaşalarından ziyade tebessüm-i elemini görmektedir"
hüseyin rahmi ikna olur ve roman yazılmaya başlanır.
yayım yılı: 1920
hüseyin rahmi gürpınar'ın aksaray'daki evinde yangın çıkar ve bütün eşyalarının yanında, onu en çok kahreden neredeyse bütün kitaplarının yanmış olmasıdır. henüz 19 yaşında iken, vidinli tevfik paşa'nın kendisine verdiği bir kütüphane fransızca kitap dolasıyla sevinçten bir hafta uyumadığını yazar hüsen rahmi. bu şekilde son derece üzgün bir durumdayken, dostu kendisine teselli verir ve "her şeye yeniden başlıyabilirsin" der. tabii ilk anlarda bilindik tepkiler verirken hüseyin rahmi, dostunun ciltlerce kitap arasından kalan tek tük yarı yanmış açtığı bir kitapta fransızca şunlar yazmaktadır,
"ıı ya dans la douler quelque chose de plus affreux avoir que ses larmes: c'est son souire"
bu satırları iki dost şöyle çeviriyor,
" bir felaket-dide için, ye'sin en veca'nak manzarası gözyaşalarından ziyade tebessüm-i elemini görmektedir"
hüseyin rahmi ikna olur ve roman yazılmaya başlanır.
öne çıkanlar | diğer yorumlar
başlık "reşat historian" tarafından 03.11.2021 22:27 tarihinde açılmıştır.
1.
hüseyin rahmi gürpınar romanı, 1920 yılında ıstanbul'da basılıyor ki, ben bu baskısını okudum. evet kitabın dili ağır, eski türkçe bütün baskısını hissettiriyor.
burada sonra yazdıklarım spoiler içerebilir.
eksi sozluk'te dahi sadece üzerine tek bir yazı olan, 500 yakın sayfa sayısıyla aslında geniş hacimli bir romandan bahsediyoruz. klasik olarak, tüm osmanlı son dönemi romanlarında gördüğümüz gibi, modernizm ile klasik dönemin arasında kalan bir karakter söz konusu. kenan, son derece modern batı eğitimi almış ve tüm fikriyatını bunun üzerine kurmuş bir karakter olarak karşımıza çıkıyor. aynı şekilde kenan gibi eğitim almış, bir başka karakter ise ragıbe. bir başka karakter ise, eğitimle betimlemenin kabil olmadığı, vuslat adlı kerhanede çalışan bir kadın. roman aslında bu üç karakter üzerinden ilerliyor.
ragıbe ile kenan istanbul'un dönemin anlayışına uygun bir şekilde, parkta tesadüf ederek karşılaşıyorlar. evlilik çağında olan ragıbe, kapıya gelen damat adaylarını bir şekilde, defediyor. hüseyin rahmi istemeye gelen bir takım kadınları beyinsizlikle itham ediyor, çünkü sadece bir duyum üzerine kapı çalıp, "evde gelinlik kız varmış, bir görelim" diye gelenler var. ragıbe, dediğim gibi batı eğitimi almış, görücü usulü bir evliliğe mesafeli yaklaşıyor. hüseyin rahmi bu tür yüksek eğitim almış, kadınların cemiyet hayatında, iş bulmak yerine evde koca bekleyerek sisteme kanalize olmaya çalışmalarını ciddi eleştiri getirerek sistemi suçluyor. aslında, ileride tüm kıyametin kopacağı nokta, burası oluyor. çünkü aslında romanda ağırlık merkezi kenan'ın "sapkınlığı, düşkünlüğü" iken, aynı kafa yapısıyla yola çıkan iki karakter var. nedir bu kafa yapısı? ikisi de, artık dönemin değiştiğini, modernizmin vazgeçilmez bir olgu olduğunu, dönemin ruhunun dışında kalmanın mümkün olmadığına inanan iki karakter. bir romanda, çok fazla altını çizmek huyum olmasa da, buranın ve dahi birçok yerin altını çizmiş bulunuyorum çünkü dönem romanları, benim gibi tarihçiler için bulunmaz bir nimet olabilir.
yukarıda bahsettiğim gibi kenan ile ragıbe bir parkta tesadüf edip tanışıyorlar, elbette bu tanışma dönemin ruhuna göre uzun süre sadece bakışmalar ve selamlasmalar ile ilerliyor. dönemin romanlarında okuyanlar bilir, bir husus dikkat çekiyor, evlerin içinde bugün bile
bahsettiğim satırlar, şudur
" kadınlarımızın dimağları beyhude sıkletletden, çocuklarımız kundaklar dan azat edilmelidir. avrupa'daki feminizm cüretlerini, savletlerini görüyor musunuz? bugün cins-i latif, kütle-i ricale karşı yumruklarını göstererek" biz insaniyetin nısfıyız. hukukta istisna olmaz. biz de doğduğumuz memleketin hava-yi hürriyetini tamamıyla teneffüs hakk-ı tabiisine malikiz. musavat ancak bu tatbik-i kamili ile tazannum-ı ma'na edebilir. yoksa boş bir söz olur. bir milletin nısfı hür, nısfı esir olamaz. esir analardan hür çocuk doğmaz. hürriyet inkisama, inhisara uğrayınca muzır olur. hürriyet-i asliyye mutegallibenin hürriyeti demek değildir. biz artık, münhasıran sizin dest-i lutfunuzla yaşamak istemiyoruz. çekiliniz, menabi-i ma'iset bizim için de açılsın. biz de avukat, tabip, muntehab, mebus, nazır olmak istiyoruz, diyorlar. dava'yı insaniyet ediyorlar. bizdeki kadınlar, niçin kabiliyet-i beserriyelerini göstermekten men edilsin? rical ve nisvan el ele verelim. sema-yi terrakinin guneslerine doğru koşalım. yaşamak çalışmak demektir. mesaisiz hayat, ölümün sekl-i dunyevisidir."
kenan ragıbe ile tanıştığı dönemde, henüz ilk görüşmelerde yukarıda alıntıladıgım görüşlere sahip bir muptezel. kadın haklarından, hürriyetten, çalışmaktan bahseden kenan, ragıbe ile bir süre sonra evlenince romanın ikinci boyutu giriyor devreye. hüseyin rahmi burada, türk insanı paradoksunu, iki yüzlülüğünü özgün bir hikaye ile ortaya koyuyor. son derece özgürlükçü ve kadın hakları savunucusu kenan, evlilikten sonra, eğitimsiz fakat ragıbe'den çok daha güzel bir kadına tutuluyor. kenan bu uğurda o kadar rezil bir duruma düşüyor ki, zeki demirkubuz'un masumiyet filmindeki haluk bilginer ile aynı duruma geliyor. o kadar çok benzerlik car ki, zeki'nin arakladığını bile düşündüm.
ancak, mesele bu değil. kenan evlilikten sonra, vuslat adlı karaktere tutulunca, tamamen doğulu bir prototipe bürünüyor. ragibe'yi bosamiyor, aylarca eve uğramıyor. ragibe'nin aile gelirlerini, vuslat uğruna harcıyor. sorun şu, bu donemde kadınların boşanma hakkı yok, o yukarıdaki kenan gidiyor, yerine geleneksel tavra bürünen başka bir adam geliyor. ragıbe bir yerde, "artık yenicerilik döneminde değiliz, bosayacaksın" diyor. en nihayetinde, roman o kadar iyi ki, ragıbe vuslat ile kenan kaldığı yeri basıp silah çekerek, boşanıyor.
yıl 1912, çarşaflı peçeli bir genç kız, fesli çağdaş eğitim alan bir entelektüel erkek. zerre eğitimi olmayan, bütün işi düşkün erkekleri yolmak olan bir kadın. üçünün yolu kesismeden önce, diğer iki karakter son derece ilerici fikirlerle evleniyor. feminizm, özgürlük. erkek 6 ay sonra sıkılıyor, geleneksel tavra dönüyor, başka kadınların peşinden koşuyor. burada ragıbe vnin eğitimli olmasına rağmen, kadınlar cemiyet hayatında henüz olmadıkları için, mecbur ev hayatını tercih ediyor. sonra vuslat ile tanışıyor kenan, kadın kenan'ı avucunun içine alıp, soyup soğana çeviriyor. ragıbe gidiyor, kenan en son dövülüp sokağa atılıyor. türk insanı dusunce ile gerçek arasında sallanıp duruyor.
en nihayetinde cumhuriyetin ayak sesleri isitiliyor, romanın bence en iyi yanı buydu.
burada sonra yazdıklarım spoiler içerebilir.
eksi sozluk'te dahi sadece üzerine tek bir yazı olan, 500 yakın sayfa sayısıyla aslında geniş hacimli bir romandan bahsediyoruz. klasik olarak, tüm osmanlı son dönemi romanlarında gördüğümüz gibi, modernizm ile klasik dönemin arasında kalan bir karakter söz konusu. kenan, son derece modern batı eğitimi almış ve tüm fikriyatını bunun üzerine kurmuş bir karakter olarak karşımıza çıkıyor. aynı şekilde kenan gibi eğitim almış, bir başka karakter ise ragıbe. bir başka karakter ise, eğitimle betimlemenin kabil olmadığı, vuslat adlı kerhanede çalışan bir kadın. roman aslında bu üç karakter üzerinden ilerliyor.
ragıbe ile kenan istanbul'un dönemin anlayışına uygun bir şekilde, parkta tesadüf ederek karşılaşıyorlar. evlilik çağında olan ragıbe, kapıya gelen damat adaylarını bir şekilde, defediyor. hüseyin rahmi istemeye gelen bir takım kadınları beyinsizlikle itham ediyor, çünkü sadece bir duyum üzerine kapı çalıp, "evde gelinlik kız varmış, bir görelim" diye gelenler var. ragıbe, dediğim gibi batı eğitimi almış, görücü usulü bir evliliğe mesafeli yaklaşıyor. hüseyin rahmi bu tür yüksek eğitim almış, kadınların cemiyet hayatında, iş bulmak yerine evde koca bekleyerek sisteme kanalize olmaya çalışmalarını ciddi eleştiri getirerek sistemi suçluyor. aslında, ileride tüm kıyametin kopacağı nokta, burası oluyor. çünkü aslında romanda ağırlık merkezi kenan'ın "sapkınlığı, düşkünlüğü" iken, aynı kafa yapısıyla yola çıkan iki karakter var. nedir bu kafa yapısı? ikisi de, artık dönemin değiştiğini, modernizmin vazgeçilmez bir olgu olduğunu, dönemin ruhunun dışında kalmanın mümkün olmadığına inanan iki karakter. bir romanda, çok fazla altını çizmek huyum olmasa da, buranın ve dahi birçok yerin altını çizmiş bulunuyorum çünkü dönem romanları, benim gibi tarihçiler için bulunmaz bir nimet olabilir.
yukarıda bahsettiğim gibi kenan ile ragıbe bir parkta tesadüf edip tanışıyorlar, elbette bu tanışma dönemin ruhuna göre uzun süre sadece bakışmalar ve selamlasmalar ile ilerliyor. dönemin romanlarında okuyanlar bilir, bir husus dikkat çekiyor, evlerin içinde bugün bile
bahsettiğim satırlar, şudur
" kadınlarımızın dimağları beyhude sıkletletden, çocuklarımız kundaklar dan azat edilmelidir. avrupa'daki feminizm cüretlerini, savletlerini görüyor musunuz? bugün cins-i latif, kütle-i ricale karşı yumruklarını göstererek" biz insaniyetin nısfıyız. hukukta istisna olmaz. biz de doğduğumuz memleketin hava-yi hürriyetini tamamıyla teneffüs hakk-ı tabiisine malikiz. musavat ancak bu tatbik-i kamili ile tazannum-ı ma'na edebilir. yoksa boş bir söz olur. bir milletin nısfı hür, nısfı esir olamaz. esir analardan hür çocuk doğmaz. hürriyet inkisama, inhisara uğrayınca muzır olur. hürriyet-i asliyye mutegallibenin hürriyeti demek değildir. biz artık, münhasıran sizin dest-i lutfunuzla yaşamak istemiyoruz. çekiliniz, menabi-i ma'iset bizim için de açılsın. biz de avukat, tabip, muntehab, mebus, nazır olmak istiyoruz, diyorlar. dava'yı insaniyet ediyorlar. bizdeki kadınlar, niçin kabiliyet-i beserriyelerini göstermekten men edilsin? rical ve nisvan el ele verelim. sema-yi terrakinin guneslerine doğru koşalım. yaşamak çalışmak demektir. mesaisiz hayat, ölümün sekl-i dunyevisidir."
kenan ragıbe ile tanıştığı dönemde, henüz ilk görüşmelerde yukarıda alıntıladıgım görüşlere sahip bir muptezel. kadın haklarından, hürriyetten, çalışmaktan bahseden kenan, ragıbe ile bir süre sonra evlenince romanın ikinci boyutu giriyor devreye. hüseyin rahmi burada, türk insanı paradoksunu, iki yüzlülüğünü özgün bir hikaye ile ortaya koyuyor. son derece özgürlükçü ve kadın hakları savunucusu kenan, evlilikten sonra, eğitimsiz fakat ragıbe'den çok daha güzel bir kadına tutuluyor. kenan bu uğurda o kadar rezil bir duruma düşüyor ki, zeki demirkubuz'un masumiyet filmindeki haluk bilginer ile aynı duruma geliyor. o kadar çok benzerlik car ki, zeki'nin arakladığını bile düşündüm.
ancak, mesele bu değil. kenan evlilikten sonra, vuslat adlı karaktere tutulunca, tamamen doğulu bir prototipe bürünüyor. ragibe'yi bosamiyor, aylarca eve uğramıyor. ragibe'nin aile gelirlerini, vuslat uğruna harcıyor. sorun şu, bu donemde kadınların boşanma hakkı yok, o yukarıdaki kenan gidiyor, yerine geleneksel tavra bürünen başka bir adam geliyor. ragıbe bir yerde, "artık yenicerilik döneminde değiliz, bosayacaksın" diyor. en nihayetinde, roman o kadar iyi ki, ragıbe vuslat ile kenan kaldığı yeri basıp silah çekerek, boşanıyor.
yıl 1912, çarşaflı peçeli bir genç kız, fesli çağdaş eğitim alan bir entelektüel erkek. zerre eğitimi olmayan, bütün işi düşkün erkekleri yolmak olan bir kadın. üçünün yolu kesismeden önce, diğer iki karakter son derece ilerici fikirlerle evleniyor. feminizm, özgürlük. erkek 6 ay sonra sıkılıyor, geleneksel tavra dönüyor, başka kadınların peşinden koşuyor. burada ragıbe vnin eğitimli olmasına rağmen, kadınlar cemiyet hayatında henüz olmadıkları için, mecbur ev hayatını tercih ediyor. sonra vuslat ile tanışıyor kenan, kadın kenan'ı avucunun içine alıp, soyup soğana çeviriyor. ragıbe gidiyor, kenan en son dövülüp sokağa atılıyor. türk insanı dusunce ile gerçek arasında sallanıp duruyor.
en nihayetinde cumhuriyetin ayak sesleri isitiliyor, romanın bence en iyi yanı buydu.
devamını gör...