drama / gerilim / gizem
9 / 10
puan ver

öne çıkanlar | diğer yorumlar

yönetmenliğini david fincher'ın yaptığı başrolünde micheal douglas'ın olduğu 1997 yapımı filmdir. gerilim/gizem türündeki filmlerin içinde en başarılılarından biri.

kardeşinin aldığı doğum günü hediyesiyle hayatı değişen bir iş adamını anlatıyor. baştan sona nabzınızın hiç azalmadığı sürprizlerle dolu bir film. tavsiye edilir.
devamını gör...
çok beğendiğim ve zihnimde çok iz bırakmış bir filmdir benim için. sinemada seyretmiştim 1998 yılında. sonrasında bir kez de dvd’den izledim. ancak sonu çok sürprizli bir film olduğu için ikinci seyrettiğimde aynı heyecanı hissetmedim tabii ki. ama şiddetle tavsiye ettiğim bir filmdir.
devamını gör...
97 yapımı david fincher filmi.maalesef michael douglas'in iyi oyunculuğuna rağmen sınıfta kalan bir filmdir benim için.
(spoiler)
filmin en başında hatta adından da anlaşılacağı üzere karakter bir oyunun içerisindedir ve seyirci karakterle birlikte oyunu çözmeye çalışır.film bir kaç yerde 'bitti mi acaba oyun?yoksa adam şizofreni mi?' gibi sorular sordursa da maalesef keyifli bir film değil.bir karmaşa var filmin genelinde.kurgu etkileyici değil.konu da daha güzel işlenebilirmis.
çekimler gerilim filmi vibeı vermek için çok renksiz ve karanlık. muzik de tehlike habercisi.
müzikten tehlikenin gelişini anlıyorsunuz.
sonu için iki kademeli bir şaşırtma denemişler ama filmde zaten sona gelene kadar ölse de kurtulsak moduna giriyorsunuz.
öte yandan filmin film olduğu çok belli.cunku -filmde karaktere yapılan yoğun testlerle anlamlandırilmaya çalışılsa da - oyun sıfır hatayla ilerliyor güya. herhangi birinin bu oyunu gerçek hayatta sağ tamamlama ihtimali yüzde elli falan. filmin sonunda karakterlerden biri her şey kontrol altındaydı sana bir şey olmayacaktı dese de çoğu sahnede asıl karakterin ölme ihtimali yüzde elliydi. bakin bir,iki ,on ,yirmi değil elliydi.
süper oyunmuş valla.

beğenmedim.yorucu bir film. tatsız.
devamını gör...
en sevdiğim filmler listesi yapsam en kötü ilk 20'ye girebilecek yapımdır. michael douglas'a özel bir kıllığım olsa da bu filme cuk oturmuş bence karakteri. sean penn ile abi-kardeş olarak da tipleri uymuş. deborah kara unger da filmdeki diğer başrol ve o da mükemmel. ezcümle, filmin kastingi muazzam diyebilirim.

hayvan gibi spoiler dolu bir yazı olacak. baştan uyarayım.

filmi herhalde 10-15 kere izlemişimdir toplamda ama en son izleyeli seneler oldu. gene de çoğu detayı hala hafızamdadır. conrad (sean penn), zengin abisine bir güzellik yaptığını söylüyor ve onu güzellik salonuna gön... yok yok. michael douglas o kadar çirkin bir adam ki güzellik salonu bile onu paklayamaz. * zengin bir bankacı olan nicholas (michael douglas), 48. doğum günü hediyesi olarak kardeşi conrad'dan gizemli bir şeyler alıyor. daha doğrusu, daha neyi aldığı (mesela babayı mı aldığı) belli değil. crs isimli, müthiş heyecanlı bir "oyun" vadeden bir şirket ile "aralarını yapmaya" çalışıyor nick'in, kardeşi conrad. nicholas başta şüpheyle yaklaşıyor. yani ya boş iştir ya da tekin bir şey değildir diye düşünüyor. ama sonunda ikna edilip belgeyi dolduruyor, testlere giriyor ve imzayı atıyor. aslında hala çok bir beklentisi yok adamımızın bu zamazingodan lakin sonra bir telefon alıyor ve başvurusunun reddedildiği ona bildiriliyor. nick buna sinir oluyor. crs'in vadettiği deneyimi inanılmaz merak etmesinden ziyade, o kadar efor testine vs. girdikten, anket falan doldurduktan sonra zart diye reddedilmesi adamı kıl ediyor. ama yoksa bu "oyun" bir geri çevrilmeyle başlıyor olabilir mi?..

evet, aynen öyle olmuş. nicholas bir akşam eve dönerken malikanesinin içinde ama açık havada, yerde bir kukla palyaço görüyor. garipsiyor ama bunu henüz başına gelecek acımasız olayla ilişkilendirmiyor. kuklayı alıp bir koltuğa koyuyor. müzik kullanımından ve filmdeki gizem ve tansiyondan biz izleyiciler kıllanmaya başlıyoruz esasen ama bunları "karakterler" görüp duymuyor elbette. tiyatroda/dramada "dramatic irony" diye bir şey var ya. bu bahsettiğim şey de o minvalde değerlendirilebilir bence. yani örneğin bir korku filminde, o müzikler olmasa ve kamera çekimleri, görsel elementler (kontrast kullanımı vs.) ürperti yaymasa ve de bir korku filmi izlediğimizi bilmesek biz de gerilip korkmazdık bir çok sahnede. karakterler zaten bunları bilemiyor/göremiyor diye düşünebiliriz bana kalırsa. neyse... ama o televizyon sahnesinde işin tekinsizlik boyutu nick'i de bizi de domine ediyor. ve öğreniyoruz ki o palyaçonun gözünde bir kamera varmış. nick'in tv'de izlediği haberlerde adama adıyla seslenilmesi, o an evinde/odasında ne yaptığını spikerin bilip söyleyebilmesi falan işlerinin ardındaki sır buymuş. cidden korkunç bir "komplo" bu ya. haha. başıma gelsin istemezdim. böyle oyun mu olur lan?..

neyse filmin tüm konusunu anlatmayacağım çünkü bu tarzım değil... konu boyunca nicholas gayet şeffaf bir karakter olarak bize cam gibi yansıtılsa da kardeşi conrad ve gizemli kadın christine (deborah kara unger) şüphelerimizin hedefi oluyor. filmin alametifarikası bence bu gizemsel boyutun gerçekten tadında şaşırtmacalı çözülmelerle ve yeni gizem unsurları yaratılarak canlı tutulması. nicholas bencil de olsa net bir karakter. kardeşi ise öyle pislik birine benzemese de gri bir karaktere sahip gibi. christine'in ise kime/neye hizmet ettiği belli değil. tam bir kancık izlenimi sunuyor bu karakter. (kancık kelimesini mecaz anlamında alınız.) nick'in kardeşi conrad... işte kendisi bir yerde bu crs'in kurbanı gibi de davranıyor. veya gerçekten öyle mi?..

nicholas'ın burada başına gelen şeyler cidden de pişmiş tavuğun başına gelmez. abd'de paranız kadar adam olarak görüldüğünüz düşünüldüğünde ve zenginliğe alışmış da bir insansanız, tüm banka hesabınızın bir anda sıfırlandığını öğrenseniz ne yapardınız? evet, bu "oyun" gerçekten de çok zalımca... veya bu bir oyun mu?.. ben böyle aşırı dramatik yerlerde bunun asla bir oyun olmadığına inanmıştım filmi ilk izlediğimde lakin filmde her zaman bir fluluk da vuku buluyor böylesi anlarda bile. işte diyorum ya, filmin merak ettiricilik unsuru ve ve insanı ikirciklendiren havası harbiden de enfes. hayır, adam meksika'da bir mezarlıkta canlı tabuta konmuş halde bile uyanıyor mesela ki orası harbiden de meksika ve kendisi de cidden kepaze bir vaziyette orada "ayılıyor". bir oyun bu kadar ekstremleşebilir mi yoksa bu cidden de zengin bir adamın tüm kazanımlarına çökmek için kurgulanmış bir tür dolandırıcılık mı? veya nicholas'ın kardeşinin buradaki rolü/niyeti ne?..

neyse, artık filmin sonunu da söylemeyeyim madem.

henüz izlemediyseniz bu filme kesinlikle bir şans vermenizi tavsiye ederim. ve hatta 1999'dan gelen ve gene oyun temalı existenz filmi de var, favorilerimden yine. lakin o filmi önermeye çekiniyorum zira öyle yaptığım bazı kişiler, "izlediğim en kötü filmlerden biriydi." falan dediler. *

her neyse... the game hakkında bayağı ciddi, belki de yukarıdakilerden daha ciddi spoiler'lar içeren bir tespitle bu yazımı sonlandırayım. böyle "iyi niyetli" bir oyun olmaz, sevgili yazarlar. hadi silahlarla taranma hadiselerinde ölmedi diyelim başkahraman... arabada kilitliyken denize uçuruldu ve aklına o "kolu kullanmak" gelmese kim kurtarabilecekti onu?.. bu bir film diye bakmak en mantıklısı gibi duruyor. veya belki de kardeşi, oyun süresinde ölseydi abisinin yüz milyonlarca dolarlık servetinin üstüne konacaktı?.. ben yine de sinemanın büyüsü minvalinde değerlendirmek istiyorum bunu ve büyü gerçek değildir. haha. veyahut böyle "rüya/kabus" gibi de görebiliriz sanki bu filmi. ben inanılırlık dozu düşük veya direkt olmayan ama eğlenceli bulduğum yapımları adeta bir rüya/kabus görüyormuş gibi seyretmeyi seviyorum.

son olarak da... filmdeki enigmatik piyanolu müziklere bayılıyorum.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...
micheal douglas'ın ekmekle dibinin sıyrıldığı yıllarda çekilmiş ve gömen bazı arkadaşların iddialarının aksine özgün hikayesi ile izleyiciyi hep merak içinde ve diken üstünde tutan bir film.

micheal douglas'ın ekmekle sıyrıldığı yıllar diyorum çünkü, basic instinct, disclosure filmleri de aynı dönemde çekilmişti.

filme dönecek olursak, micheal douglas (nicholas van orton) zengin ama yalnız bir adamdır. geçmişten babası ile ilgili bir travması vardır. travmasından işkoliklikle kaçan adamımızın kendisinden hiç de hazzetmediği bir kardeşi vardır.

kardeşi daha önce defalarca kez adamımızın başını ağrıtmıştır. kendi gözünde hayal kırıklığından öteye gitmemektedir.

bir gün kardeşi, doğum gününü kutlama bahanesiyle baş rolümüze yanaşır ve onun sıkıcı hayatına renk getirecek bir hediye olarak bir oyun davetiyesi verir. nicholas kardeşinden kurtulmak için isteksizce davetiyeyi alır.

sonrasında çevresinde bazı adamların bu oyun hakkında konuştuklarına şahit olur. hatta bir tanesi "keşke hafızamı kaybetsem de tekrar oynayabilsem" demektedir.

bunun üzerine oyuna bir şans vermek için davetiyedeki şirkete gider. bir plazada oldukça hareketli bir şirketle karşılaşır. bir şeyler anlatırlar bir dizi sıkıcı testlerden geçer. (mesela peşpeşe onlarca resim gösterilir ve neler hisettiği sorulur -öfke, tiksinti, üzüntü gibi-, bazı sağlık kontolleri yapılır vs.)

sonrasında ise oyuna uygun olmadığına dair bir telefon alır ve canı sıkılır. ünlük sıkıcı hayatına devam etmeye başlar.

ama işler değişmeye başlar ve kendini evindeki televizyon spikeri ile konuşmaya başlarken bulduğu ve giderek garipleşen bir dizi olayın içinde bulur.

neyin nesi bu, tuzak mı.. dolandırıcılık mı... fidye mi? kardeşi bir tuzak mı kurdu... neler oluyor?!
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"the game" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim