#ödüllü filmler
1998 yılında izleyici ile buluşan başrolünde jim carrey'in oynadığı komedi ve dram filmidir.
bir adada mutlu bir yaşam süren truman burbank, uzaklara gitme isteğini baskılayamaz. uzaklara gitmek için yaptığı denemelerde karşısına çıkan zorluklar, onu hayatının acı gerçeğiyle yüzleştirecektir.
bir adada mutlu bir yaşam süren truman burbank, uzaklara gitme isteğini baskılayamaz. uzaklara gitmek için yaptığı denemelerde karşısına çıkan zorluklar, onu hayatının acı gerçeğiyle yüzleştirecektir.
yönetmen:
peter weir
oyuncular:
jim carrey
laura linney
ed harris
noah emmerich
natascha mcelhone
brian delate
peter weir
oyuncular:
jim carrey
laura linney
ed harris
noah emmerich
natascha mcelhone
brian delate
*bafta film ödülü (1999) / en iyi senaryo
*satürn ödülü (1999) / en iyi fantastik film
*ascap ödülü (1999) / en iyi gişe filmleri
*acca (1998) / en iyi film
*dfwfca ödülü (1999) / en iyi erkek oyuncu: jim carrey
film, toplam 40 ödüle sahiptir.
*satürn ödülü (1999) / en iyi fantastik film
*ascap ödülü (1999) / en iyi gişe filmleri
*acca (1998) / en iyi film
*dfwfca ödülü (1999) / en iyi erkek oyuncu: jim carrey
film, toplam 40 ödüle sahiptir.
öne çıkanlar | diğer yorumlar
başlık "abuzer" tarafından 21.01.2021 02:38 tarihinde açılmıştır.
1.
jim carrey’nin kariyerinin dönüm noktası sayılan, platon'un mağara alegorisine atıfta bulunan hiç eskimeyecek filmdir.
etrafı oyuncularla çevrilen, ailesinin bile sahte olduğu, gökyüzünün, kumsalın, denizin, hepsinin dekorlardan ibaret olduğu ve bebekliğinde bir televizyon şirketi tarafından evlatlık edinilip böyle bir kurgunun içerisinde yani tv şovunun (truman show) ortasında kendisini bulan bir insan hayal edin. truman herkesin bebekliğinden beri onu tv'de izlediği ama kendisinin asla bundan haberi olmadığı bir birey.
birçok kişiye göre kusursuz bir hayatı var. fakat gökyüzü ve denizin sahte olması zaten başlı başına bir kusur değil midir? onu sevmeyen kadının seviyormuş gibi davranması, ailesinin aslında gerçek ailesi olmaması ve yaşadığı her şeyin tamamıyla kurgudan ibaret olması? truman en yakın arkadaşı sandığı kişiye bütün hayatının bir şeyler üzerine inşa ediliyor gibi hissedip hissetmediğini sorar. çünkü truman bunu fazlasıyla hissediyordur, bir anda reklamlara girer gibi konuşan eşindeki garipliği hissettiği gibi*.
bundan sonrası spoiler içerebilir, izlemeyenlerin okumaması önerilir: truman özgürlüğüne; dekordan ibaret olan denize açılarak kavuşur. çünkü deniz bittiğinde bir kapı aralanır gerçekliğe açılan.
--- alıntı ---
in case i don't see ya,
good afternoon,
good evening,
and good night!
--- alıntı ---
etrafı oyuncularla çevrilen, ailesinin bile sahte olduğu, gökyüzünün, kumsalın, denizin, hepsinin dekorlardan ibaret olduğu ve bebekliğinde bir televizyon şirketi tarafından evlatlık edinilip böyle bir kurgunun içerisinde yani tv şovunun (truman show) ortasında kendisini bulan bir insan hayal edin. truman herkesin bebekliğinden beri onu tv'de izlediği ama kendisinin asla bundan haberi olmadığı bir birey.
birçok kişiye göre kusursuz bir hayatı var. fakat gökyüzü ve denizin sahte olması zaten başlı başına bir kusur değil midir? onu sevmeyen kadının seviyormuş gibi davranması, ailesinin aslında gerçek ailesi olmaması ve yaşadığı her şeyin tamamıyla kurgudan ibaret olması? truman en yakın arkadaşı sandığı kişiye bütün hayatının bir şeyler üzerine inşa ediliyor gibi hissedip hissetmediğini sorar. çünkü truman bunu fazlasıyla hissediyordur, bir anda reklamlara girer gibi konuşan eşindeki garipliği hissettiği gibi*.
bundan sonrası spoiler içerebilir, izlemeyenlerin okumaması önerilir: truman özgürlüğüne; dekordan ibaret olan denize açılarak kavuşur. çünkü deniz bittiğinde bir kapı aralanır gerçekliğe açılan.
--- alıntı ---
in case i don't see ya,
good afternoon,
good evening,
and good night!
--- alıntı ---
devamını gör...
2.
başıma bir şey gelmeyecekse abartıldığını düşündüğüm filmdir. tamam evet çok güzel, alt metni boş değil, jim carrey zaten en sevdiğim aktörlerdendir ama o aydınlanma bana gelmedi. bittikten sonra bir beş dakika falan bekledim ayıptır millet o kadar övdü bir etkisinde kalayım diye yok olmadı.
devamını gör...
3.
ilk izlediğimde çok şaşırdığım bana göre en güzel jim carrey filmi. şaşırdım çünkü ara ara gelen "ulan acaba her şey oyun da bir tek benim mi haberim yok" düşüncesini benden başka hemen herkesin düşündüğünü anladım. hoş o zamanlar ergen benmerkezciliği de vardı ama ufkumu açması bakımından harika bir filmdi.
düzeltme:yazım.
düzeltme:yazım.
devamını gör...
4.
insanın ezoterik yolculuğunu, manevi tekamülünü anlatır. zaten yönetmen peter weir mistik ve süpernatürel konularla bayağı ilgili biri. ağır jung hayranı.
truman'ın maddi olarak her şeyi vardır: işi, evi, arabası, karısı osu busu. hatta ironik olarak şöhrettir de, bütün dünyanın tanıdığı biridir. onun yaşam öyküsünü bilmeyen yoktur, herkes onu konuşur. ve bu hayat son derece güvenli ve kontrollü olarak kendisine sağlanmaktadır. aslında herkesin arzuladığı, hayalini kurduğu bir hayat. "cennetten kaçış hikayesi" diyor weir bu nedenle. ama filmin son sahnesine kadar bizi derinden rahatsız eden bir "gerçek" var ki o da bu hayatın bütünüyle "sahte" olması. bu filmin gerçek amacı da bu, kendi hayatlarımızda neyin gerçek neyin sahte olduğunu, ne için yaşamak ve ölmek gerektiğini bizlere sorgulatmak. ve aslında yaşadıkları aktüel hayatın içinde hiçbir gizem bulamayan insanların bu gizemleri televizyon programı olarak bir ürün biçiminde beklemesi saçmalığı eleştiriliyor. herhangi cinsel bir durum olduğunda kameranın perdeye dönmesi ve "hep böyle yapıyorlar" diye yakınan polis gibi, yani ortada bu adam için bir merak bir gizem var ama bu merakı gidermekten çok başkalarının ona sunduğu sahteliğe alışmış. bize gösterilen sunulanların (bir anlamıyla da medyanın yani) sahteliğinden tümüyle kurtularak kendi özgür hikayemize yatırım yapmamızı istiyor yönetmen ve bize kendi hayatlarımızın açıklanamayan, maddi dünyanın dışında metafizik bir yapısı olduğunu hatırlatmak istiyor. bu sahteliğin ilk çözülüşünün "aşk"la olması da bir tesadüf değil o nedenle.
en sonunda ise merdiven çıkma sahnesi, merdiven çok net bir ezoterik semboldür, masonlukta filan da var malum. jordan peele'nin us filminde tam tersidir, orda merdivenden iniş var ki bilinçaltına veya bilinçdışına dönüş oluyor, o film de bayağı jung içeriyor.
truman'ın maddi olarak her şeyi vardır: işi, evi, arabası, karısı osu busu. hatta ironik olarak şöhrettir de, bütün dünyanın tanıdığı biridir. onun yaşam öyküsünü bilmeyen yoktur, herkes onu konuşur. ve bu hayat son derece güvenli ve kontrollü olarak kendisine sağlanmaktadır. aslında herkesin arzuladığı, hayalini kurduğu bir hayat. "cennetten kaçış hikayesi" diyor weir bu nedenle. ama filmin son sahnesine kadar bizi derinden rahatsız eden bir "gerçek" var ki o da bu hayatın bütünüyle "sahte" olması. bu filmin gerçek amacı da bu, kendi hayatlarımızda neyin gerçek neyin sahte olduğunu, ne için yaşamak ve ölmek gerektiğini bizlere sorgulatmak. ve aslında yaşadıkları aktüel hayatın içinde hiçbir gizem bulamayan insanların bu gizemleri televizyon programı olarak bir ürün biçiminde beklemesi saçmalığı eleştiriliyor. herhangi cinsel bir durum olduğunda kameranın perdeye dönmesi ve "hep böyle yapıyorlar" diye yakınan polis gibi, yani ortada bu adam için bir merak bir gizem var ama bu merakı gidermekten çok başkalarının ona sunduğu sahteliğe alışmış. bize gösterilen sunulanların (bir anlamıyla da medyanın yani) sahteliğinden tümüyle kurtularak kendi özgür hikayemize yatırım yapmamızı istiyor yönetmen ve bize kendi hayatlarımızın açıklanamayan, maddi dünyanın dışında metafizik bir yapısı olduğunu hatırlatmak istiyor. bu sahteliğin ilk çözülüşünün "aşk"la olması da bir tesadüf değil o nedenle.
en sonunda ise merdiven çıkma sahnesi, merdiven çok net bir ezoterik semboldür, masonlukta filan da var malum. jordan peele'nin us filminde tam tersidir, orda merdivenden iniş var ki bilinçaltına veya bilinçdışına dönüş oluyor, o film de bayağı jung içeriyor.
devamını gör...
5.
--! spoiler !--
jean baudrillard'a göre dünyadaki her şey simülasyondur. gerçek, sonsuz bir şekilde üretilmesi sebebiyle ortadan kaybolmuştur. bu yüzden baudrillard'a göre gerçek ve onun simülasyonunu ayırabilmemiz mümkün değildir. filmdeki truman karakterinin yaşadığı büyük ada da bu gaye ile kurulmuştur. adadaki her madde, ortam ve kişi yapaydır; gerçek değildir. truman haricindeki herkes birer figürandır. truman'ın kullandığı arabadan içtiği kahveye, giydiği gömlekten sebze soyacağına kadar her bir eşya dekordur. bu eşyalar kadraja sokularak reklam amacıyla izleyicilere pazarlanır. adanın her tarafında bulunan gizli kameralar sayesinde bu sahtelik izleyicinin belleğine işlenir. sistemdeki çeşitli hatalar yüzünden truman bu sahtelikleri farkeder. baudrillard'ın kuramını düstur eder bir şekilde gerçeğin peşine düşer ve en büyük korkusunu göze alarak denize açılır. teknesiyle adanın sonuna ulaşan truman gerçeğe ulaşma umuduyla stüdyonun kapısından çıkarak sahneyi terkeder. böylece karakter olarak simgesel bir anlatımla yeniden doğuşunu gerçekleştirmiş olur.
--! spoiler !--
jean baudrillard'a göre dünyadaki her şey simülasyondur. gerçek, sonsuz bir şekilde üretilmesi sebebiyle ortadan kaybolmuştur. bu yüzden baudrillard'a göre gerçek ve onun simülasyonunu ayırabilmemiz mümkün değildir. filmdeki truman karakterinin yaşadığı büyük ada da bu gaye ile kurulmuştur. adadaki her madde, ortam ve kişi yapaydır; gerçek değildir. truman haricindeki herkes birer figürandır. truman'ın kullandığı arabadan içtiği kahveye, giydiği gömlekten sebze soyacağına kadar her bir eşya dekordur. bu eşyalar kadraja sokularak reklam amacıyla izleyicilere pazarlanır. adanın her tarafında bulunan gizli kameralar sayesinde bu sahtelik izleyicinin belleğine işlenir. sistemdeki çeşitli hatalar yüzünden truman bu sahtelikleri farkeder. baudrillard'ın kuramını düstur eder bir şekilde gerçeğin peşine düşer ve en büyük korkusunu göze alarak denize açılır. teknesiyle adanın sonuna ulaşan truman gerçeğe ulaşma umuduyla stüdyonun kapısından çıkarak sahneyi terkeder. böylece karakter olarak simgesel bir anlatımla yeniden doğuşunu gerçekleştirmiş olur.
--! spoiler !--
devamını gör...
6.
1998 yapımı bir filmin sanki geleceğin habercisi gibi olan harika bir film.
hayatının her anı takipte olan karakteri harika canlandıran bir jim carrey görüyoruz.
empati kurmak gerekirse kim böyle bir şeyi isterdi acaba diye sormak isterdim ama şu anki çağda herkesin göz önünde, ilgi odağında olmak istemesiyle çok da fazla şikayet etmeyecek gibi bir hal-i vaziyet mevcut.
aslında bir yönden bakılırsa ünlülerin ünlü olduktan sonraki rahat edememelerini de bu filmden sonra hissetmek mümkün gibi geliyor.
beni çok etkiledi ben o durumda olsam anlayabilir mıydım bilemiyorum ancak anlasaydım daha da mı kötü olurdu buda tartışılır.
tekrar tekrar izlenebilecek harika filmlerden birisi, keyifli seyirler.
hayatının her anı takipte olan karakteri harika canlandıran bir jim carrey görüyoruz.
empati kurmak gerekirse kim böyle bir şeyi isterdi acaba diye sormak isterdim ama şu anki çağda herkesin göz önünde, ilgi odağında olmak istemesiyle çok da fazla şikayet etmeyecek gibi bir hal-i vaziyet mevcut.
aslında bir yönden bakılırsa ünlülerin ünlü olduktan sonraki rahat edememelerini de bu filmden sonra hissetmek mümkün gibi geliyor.
beni çok etkiledi ben o durumda olsam anlayabilir mıydım bilemiyorum ancak anlasaydım daha da mı kötü olurdu buda tartışılır.
tekrar tekrar izlenebilecek harika filmlerden birisi, keyifli seyirler.
devamını gör...
7.
jim carry'nin rol aldığı efsane bir başyapıttır. filmin isminden de anlaşılacağı üzere ana karakter truman isimli bir erkektir.
truman bir gün yaşadığı şehirden dışarı çıkmak ister. fakat bu isteğini gerçekleştirilememesi için etraftaki insanlar önüne sürekli engeller koyar. bununda asıl sebebi, truman'ın aslında bir televizyon showunun baş karakteri olmasıdır. her yere koydukları kameralar sayesinde truman'ın her hareketini izlerler ve bunu televizyonda kesmeden yayınlarlar. fakat truman bunun farkında değildir. çünkü onun farkında olmaması için ellerinden gelen her şeyi yapmışlardır. örneğin; onu seven(!) bir eş, başarılı bir iş insanı olması gibi gibi...
truman bir gün bir gariplik sezer ve bu garipliğin üzerine gider ve olaylarda burada başlar. filmin alt metninde felsefi mesajlar yatmaktadır.
filmi izleyin, izlettirin.
truman bir gün yaşadığı şehirden dışarı çıkmak ister. fakat bu isteğini gerçekleştirilememesi için etraftaki insanlar önüne sürekli engeller koyar. bununda asıl sebebi, truman'ın aslında bir televizyon showunun baş karakteri olmasıdır. her yere koydukları kameralar sayesinde truman'ın her hareketini izlerler ve bunu televizyonda kesmeden yayınlarlar. fakat truman bunun farkında değildir. çünkü onun farkında olmaması için ellerinden gelen her şeyi yapmışlardır. örneğin; onu seven(!) bir eş, başarılı bir iş insanı olması gibi gibi...
truman bir gün bir gariplik sezer ve bu garipliğin üzerine gider ve olaylarda burada başlar. filmin alt metninde felsefi mesajlar yatmaktadır.
filmi izleyin, izlettirin.
devamını gör...
8.
karakterin yaşadığı dünyanın aslında tamamen kurmaca olduğunu fark etmesi ve çevresindekilerin onu korkusuyla manipüle ederek yaşadığı dünyanın güvenli olduğunu sürekli baskılanması üzerine karakterimizin gerçek dünya ile ilgili arayışlara girdiği bir filmdir. çok severim, tekrar tekrar izlenebilecek filmlerdendir.
devamını gör...
9.
sahte hayatlar yaşamaya çok alıştık internet alemine daldık dalalı. daimi bir takip edilme hevesiyle kendi özel hayatımızı gözler önüne sermekten büyük bir keyif duyar olduk. hayatımıza dair ne varsa, paylaşım sitelerinde ayan beyan ortaya döktük ve bu, bizim popülerlik yolundaki en büyük adımımız oldu. halbuki git gide yalana dönen, sahteliğe meyleden bir yaşam döngüsünde yol alıyorduk, bilemedik. bir kafede otururken “sıkıldım” desek hiç kimse dönüp bakmazken bize, bu sözü internette bir siteye yazınca onlarca yorum almaktan dolayı göğsümüz kabardı. 500 – 1000 sanal arkadaşımız olunca kendimizi sosyalleşmiş saydık fakat bir sinema filmini yalnız izlemek zorunda kaldığımızda bile o arkadaşların sahteliğinden şüphelenmek aklımıza gelmedi. işte bu bizim takip edilme, izlenme isteğimizdendir. büyük biradere gönüllü köleliğimizdendir.
bir başka ve daha evvel bir zamana ait olan televizyon ise başka bir yönümüzü ortaya koydu. başka insanların hayatına olan merak. televizyonla birlikte, kendi hayatımızı yaşamaktansa, başka insanların yaşadıklarını izlemeye koyulduk büyük bir iştahla. insanlarıın en özeline kadar soktuk burnumuzu, yetmedi eleştirmeye, akıl vermeye bile başladık. onlar yaşadılar biz izledik. onların hayatındaki her şeyi merak etmeye başladık. bir adam hayal kurdu mesela, biz o hayale ondan fazla inandık. eve gelince ilk iş televizyonu açtık dünyada neler olmuş diye bakmak için. ama aslında dünyada neler olduğunu, eve gelmeden az evvel kendi gözlerimizle görmekteydik. işte bu da bizim takip etme, izleme isteğimizdendir. büyük birader olmaya yeltenişimizdir.
bu iki isteğin bileşimi bizi yavaş yavaş “truman burbank kompleksi”ne doğru sürüklemeye başladı. her an bir film setinde gibi yaşamak adet oldu artık. kulağımızda kulaklıklarla yürürken, çalan müzik “clint mansel”e aitse bir de, kendimizi bir filmin başrolünde hissettik. fonda çalan müzik eşliğinde bize biçilen rolü oynuyorduk, çevremizdeki herkes gibi. bu yanlış değildi aslında, çünkü zaten herkes, bir kamera olsun ya da olmasın, clint mansel çalsın ya da çalmasın kendine yazılmış bir senaryoyu hayata geçirmekteydi. acı çeker gibi yapmak, gülümser gibi, acıkır gibi, sevişir gibi, yaşar gibi yapmak oldu işimiz. ve tabii sonunda ölür gibi yapmak… ta ki bir gün gökyüzünden bir spot ışığı önümüze düşüp bize bir şeyleri ayrımsatana kadar.
truman burbank, bir şirket tarafından evlat edinilen ve doğumundan itibaren her saniyesi dev bir film setinde geçen, farkında olmasa da yaşamı bir dizi olan bir adamın hikayesidir. tanıdığı herkes profesyonel oyunculardır, karısı, annesi, babası, en yakın arkadaşı… istinasız herkes. sahip olduğu hobiler ve dahi fobiler dizinin devamı için ona zorla kabul ettirilmiştir. ve otuz yaşına kadar truman bu olayın farkına varamaz bir türlü. andrew niccol’ün yaratıcılığın da bir sınırı olduğunu kabul edemeyen pırıl pırıl zihninin bir örneğidir bu film. niccol’ün zihninin ne kadar sınır tanımaz olduğunu anlamak için gattaca, simone, the terminal’i de izlemeniz yeterlidir sanırım. tabii bu yaratıcı kalem üstadının gözü kulağı olan yönetmen peter weir’i de unutmayalım. “dead poets society”de harikalar yaratan yönetmenin “the truman show”da yaptığı ise bir başka harikadır. jim carrey, oynadığı her rolün hakkını verebilen bir adam olduğu için de film büyük bir başarı sağlamıştır. izlemeye değer bir film olduğunu söylemeye gerek duymuyorum. izlemeye ve izlenmeye devam edin, sadece spot ışığı ya da bir dekor parçası düşerken kendinize dikkat edin. ölümünüzün “rating”i ne kadar yüksek olursa olsun, öldüğünüzde yayından kaldırılacaksınız…
bir başka ve daha evvel bir zamana ait olan televizyon ise başka bir yönümüzü ortaya koydu. başka insanların hayatına olan merak. televizyonla birlikte, kendi hayatımızı yaşamaktansa, başka insanların yaşadıklarını izlemeye koyulduk büyük bir iştahla. insanlarıın en özeline kadar soktuk burnumuzu, yetmedi eleştirmeye, akıl vermeye bile başladık. onlar yaşadılar biz izledik. onların hayatındaki her şeyi merak etmeye başladık. bir adam hayal kurdu mesela, biz o hayale ondan fazla inandık. eve gelince ilk iş televizyonu açtık dünyada neler olmuş diye bakmak için. ama aslında dünyada neler olduğunu, eve gelmeden az evvel kendi gözlerimizle görmekteydik. işte bu da bizim takip etme, izleme isteğimizdendir. büyük birader olmaya yeltenişimizdir.
bu iki isteğin bileşimi bizi yavaş yavaş “truman burbank kompleksi”ne doğru sürüklemeye başladı. her an bir film setinde gibi yaşamak adet oldu artık. kulağımızda kulaklıklarla yürürken, çalan müzik “clint mansel”e aitse bir de, kendimizi bir filmin başrolünde hissettik. fonda çalan müzik eşliğinde bize biçilen rolü oynuyorduk, çevremizdeki herkes gibi. bu yanlış değildi aslında, çünkü zaten herkes, bir kamera olsun ya da olmasın, clint mansel çalsın ya da çalmasın kendine yazılmış bir senaryoyu hayata geçirmekteydi. acı çeker gibi yapmak, gülümser gibi, acıkır gibi, sevişir gibi, yaşar gibi yapmak oldu işimiz. ve tabii sonunda ölür gibi yapmak… ta ki bir gün gökyüzünden bir spot ışığı önümüze düşüp bize bir şeyleri ayrımsatana kadar.
truman burbank, bir şirket tarafından evlat edinilen ve doğumundan itibaren her saniyesi dev bir film setinde geçen, farkında olmasa da yaşamı bir dizi olan bir adamın hikayesidir. tanıdığı herkes profesyonel oyunculardır, karısı, annesi, babası, en yakın arkadaşı… istinasız herkes. sahip olduğu hobiler ve dahi fobiler dizinin devamı için ona zorla kabul ettirilmiştir. ve otuz yaşına kadar truman bu olayın farkına varamaz bir türlü. andrew niccol’ün yaratıcılığın da bir sınırı olduğunu kabul edemeyen pırıl pırıl zihninin bir örneğidir bu film. niccol’ün zihninin ne kadar sınır tanımaz olduğunu anlamak için gattaca, simone, the terminal’i de izlemeniz yeterlidir sanırım. tabii bu yaratıcı kalem üstadının gözü kulağı olan yönetmen peter weir’i de unutmayalım. “dead poets society”de harikalar yaratan yönetmenin “the truman show”da yaptığı ise bir başka harikadır. jim carrey, oynadığı her rolün hakkını verebilen bir adam olduğu için de film büyük bir başarı sağlamıştır. izlemeye değer bir film olduğunu söylemeye gerek duymuyorum. izlemeye ve izlenmeye devam edin, sadece spot ışığı ya da bir dekor parçası düşerken kendinize dikkat edin. ölümünüzün “rating”i ne kadar yüksek olursa olsun, öldüğünüzde yayından kaldırılacaksınız…
devamını gör...
10.
manipülasyon,algı yönetimi nasıl yapılır cok iyi anlatıldığını düşündüğüm jim carrey filmi. bu filmden sonra hayatın acaba bir simulasyon mu olduğunu düşünmeden edemiyor insan. harika bir senaryo, harika bir oyunculuk.bayıldım.
devamını gör...
11.
aslında bizler de özgür zannettiğimiz hayatlarımızda truman burbank( jim carrey) gibiyiz. bize çizilen hayatı yaşıyoruz. reklam panolarında gördüğümüz kıyafetleri satın alıyor, gözümüze sokulan hazır yiyecekleri yiyor, aynı tip bir eğitimden geçiyoruz. yani başkalarının istediği hayatları yaşıyoruz. aslında kendimize ait hayatlarımız yok. truman gibi her an gözetleniyoruz. gözetlenmedğimiz tek bir an bile yok. sokaklarda gözetleniyoruz, evde gözetleniyoruz, tuvalette bile gözetleniyoruz (tik tok). truman burbank ten farkımız bütün bunları kendi isteğimizle yapıyoruz.
devamını gör...
12.
1998 yapımı filmdir. başrolünde jim carrey oynuyor. filmin senaryosunu andrew niccol yazmış. yönetmen koltuğunda ise peter weir oturuyor.
bu film jim carrey kariyerinin dönüm noktasıdır. jim abi bu filmle beraber sadece komik bir yüz olmadığını göstermiştir. jim carrey bu filmden sonra "hey ben komple bir aktörüm lan" demiştir.
film izlerken bol bol düşünmemizi sağlayan bir film. sürekli bir şeyler olduğunu hissediyorsunuz ve düşünüyorsunuz. eleştirel ve felsefesi olan bir film. her diyalog zekice yazılmış, her diyalog mesaj veriyor ve bir şeyler anlatmaya çalışıyor.
bence bu film günümüze yaklaştıkça daha fazla anlam kazanıyor. 1998 yılında çıkan bu film günümüzde daha anlamlı hale geliyor. en azından bana böyle geliyor.
tekrar tekrar izlenebilecek ve her izlediğimizde farklı anlamlar kazanacak bir film. hala izlemeyen varsa tavsiye ederim.
filmde hayran kaldığım bazı kısımlar var ve bu kısımlar filmin başarısının sırları. sürekli ürün yerleştirme göstermeleri aslında son 100 yılın dünyasını çok iyi yansıtıyor. truman'ın yaşadığı dünyanın masalsılığı çok güzel. filmin sürekli bir şeyler oluyor şeklinde ipuçları vermesi çok güzel. truman'ın her gün yaşadığı hayatın monotonluğundan sıkılması ve olayların farkına varması güzel aktarılıyor. filmin en kilit karakteri christof bence. christof karakteri filmin açılış sekansından son sekansına kadar otoriteyi temsil ediyor. üstelik yaptığını doğru buluyor. truman'a haklıymış gibi sana konforlu bir alan yarattım diyor.
korku kavramı ve insana nasıl zararlar vereceği gözler önünde. truman karakteri yaratılan cennetten kaçmasın diye, küçüklükten itibaren korkutuyorlar. şimdi bu olay bize biraz tanıdık gelmeli. tanıdık geldiği zaman filmi anlıyorsunuz. lan harbiden böyle bir dünyanın içindeyiz falan demeyeceğim ama olabiliriz. dünya bu şeye benzer bir hale geliyor.
devamını gör...
13.
hepimiz birer truman olabilir miyiz? evet, evet çok ciddiyim. aslında yaşadığımız hayat içinde özgür olduğumuzu düşünürken aynı zamanda kontrol altında tutuluyor olabilir miyiz? evet hepimiz az çok bir trumanız. belki bizi tüm dünya izlemiyor ama yaratıcımız için hayatımız bir şov. hayatımızda bir sürü figüran ve yan rol var. ama başrol tek. sadece biz. ama biz bir şeylerin yolunda gitmediğinden şüphelenip, hayatı sorgulamaya kalkışırsak, bize dayatılandan kaçmaya çalışırsak tıpkı trumanın cezalandırılması gibi cezalandırılıyoruz. yaratıcımız sesleniyor sonra yukarıdan. benim sana kurduğum dünya en iyisi. dışarısı daha iyi mi zannediyorsun. sen gidemezsin. korkaksın. peki biz gerçekten de hayatlarımızın güvenli limanını terk edebilir miyiz? truman cesareti kaçımızda vardır acaba. doğumumuzdan önce bizi kontrol etmeye başlayan yaratımıza karşı gelip son bir selam ile veda edebilir miyiz? biz truman olabilir miyiz?
truman derin bir felsefesi olan, üzerinde saatlerde düşünülüp konuşulabilecek, insanın yıllarca aklından çıkmayacak, bazı geceler kafayı yastığa koyduğunda bir gün ben de truman olabilir miyim diye düşündürtecek kadar kült bir yapım. başrol jim carrey öyle güzel oynamış ki film bitince onun yerinde başkasını düşünemedim. vee andrew niccol. beyin hücrelerine sağlık. bu senaryoyu yazdığın için binlerce kere teşekkürler.
herkes bir gün the truman show izleyecek.
truman derin bir felsefesi olan, üzerinde saatlerde düşünülüp konuşulabilecek, insanın yıllarca aklından çıkmayacak, bazı geceler kafayı yastığa koyduğunda bir gün ben de truman olabilir miyim diye düşündürtecek kadar kült bir yapım. başrol jim carrey öyle güzel oynamış ki film bitince onun yerinde başkasını düşünemedim. vee andrew niccol. beyin hücrelerine sağlık. bu senaryoyu yazdığın için binlerce kere teşekkürler.
herkes bir gün the truman show izleyecek.
devamını gör...
14.
finalindeki son kare ile hayatı sorgulatan film.
bir hayat hikayesi. daha doğmadan bir şovun parçası olmaya başlayan hatta belki de bu şov olmasa kürtajla hayatı sona erecek olan yani dünyaya gelmesini bu şova borçlu olan bir adamın hikayesi.
hayatının tamamı boyunca gördüğün tüm insanların bir oyuncu olduğunu düşün. annen aslında bir oyuncu. ''annen'' rolünü oynayan birisi. baban, eşin, arkadaşların, patronun, komşun.
pek kader inancıyla örtüşmüyor mu? tanrı tarafından yazılan bir şovun içinde değil miyiz? tek farkı şu galiba. filmde oyuncular gerçek hayatlarının dışında bir rolü oynuyor, hayatta ise bunun farkında değiliz.
geleyim niye son kare ile hayatı sorgulattığına;
son sahnede şovu izleyen güvenlik görevlisinin ''tvde başka ne var'' sorusu hayatın özeti. 30 senedir yaşadığın hayat, senin hayatınının tamamında kesilmeden devam eden ve milyarlarca insanın izlediği bir şovdur ve senin bu hayatın biterken yani canlı yayın sona erdiğinde elindeki kumanda ile başka kanala geçip izlemeye devam eder insanlar. ''show must go on'' derler, belki de ''life must go on'' mu demek lazım?
bir hayat hikayesi. daha doğmadan bir şovun parçası olmaya başlayan hatta belki de bu şov olmasa kürtajla hayatı sona erecek olan yani dünyaya gelmesini bu şova borçlu olan bir adamın hikayesi.
hayatının tamamı boyunca gördüğün tüm insanların bir oyuncu olduğunu düşün. annen aslında bir oyuncu. ''annen'' rolünü oynayan birisi. baban, eşin, arkadaşların, patronun, komşun.
pek kader inancıyla örtüşmüyor mu? tanrı tarafından yazılan bir şovun içinde değil miyiz? tek farkı şu galiba. filmde oyuncular gerçek hayatlarının dışında bir rolü oynuyor, hayatta ise bunun farkında değiliz.
geleyim niye son kare ile hayatı sorgulattığına;
son sahnede şovu izleyen güvenlik görevlisinin ''tvde başka ne var'' sorusu hayatın özeti. 30 senedir yaşadığın hayat, senin hayatınının tamamında kesilmeden devam eden ve milyarlarca insanın izlediği bir şovdur ve senin bu hayatın biterken yani canlı yayın sona erdiğinde elindeki kumanda ile başka kanala geçip izlemeye devam eder insanlar. ''show must go on'' derler, belki de ''life must go on'' mu demek lazım?
devamını gör...
15.
izleyip beğenmeyen insan tanımıyorum. tam bir kült film. adı hastalıklara verilmiş *, dini, kapitalizmi, hayatı sorgulayan, bazen huzursuz eden bazen kahkahalar attıran... jim carrey nasıl oyuncu olunur dersi vermiş adeta. film sonunda selam verirken aynı selamı kendisi de hak etmiştir.
devamını gör...
16.
defalarca izlediğim, hep keyif aldığım ve bende sakinleştirici etkisi yaratan filmdir. özellikle gerçekliği sorguladığımda, hayat anlamsız gibi geldiğinde ya da kendimi sıkışmış hissettiğimde, bana çıkış yolunu hatırlatır. jim carrey'i sevmeye başladığım filmdir aynı zamanda.
devamını gör...
17.
bu film ünlü twilight zone serisinin 1985 yılında çekilen special service adlı bölümünden bir esindir.
film ufak hatalar hariç kurgu hatalarından arındırılmış, izleyicinin kafasındaki soruları giderecek biçimde mantıksal çerçeveye oturtulmuştur.
ve harika bir yeniden çevrim filmidir.
film ufak hatalar hariç kurgu hatalarından arındırılmış, izleyicinin kafasındaki soruları giderecek biçimde mantıksal çerçeveye oturtulmuştur.
ve harika bir yeniden çevrim filmidir.
devamını gör...
18.
oyuncu listesinde jim carrey, laura linney, ed harris, natascha mcelhone, noah emmerich, philip glass, paul giamatti, peter krause, holland taylor, marco rubeo, peter biziou, joel mckinnon miller, una damon, harry shearer, brian delate ve heidi schanz gibi oyuncuların olduğu 1998 yapımı komedi/bilim kurgu türündeki bu filmin yönetmenliğini ise peter weir yapmıştır.
bir adamın tüm hayatının yayınlandığı bir program oluşturulur ve bu adam kendi seçimlerini yapıyor sansa da aslında şovu yöneten kişinin izin verdiklerini yaşıyordur. yaşadığı hayatta tuhaflıklar sezen adamımız bundan kurtulmak için öncelikle sevdiği insanlara sığınsa da onlarda da tuhaflık sezer ve bu tuhaflıkların üstüne bir de babasını birden karşısında bulup daha sonra onu alıp giden insanları görür. bu kadar tuhaflığın fazla olduğunu anlamaya başlamış olacak ki işe gitmez ve etrafı gezer ama girdiği bir binada da tuhaflıklar olunca eve gidip karısına bunlardan bahseder ve o da konuşurlarken birden alakasız şeyler söyleyince adam kendini kaybedip onun neden böyle konuştuğunu sorduğu sırada bir şeyler yapın diyen karısına neler olduğunu sorar o an arkadaşı gelip onu her zaman konuştukları yere götürüp konuşarak ikna etmeye çalışır buradan sonra şovun arkasındaki kişiyi ve çalışanları da görmeye başlarız ve herkesin işin içinde olduğunu görürüz en sonunda arkadaşı babasını bulduğunu söyleyip onu getirir ve adam babasına kavuşunca sakinleşir. şehirden kaçma çabaları da boşa çıkan adam en sonunda bir plan yaparak kaçmaya karar vermiştir. bunu anlayan şovun sahibi ise onu bulup vazgeçirmek ister ama o başından beri gördüğü kıza gitmek ve bu dünyadan kurtulmak istiyordur. başarınca da film biter.
efsane bir film kendisi izlemeyenlere yazıklar olsun der ve susarım. iyi seyirler.
bir adamın tüm hayatının yayınlandığı bir program oluşturulur ve bu adam kendi seçimlerini yapıyor sansa da aslında şovu yöneten kişinin izin verdiklerini yaşıyordur. yaşadığı hayatta tuhaflıklar sezen adamımız bundan kurtulmak için öncelikle sevdiği insanlara sığınsa da onlarda da tuhaflık sezer ve bu tuhaflıkların üstüne bir de babasını birden karşısında bulup daha sonra onu alıp giden insanları görür. bu kadar tuhaflığın fazla olduğunu anlamaya başlamış olacak ki işe gitmez ve etrafı gezer ama girdiği bir binada da tuhaflıklar olunca eve gidip karısına bunlardan bahseder ve o da konuşurlarken birden alakasız şeyler söyleyince adam kendini kaybedip onun neden böyle konuştuğunu sorduğu sırada bir şeyler yapın diyen karısına neler olduğunu sorar o an arkadaşı gelip onu her zaman konuştukları yere götürüp konuşarak ikna etmeye çalışır buradan sonra şovun arkasındaki kişiyi ve çalışanları da görmeye başlarız ve herkesin işin içinde olduğunu görürüz en sonunda arkadaşı babasını bulduğunu söyleyip onu getirir ve adam babasına kavuşunca sakinleşir. şehirden kaçma çabaları da boşa çıkan adam en sonunda bir plan yaparak kaçmaya karar vermiştir. bunu anlayan şovun sahibi ise onu bulup vazgeçirmek ister ama o başından beri gördüğü kıza gitmek ve bu dünyadan kurtulmak istiyordur. başarınca da film biter.
efsane bir film kendisi izlemeyenlere yazıklar olsun der ve susarım. iyi seyirler.
devamını gör...
19.
truman , kendisine özgü bir adada yaşayan sıradan bir adamdır, ancak aslında hayatı bir televizyon stüdyosunun kontrolü altındadır. hayatındaki olaylar, sahte bir gerçeklik içinde düzenlenir ve truman bu gerçeği keşfetmeye çalışır.film, medyanın gücü, izleyici manipülasyonu ve bireyin kendi özgürlüğünü arama temasını işler. truman'ın gerçek dünyayı keşfetme çabaları, izleyiciyi düşündürmeye ve gerçeklik algısını sorgulatmaya yönlendirir.ayrıca, filmde ed harris'in canlandırdığı christof karakteri, truman'ın hayatını kontrol eden ve izleyen bir yönetmen olarak karşımıza çıkar. bu karakter, medyanın gücünü ve insan hayatının nasıl bir şova dönüştürülebileceğini simgeler. jim carrey'nin tipik komedi rollerinden farklı bir dramatik performans sergilediği bu film, izleyiciyi düşündürmeye ve derin temalar üzerinde düşünmeye teşvik eder. oldukça da zevklidir, vanilla sky ile benzerlik taşıyor ikisi de art arda izlenebilir.
devamını gör...
20.
"hayatının bir şey için hazırlandığını hissettin mi?"
hayatınızın her ânı kayıt altında olsa ve her şeyiniz sizden izinsiz bütün dünya ile paylaşılsa tam olarak ne hissederdiniz?
film tam olarak bunu konu ediniyor diyebiliriz.
bir bebeğin hayatını para kazanmak için yalanlarla dolu bir dünyaya hapsetmenin acısı ise filmde hissediliyor.
hayatınızdaki her şeyin birer yalan olduğunu düşünmek sizi kendinizi truman'ın yerine koymanıza katkıda bulunacaktır.
bir anlığına hayatınızdaki herkesin birer oyuncu olduğunu tahayyül ediniz.
truman bir kapitalizm kurbanı ve hayat nâmına yaşadığı her şey yalan.
yeni zelandalı senarist, yapımcı ve yönetmen andrew niccol tarafından yazılıp; avustralyalı yönetmen peter weir tarafından yönetilmiş 1998 yapımlı 1 saat 42 dakikalık amerikan filmi.
başrolde ise jim carrey, laura linney ve ed harris gibi oyuncular yer alıyor.
hayatı satın alınmış ve gerçek sandığı her şey aslında birer prodüksiyon ve kurgudan ibaret, otuzlu yaşlarda bir sigortacı truman burbank'ın hayatını anlatıyor.
filmi psikolojik bağlamda incelemek gerekirse bir insanın bütün hayatını yalanlar üzerine inşa etmenin, onun gerçek sandığı her şeyin birer tasarıdan ibaret olmasının ve onun duygularının zerre öneminin olmayışının, bu şekilde aldatılmasının onda ne gibi bir kalıcı hasara yol açtığını işlemesi yadsınamaz.
truman'ın hayatı daha doğmadan satın alınmış ve gördüğü her şey aslında bir dekordan ibârettir.
imitasyon bir hayat yaşamakta ve oldukça saf biridir.
hayatının bir yanılsama ve kapitalizme aracılık eden bir yalanlar silsilesi olduğunu fark etmenin truman'da onulmaz yaralar açma ihtimali barındırdığı ortadadır.
gerçek dediğimiz şeyin tam olarak ne olduğunu da sorgulatan bir film, içine doğduğumuz her şeyi gerçek kabul ederiz, bir gerçek ne zaman rol olmaya başlar, bir insanın gerçeklik algısı ne zaman yok olur, gerçekliğin bittiği yerde ne başlar, gibi pek çok soruya cevap aratan, gerçeklik ve şovun birbirinden ayrılmasının mümkün olup olmadığını düşündüren bir film olduğu da söylenebilir.
truman'a göre gerçek olan her şey başkasına show olarak görünür, ona show olan başkasına gerçektir, babası, çocukluğu, bir kadın, karısı ve hayatındaki herkes gibi.
1998 yılı olmasına rağmen filmin atmosferi daha eski bir tarihte çekilmiş izlenimi uyandırdı, jim carrey'nin oyunculuğu yine etkileyici idi, ama aklımda tek bir soru, ya truman her şeyin farkındaysa ve onlara rol yapan oysa?
bence bu şovu fark edip aynısını onlara yaşatması gerekirdi.
oyunculuklar fena değildi, filmin atmosferi ve sinematografik açıdan renkler ve ışık da iyiydi, gerçi bütün bunlar bir show olsa da...
aslında filmin kurgusu ayakta alkışlanacak türden inşa edilmiş, jim carrey/ truman film çekildiğinin farkında, hayatı film, ancak farkında değilmiş gibi davranması filmin omurgasını oluşturuyor.
herkes her şeyin farkında, kendisi hariç...
truman'ın gerçekliğe dair hiçbir şeyinin olmaması ve bütün anılarının yalan olması, herkesin onu kandırması insana dokunabiliyor, her şeyden şüpheleniyor ve güvenebileceği tek bir insan bile kalmamış, aldığı nefes bile kayıt altında ve kendine ait sandığı her şey aslında bir hayal.
bir insanın gerçeklik algısı ile oynamanın, manipüle etmenin ve hayatını izinsiz paylaşmanın onda ne gibi bir hasara yol açıp irdelemesi bakımından psikolojik dram filmi olduğu da söylenebilir.
truman'ın başına gelen her şey başkaları tarafından dedikodu malzemesi ve ego mastürbasyonu haline gelmiş.
hayatı bir dizi fakat farkında değil.
sırları aslında bütün dünyaya gösteriliyor ve bu bir insanın ölmesi için yeterli bir sebep.
ama onun ölümünü bile bir show malzemesi haline getirecek bir sektör var.
bütün duygularınızı hiçe sayan, özel hayat diye bir şey bırakmayan ve yalanlar söyleyen, her şeyinizi izinsiz paylaşan, ruh halinizi etkisi altına alan bir gösteri.
belki de hepimiz bir şovun içindeyiz, adına hayat denilen ve tanrının yazıp izlediği bir senaryonun, filmin, ama truman farkında, biz değiliz.
"jean baudrillard'a göre dünyadaki her şey simülasyondur. gerçek, sonsuz bir şekilde üretilmesi sebebiyle ortadan kaybolmuştur. bu yüzden baudrillard'a göre gerçek ve onun simülasyonunu ayırabilmemiz mümkün değildir."
" eğer seni göremezsem,
tünaydın,
iyi akşamlar,
ve iyi geceler!"
hayatınızın her ânı kayıt altında olsa ve her şeyiniz sizden izinsiz bütün dünya ile paylaşılsa tam olarak ne hissederdiniz?
film tam olarak bunu konu ediniyor diyebiliriz.
bir bebeğin hayatını para kazanmak için yalanlarla dolu bir dünyaya hapsetmenin acısı ise filmde hissediliyor.
hayatınızdaki her şeyin birer yalan olduğunu düşünmek sizi kendinizi truman'ın yerine koymanıza katkıda bulunacaktır.
bir anlığına hayatınızdaki herkesin birer oyuncu olduğunu tahayyül ediniz.
truman bir kapitalizm kurbanı ve hayat nâmına yaşadığı her şey yalan.
yeni zelandalı senarist, yapımcı ve yönetmen andrew niccol tarafından yazılıp; avustralyalı yönetmen peter weir tarafından yönetilmiş 1998 yapımlı 1 saat 42 dakikalık amerikan filmi.
başrolde ise jim carrey, laura linney ve ed harris gibi oyuncular yer alıyor.
hayatı satın alınmış ve gerçek sandığı her şey aslında birer prodüksiyon ve kurgudan ibaret, otuzlu yaşlarda bir sigortacı truman burbank'ın hayatını anlatıyor.
filmi psikolojik bağlamda incelemek gerekirse bir insanın bütün hayatını yalanlar üzerine inşa etmenin, onun gerçek sandığı her şeyin birer tasarıdan ibaret olmasının ve onun duygularının zerre öneminin olmayışının, bu şekilde aldatılmasının onda ne gibi bir kalıcı hasara yol açtığını işlemesi yadsınamaz.
truman'ın hayatı daha doğmadan satın alınmış ve gördüğü her şey aslında bir dekordan ibârettir.
imitasyon bir hayat yaşamakta ve oldukça saf biridir.
hayatının bir yanılsama ve kapitalizme aracılık eden bir yalanlar silsilesi olduğunu fark etmenin truman'da onulmaz yaralar açma ihtimali barındırdığı ortadadır.
gerçek dediğimiz şeyin tam olarak ne olduğunu da sorgulatan bir film, içine doğduğumuz her şeyi gerçek kabul ederiz, bir gerçek ne zaman rol olmaya başlar, bir insanın gerçeklik algısı ne zaman yok olur, gerçekliğin bittiği yerde ne başlar, gibi pek çok soruya cevap aratan, gerçeklik ve şovun birbirinden ayrılmasının mümkün olup olmadığını düşündüren bir film olduğu da söylenebilir.
truman'a göre gerçek olan her şey başkasına show olarak görünür, ona show olan başkasına gerçektir, babası, çocukluğu, bir kadın, karısı ve hayatındaki herkes gibi.
1998 yılı olmasına rağmen filmin atmosferi daha eski bir tarihte çekilmiş izlenimi uyandırdı, jim carrey'nin oyunculuğu yine etkileyici idi, ama aklımda tek bir soru, ya truman her şeyin farkındaysa ve onlara rol yapan oysa?
bence bu şovu fark edip aynısını onlara yaşatması gerekirdi.
oyunculuklar fena değildi, filmin atmosferi ve sinematografik açıdan renkler ve ışık da iyiydi, gerçi bütün bunlar bir show olsa da...
aslında filmin kurgusu ayakta alkışlanacak türden inşa edilmiş, jim carrey/ truman film çekildiğinin farkında, hayatı film, ancak farkında değilmiş gibi davranması filmin omurgasını oluşturuyor.
herkes her şeyin farkında, kendisi hariç...
truman'ın gerçekliğe dair hiçbir şeyinin olmaması ve bütün anılarının yalan olması, herkesin onu kandırması insana dokunabiliyor, her şeyden şüpheleniyor ve güvenebileceği tek bir insan bile kalmamış, aldığı nefes bile kayıt altında ve kendine ait sandığı her şey aslında bir hayal.
bir insanın gerçeklik algısı ile oynamanın, manipüle etmenin ve hayatını izinsiz paylaşmanın onda ne gibi bir hasara yol açıp irdelemesi bakımından psikolojik dram filmi olduğu da söylenebilir.
truman'ın başına gelen her şey başkaları tarafından dedikodu malzemesi ve ego mastürbasyonu haline gelmiş.
hayatı bir dizi fakat farkında değil.
sırları aslında bütün dünyaya gösteriliyor ve bu bir insanın ölmesi için yeterli bir sebep.
ama onun ölümünü bile bir show malzemesi haline getirecek bir sektör var.
bütün duygularınızı hiçe sayan, özel hayat diye bir şey bırakmayan ve yalanlar söyleyen, her şeyinizi izinsiz paylaşan, ruh halinizi etkisi altına alan bir gösteri.
belki de hepimiz bir şovun içindeyiz, adına hayat denilen ve tanrının yazıp izlediği bir senaryonun, filmin, ama truman farkında, biz değiliz.
"jean baudrillard'a göre dünyadaki her şey simülasyondur. gerçek, sonsuz bir şekilde üretilmesi sebebiyle ortadan kaybolmuştur. bu yüzden baudrillard'a göre gerçek ve onun simülasyonunu ayırabilmemiz mümkün değildir."
" eğer seni göremezsem,
tünaydın,
iyi akşamlar,
ve iyi geceler!"
devamını gör...