1.
kendini toplumdan ayrı ve üstün tutan bireydir. tek ortak yönümüz aynı yere vergi vermemiz.
devamını gör...
2.
kendini toplumdan bir birey olarak göremeyen insanoğlu.
devamını gör...
3.
insanın huzur içinde yaşaması mümkün değildir. içinde bulunduğu durumu başkalarına göre değerlendirmek zorunda olduğu için. başkalarının yaşadıkları ya da söyledikleri değerli ya da değersiz olabilir. bunun hiç bir önemi yoktur.
göreli kavramları yaratan diğer insanlardır. huzur da bu kavramlardandır. kriterleri belirlenmiş ve bu kriterlere uygun koşulları da özellikleri detaylandırılarak önümüze sunulmuştur. bir kitap, bir şarkı, bir şiir, bir resim ya da bir manzara bile, huzuru, insanın aklının orta yerine yerleştirmeye yeter. kural böyle olduğu için ve itiraz hakkı olmadığı için insan bunu olduğu gibi kabul etmeyi görev bilmiştir. bu nedenle gerçek huzurun kendisinden üç saatlik bir otobüs yolculuğu kadar uzak kalmıştır, en huzurlu olduğunu düşündüğü anlarda bile. bazıları kabul etmekten yanadır insanların... bazıları reddeder, bazıları da görmezden gelir. insanlar, toplu halde düşüncenin peşinden gidebilenler, kendi yarattıkları kavramların kulu, kölesi olabilecek kadar işi ilerletebilirler. oysa insanken işler böyle yürümez. insan iken boş vermek, ilgilenmemek ya da yürümemek her şeyden daha önemlidir.
hayattaki en sakıncalı duygu birlik ve beraberliktir. birlik ve beraberlik duygusu hatta bir adım daha ileri atılırsa, birlik ve beraberlik düşüncesi, insanı, insanlar haline getirir. bilinen yazılı ve bilinmeyen yazısız, gerekli ve gereksiz, önemli ve önemsiz tüm kurallar bu kalabalıktan çıkmıştır. dünya kalabalıktır. küçümsenmeyecek kadar ancak insan, yalnızdır. yalnız olduğunu unutması onun yaşamak için verdiği çetin mücadeleden geçer. unutmak için düşünmemek, düşünmemek için ise kalabalık olmak yeterlidir.
özünde her insan tembeldir. insanı çalışkan olmaya zorlayan kalabalıktır. insanlar, çalışkan olmalıdır. insan tembel olduğunda çabuk anlaşılması, göze batması ise kalabalığın uydurduğu kuralların dışında kalması ile ilgilidir. insanlar bir araya gelip adına "çoğunluk" dedikleri güruh ile birlikte hareket ettiklerinde doğayı alt edebilecekleri düşüncesini çok eski zamanlarda fark etmişlerdir. bu farkındalık; bazı insanlarda, hayvanlarda, bitkilerde ve doğa unsurlarında alışılmışın dışında bir takım belirti ve fonksiyonlarla kendini gösteren doğaüstü kuvvetin tanımlanması ile başlamıştır. bu tanımlamaya uymak zorunluluğu bireyin tek başına doğa karşısındaki çaresizliğini fark etmesi ve "toplum" adı altında daha kalabalık daha güçlü daha yetenekli görünmesidir.
antik yunan'da ya da mısır'da yetişmiş bilim insanlarının isimlerinin tamamına ulaşılmamış olması da bu duruma gösterilebilecek en önemli kanıttır. toplum her zaman bireyin önünde ve tabii ki üzerindedir.
toplum olarak yapılan tanımlamanın dışına çıkmak, mümkün olmadığı gibi, bu ihtimal düşünülerek tanımdan farklı hareket edenler ya da edecekler için de bir tanımlama gereği duyulmuştur. bu basit tanım ise "kaçınma" olarak karşımıza atılmıştır. fonetik olarak incelendiğinde ise polinezya diline göre " ta: işaretlemek, pu: olağanüstü" yani " olağanüstü olanı işaretlemek" olarak toplum tarafından kabul görmüştür. dilimizde "tabu" olarak adlandırılan ve toplumumuz tarafından sürekli bireye dikte edilen bu tanımın altında ise "korkutma ve saygı"duyguları yer alır. bu duyguların insan için önemi hayati olduğundan, insan sürekli bu duygulardan uzak durmaya çalışmış ve bu uzaklaşma onu kendinden uzaklaştırıp topluma yaklaştırmıştır.
toplum zaman ilerledikçe, gücü elle tutabilir hale getirmiştir. önce tarlada, sonra köyde daha sonra da şehirlerde elle tutulur güç toplumu yönlendirmeye başlamıştır. bu gelişmeler sırasında ise insan kendini topluma karşı sorumlu görmüş ve toplum için çalışırken, kendi yaşamının devam ettiğini, temel ihtiyaçlarını karşılayabildiğini fark etmiştir. bütün gelişmelerin kaynağı insan, mucizevi icatlarını toplum ile paylaşmış ve toplum tarafından el konmasına göz yummuştur. bu göz yummanın altındaki tek gerçek neden "dışlanmak"tır. dışlanmak, yalnız kalmak, hayati ihtiyaçların sona ermesi anlamına gelir. bu tabu hiç bir insan tarafından yıkılamasın diye toplum sürekli yeni düşünceler ortaya atmış ve düşüncelerin peşine takılmıştır. birey düşünceler karşısında çaresiz kalmak zorundadır. hiçbir düşüncede kusur yoktur. eksik veya fazla olması mümkün değildir. bu nedenle birey toplumun düşüncelerini istemese de kabul etmiştir. istemeden yapılan bu davranış aklının bir kenarına kanser hücresi gibi yerleşip büyüdükçe birey kendini sebepsiz yere huzursuz hissetmeye başlar ve en mutlu anlarda bile huzursuz olduğunu hatırlar. en mutlu göründüğü anda aklındaki kanser harekete geçer ışık hızıyla. anın milyonda biri hızındaki bu hareketlilik insanı rahatsız etmek için yeterlidir. bu sebepten insan memnuniyetsizdir. kendi hayatındaki sıradan gördüğü herhangi bir varlığı değersiz görmesinin altında yatan neden budur.
toplum bu memnuniyetsizliğin farkına vardığı an bir savunma mekanizması oluşturmuştur. memnuniyetsiz bireylerin çoğalması toplumu ayakta tutmak için bir neden gibi görünse de toplumu yok edebilecek kadar büyük bir tehlikedir aslında. kendi oluşturduğu baskının kaçış yolunu da kendi belirlemiştir. insanın memnuniyetsizliğini ortadan kaldıracak yegane şey bu dünyada var olmayandır. ancak var olmayanın gücünü oluşturmak için önce hissedilebilir nesneler ortaya konmuştur. varlığı işe yarayan ve yokluğunda zarar görülen nesneler, insanın memnuniyetsizliğine çare olarak sunulmuştur. inanç sisteminin ortaya çıkmasının tek sebebi toplumdur.
toplum öğütlediği şeyleri "iyi-güzel" kendisi için tehlike oluşturacak en ufak şeyleri ise "kötü-çirkin" olarak tanımlamıştır. bu tanımlamanın altında yatan neden var olmaktır. insan memnuniyetsiz hissettiğinde inanmaya zorlanmış ve inanmadığında ise "kötü" olarak hedef gösterilmiştir. bu noktada ise devreye kurallar sistemi girmiştir. kuralların amacı "kötü" olarak tanımlananları ortaya çıkarıp, onları toplumdan uzaklaştırmaktır. toplum yazıdan önce ve yazıdan sonra kendini, oluşturduğu kurallar sistemine yaslamıştır. iyi-kötü ayrımı yapmak toplum için hiçbir sorun oluşturmasa da insan gerekli gereksiz kurallar altında bir kere daha kendinden uzaklaşmak zorunda bırakılmıştır. insanın memnuniyetsizliğini kurallar sınırlamaya çalıştıkça insanın huzursuzluğu daha da ön plana çıkmış ve toplum insanı değersiz bir çöp poşeti gibi yargılayıp zindana mahkum etmiştir. "ıslah evleri" nin isimleri toplum tarafından belirlenmiştir.
toplumun birey üzerindeki baskısı bununla da sınırlı kalmamıştır. özellikle kişisel hak ve özgürlükler konusunda toplum ve toplumlar bireyin yaşamını devam ettirmesi için gerekli minimum koşulları yaratıp insana değer verdiğini ve insanın toplumun temeli olduğunu göstermeye çalışmıştır. tabii ki her zaman olduğu gibi toplum tanımlamaya gitmiştir. insanı -özellikle memnuniyetsiz olan insanı- en derinden etkileyecek kavramlar tanımlandıktan sonra bireye bir memnuniyetsizlik eklediğini fark edememiştir.
gören ve görmeyen insanlara adaletten bahsetmek, eşit olduklarını anlatmak, ikisini de rahatsız eder. sonuç olarak sosyal yaşamın varlığı başlı başına insanı yalnızlığa sürükler ve yalnızlık insanın tek başına çıkamayacağı en derin kuyudur. karanlık bir kuyudan ışık insanın çabasının nedenidir. insan ışığın kaynağı ile değil var olmasını yaşam olarak adlandırır. yaşamak; insanın gerçek halini bulması ve tanımasıyla gerçekleşir.
göreli kavramları yaratan diğer insanlardır. huzur da bu kavramlardandır. kriterleri belirlenmiş ve bu kriterlere uygun koşulları da özellikleri detaylandırılarak önümüze sunulmuştur. bir kitap, bir şarkı, bir şiir, bir resim ya da bir manzara bile, huzuru, insanın aklının orta yerine yerleştirmeye yeter. kural böyle olduğu için ve itiraz hakkı olmadığı için insan bunu olduğu gibi kabul etmeyi görev bilmiştir. bu nedenle gerçek huzurun kendisinden üç saatlik bir otobüs yolculuğu kadar uzak kalmıştır, en huzurlu olduğunu düşündüğü anlarda bile. bazıları kabul etmekten yanadır insanların... bazıları reddeder, bazıları da görmezden gelir. insanlar, toplu halde düşüncenin peşinden gidebilenler, kendi yarattıkları kavramların kulu, kölesi olabilecek kadar işi ilerletebilirler. oysa insanken işler böyle yürümez. insan iken boş vermek, ilgilenmemek ya da yürümemek her şeyden daha önemlidir.
hayattaki en sakıncalı duygu birlik ve beraberliktir. birlik ve beraberlik duygusu hatta bir adım daha ileri atılırsa, birlik ve beraberlik düşüncesi, insanı, insanlar haline getirir. bilinen yazılı ve bilinmeyen yazısız, gerekli ve gereksiz, önemli ve önemsiz tüm kurallar bu kalabalıktan çıkmıştır. dünya kalabalıktır. küçümsenmeyecek kadar ancak insan, yalnızdır. yalnız olduğunu unutması onun yaşamak için verdiği çetin mücadeleden geçer. unutmak için düşünmemek, düşünmemek için ise kalabalık olmak yeterlidir.
özünde her insan tembeldir. insanı çalışkan olmaya zorlayan kalabalıktır. insanlar, çalışkan olmalıdır. insan tembel olduğunda çabuk anlaşılması, göze batması ise kalabalığın uydurduğu kuralların dışında kalması ile ilgilidir. insanlar bir araya gelip adına "çoğunluk" dedikleri güruh ile birlikte hareket ettiklerinde doğayı alt edebilecekleri düşüncesini çok eski zamanlarda fark etmişlerdir. bu farkındalık; bazı insanlarda, hayvanlarda, bitkilerde ve doğa unsurlarında alışılmışın dışında bir takım belirti ve fonksiyonlarla kendini gösteren doğaüstü kuvvetin tanımlanması ile başlamıştır. bu tanımlamaya uymak zorunluluğu bireyin tek başına doğa karşısındaki çaresizliğini fark etmesi ve "toplum" adı altında daha kalabalık daha güçlü daha yetenekli görünmesidir.
antik yunan'da ya da mısır'da yetişmiş bilim insanlarının isimlerinin tamamına ulaşılmamış olması da bu duruma gösterilebilecek en önemli kanıttır. toplum her zaman bireyin önünde ve tabii ki üzerindedir.
toplum olarak yapılan tanımlamanın dışına çıkmak, mümkün olmadığı gibi, bu ihtimal düşünülerek tanımdan farklı hareket edenler ya da edecekler için de bir tanımlama gereği duyulmuştur. bu basit tanım ise "kaçınma" olarak karşımıza atılmıştır. fonetik olarak incelendiğinde ise polinezya diline göre " ta: işaretlemek, pu: olağanüstü" yani " olağanüstü olanı işaretlemek" olarak toplum tarafından kabul görmüştür. dilimizde "tabu" olarak adlandırılan ve toplumumuz tarafından sürekli bireye dikte edilen bu tanımın altında ise "korkutma ve saygı"duyguları yer alır. bu duyguların insan için önemi hayati olduğundan, insan sürekli bu duygulardan uzak durmaya çalışmış ve bu uzaklaşma onu kendinden uzaklaştırıp topluma yaklaştırmıştır.
toplum zaman ilerledikçe, gücü elle tutabilir hale getirmiştir. önce tarlada, sonra köyde daha sonra da şehirlerde elle tutulur güç toplumu yönlendirmeye başlamıştır. bu gelişmeler sırasında ise insan kendini topluma karşı sorumlu görmüş ve toplum için çalışırken, kendi yaşamının devam ettiğini, temel ihtiyaçlarını karşılayabildiğini fark etmiştir. bütün gelişmelerin kaynağı insan, mucizevi icatlarını toplum ile paylaşmış ve toplum tarafından el konmasına göz yummuştur. bu göz yummanın altındaki tek gerçek neden "dışlanmak"tır. dışlanmak, yalnız kalmak, hayati ihtiyaçların sona ermesi anlamına gelir. bu tabu hiç bir insan tarafından yıkılamasın diye toplum sürekli yeni düşünceler ortaya atmış ve düşüncelerin peşine takılmıştır. birey düşünceler karşısında çaresiz kalmak zorundadır. hiçbir düşüncede kusur yoktur. eksik veya fazla olması mümkün değildir. bu nedenle birey toplumun düşüncelerini istemese de kabul etmiştir. istemeden yapılan bu davranış aklının bir kenarına kanser hücresi gibi yerleşip büyüdükçe birey kendini sebepsiz yere huzursuz hissetmeye başlar ve en mutlu anlarda bile huzursuz olduğunu hatırlar. en mutlu göründüğü anda aklındaki kanser harekete geçer ışık hızıyla. anın milyonda biri hızındaki bu hareketlilik insanı rahatsız etmek için yeterlidir. bu sebepten insan memnuniyetsizdir. kendi hayatındaki sıradan gördüğü herhangi bir varlığı değersiz görmesinin altında yatan neden budur.
toplum bu memnuniyetsizliğin farkına vardığı an bir savunma mekanizması oluşturmuştur. memnuniyetsiz bireylerin çoğalması toplumu ayakta tutmak için bir neden gibi görünse de toplumu yok edebilecek kadar büyük bir tehlikedir aslında. kendi oluşturduğu baskının kaçış yolunu da kendi belirlemiştir. insanın memnuniyetsizliğini ortadan kaldıracak yegane şey bu dünyada var olmayandır. ancak var olmayanın gücünü oluşturmak için önce hissedilebilir nesneler ortaya konmuştur. varlığı işe yarayan ve yokluğunda zarar görülen nesneler, insanın memnuniyetsizliğine çare olarak sunulmuştur. inanç sisteminin ortaya çıkmasının tek sebebi toplumdur.
toplum öğütlediği şeyleri "iyi-güzel" kendisi için tehlike oluşturacak en ufak şeyleri ise "kötü-çirkin" olarak tanımlamıştır. bu tanımlamanın altında yatan neden var olmaktır. insan memnuniyetsiz hissettiğinde inanmaya zorlanmış ve inanmadığında ise "kötü" olarak hedef gösterilmiştir. bu noktada ise devreye kurallar sistemi girmiştir. kuralların amacı "kötü" olarak tanımlananları ortaya çıkarıp, onları toplumdan uzaklaştırmaktır. toplum yazıdan önce ve yazıdan sonra kendini, oluşturduğu kurallar sistemine yaslamıştır. iyi-kötü ayrımı yapmak toplum için hiçbir sorun oluşturmasa da insan gerekli gereksiz kurallar altında bir kere daha kendinden uzaklaşmak zorunda bırakılmıştır. insanın memnuniyetsizliğini kurallar sınırlamaya çalıştıkça insanın huzursuzluğu daha da ön plana çıkmış ve toplum insanı değersiz bir çöp poşeti gibi yargılayıp zindana mahkum etmiştir. "ıslah evleri" nin isimleri toplum tarafından belirlenmiştir.
toplumun birey üzerindeki baskısı bununla da sınırlı kalmamıştır. özellikle kişisel hak ve özgürlükler konusunda toplum ve toplumlar bireyin yaşamını devam ettirmesi için gerekli minimum koşulları yaratıp insana değer verdiğini ve insanın toplumun temeli olduğunu göstermeye çalışmıştır. tabii ki her zaman olduğu gibi toplum tanımlamaya gitmiştir. insanı -özellikle memnuniyetsiz olan insanı- en derinden etkileyecek kavramlar tanımlandıktan sonra bireye bir memnuniyetsizlik eklediğini fark edememiştir.
gören ve görmeyen insanlara adaletten bahsetmek, eşit olduklarını anlatmak, ikisini de rahatsız eder. sonuç olarak sosyal yaşamın varlığı başlı başına insanı yalnızlığa sürükler ve yalnızlık insanın tek başına çıkamayacağı en derin kuyudur. karanlık bir kuyudan ışık insanın çabasının nedenidir. insan ışığın kaynağı ile değil var olmasını yaşam olarak adlandırır. yaşamak; insanın gerçek halini bulması ve tanımasıyla gerçekleşir.
devamını gör...
4.
galiba bu kişi ben oluyorum, kendimi toplumda belirli bi' kesime ait hissedemiyorum, gerçi bu bile benim gibi düşünenlerle toplumun bi' kısmını olusturdugumuz anlamına geliyor, garip.
devamını gör...
5.
zihnidir.
insanın fizyonomik doğası toplumu oluştursun diye tasarlanmadı, ancak toplumu oluşturacak şekilde evrim geçirdi. bu yüzden kişinin zihni toplum dahil tüm olgu ve olaylara karşı varyasyon üretmek ile de yükümlüdür.
özgürleşmeye çalışan birey hasta değildir. * sadece genel olarak bireylerin çoğunluğu kendileri için özgürlüğün ne ve nasıl olacağı konusunu öğretilerek değerlendirir. halbuki insanın zihninin görevi, kendi özgürlüğü dahil hemen her bireysel tutumunun ayarını yapmaktır.
insanın fizyonomik doğası toplumu oluştursun diye tasarlanmadı, ancak toplumu oluşturacak şekilde evrim geçirdi. bu yüzden kişinin zihni toplum dahil tüm olgu ve olaylara karşı varyasyon üretmek ile de yükümlüdür.
özgürleşmeye çalışan birey hasta değildir. * sadece genel olarak bireylerin çoğunluğu kendileri için özgürlüğün ne ve nasıl olacağı konusunu öğretilerek değerlendirir. halbuki insanın zihninin görevi, kendi özgürlüğü dahil hemen her bireysel tutumunun ayarını yapmaktır.
devamını gör...