#ödüllü filmler
yönetmen koltuğunda byron haskin'in yer aldığı 1953 yapımlı bilim kurgu, aksiyon filmidir. paramount pictures yapımı olan film, h. g. wells'in aynı adlı kitabından uyarlanmıştır. konu güney kaliforniya'nın küçük bir kasabasına düşen bir gök cismi ardından başlamaktadır. sanıldığının aksine düşen bir gök cismi değil, mars'tan gelen istilacılara ait uzay gemisidir. istila başlangıcı ise kaçınılmaz olacaktır.
yönetmen:
byron haskin
oyuncular:
gene barry
ann robinson
robert cornthwaite
les tremayne
lewis martin
sandro giglio
vernon rich
byron haskin
oyuncular:
gene barry
ann robinson
robert cornthwaite
les tremayne
lewis martin
sandro giglio
vernon rich
*retro hugo - en iyi kısa format dramatik sunum ödülü
*oscar - en iyi görsel efekt
*oscar - en iyi görsel efekt
öne çıkanlar | diğer yorumlar
başlık "miteherik" tarafından 25.01.2023 11:48 tarihinde açılmıştır.
1.
sırf bu girdiyi sağlıklı ve tarafsız girebileyim diye kitabını yeniden okuduğum, 1953 ve 2005'te çekilmiş iki filmini de izlediğim bilimkurgu filmi. bilimkurgunun babalarından sayılan h. g. wells'in (1866-1946) en tanınan kitaplarından birinin -tıpkı diğer kitapları gibi- kendisinden sonra yazacaklara, film çekeceklere ışık olduğu, ilham olduğu the war of the worlds romanının iki ayrı yönetmenle, iki ayrı bakış açısıyla çekildiği filmler.
1953 yapımı olan ilki, byron haskin tarafından yönetilmiş. zamanında iyi eleştiriler almış, hatta en iyi görsel efekt oscar'ı almış, hatta kendisinden sonra çevrilen 'science fiction' filmleri derinden etkilemiş bir film. 85 dakikalık filmin tamamını tek seferde izlemeye dayanamadığım için benim filmi izlemem 3 saati buldu. sıkıntıdan hafakanlar geçirdim.
bundan sonrası spoiler içerir.
sırf daha fazla ilgi çeksin diye filme aşk hikayesi koymak, sonra da bu başrol hanımın hiç inandırıcı olmayan çığlıklarını izlemek cidden yorucuydu. iş bu kadını izlerken, eski türk filmlerindeki, sabah uyandıklarında pür makyajları ve takma kirpikleriyle uyanan kadın oyuncular bir türlü aklımdan çıkmadı.*
demek ki o yıllarda bu filmleri izleyen türk yönetmenler, bu oyunculuk saçmalıklarını batıyı taklit ederek uygulatıyorlarmış. dünyayı uzaylılar işgal etmiş, her yer yıkılmış, göçmüş, bizim hanım kızımız bu yıkıntıların ortasında, sevdiği adamın kollarında, hiç bozulmamış saçları (ki bugün usta bir kuaför o saçı iki saatte yapamaz herhalde, eski kadınların saçları, topuzları falan neymiş öyle, kuaförler ustalık görsün, ne o öyle bir düz föne 100 lira almak falan)* (yazarken bile sıkıntı bastı, konu dağıldı, cümlenin başını bulmam lazım.)* evet, kızımız o süper yapılı saçları ve sabahın köründe hangi yağla parlatıldığını çok merak ettiğim çilek pembesi dudaklarıyla sevdiceğinin kollarında gözlerini açarken..............
film 1953'ün. yani ll. dünya savaşı bitmiş, atom bombaları atılmış, japonya dize gelmiş...... filmin senaristleri, uzaylı parkına* atom bombası attırıyorlar hemi de aralarında belki iki km. falan uzaktan dürbünleriyle atom bombasını izleyen başkahramanlarımızın gözü önünde. ve sürpriz! ne oluyor, hem uzaylılara bir şey olmuyor hem de bizimkilere! neymiş atom bombasının osuruk gazından farkı yokmuş, izleyen standart amerikalı görsün, anlasın! amerikalılar japonya'ya ne yaptı ki? hiççç. yüzbinlerce insan mı öldü? binlercesi sakat mı kaldı? yoooo. (kesin yedirmişlerdir de.)
bunlardan daha elim ve saçma olansa, başlangıçta inancını sınayıp, işte "tanrı bizden daha yüce bir uygarlık yarattıysa, onlara bizden daha yakındır." diyerek elinde sanki şeytan çıkarma seansına gidiyormuş gibi kutsal kitap ve dudaklarında mırıl mırıl okuduğu dualarla, cengaverce yürüyüp bok yoluna giden, kemikleri bile kalmayan rahibin, "hah tamam, sonunda gerçek bir şey var filmde" dedirtmesinin üstüne, sevdiceğini kiliselerde arayıp, sonunda başka bir rahibin, tanrı'dan mucize istemesinin az sonrasında, hem gerekli mucizeyi hem de ıslak dudaklı sevgilisini bulan kahramanla tüy diktirmesi. evet, bol keseden yapılan hristiyanlık propagandasıyla tüyleri diken diken eden böyle bir filmin, yapıldığı zaman içinde batı dünyası içinde beğenilmemesi olanaksız dedirtiyor günümüz izleyicisine. (en azından bana.)
ikinci filme geçemeyeceğim dostlar, benden şimdilik bu kadar, yazması bile yordu, tüketti. diğer filmi ve kitapla ilgili notlarımı başka bir girdide paylaşırım. savaşsız ama bol sevişli günler ve geceler dileğiyle.
1953 yapımı olan ilki, byron haskin tarafından yönetilmiş. zamanında iyi eleştiriler almış, hatta en iyi görsel efekt oscar'ı almış, hatta kendisinden sonra çevrilen 'science fiction' filmleri derinden etkilemiş bir film. 85 dakikalık filmin tamamını tek seferde izlemeye dayanamadığım için benim filmi izlemem 3 saati buldu. sıkıntıdan hafakanlar geçirdim.
bundan sonrası spoiler içerir.
sırf daha fazla ilgi çeksin diye filme aşk hikayesi koymak, sonra da bu başrol hanımın hiç inandırıcı olmayan çığlıklarını izlemek cidden yorucuydu. iş bu kadını izlerken, eski türk filmlerindeki, sabah uyandıklarında pür makyajları ve takma kirpikleriyle uyanan kadın oyuncular bir türlü aklımdan çıkmadı.*
demek ki o yıllarda bu filmleri izleyen türk yönetmenler, bu oyunculuk saçmalıklarını batıyı taklit ederek uygulatıyorlarmış. dünyayı uzaylılar işgal etmiş, her yer yıkılmış, göçmüş, bizim hanım kızımız bu yıkıntıların ortasında, sevdiği adamın kollarında, hiç bozulmamış saçları (ki bugün usta bir kuaför o saçı iki saatte yapamaz herhalde, eski kadınların saçları, topuzları falan neymiş öyle, kuaförler ustalık görsün, ne o öyle bir düz föne 100 lira almak falan)* (yazarken bile sıkıntı bastı, konu dağıldı, cümlenin başını bulmam lazım.)* evet, kızımız o süper yapılı saçları ve sabahın köründe hangi yağla parlatıldığını çok merak ettiğim çilek pembesi dudaklarıyla sevdiceğinin kollarında gözlerini açarken..............
film 1953'ün. yani ll. dünya savaşı bitmiş, atom bombaları atılmış, japonya dize gelmiş...... filmin senaristleri, uzaylı parkına* atom bombası attırıyorlar hemi de aralarında belki iki km. falan uzaktan dürbünleriyle atom bombasını izleyen başkahramanlarımızın gözü önünde. ve sürpriz! ne oluyor, hem uzaylılara bir şey olmuyor hem de bizimkilere! neymiş atom bombasının osuruk gazından farkı yokmuş, izleyen standart amerikalı görsün, anlasın! amerikalılar japonya'ya ne yaptı ki? hiççç. yüzbinlerce insan mı öldü? binlercesi sakat mı kaldı? yoooo. (kesin yedirmişlerdir de.)
bunlardan daha elim ve saçma olansa, başlangıçta inancını sınayıp, işte "tanrı bizden daha yüce bir uygarlık yarattıysa, onlara bizden daha yakındır." diyerek elinde sanki şeytan çıkarma seansına gidiyormuş gibi kutsal kitap ve dudaklarında mırıl mırıl okuduğu dualarla, cengaverce yürüyüp bok yoluna giden, kemikleri bile kalmayan rahibin, "hah tamam, sonunda gerçek bir şey var filmde" dedirtmesinin üstüne, sevdiceğini kiliselerde arayıp, sonunda başka bir rahibin, tanrı'dan mucize istemesinin az sonrasında, hem gerekli mucizeyi hem de ıslak dudaklı sevgilisini bulan kahramanla tüy diktirmesi. evet, bol keseden yapılan hristiyanlık propagandasıyla tüyleri diken diken eden böyle bir filmin, yapıldığı zaman içinde batı dünyası içinde beğenilmemesi olanaksız dedirtiyor günümüz izleyicisine. (en azından bana.)
ikinci filme geçemeyeceğim dostlar, benden şimdilik bu kadar, yazması bile yordu, tüketti. diğer filmi ve kitapla ilgili notlarımı başka bir girdide paylaşırım. savaşsız ama bol sevişli günler ve geceler dileğiyle.
devamını gör...