"yalnızlık insanın çevresinde insan olmaması demek değildir. insan kendisinin önemsediği şeyleri başkalarına ulaştıramadığı ya da başkalarının olanaksız bulduğu bazı görüşlere sahip olduğu zaman kendisini yalnız hisseder." der carl gustav jung. aslında burda farklı olmaktan doğan yalnızlıktan bahseder jung. aldoux huxley'in cesur yeni dünya adlı kitabındaki "eğer farklıysan yalnızlığa mahkûmsun" sözüyle oldukça paraleldir bu görüş. tam bu noktada düşünülmesi gereken soru şu: yalnızlık tercih mi zorunluluk mu? aslında ikisi de.

hala toplumda süregelen bir anlayışla yalnızlığı seven insanlar çekingen, asosyal ya da utangaç olarak nitelendirilmekte. tüm bunlara bağlı olabileceği gibi aslında bu durum bir tercih de olabilir. içe dönük insanlarda olduğu gibi. yukarıda sözünü de paylaştığım carl gustav jung tarafından ortaya atıldı içedönük-dışadönük tabiri. ona göre içedönük insanlar entelektüel fikirlerle ilgilenir ama bu dış dünyadan ziyade fikirlerden oluşan iç dünyaya yöneliktir. derin düşünür, sorgular ama gerçekleri kabul etmede zorlanır. kendisi ile baş başa kalabilmek dünyanın en tatlı şeyidir aslında onun için. o yüzden evde vakit geçirmekten, bir manzarayı oturup izlerken saatlerce düşünmekten sıkılmayıp aksine zevk alırlar. onlar için en güzel arkadas yine kendileridir. yalnızlık onlar için kutsaldır ve vazgeçilemez. işte bu noktada önemli olan bu durumu kabullenmek oluyor sanırım. kendimde yalnız kalma ihtiyacını görmeye başladıkça acaba bende mi bir sorun var diye çokça düşündüm. kalabalık arkadaş sohbetleri yerine odamın kapısını kapatıp kitaplarla baş başa kalma kalma fikri öyle güzeldi ki. tarkovski'nin çok beğendiğim bir sözü var "kendinizi, kendinizle zaman geçirmeyi yalnızlık saymayacağınız şekilde yetiştirin". sanırım bu söz benim için her şeyin özetiydi. insanların yalnız kalmaktan neden bu kadar çok korktuğunu hiç anlamadım sanırım. sonra fark ettim ki insanlar kendileri ile kalamıyor. çünkü kendilerini başkaları ile tamamlıyorlar. ama kendini sevemeyen başkalarını da gerçekten sevemez ki.

kendimizle vakit geçirmeyi sevmeyi, iç sesimizi dinlemeliyiz diye düşünüyorum. aslında aradığımız mutluluğu da o zaman bulacağız belki de. kendimizi dinlendiğimiz, hep bize uygun olmayan şeylerin peşinde olduğumuz için mutsuzuz belki de. bazen kitap sayfalarında kaybolmak, bazen filmle yolculuğa çıkmak, bir kadeh doldurup zamanda geriye akmak bazen kendimizi bulmak. kendimizle kalmaktan, içimizdeki sesle konuşmaktan korkmamalıyız. "yalnızlığı sevmeyen özgürlüğü de sevmez. kişi ancak yalnız olduğunda özgürdür çünkü. " der schopenhauer. sizi bir şeylerden alıkoyan her şeyden kurtulmak. kendi benliğimizin istediğini bilebilmek. artık çağımız tekdüze insanlar yaratıyor. aynı şeyleri seven, aynı şeyleri yapan, aynı şeyleri eleştiren. işte böyle bir durumda farklılık hissetmek, normal durumu eleştirmek bir zaman sonra kişiyi yalnızlığa itecektir. ve yine anlaşılan bir nokta daha var ki o da aynı şeyleri yapan insanların da aslında kendini yalnız hissettiği. araştırmalar da yalnızlık hissetme oranının gittikçe arttığını gösteriyor.

yalnızlık edebiyat ve sanat dünyasında oldukça öne çıkarılır. hatta picasso büyük bir yalnızlık olmadan, ciddi bir eser verilemez der. yalnızlığın yaratıcılığı artırdığı da çokça kabul görülür. kendinle kalabilmek, dış dünyadan kendi içine dönebilmek güzel bir eser için etkili midir bu da üzerine düşünülmesi gereken bir nokta diye düşünüyorum.
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"yalnızlık" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim