ahievran yazar profili

ahievran kapak fotoğrafı
ahievran profil fotoğrafı
rozet
karma: 7674 tanım: 538 başlık: 2 takipçi: 69

son tanımları


schengen vizesi

#2572242

bugün itibariyle 4 günlük bekleme süresinin ardından isveç tarafından 3 yıllık verdikleri vize.

hemen öncesinde peş peşe almanya'dan 6 ay ve 1 senelik vizelerimiz vardı. tekrar almanya'ya başvurmak istedik 11 ay gibi bir "randevu bekleme süresinden" bahsedilince salla dedik.

isveç randevuları epey müsaitti. 2 hafta önceden randevu alabildik. cuma günü pasaportu teslim ettik, bugün teslim aldık. 4 günde işi bitirmişler.

ilginç bir şekilde vfs içinde de isveçle ilgilenen kısım sinek avlıyordu, bomboştu.

hiçbir niyet mektubu vs sunmamamıza karşın, lam cim yapmadan öncekinden daha uzun bir vize vermiş oldular. fotoğraf dahi istemediler.

bu puştlardan bize kıçı boklu ülkelerine giriş hakkı versinler diye 50 çeşit evrakla ricacı olmak tatsız bir şey olsa da, bu aralar aciliyeti olanlar için isveçten başvurmak cazip görünüyor.
devamını gör...

10 kasım da trt sabah kuşağında horon tepilmesi

mevcut iktidarın milletle nasıl oyun oynadığını gösterir durum.

yakın geçmişte açıktan açıktan karşıt politika izleyen iktidar, bir anda, atatürkçülük yapılacaksa onun da en iyisini biz yaparız tarzında davranışlara başladı.
bu vesileyle kemik seçmen tayfasını gıcık etmeyi başarıyor.
öte yandan, devlet kanalında da horon teptiriyor aynı düzen.
şuradan bile görüldüğü üzere millet küplere biniyor.
iktidar, iki cenaha da kendi tayin ettiği miktarda nefes alma alanı açıp, bunun da frekansını kontrol ediyor.

atatürk'ün ölümünün ardından basılan banknotların neredeyse tamamında ismet inönü portresi olması ve bunun bir sorun addedilmemesine rağmen, atatürk'ün partisinin rakibi olan demokrat parti iktidarında paraya tekrar atatürk portresi iliştirilmesi durumunun tarihsel tekerrürü.

adamlar, bir siyasi islam partisi olarak atatürkçülüğü dahi tekeline alıyor, iş o aşamaya gelmiş, millet trt'de sabah ne oynatılmış derdinde.
belli ki hayli başarılı da olmuşlar.
devamını gör...

garanti bbva

gelirden giderden münezzeh olarak, ekstra yüksek kredi kartı limiti veren bankaların başında geliyor.

an itibariyle resmi gelirimin tam 60 katı limit var. ister istemez kullandırıyor kendisini.

bunun dışında isviçre'den atılmak istenen tokadı da işlem itirazıyla savuşturmuş olması benim için yeterli oldu.

isviçre'de enterprise'dan araç kiraladık. ucuz yollu bir şey kiralamamıza rağmen yok şöyle olsun böyle olsun, 2 lira farkla büyük seçim hesabı altımıza bi xc60 verdiler.

arabaya saygımdan hiç hırpalamadım da. cillop gibi 500 beygir makine. teslim etmeye geldik dediler şu an araca bakamıyoruz, siz bırakın.

hiç yapmam ama şeytan dürttü arabanın videosunu çektim. sıfır hasar, çiçek gibi.

aradan 2 ay geçti baktım karttan çekim yapılmış. 1000 küsür frank, araç jant hasarı diye fatura kesmişler. enterprise'a videoyla birlikte itiraz ediyorum, cevap veren dahi yok. güya kurumsal firma, cin olmadan adam çarpıyor.

itiraz neticesinde karttan bu borcu düşürdüler. ondan beri olumlu bir intiba bıraktılar.
devamını gör...

karadağ

her yıl neredeyse nüfusu kadar türk turist ağırlayan ve bununla dahi yetinmeyen, bilumum çete lideri ve suç örgütü iltisaklı kişi ve paralarına gel gel yapıp, işler kontrolden çıkınca ne yapacağını bilemeyen ülkemsi bir yer.

öncelikle olayların podgorica'da olduğunu bir kenara yazmak lazım. burası karadağ'ın hiçbir turistik yanı olmayan ve turistlerin sadece havaalanına gidip gelirken gördüğü başkent.

burada gözaltına alınan bu kadar kişi olmasının, meselenin türk turistlerle zerre ilgisi olmadığına dair bir karine teşkil eder.

olay muhtemelen karadağ'ın kapısını açtığı bir suçlu güruhunun ateşinin kendilerine sıçraması üzere patladı.

hükümetin hatası, zamanında buralarda bir kargaşa ortamı yaratıp kafalarına vurup, bu suçluları yerinde yok etmek yerine pasif kalmasıdır. böyle olunca kendilerini nimetten sayıyorlar gördüğümüz gibi.
devamını gör...

ahmet’in yanında olması onun talihsizliğiydi

yine gereğinden fazlaca önem atfedilmiş bir avukat cümlesi.

şimdi ben pek fikren aynı düzlemde olmasam da, modern hukuk sistemlerinde, özellikle kıta avrupasında sistem kutsaldır.

beşeri etkinin minimize edildiği, her girdiye aynı sonucu veren ve ancak hukuk disiplini içerisinde tartışılacak bir yargı sistemi kurmak en büyük idealdir.

mantığını izah edersek; iddia ve savunma makamları hukuk düzleminde dokunulmazdır. iddia makamı da, savunma makamı da suç ve suçlunun kimliğinden bağımsız olarak elinden geleni yapmaya mecburdur.

bir suçlu, savunma makamının katkılarıyla hak ettiği cezayı almadıysa, sorun sistemdedir ve sistemin bu yönde değişmesi lazımdır.
işte kutsal savunma hakkı da, sistemin tekemmülüne katkıda bulunan bir unsurdur.

buna hep şöyle bir menkıbe örnek verilir.
ingiltere'de zamanında idam cezası için kişinin "asılması" kavramı kullanılıyormuş.
bir idam mahkumu bir avukat tutmuş, avukat ısrarla "seni kurtaracağım" diyormuş.
adama son akşam yemeği yedirilmiş, odasına papaz gelmiş, güzelce yıkanıp paklanmış, avukat halen aynı şeyi söylüyor, seni kurtaracağım.

neyse işin sonunda yağlı ilmik boynuna geçirilmiş, avukat halen aynı şeyi söylüyor, bana güven diyor.
altından tabureyi çeker çekmez avukat cebinden bir çakı çıkarıp ipi kesmiş, tabi hemen derdest etmişler.

ikisi de hakim karşısına çıkınca demiş ki efendim, kanunda yazan uygulandı, müvekkilim asıldı. asıldıktan sonra biri gelip ipini keserse tekrar asılır diye bir şey yazmıyor.
hakim bu olay üstüne ikisine de yol veriyor.
yasa da bundan sonra artık "asılarak öldürme" olarak düzeltiliyor.

muhtemelen bu hikaye tamamen hayal ürünü olsa da işaret edilmek istenen husus için çok güzel bir örnektir.

mantık basittir. avukat, ne söyleyebilirse söyleyecek, söyleyecek ki salt avukatın işiyle bir kişi haksız yere cezadan kurtulursa, sistem düzeltilsin ki başkaları kurtulamasın.

onun için, o şunu nasıl savunur bu bunu nasıl söyler demenin anlamı yok.
cumhuriyet ve batıdan hukuk iktisabı, herkesin lafta ölüp bittiği mustafa kemal atatürk icraatıdır.

kaldı ki, burası hukukun üstünlüğünü içselleştirmiş bir iskandinav ülkesi değil.
o avukat bunu dedi o şunu savundu diye adam avlarsanız, siyaseten içeride olanlara duruşma dahi açılmaz hale gelir.

o bunu nasıl savunur denilen avukatlara hiçbir şey olmaz. onlar "savunmayı" kapalı kapılar ardında yapmaya başlar, işler de başka türlü yürür.

sorumluluk ceza verme erkini elinde tutanlardadır.
avukatın dediklerine rağmen ceza veriliyorsa, zaten avukatın bir etkinliği yoktur.
yok avukat ipten adam alıyorsa, ceza erkinin sisteminde bir açık vardır, düzeltilmesi gerekir.

kaldı ki hepsinin yanında, bu olayda dahi mağdur taraf 4 sanığın da aynı cezayı almasını istiyordu. bunların ikisinin "cinayet" ile hiçbir bağı da yoktu. mağdur taraf bunu ister. acılı bir anne, oğlunun katiline selam verenlerin bile yok olmasını ister, çok doğal. ben de isterdim.

işte savunma dediğimiz şeyin önemi burada ortaya çıkıyor.
sen ceza alan 2 kişinin (cinayetin doğrudan failleri) avukatına o hakkı vermezsen, diğer ikisine de vermemen gerekiyor.
bunun bir ötesi zaten yargısız infaz.

velhasıl, avukat istediğini söyler, istediğini savunur. hatta sistemin talebi de budur.
ben de aynı mesleği icra ediyorum, ben ne bu lafı söylerim, ne bu tipleri savunurum ama ben işin kıstası değilim.

avukatlık ile ilgili konuşulacak son şeylerden biri bu.
avukatlık zırhıyla işlenen, azmettirilen, teşvik edilen suçlar, yönetilen örgütler, suça dönük verilen akıllar gibi birçok somut problem varken, salt müdafilik yapan insanları etiket etme fikri tamamen saçmalık.
devamını gör...

yemeksepeti'nin hizmet bedeli alması

online yapılan ödemeler dışındaki ödeme türlerine eklediği bedeldir.

bu bedel teslimat bedeli değil, ödemenin önden yapılmadığı yöntemlere eklenen yeni bir söğüştür.

aslında mantık basit, online ödeme yapıldığında yemeksepeti parasını alıyor. restoranla yaşanan bir ihtilafta da restoran geri adım atmazsa o parayı almak dert oluyor. firma için garanti yol.

tersten düşünürsek de, ön ödemeli siparişin iptali vs gibi durumlarda hiçbir riski yok.
kapıda ödemede ise ben bu siparişi almıyorum demek yeterli. kapıyı çalar açmadın olur biter.

işte muhtemelen oturup kapıda ödemenin riskleri nedeniyle oluşan kayıpları, tüm müşterilere bölsek ne çıkıyor diye baktılar, 6 lira çıktı.

memleketin esnafında akıl olsa siparişi telefonla alır, yüzde 10 fiyat kırar, bizi böylelerine muhtaç etmez.

ama allahın sığırları, yüzde 20-25 komisyon öderken ses çıkarmayıp, telefonla sipariş verince de aynı fiyatı, hatta zaman zaman fazlasını ister.

seneler önce yüzde 8di o komisyon. ince ince arttı şimdi hepimize giriyor.
devamını gör...

16 ekim 2025 sigara zammı

en ucuz ve en pahalı sigara arasındaki makası daraltması dışında anlamlı bir yanı kalmamıştır bu zamların.

sigara fiyatları en aşağı 10 senedir enflasyona ezdiriliyor politik olarak.

sigaranın öğrencilerin bu kadar kolay ulaşabildiği bir meret olması çok ciddi bir problem.

ben bir haftalığımla 5 paket sigara alabiliyordum. bunun içinde yol parası, okulda yiyeceğim öğle yemeğinin parası, dışarıda yediğim içtiğim de var.

ya boğazdan ya sigaradan kısma dilemması yaşıyorduk, boğazdan kıssak da sigaradan da kısıyorduk.

şimdi sigara kısılacak bir fiyatta değil.
biz bir paket sigara mı 2 öğün yemek mi diye matematik yapıyorduk. şimdi en adi tavuk dönercide 1 öğün yemek iki paket sigaradan pahalı.

hadi bunu geçtim. 1 paket sigara parasına 50 gram bandrollü tütün satılıyor. o tütünden 6-7 paket sigara çıkar.

böyle bir durumda, bu fiyatlar 250-300 liralara çekilmedikçe önü alınamaz sağlık sorunları ve sigorta yüküyle karşılaşacak memleket çok kısa gelecekte.

millet açık tütün içer, kaçak sigara artar, hepsi doğru. ancak bunlar mevcut içicilerin izleyeceği yollar.

şu an bir lise talebesinin bir dal sigara içtikten sonra bağımlı olmasının önünde bir tümsek bile yok. o parayı verirken 2. kez düşünmez bile, kantinden aldığı tost parası.

marlboro endeksine göre dünyada marlboro'nun en ucuz olduğu sondan iki veya üçüncü ülkeyiz.

iktidar muhalefet demeden şu hususun bir gündem edilmesi gerektiğini, sokağa çıkınca bile görmek mümkün. kadını erkeği genci yaşlısı herkes sigaraya düşmüş vaziyette.
devamını gör...

eti

ülkemizdeki hukuk okur yazarlığının sürüngen seviyesinde olduğunu göstermiş marka.

anlatıldığı kadarıyla bu şirket ile özgür turhan denen vatandaş arasında bir sözleşme imzalanmış.

şirket tarafından, sözleşme özgür turhan'ın sözleşmeye aykırılığı nedeniyle feshedilmiş iddiasıyla bir tazminat davası açılmış ve mahkeme, yine anlatıldığı kadarıyla şirketi haklı bulmuş ve sözleşmenin feshinden doğan zararın özgür bey'den tahsiline karar vermiş.

sözleşme elimizde mi? değil.
karar elimizde mi? değil.
fesih gerekçesi elimizde mi? değil.
zarar bedeli neyi kapsıyor belli mi? değil.

daha da ötesi, eti ile özgür turhan arasında bir reklam anlaşması olup olmadığı, böyle bir davanın varlığı dahi belli değil.

kim kime ne ödemiş o da meçhul. belki eti kendisine 10 milyon tl ödedi, mahkeme davasını kısmen kabul edip yarısının iadesine hükmetti.

belki özgür bey çekimlere defalarca gelmedi, iş sürüncemede kaldı.

bu belkileri 100'er tane şirket ve özgür turhan lehine olacak şekilde artırabiliriz.

e bu durumda kim neyi niye boykot ediyor?
boykot edilmesi önerilen firma da hükümete herhangi bir yakınlık emaresi bulunmayan bir firma.

bir kişinin hakkında açılan ceza davalarının mesnetsizliği ile, kişiler arasındaki "hukuki" ihtilaflar aynı potada eritilecek şeyler değildir.
devamını gör...

özgür turhan

şahsen çok haz etmesem de, insanların sürekli "hakaret" davalarıyla yıpratılması artık haksızlık boyutuna ulaşmıştır.

adam galatasaray ile ilgili bir şaka yapmış.
tamam bu şaka rahatsız edebilir de arkadaş, aynı galatasaray değil mi uefa kupası fotoğrafından iki adamı "çıkaran"
ya da şimdiki teknik direktörünün fethullah gülen'in yanıbaşında bir fotoğrafı yok mu?

bu durumun zaten kendisi absürt. memleketimizin absürtlüklerinden biri de bu. dümdüz durum komedisi.
daha da ötesi, bu çıkarılan adamlardan biri mevcut hükümetin partisinden milletvekili seçilmedi mi?

bunlar zaten şakası yapılacak şeyler.

ya da diğer mesele, cübbeli ahmet hoca.

yahu bu adamın söylediklerini, sattığı kefenleri terlikleri bilmem neyi ben söylesem, ben satışa çıkarsam, dini inanç ve duyguları suistimal suretiyle dolandırıcılık davası açılır hakkımda.
denemesi bedava, buyrun deneyin.

böyle bir durum varken ortada, bunu bir şaka konusu yapmanın bir ceza davasına dönüşmesi hakkaniyetli değil.

eti konusu muğlak bir husus. sözleşmenin feshi ve tazminata yönelik hukuki bir ihtilaf var. ortada karar olmadan yorumlamak doğru değil.

ama diğer hususlarda haksızlığa uğradığı açık bu vatandaşın.
devamını gör...

imar hakkı aktarımı kanunu

imar hukuku anlamında bir hukuksuzluğu, başka bir hukuksuzlukla çözme girişiminden öte gitmeyen bir düzenleme.

idarenin yıllardır yaptığı bir mülkiyet hakkı ihlali.

düşünün bir yerde, çevresinde yapılaşma olan bir arsanız var. idare burayı imar planında "okul bölgesi" olarak işaretlemiş.

yapı yapacaksın, dur orada. burası okul bölgesi olarak işaretli, çivi çakamazsın.

madem öyle, gel kamulaştır üstüne okul yap, bana parasını ver. yok olmaz. neden? öyle bir düşüncemiz yok.

o zaman bana müsaade et bina yapayım? yok. belki bir gün orayı alırız biz.

böyle bir saçmalık mı olur? var işte.

dünyanın herhangi bir yerinde devlet, bir yeri kamuya tahsis etme gereği görürse, mülk sahibinden bedelini ödeyerek, cebren satın alabilir ki ülkemizde de usul böyledir.

bu arsa bizim değil, şimdi almayı da düşünmüyoruz, ama düşünecek olursak üstünde bina olursa daha çok para ödememiz gerekir kafasıyla, arsayı kimseye yar etmiyorlar.

şimdi de bunun önüne geçmek için, git benim daha az imar verdiğim yerlere inşaat yapanlara imar hakkı sat, onlar daha büyük, daha geniş binalar yapsın diyorlar.

oraya imar planı yapılırken öngörülen değişkenler, nüfus yapısı, yoğunluk? ha onlar önemli değil. yüzde 30 bir sınır koydum, daha ne?

böyle saçmalık mı olur lan?

yapacağın tek bir şey var.
kamulaştır hepsini? millet dünden razı zaten.

paran mı yok? istanbul için konuşalım, istanbul havalimanı ötesine devasa kompleks yaptıracağına, bu durumda olan herkese oradan arsasını ver, kamulaştırmayı trampa esasıyla yap.

bu kadar basit bir çözüm yerine, ekstrem komplike bir çözüm üretip, o çözümü de mevcuttaki imarı gizlice artırmaya bina etmek nasıl bir mantık?

sağı solu muhalefeti iktidarı önemli değil. artık yönetimin bir şekilde değişmesi şart. değirmen boşa döndükçe taş taşı öğütmeye başladı.
devamını gör...

charlie kirk

yanlış hatırlamıyorsam bireysel silahlanma hakkının korunması için, bu hakkın sebep olduğu ölümler gözardı edilebilir gibi bir söylemi olan kişi.

bu açıdan bakıldığında bir fikir uğruna kelleyi vermiş gözüküyor. gitsin george washington'dan şefaat dilensin artık.
o helva hiç bizim evde pişmeyecekmiş gibi, beylik laflar etmeye gerek yokmuş demek ki.
devamını gör...

blok3

valla hiç azer bülbülün ölüm haberleri dönerken kendisini tanımıyor rolü kesen beyaz yakalı tribine girmeden, adını hiç duymadığım biri.

çakal, sefo tefo level c5 uzi bilmem ne hepsini bir şekilde duydum, hiç alakası olmasa da insanın karşısına çıkıyor.

ama bu blok3 müdür nedir hiç denk gelmedi bile.

hal böyleyken, müzik platformlarının spesifik kişileri reklam ettiği ve parlattığı gerçeği kabak gibi yüzümüze çarpıyor.

bu platformların da korsanlarına dönme vakti geldi demek bu. saçma sapan algı yönetimlerine alet olmamak gerek.
devamını gör...

bir yerde tek başına oturma öz güveni

özgüven olarak nitelendirilmesiyle bir yaşıma daha girdiğim hede.

kafe, restoran, bu mekanlar zaten insanların bireysel olarak kendine verebileceği hizmetleri para karşılığı veren yerler.

nasıl ki evde tek başınayken de kahve içilir, dışarıdaysan, kahve içmek istiyorsan oturursun bir kafeye içersin, amacı bu.

bu bir özgüven tartısı ise, insanların size bakınca "demek ki eşlik edecek kimsesi yok" diye düşüneceğinden korkuyorsanız, maalesef ki korkunun içeriği doğru olabilir.
yok değilse, düşünce hayli saçma. basitçe şunu düşünün, siz tek başına oturan biri gördüğünüzde hakkında abuk subuk şeyler mi düşünüyorsunuz yoksa hiç umrunuzda olmuyor mu. diğer insan davranışları da aynısı işte.
devamını gör...

mesut süre

iddia gerçektir değildir, şudur budur, bugün de talih kuşu mesut süre'nin üstüne sıçmış bulunmakta.

ispatmış, masumiyet karinesiymiş bunlar bu lincin konusu değil.

bu metoo hareketi, esasında insanların anonim olarak "ben de" dediği bir hareket değil.

bir kişinin bir isnadı sonucu, aynı kişiden mağdur olduğunu iddia eden "gerçek" kişilerin tırnak içinde itiraflarıdır.

böyle bir durumda, 10 farklı kişi aynı şeyi söylüyor, ateş olmayan yerden duman çıkmaz denebilir.
imkansız değil ama 10 farklı kişiyi ikna edip gerçek dışı bir senaryoyu söyletmek zor.

ancaaaak,
"anonim" hesap ve kişiler üzerinden öne sürülen iddiaların hiçbir anlamı yok. sıfır. olmamalı.

neden?
anonim hesapların hepsini tek kişi kontrol ediyor olabilir.
tamam 10-15 farklı kişi bir şeyi söylüyorsa, somut delil olmasa bile, bir şüphe uyandırır. rüşvetin belgesi mi olur hesabı, tacizin tecavüzün de belgesi olmayabilir.

ama diğer türlüsü, bir kişinin tek hasımı elinden bile üretilebilir. bitti.

anonim olan kişinin gerçek bir kişi olması ve anlattığı iddiaların doğru olma ihtimalinin hiç önemi yok zira bu ihtimale kapı aralamak, her insanın komploya uğrama ihtimaline kapı aralamak demek.

masum insanın cezalandırılması, suçlunun cezasız kalmasından daha kötüdür. adaletin eksik işlemesi birse, ters işlemesi on kötüdür.

bu anonim durumu öyle bir şey ki, iddianın failinin kanıt yollarını da kapatıyor.
faile yokluğu ispat yükü yüklüyor.

kadın dese ki ben ayşeyim, adam ben o gün fatma ile birlikteydim al bu da ispatı diyecek belki.

ama bu haliyle şahıs anonim, tarih anonim.
adam 15 ağustosta böyle bir şey olmadığını ispatlasa 16'sında olmuştu diyecek. 16'sını ispatlasa yok 14'üydü diyecek. bunun sonu yok ki.

ha mesele bir ceza davası olsa zaten ortada hiçbir delil yok, beraat.
ama adamın itibarı olunca o mahkemede kurtarılmıyor ki.

anonim iddiaların hiçbirinin aksi ispat edilemez. anonim iddialara prim vermemenin temel dayanağı bu olmalı. kişi yapmıştır yapmamıştır, başkaları da söylüyor söylemiyor değil.
devamını gör...

barış alper yılmaz

saçma bir şekilde, bir anda ülke gündemine oturan, 2000 doğumlu bir milenyum çocuğu.

kim söylemişse, zenginin malı züğürdün çenesini yorar sözünü ilk zikredeni bulup kabrine bir çiçek bırakmak lazım.

insanlar milyar lira, eski parayla "katrilyon" düzeyinde paralar dönen şahsi kontratlar hakkında aidiyet, iş ahlakı v.s kapsamında değerlendirme yapıyor. kim haklı kim haksız çıkarımı yapmaya çalışıyor.

şunu anlamak lazım. daha iyi kontratı görünce bin takla atmak, koz olarak maça çıkmamak gibi şeyler de, kulübede oturtmak, kadro dışı bırakıp bonservisi yakmak da profesyonel futbolun içinde şeyler. daha da ötesi, profesyonel futbolda iş ahlakı ile ilgisi bulunmayan şeyler.

bonservis denen şey sadece futbolda yoktur. bonservis, işin görülmesinde şahsa bağlılık ilkesi geçerli, ikamesi kısıtlı zamanda mümkün olmayan işler için, sadakati bir nevi cezai tazminat ile tesis eden bir olgu.

senin sözleşmen bitmeden takımdan ayrılman durumunda benim uğrayacağım zararı ben şu kadar hesapladım, bunun karşılığı sözleşmeden cayabilirsin demek.

bir nevi kişinin aidiyetine biçilen bedel.
sözleşmeyi feshetmek tek başına yetmez. takımlar ile usulüne uygun akdedilmiş sözleşme varsa, bu sözleşme süresi bitene kadar takımın rızası olmadan başka bir takımda oynayamaz.

şimdi işverenin elinde böyle bir koz var.
peki işçinin elinde ne var?

işçinin elinde de, işi gereği gibi yerine getirmeme kozu her zaman var.
iş hayatında işi savsaklayan kişiyi kapı dışarı edersin. ancak zaten kapı dışarı edilmek isteyen kişiyi işi savsakladı diye kapı dışarı edemezsin.

kaldı ki futbol çok çok çok daha sübjektif bir şey.
işi savsaklamak kitabına çok rahat uydurulur. standart bir iş ve işin görülme biçimi diye bir kural kaide yok.
sürekli ileri oynayan adam geri oynamaya başlar en basiti. ya da koşmaz. ne yapacaksın?

aslında grev ve lokavt benzeri bir durum karşılıklı olarak düşünülünce.
işçi grev yaparsa işverenin de lokavt ile top oynatmayıp, gelecek kariyerini baltalama hakkı var.
ha burada teknik fark, sözleşme sürecinde maaşın tamamının ödenmesi.
bir diğer teknik fark, bonservis bedeli gibi güzel bir avantanın uçup gitmesi.


burada iş, tarafların iyi niyetli davranması, dürüstlük kuralına uygun davranması beklentisinde bitiyor.
bonservisin, bir aidiyet belgesi olarak görülmemesi ve bu amaçla kullanılmaması, futbolcuların da takımı sabote etmeyi koz olarak kullanmaması beklenir.

barış alper yılmaz olayında ise ikisi de var. iki taraf da hatalı.

birincisi galatasaray. yukarıda dediğimiz gibi, bonservis bedelinin bir koz olarak kullanılması, özellikle sözleşmede kararlaştırılmayan durumlarda afaki rakamlar konuşulması bir yanlıştır.

futbolda bonservis bedeli, bir oyuncunun maaşının 10 katından fazla olmaz. bu ticari ve futbolla ilgili teamüllere aykırı. 10 kat bile çok çok nadirdir, genelde 5 kat civarı makul kabul edilir.

barış alper yılmaz örneğinde, futbolcunun 2 ila 2.5 milyon euro arası bir kazancı var.
adama bu kazancın 3 katı bir teklif gelmiş.
bu teklifler normal şartlarda gelmezken, "neom" gibi yapay ve bin selman puştunun kendini reklam edeceği takım ve benzerleri, bu gibi futbolculara çok yüksek maaş önerebiliyor.

şimdi 2.5 milyon euro kazanan bir topçuya biçilecek en yüksek değer 25 milyondur. "serbest kalma bedeli" olsun olmasın, bir futbolcu maaşının 7-8 katı bonservis getirebiliyorsa, kendi de gitmek istiyorsa yollanır.

en yakın örnek kerem aktürkoğlu.
fenere bir anda gelmek istedi.
şu an 3 milyon euroya yakın para kazanıyordu. serbest kalma bedeli ise 60 milyon euro.

bunun takımı 25 milyonu kabul etti.
ne oldu? fener son anda pazarlığa girişince transfer yattı.

her şey makul rakamlar içinde olduğundan ne benfica ile kerem arasında sorun oldu, ne kerem idmana çıkmamazlık etti.

çünkü fener 25 vermediyse, benfica 17ye razı olsun demek hakkaniyetli değil.

peki barış?
adama 2 milyon euro veriyosun. serbest kalma bedeli bile belirlenmemiş.
adam sana konuşulana göre 30 milyon euro bonservis getireceğini ve çok yüksek bir teklif aldığını söylüyor.

takım da 50 milyon euro üstü bir rakam telaffuz edince o artık yokuş yapmak oluyor.
çünkü bunun karşıtı da, madem ben 50 milyonluk adamım, 75 milyonluk adama verdiğinin en azından çeyreğini ver demek oluyor.

takım olarak diyorsan ki, sen 50 milyonluk adam değilsin ama transfer tahtası kapanmadan 1 hafta önce bizim senin yerini doldurmamız buna mal olacak, görece haklılık payı var.

ama burada da "kardeş" ve "camia" adı altında sadakat geliştirmiş türk takımlarından, "abilik" bekleneceği bir gerçek.

her zaman yerli oyunculara "bizi idare edin" şeklinde yönetim sergiliyoruz, sonra da oyuncu idare edilmek istenince hoppala.

bu durumun victor osimhen örneği ile de alakası yok.
birinde kadro dışı bırakılmış bir yıldız ve o yıldızı yakmak için 100 milyon euroyu yakabilecek bir psikopat var.
orada dahi oynadığı kumardı.
osimhem galatasaray'a kiralık gelmeseydi ya da gelip bilerek sallasaydı, kimse 20 milyon euro bile vermezdi. napoli de babayı alırdı.

burada ise öyle bir durum yok. satmak isteyen gs değil, bununla birlikte rakamlar da gerçekçi değil.

neticeten, futbol takımı yönetmek bir idarecilik becerisi ister. belli ki bu adamı 2 milyon euro civarına oynatamadılar.

ya göndereceksin, ya zam yapacaksın. olay basit.
ya da en baştan futbolculara kardeşim ayağına yatmayıp, hakkını zamanında vereceksin, fazlasını da vermeyeceksin.
durduk yere topçularını da medyada sürekli parlatmayacaksın.

isteniyor ki yok paraya adam oynatalım, 11'de parlatalım, sonra istediğimiz şartlarda istediğimiz kadar takıma hizmet etsin.

bu galatasaray değil, neredeyse tüm süper lig takımlarının gerçeği.
devamını gör...

suçun ve cezanın şahsiliği ilkesi

20. yüzyıl pozitif hukuk anlayışının, sosyolojiyi gözardı eder yapısı nedeniyle, kolektif suçların icrasında arkasına sığınılan bir ilke.

şimdi buraya 10 sayfa da izahat yazılır, ancak gerek yok.

bu ilke, bir komünitenin herhangi bir ferdinin işlediği suçtan o komünitenin değil, doğrudan bireyin sorumlu tutulmasıdır.

çok basitleştirirsek, kan davalarının önlenmesi için ortaya konmuştur.

a kabilesinden bir kişi, b kabilesinden bir kişiyi öldürdü diye, a kabilesinin değil, doğrudan failin sorumlu olmasını öngörür.

aksi durumda, fail cezasız kalacağı, karşılık olarak masum birinin öldürüleceği, bunun da doğuracağı haksızlığın kabileler arası bir savaşa evrildiği tarihsel bir gerçek.

ancak burada bir ayrım vardır. bu olay, a kabilesinden birinin münferit bir olayı ise bu ilke anlam kazanır.

a kabilesi, kabilece verilen bir suç işleme kararına binaen bir kişiyi öldürdüyse, bu durumda suç ve cezanın şahsiliğinden söz edilemez.

işte modern hukuk, özellikle ulus-devlet sistemiyle birlikte insanları kağıt üstünde tamamen eşit gören, tek farklılığın vatandaşlık olduğu bir sistem üzerine bina edildiğinden, halen var olan komüniteleri, kabileleri, aşiretleri, yapılaşmaları gözardı ediyor.

şehirlerdeki gettolaşmanın neticesinde de adı olmayan, sınırını çizemediğimiz, en kaba tabiriyle çete diyebileceğimiz komüniteler oluşuyor.

bu son olayda da görüldüğü üzere külli bir suç işleme iradesiyle, tüm aile fertlerince bir suç işleniyor.

suça teşvik, yardım yataklık, suç sonrası sahiplenme, suçu örtbas etmeye yarar başka suçlar işleme gibi topluca icra edilen eylemler var.

burada sırf tetiği çeken ya da bıçağı tutana fail senmişsin, gel cezayı da sen çek, diğerleri masum demek mümkün değil zira failin her an herhangi biri olabileceği bir oluşum var ortada.

bunun çözümü, ilk olarak kişileri suça iten bu yapılaşmanın ekonomik olarak kırılması.
ülkede vasıfsız bir kişi, ne çalışarak hayatını idame ettirecek parayı kazanabiliyor, ne yaşamasına yeter bir sosyal yardım mevcut.

suç dışında bir para kazanma yolu bilmeyen kişileri assan da kessen de suç işliyor. öyle görmüş, gördüğünün dışına çıkarabilecek bir mekanizma da yok. adam gibi bir meslek edindirme kursu bile yok ülkede.

bir ikincisi de bu oluşumları külli olarak irdelemek.

misal baba evde oturuyor, çocuklara hırsızlık yaptırıyor. devlet çocuklara sen hırsızsın diyip ceza kesiyor, baba keyfine bakıyor.
bu çocuk hırsızlık yapıyor, malı, parayı eve getiriyor. evde anne de, baba da bu parayla geçiniyor, yiyor içiyor. paranın kaynağını da biliyorlar.

artık bu noktada ebeveynlerin şerik yahut azmettirici sıfatıyla yargılanması, cezalandırılması şart.
tamam, ebeveynlerin suç işleyen çocuklarını ihbar etmesi beklenmez ancak suçlardan nemalanma varsa, bu noktada işin değişmesi şart.

ha bunu pozitif hukukla yapabilir miyiz? çok zor. kodifike etmek, kitabını yazmak neredeyse imkansız. ama kitabına uydurmak imkansız değil.

devletin de bu noktada biraz elini taşın altına koyması gerekiyor.
devamını gör...

ebob ekok'a obeb okek diyen kişisi

okullarda günümüzde tekrar obeb okek olarak kullanılmaya başlanmıştır bu kısaltmalar.

artık obeb okek diyen değil, ebob ekok diyen bizler ihtiyarlamaya başladık.
devamını gör...

kuyumcuya altın emanet etmek

kuyumcudan kuyumcuya, altından altına, amaçtan amaca değişen bir durumdur bu.

bir "kasa" görevi gören ve defter tutan, yeterince güvenilir kuyumcu sayısı az değildir.

avantajı nedir? birincisi bankaya sokup çıkarmak, tüm komisyon ve makaslarıyla birlikte %10'a varan bir kayıp yaratır. kaldı ki çoğu banka fiziksel olarak altın da vermez. bu iki handikap bertaraf edilmiş olur.
bir diğeri de gerekirse ister döviz, ister tl, ister fizilsel olarak her zaman her miktarda alabilme artısı.
bunun yanında o ya da bu sebepten varlığını resmiyete düşürmek insan çok. bu misyona da yardımcı olur.

esasen milletin tokatlandığı kuyumcular, vedia işi yapanlar değil. bu durum altın yumurtlayan tavuğu kesmek olur. 30 sene bir yerde çalışıp milleti dolandırıp kaçmaz insanlar durduk yere, çünkü başka bir yerde yapabileceğin bir iş değil.

20 kilo altın emanet alan bir kuyumcunun en az 1000 kişilik bir müşteri portföyü var demek. 100 milyon için can riski almaya, suç işleyip hapis yatma riski almaya değmez.

tokat yapanlar, verilen altına "faiz" ya da adı her neyse kazanç işletenler.

bir kuyumcu dese ki, bana 1 kilo altın bırak, 1 sene ellemezsen 10 gram da ben vereceğim. bu görece anlaşılır, piyasa koşullarında bir miktar olur.

ama bazıları, ayda yüzde 5-10 gibi rakamlar vaat ediyor. millet de ardını araştırmıyor para hırsıyla.

bakın böyle bir önerisi olan kuyumcu
1-baştan tokata çıkmıştır
2-gelen parayla süper riskli, kaldıraçlı işlem vs yapmaktadır.

bunun herhangi bir alternatifi yoktur. bu kadar basit.
işte genelde de ikinci seçenek olur ve o işlem bir defa patladığında, kuyumcuda para kalmaz. sonra dolandırıcılık hikayesi deriz.

ille kuyumcuda altın saklayacaksanız, güvendiğiniz biri olmasının yanı sıra, piyasa koşullarından farklı bir ticaret vaadinde bulunmamış olmasına dikkat edin.


bu işi para kazanarak yapamaz mıyız, yerine göre yapabiliriz.
biz bildiğimiz biriyle baştan sermaye ortağı olduk, 5 kilo altın verdik. bir miktar da kendisi koydu dükkanı büyüttü.
bize her ay, yaptığı kazancın bize düşen kısmını ayıklayıp, o kısımdan da yarısına yakını kendisine işletme gideri yazıp kalanı gönderiyor. bu haliyle bile bu tokatçıların 3 ayda verdiği kazancı biz neredeyse 1 yılda topluyoruz.

kaldı ki adama güveneceksin, hesabına güveneceksin, sermayeni koruduğuna güveneceksin.
bu kadar risk satın alarak bile, dümdüz altın emanet edip ayda yüzde 5 bekleyen birinin üçte birini alıyorsak, bu kişilerin tokatlanacağı sürpriz değil.
devamını gör...

babasına uyuşturucu verip tecavüz eden evlat

hatırlayamadığım bir dizide, detektif bir abimiz, 20 yıllık mesleki tecrübem sonucunda, ockham'ın usturası ile sadece taşaklarımı traş ederim diyordu.

bu olayda da olayların anlatıldığı/görüldüğü gibi olmadığı açık.

bence ilk olasılık, adam ters ilişki yaşıyor, ağrıdan sebep doktora gidiyor. doktor kendisine ters ilişki yaşadığını söylediğinde de inkara yatıyor.

ikinci olasılık, adam bir cisim sokarken yaraladı. inkar hususunu da biraz abarttı. madde öyküsü de varsa böyle bir durumda istismar öyküsü düşünülür.

bir üçüncüsü, olayın anlatıldığı gibi olması.
ama burada da ihtimaller dallanıyor. ilki, adamın babasına hallenen sapkınlığı. bu durum benim bile içimi kaldırdı.

ikinci dalda ise, çocuğun küçükken istismara uğrayıp intikam almış olması. bu külli olarak daha çok rahatsız etse de, en azından üstteki gibi kafaya sıkma isteği uyandırmıyor.

nereden bakılırsa bakılsın sıra dışı ve rahatsız edici bir olay ancak anlatılanla gerçek her zaman bir olmayabiliyor.
devamını gör...

enseye bıçak saplayan 16 yaşındaki ssç

suça sürüklenen çocuk tanımı, 18 yaş altına cezai indirimi kodifike eden söz dizisinden ibarettir.
bu bir ekstra ya da dünyadaki hukuk sisteminden farklılık değil, sadece bir isimlendirme.

insanlar ahmet minguzzi cinayetiyle birlikte böyle bir isimlendirme olduğunu öğrendi ve peşine bilirkişi kesildiler.

çözümü tanımlara sallamak mı? hadi dedik ki 15 yaşın üstü yetişkin gibi cezalandırılır. 14 yaş ne olacak?

hadi sınırı 12'ye çektik. bu adamlar aaa bizim ceza indirimimiz kalktı, artık suç işlemeyelim mi diyecekler?

hiç uzatmadan açıklayayım.
cezaevindeki hayatı ile dışarıdaki hayatı arasında nitelik olarak neredeyse hiç fark olmayan çocuk yaşlı herkes suça meyyaldir.

bunu da cezayla falan çözemezsin. kendiniz gibi düşünüp, cezası fazla olsa yapmaz diyorsunuz. "suça sürüklenme" kavramı orada başlıyor zaten. yaşadıkları hayat, cezaevine girmekten korkutmuyor bilakis bazısı için cezaevi stresten kurtulma yolu.

bunun çözümü cezada değil. ekonomide, eğitimde, bayındırlıkta, asayişte.

yok el salvador tipi mücadele edelim dersen, o cezaevlerinde bunlara yer kalmaz emin olun. kimlerin yatırılacağını da söylemeye gerek yok.
devamını gör...
devamı...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim