oyun akıl hastanesinde geçiyor, benim için en etkileyici tarafı buydu *. karanlık atmosferi ve grotesk karakterleriyle korku türünün, hatta kendi döneminin en güçlü örneklerinden biri bence. jumpscareleri tadında, gerilim dozu tam kıvamında. çoğu kişiyi korkutsa da ben “deli deliyi ısırmaz” diyerek karakterlerle epey eğlendim. zaten asıl öne çıkan kısmı hikayesinin derinliği, mekanların rahatsız edici gerçekçiliği ve sürükleyici anlatımı. denemeye değer bi' oyun, fazla uzun değil. 7/10 devam.
ölüm ansızın fakat pek sık kapımızı aşındırıyor bu ara. kimi, nerede, nasıl ve ne zaman yakalayacağı o kadar belirsiz ki, insanı sınırlı bir düşünce baloncuğuna hapsedip, yeterince yükseldiğinde patlatıyor. yok oluveriyor insan; “yok oluversem” diye de iç geçiriyor zaten bazen. hikâyelerinin aksine, hiç değilse anlatacakları yarım kalmasın istiyor. eksikli küçük dünyasının boş bıraktığı kutucuklar doldurulsun, altını çizdiği birkaç iyiliği anımsansın, kocaman bir yaş olmak yerine minik bir tebessüm de olsa belki geriye kalsın istiyor. geriye kalanı olsun istiyor.
hiç anlaşılamamış olmak ne fena… hemen anlatası geliyor, birine dahi olsa. o halde düşündüm; anlamı olsun istedim ve buldum. işin aslı, bu bir kayboluş değil; artık bulunmayış gibidir. “kalmadı” demek gibi… elimizde ondan kalmadı ama daha nicesi var. bu bir kaybediş değil; biraz da yer açma meselesidir. dünyaya kendimi sığdıramadığımdan, senin içinde küçücük bir yerde var oluşumun hikâyesidir.
gördün mü? buna ölüm denmez.
en fazla teşekkür edilir.
epeydir gözüme çarpan ve listemde olan, tatlı mı tatlı bir animasyon film. hazır üç aylık mubi indirimi denk gelmiş ve filmin de ayrılmasına az bir süre kalmışken şu saatte başlayıp bir solukta bitirdim. fazla uzun da değil zaten.
bir arada, sözde yaşadığımız dünya – üzerindeki insanlardan mütevellit – öyle yaşanmaz hâle geldi ki benim için; artık gündemi takip edemiyorum, sosyal medya kullanamıyorum, insanlarla iletişim kurmaktan dahi imtina ediyorum. mide bulandırıcı. anlıyorsunuz değil mi? bu yalnızca bana oluyor olamaz çünkü. zihnim çareyi hep bileti tek yön kesmekte buluyor o nedenle. işte öyle bir ruh hâlindeyken izlediğim için çok etkilendim belki de.
öylesine körü körüne umut aşılamıyor tema; kötülükler hâlâ var ve şu küçücük çocuklar bile bu pislikten etkileniyor diyor. sen o çocuk değilsin artık; umut arama, umut ol onlara diyor. toplasan elli kilo etmeyen et yığınını çürütmek yerine, bir şekilde işe yara diyor. demiyor mu? bana verdiği buydu hiç değilse.
zaten halihazırda fazlasıyla sulu gözlü olan şahsımı epey ağlattı ama ilginç bir şekilde de günler sonra ilk kez gülümsetti ve belki de en çok bu yüzden sevdim çünkü içi boş bir teselliyle avutmaya kalkmadı beni. dünyanın çirkinliğini saklamadı, aksine gözlerimin içine soktu fakat ona rağmen ayakta durabilmenin mümkün olduğunu anlattı. birileri için, birileriyle, sırf varlığımızla bile, güzel şeylere vesile olabileceğimizi anımsattı.
öğrencilik yıllarımda kısa bir süre deneyimlemiştim. üst kattaki çarşaflı teyzeler "binamızda bekar kadın istemiyoh!" diyerek olay çıkardığı ve hatta kapının önünde unuttuğum botlarımın içine çöp doldurmak suretiyle inanılmaz manipülasyon teknikleri uyguladıkları için karakolluk olmuş, sonrasında da taşınmıştım. zararımı karşılamak zorunda kaldılar elbet.
demem o ki: yaşayanlar daha korkunç. mezarlıktakilerin ise bir zararını görmedim.
bir terslik olduğunu düşünüyorsan, konunun etrafında tur atmak yerine doğrudan hedefe yürüyeceksin. evet bu duygusal bir risk olabilir ama büyük rahatlık. gidip muhatabına açıkça soracaksın ki içindeki kemirgenler (muhtemelen fareden ziyade birer kapibara kadar büyüdüler) seni rahat bıraksın. kafada kurulan her şeyin gerçekliği tanımlamadığını da akılda tutmak lazım.
o nedenle: düz konuş, uzatma, drama yapma. zihnindeki kemirgenleri beslemek yerine muhatabını gerçeklerle yüzleştir.
en az kendi hayatımdan sıkıldığım kadar izlemekte zorlandığım ama boğulduğum kanın tadına da doyamadığım, bilmem kaçıncı* kaufman filmi. kendisi de tam olarak öyle yapıyor aslında, o yüzden inatla izliyorum zaten.
"kafanın içindeki karmaşayı çözmeye çalışmak yerine, ona karışarak bu dertten kurtulmak" bana gelişi. aslında varoluşsal bir kabullenişin açık göstergesi. içerisinde cımbızlanabilecek çok fazla muazzam replik barındırmakta olan filmin tüm özetini ise cenaze sahnesindeki malum monolog veriyor şayet anlamakta zorlandıysanız. bir delinin haykırışından sonra hafızamda yerini aldı kendisi.
tüm detaylara hakim olabilmek için üç kez izlenmesi gerekebilir ama yapabileceğimi sanmıyorum. hayatımı da üç kez yaşayamam hem. iki kez de. şu anki de şaibeli.
sonradan “kim bilir ne derdi vardı?” yüzsüzlüğüne düşmesinler; yaptıkları ya da yapmadıkları için pişmanlık yaşamasınlar diye. ne olursa olsun, geride kalana yük olacağımı düşündüğümden yine de…
merhaba, biz dönüşsüz yollar yapan küçükhesaplarfahişbedeller belediyesi'nden geliyoruz. yaşadığınız hayatın faturasını ödemediğiniz tespit edildi hanımefendi. üstelik kullanım sözü verdiğiniz eşref saatinizi hiç iyi değerlendiremediğiniz de tarafımıza sayısız kez raporlanmış. bu sebeple saatinizi sökmek ve bu kış ortasında sizi hiçliğe terk etmek durumundayız.
çekilişi aktif edebilmemiz için minimum 500 katılımcı olması gerekli.
500 kişi çekilişe katılır diye düşünüyorum, beni yoldaş sümüklüsüne mahçup etmeyinnnn *
t: hiç değilse bu konuda sözünün arkasında duran, fazla iyi niyetli sözlüktür.
normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz.
Daha detaylı bilgi için çerez ve
gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.
online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.