epeydir gözüme çarpan ve listemde olan, tatlı mı tatlı bir animasyon film. hazır üç aylık mubi indirimi denk gelmiş ve filmin de ayrılmasına az bir süre kalmışken şu saatte başlayıp bir solukta bitirdim. fazla uzun da değil zaten.
bir arada, sözde yaşadığımız dünya – üzerindeki insanlardan mütevellit – öyle yaşanmaz hâle geldi ki benim için; artık gündemi takip edemiyorum, sosyal medya kullanamıyorum, insanlarla iletişim kurmaktan dahi imtina ediyorum. mide bulandırıcı. anlıyorsunuz değil mi? bu yalnızca bana oluyor olamaz çünkü. zihnim çareyi hep bileti tek yön kesmekte buluyor o nedenle. işte öyle bir ruh hâlindeyken izlediğim için çok etkilendim belki de.
öylesine körü körüne umut aşılamıyor tema; kötülükler hâlâ var ve şu küçücük çocuklar bile bu pislikten etkileniyor diyor. sen o çocuk değilsin artık; umut arama, umut ol onlara diyor. toplasan elli kilo etmeyen et yığınını çürütmek yerine, bir şekilde işe yara diyor. demiyor mu? bana verdiği buydu hiç değilse.
zaten halihazırda fazlasıyla sulu gözlü olan şahsımı epey ağlattı ama ilginç bir şekilde de günler sonra ilk kez gülümsetti ve belki de en çok bu yüzden sevdim çünkü içi boş bir teselliyle avutmaya kalkmadı beni. dünyanın çirkinliğini saklamadı, aksine gözlerimin içine soktu fakat ona rağmen ayakta durabilmenin mümkün olduğunu anlattı. birileri için, birileriyle, sırf varlığımızla bile, güzel şeylere vesile olabileceğimizi anımsattı.
bu hafta, malum sebeplerden ötürü yeni bölümü yayınlanmayacak olan program. madem ki şu sıralar gece gündüz izliyorum, hakkında birkaç kelam etmeden duramayacağım.
öncelikle "asla izlemem!" diyerek önyargılı şekilde yaklaştığım fakat yanıldığım nadir işlerden olur kendileri.
ilk izlediğim bölümde fazlı’yı öldürmek, cem’i ise süründürmek istedim hatta. birbirine bu kadar zıt iki karakter ve onların tam zıttı olarak ben... fazlı’nın sivri dili ve dangalaklığına nasıl ayak uydurdum, nasıl uzun zamandır en çok güldüğüm şeylerden biri haline geldi, inanın bilmiyorum ama önceki bölümlerde izleyici olarak katılan klinik spor psikoloğunun yerinde tespitlerine hak vererek o konuyu burada kapatıyorum. sanırım benim için de durum aynı.
bu kalitede ya da çimen'e denk başka iş varsa da ben bilmiyorum. konuşanlar gibi vasat altı bir formatla karıştırılmaması önemle rica olunur. tercih edenler bizden değildir.
öğrencilik yıllarımda kısa bir süre deneyimlemiştim. üst kattaki çarşaflı teyzeler "binamızda bekar kadın istemiyoh!" diyerek olay çıkardığı ve hatta kapının önünde unuttuğum botlarımın içine çöp doldurmak suretiyle inanılmaz manipülasyon teknikleri uyguladıkları için karakolluk olmuş, sonrasında da taşınmıştım. zararımı karşılamak zorunda kaldılar elbet.
demem o ki: yaşayanlar daha korkunç. mezarlıktakilerin ise bir zararını görmedim.
bir terslik olduğunu düşünüyorsan, konunun etrafında tur atmak yerine doğrudan hedefe yürüyeceksin. evet bu duygusal bir risk olabilir ama büyük rahatlık. gidip muhatabına açıkça soracaksın ki içindeki kemirgenler (muhtemelen fareden ziyade birer kapibara kadar büyüdüler) seni rahat bıraksın. kafada kurulan her şeyin gerçekliği tanımlamadığını da akılda tutmak lazım.
o nedenle: düz konuş, uzatma, drama yapma. zihnindeki kemirgenleri beslemek yerine muhatabını gerçeklerle yüzleştir.
en az kendi hayatımdan sıkıldığım kadar izlemekte zorlandığım ama boğulduğum kanın tadına da doyamadığım, bilmem kaçıncı* kaufman filmi. kendisi de tam olarak öyle yapıyor aslında, o yüzden inatla izliyorum zaten.
"kafanın içindeki karmaşayı çözmeye çalışmak yerine, ona karışarak bu dertten kurtulmak" bana gelişi. aslında varoluşsal bir kabullenişin açık göstergesi. içerisinde cımbızlanabilecek çok fazla muazzam replik barındırmakta olan filmin tüm özetini ise cenaze sahnesindeki malum monolog veriyor şayet anlamakta zorlandıysanız. bir delinin haykırışından sonra hafızamda yerini aldı kendisi.
tüm detaylara hakim olabilmek için üç kez izlenmesi gerekebilir ama yapabileceğimi sanmıyorum. hayatımı da üç kez yaşayamam hem. iki kez de. şu anki de şaibeli.
sonradan “kim bilir ne derdi vardı?” yüzsüzlüğüne düşmesinler; yaptıkları ya da yapmadıkları için pişmanlık yaşamasınlar diye. ne olursa olsun, geride kalana yük olacağımı düşündüğümden yine de…
az önce oturduğum mekânın masasında bıraktım, yepisyeni paketti üstelik. "bir şey unuttum mu acaba?" diye dönüp son kez baktım masaya, duygusal anlar yaşandı.
ne sen bunun farkındasın ne de polis farkında.
çabama sağlık.
merhaba, biz dönüşsüz yollar yapan küçükhesaplarfahişbedeller belediyesi'nden geliyoruz. yaşadığınız hayatın faturasını ödemediğiniz tespit edildi hanımefendi. üstelik kullanım sözü verdiğiniz eşref saatinizi hiç iyi değerlendiremediğiniz de tarafımıza sayısız kez raporlanmış. bu sebeple saatinizi sökmek ve bu kış ortasında sizi hiçliğe terk etmek durumundayız.
çekilişi aktif edebilmemiz için minimum 500 katılımcı olması gerekli.
500 kişi çekilişe katılır diye düşünüyorum, beni yoldaş sümüklüsüne mahçup etmeyinnnn *
t: hiç değilse bu konuda sözünün arkasında duran, fazla iyi niyetli sözlüktür.
yürüyorum ama nereye belli değil. koşu bandından hallice hayatım milim ilerlemiyor. taktığımın kulaklığı da kayıp günlerdir, hiç değilse bir şeyler çalsaydı... kafamın içinde dönenlerden memnun değilim; dinlersem, taşı kaybederim.
normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz.
Daha detaylı bilgi için çerez ve
gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.
online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.