1901-1967 yılları arasında yaşamış olan iskoç asıllı psikiyatristtir. aldığı eğitimler konusuna değinmeyeceğim. maalesef bu psikiyatrist tarih sayfalarında kara bir leke olarak kazınmıştır.
birçok psikiyatri derneğine başkanlık yapmış ve hatta dünya psikiyatri cemiyeti‘nde de bir dönem başkanlık yapmıştır. onu bu kadar bilinen yapan ise cia ile ortaklaşa yürüttüğü beyin yıkama deneyleridir.
cameron yaptığı çalışmalarda, hasta ile uyaranlar arasına mesafe konulduğunda hastanın kişiliğinin değiştirilebileceğini ve hatta beyin yıkamanın mümkün olabileceğini keşfetmiştir. o dönem bu keşif cia’in de dikkatini çekmiştir. deney kapsamında hastalar öncelikle yapay komaya sokuluyor ve aynı kaset defalarca ve defalarca dinletiliyordu. başarıya ulaşıldı mı bilinmez ama bu deney kapsamında çoğu hasta ya ölmüş ya komadan çıkamamış, çıkanlar da kişilik bölünmesi gibi birçok paikolojik rahatsızlık üretmiştir. her ne kadar kendisi bu deneyleri özellikle şizofreni hastaları için yaptığını söylese de, sonradan bu deneylere maruz kalan hastanın yakınları dava açmaya kalkınca , cia aileye yüklü miktarda tazminat ödemiştir.
görevini kötüye kullanmaya iyi bir örnek olan bu şahıs, 1967 yılında ölmüştür.
yapılan planların sağlam temellere oturtulmadığına iyi bir örnektir.
2.dünya bitmişti ve amerika müttefiklerine nazaran daha büyük bir başarı elde etmişti. askeri gücü büyüktü ve dünyanın altın rezervinin 3/4’ünü elinde bulunduruyordu. o zaman dedi ki, neden bu avantajı daha büyük bir avantaja çevirmeyeyim? bu amaçla bretton woods kasabasında bu sistemin temel taşları oturdu.sonrasında dünya bankası ve imf bretton woods sisteminin ürünleridir.
amaç tüm dünyada ana para birimini usd doları yapmaktı. anlaşmaya imza atan ülkeler , kendi para birimlerini dolarla eşit tutmakla mükellefti. 1 ons altın da 35 usd’ye sabitlendi. sonrasında altın aradan çıkarılacak ve dolar tüm diğer para birimlerinin belirleyicisi olacaktı. ama işler planlandığı gibi gitmedi. altın karşısında sabit kalan dolara talep artınca tüm sistem tepe aşağı inmeye başladı.
dolaşımdaki çok fazla abd dolarının neden olduğu tehlikeli bir değer düşüşüne yanıt olarak, başkan nixon doların altın karşısındaki değerini düşürmeye karar verdi. amerikan yönetimi, 1 doların değerini 1 ons altının 1/38'ine ve ardından 1/42'sine kadar düşürdü. bu devalüasyon planı kısa süre içinde geri tepti. insanlar, hızla değeri düşen dolayları karşılığında altına hücum etmeye başladı. abd merkez bankasının altın rezervleri giderek azalıyordu. buna yanıt olarak başkan nixon, doların değerini altından tamamen ayırdı. fiyat kontrolleri olmadan altın, serbest piyasada hızla 120$/ons seviyesine çıkarak bretton woods sistemini pratikte sona erdirdi.
herkesin yazıp çıktığı ve yüz yüze iletişimi olmadığı (olmadığı diye sanıyorum) bir yerde herkesin aslında birer ‘dışlanan’olması nedeniyle katılmadığım başlık. en azından ben bu amaçla yazıyorum. okunuyorsa ne mutlu; okunmuyorsa da önemli bir problem değil.
#2061821 her kadının yaptığı eylem değildir bu. bir kısmımız empati kurup , yoktan anlarken, bir kısmımız maalesef empati yoksunu olabiliyor. bahsettiğiniz maddi konular ise yukarıda bahsettiğim durum geçerli.
#2061914 sizinle daha çok zaman geçirmek isteriz ve sizi merak ederiz. yani , size sizinle ilgili sorular sorarız, ilgi alanlarınızı öğrenmeye çalışırız. mesajlarınıza daha erken cevap vermeye çalışırız. ama gerçekten de anlaşılması zordur; itiraf etmek gerekirse. çoğu zaman anlamaz ama hissedersiniz. en azından hissettirme açısından başarılıyız. sadece satır aralarını okumanız gerekiyor.
dan brown’ın kitabından uyarlanan film ve yanlış bilmiyorsam yazarın sinemaya uyarlanan ilk kitabı oldu. bana göre kitaba sadık kalınarak yapılan en iyi uyarlama film serisidir. peşinden ‘melekler ve şeytanlar’ sonra ‘cehennem’ filmleri gelir. sanırım ‘başlangıç’ kitabı da uyarlanacak diye hatırlıyorum ama emin değilim.
zeki profesör langdon’ın bir arkadaşının gizemli ölümünü araştırmasını konu alır. film bir anlamda sanat eserleri arasında bir yolculuğa benzer. gizem faktörü de var tabi. bu türün ilk filmi olduğu için daha çok beğeni almıştır. sonrasında yazar kendini tekrar ettiğinden olsa gerek, gizem faktörü yerini tahmin edilebilirlik almıştır. tom hanks her rolün hakkını veren bir oyuncu; bu filmde de rolünün hakkını vermiş. çok sevdiğim jean reno ve audrey tautou da bu filmde, daha ne olsun.
en güzel uyarlama dizilerden biridir. ama içinde aşk ögesi olmadığı , daha doğrusu ana teması aşk olmadığı için ülkemizde tutulmamış ve ekranlara erken veda etmiştir. timuçin esen gerçekten oyunculuğuyla diziyi dizi yapan kişidir. kendisini müslüm filminde de çok başarılı bulmuştum. tv.de izlediğim tek diziydi; yazık oldu.
yıldız asyalı ile haluk bilginer’in başrolde oynadığı iki sezonluk dizi idi. hatta eyvah babam dizisinin de devamıdır. bir yabancı filmden uyarlanmış bir dizi bu arada. başrolde gerard depardieu‘nun oynadığı kahraman babam filmi diye hatırlıyorum. o dönemde bu film de çok beğenilmiş ve hemen bizim türk dizi sektörü konuya el atmıştı. kızının büyüdüğünü kabullenemeyen aşırı kontrolcü bir baba ile kızının maceralarını konu alır.
cezayir ile fransa arasında uzun yıllar süren savaş sonrası 1962’de imzalanan ve cezayir’e bağımsızlığını veren antlaşma. uzun yıllar diye bahsetmemin nedeni, 1800’lü yıllarda bu topraklara sömürge kurmak isteyen fransa, bunu umduğu kadar kolay elde edememişti. yıllar süren ve iki taraf içinde ciddi kayıplarla karşılaşılan savaş sonrası (50 yıl diye biliyorum) hakimiyet kurabilmişti. bu süreç sonrası, cezayir’i fransızlaştırmak ve hristiyanlaştırmak isteyen fransa başarılı olmaya başlamıştı.
abdülhamid bin badis başlığında belirttiğim gibi , bu başarısı kısa sürmüş ve bölgede yavaş yavaş hakimiyetini kaybetmeye başlamıştı. son çıkan savaş neticesinde bu antlaşmayla artık cezayir sevdasından vazgeçmiştir fransa.
1889 yılında konstantine’de doğan din alimi. köklü bir aileden gelen abdülhamid, küçüklüğünden yetişkinliğine kadar din eğitimi aldı. doğduğu dönemde bulunduğu topraklarda fransa sömürgesi hakimdi ve tüm halkı arap kültüründen uzaklaştırmaya çalışıyorlardı. uzaklaştırma çabaları sadece kültür değil; dil ve din alanında da vardı. halk yavaş yavaş fransız kültürünü benimsemiş ve çoğunlukla fransızca konuşmaya başlamışlardı.
abdülhamid bin hadis bu dönemde hacdan dönmüş ve hocalarıyla birlikte bu durumu sonlandırmak için çabalarda bulunmaya başlamıştı. bir nevi seyyar öğretmenlik yapıp, halkı islam dini ve arapça hususlarında bilgilendirmeye çalışıyordu. kendisinin ve hocalarının çabaları yavaş yavaş sonuç vermeye başlamış, halk kendi kültürüne dönmeye başlamıştı.
ama asıl büyük adım müslüman alimler cemiyeti‘nin kurulmasıyla oldu. bu cemiyetle artık çalışmaları daha organize olmuştu ve halktan olumlu geri dönüşler almaya başlamışlardı. fransa gittikçe büyüyen bu ceniyet ile mücadelede 350’ye yakın okulu kapattırdı. ama yine de sonlandırmayı başaramadı.
2.dünya savaşı ile birlikte abdülhamid fransa tarafından ev hapsine alındı. bu süre içinde hastalandı ama tedavisine engel olunduğu için henüz 50 yaşındayken hayata gözlerini yumdu.
tam hakimiyet, muhalefetin tamamen susturulmasıyla olur. en azında hala sesimiz çıkıyor. ama bir seçim daha hakimiyet sağlanırsa tamamen diktatörlüğe dönüş kesin görünüyor.
islamın mantığına göre , islam ile demokrasi kol koladır. ama gelin görün ki uygulamada islam ile kapitalizm kol koladır. kur’an’da her ne kadar dönemin şartlarına göre düşünülmesi gerektiği söylense de , nedense uygulamada tamamen o dönem baz alınarak hareket ediliyor. köle olayı , şu an şekil değiştirmiş durumda. 3 kuruş maaşa tüm ay çalışan kişinin kazandığı para sadece karnını doyurmasına yetecek kadar oluyor. kölelik nedir peki? karın tokluğuna bir efendiye hizmet etmektir. ben bir fark göremiyorum.
ayrıca dün bir vekilin maaşından şikayet ettiğini gördüm; bu zat ‘asgari ücretle gayet güzel geçinilir’ diyen tayfadan. ama sen şu kadar maaşla geçinemiyorsun dediğinde ‘ben farklıyım’ diyebiliyor bu kişi/kişiler. bu durumda islamın eşitlik/hak ibaresi nerede?
siyasetin/siyasetçinin acımasızca eleştirildiği dönemde kalan bir program. şimdilerde en ufak bir eleştiriden bile korkar oldu programlar. aynı döneme denk gelen plastip show’da aynı misyonla yola çıkmıştı. olacak o kadar, yıllarca ekranda kaldı; sonrasında eski popülerliğini yitirse de …
orijinal ismi left behind olan 2014 yapımı film. geçenlerde tv.de yayımlandı , ben de o vesileyle izledim. başrolde bu tür filmlerle tanınan nicholas cage var. film bir romandan uyarlama diye biliyorum ama kitabını okumadım açıkçası.
konusu aslında güzel . nicholas bir pilotu canlandırıyor. eşi ile sorunları var ve ayrı karakterdeler. kendisi aynı zamanda bir hostesle beraber. uçak havadayken bir anda uçaktaki çoğu kişi gizemli olarak kayboluyor; geride tüm kıyafetleri, kişisel eşyalarını bırakarak. başta sadece uçakta sanılan olay,tüm dünyada gerçekleşiyor. bu sırada kızı da annesini, kız kardeşini , yeğenini gizemli bir şekilde kaybediyor. kalanlar olayın gizemini çözmeye çalışıyorlar.
en sevdiğim kısım, nicholas’ın kızının rahiple konuşmasının olduğu bölümdü. rahip ona nasihat vermeye kalktığında, kız ‘sen daha kendi okuduğun şeye inanmamışsın, ben sana nasıl inanayım?’ diyor.
film iyi bir konunun nasıl berbat işlendiğine örnek teşkil ediyor. oyunculuklar, sahne ışıkları, efektler gerçekten berbat ötesi. büyük bir hayal kırıklığı oldu benim için. izlemeyin diyemem; sadece güzel konusu için bakabilirsiniz. ama tozlu raflara kaldırılsa film, kimse bir şey kaybetmez.
whatsapp grubuyla ilgili bir kural olduğunu düşünmüyorum. sadece geçen bir arkadaşımın gafı neredeyse facia yaratıyordu. whatsapp grubunda bir problem tartışılıyordu. arkadaşım da gruptaki kişi ile dedikoduyu özelden başka birine göndereceğine gruba göndermişti. hemen sildi ama dedikodusu edilen şahıs görünce büyük bir kavga çıkmıştı.
baş yapıt olan filmlerden biridir benim nezdimde. filmin sonuna kadar nedir ne değildir çözemiyorsunuz. uykusuzluk çeken karakterin , kendisinin zıttı bir karakterle arkadaşlığını konu alır. bu arkadaşlık öyle bir boyuta gelir ki, sonunda sadece erkeklerin katıldığı ve deşarj oldukları dövüş kulübünü yaratırlar. güzel senaryolu filmler hep risklidir. her şey güzeldir, ışıklandırma kötüdür. veya her şey mükemmeldir ama oyunculuklar eğretidir. bana göre her şeyin mükemmel uyum içinde olduğu ender filmlerdendir.
sevdiğim filmlerden biri. tarantino yönetmen koltuğunda görünmese de , film ondan izler taşıyor. juliette lewis’in popüler olduğu dönemde çekilmiş film. o zaman yeteneğiyle ve karakteristik yüzüyle filmlerin aranan yüzlerindendi. film bir grup insanın vampirlerle dolu ıssız bir mekanda , güneş doğana kadar hayatta kalma mücadelelerini izler. absürddür ve güzelliği de absürdlüğünden gelir.
normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz.
Daha detaylı bilgi için çerez ve
gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.
online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.