çekiçle felsefe yapmanın yolları veya dev yıkımın sağır edici ayak sesleri
büyükçe bir masa etrafında yaklaşık 15 kişiydik, bazılarımız yakın arkadaştı ve bu satıları yazmama sebep olan kişi benim için bunlardan biri değildi. kendisine t. diyeceğim. sarı ve dağınık saçlarını toplamış, açık kalan uzunca boynuna gümüş bir kolye takmıştı. hafif çıkık elmacık kemikleri ve iri, ela gözlerinden dolayı mimikleri çok gerçekçiydi. konuşurken kafasını muhatabına doğru uzatıyor ve gözlerini karşısındakinin gözlerine kitliyordu böylece karşısındaki pür dikkat dinlendiğine kani oluyor, lafı uzattıkça uzatıyordu. üstelik bazen böylesi bir dinleme karşıdakine içi boş bir özgüven bahşediyodu. öyle ki çoğu zaman t ile konuşanların bir süre sonra büyük laflar etmeye başladığına şahit oluyor, gülümsüyordum. beni böylesi zamanlarda yakalıyor ve gülümsememem gerektiğini söylemenin bir yolunu buluyordu. birkaç defa, başbaşa kalma fırsatı bulduğum anlarda ailesinden söz açacak oldum, kibar bir şekilde lafı ağzıma tıktı. etrafındakilerin, özenle seçtiği ve herkesin yaptığı gibi yalanlarla veya birkaç sansürle ilgi çekici hale getirmeye çalıştığı "sorunlarını" veya "maceralarını" yeri geldiğinde zevkle, yeri geldiğinde üzülerek dinlerken kendi hayatından en ufak bir ipucu almayı kimse başaramamıştı. açıkcası onun aramıza nasıl dahil olduğundan dahi tam olarak emin değildim. yemekten sonra kendisine evine kadar eşlik etmeyi teklif ettim, kabul etti ancak bunun nezaketen yapılan bir kabul olduğu ihtimali bile bana acı vermeye yetmişti. ancak bu ihtimalin kafamda canlanmasının sebebi kesinlikle teklifimi kabul ederken gösterdiği tereddüt değildi, aksine gayet içten bir ses tonuyla sevindiğini belli ederek kabul etti. kendisinin içtenliği, mutluluğu bazı zamanlar o denli büyük oluyordu ki, insanın böylesi küçük durumlarda bu denli büyük tepkilerin gerçekten verilebileceğine inanası gelmiyor, alaya alındığını veya bir şaka içerisinde olduğunu dahi düşünmeye başlayabiliyordu.
hava henüz aydınlıktı, yan yana yürürken bana hiçbir şey ifade etmeyen ve muhtemelen yüzde yetmişi yalan olan bir çok olay ve kişi için neler hissettiğini anlatıyordu. tüm konuşmamızdaki tek gerçek şeyin hisleri olduğunu, anlatılanların çoğunun palavra olduğunu söylemek istedim ancak anlatırken girip çıktığı ruh halleri ve yükseltip alçattığı ses tonu beni bunu yapmaktan alıkoydu. buna rağmen bir şekilde anlatıklarına ilgisiz kaldığımı anlamış olacak ki, birden sustu. aniden, cümlenin ortasında birden susunca uzun uzun ona bakarak devam etmesini bekledim, etmedi. elini kalbine götürerek öylece durmaya başladı, ben sürekli iyi olup olmadığını soruyor, git gide endişelenmeye başlıyordum. alel acele banka oturttum, elini kalbinden çekmiş yüzü bembeyaz olmuştu. hiçbir soruma cevap vermiyor, öylece gözlerimin içine bakıyor ve gülümsüyordu. endişelenmeye başlayıp, elimi telefona attım ancak bana engel oldu, gözleri dolmuştu, kısık ve yorgun bir sesle yapmamamı söyledi. ona sorularıma cevap vermesi karşılığında telefonu kenara koyacağımı söylesem de, böylesi bir durumda yardım amaçlı dahi olsa şantaj benzeri bir şey yapmak istemedim ve istediğini yaptım. benim de gözlerim dolmuş, ara ara hıçkırmaya başlamıştım. elbisesiyle gözlerimi sildi, aniden neşeli bir ses tonuyla masadaki sessizliğimin sebebini sordu, gülerek ancak ağlamaklı bir ses tonuyla masadakilerin bazılarıyla kavgalı olduğumu, anlattıklarının çoğunun yalan olduğunu bildiğimi ayrıca kendileriyle paylaşacak çok şeyim olmadığını söyledim. gözlerindeki yaşları silerken uzunca ve yüksek sesle kahkaha atmaya başladı. beni anladığını, anlatılan çoğu şeye inanacak kadar saf olmadığını ve bir oyun oynadığını söyledi. "gerçek veya yalan anlatılan her şey, anlatanın gerçeğinden taşar, yalan onu söyleyenin gerçeği hakkında bilgi vermekle kalmaz, onu söyleyenin özlemlerini ve olmak istediği şeyi de açığa çıkarır" dedi. etkilenmiş ve böyle düşünmesinden dolayı mutlu olmuştum. "o halde aslında yalan söyleyenlerden ziyade gerçeği olduğu gibi anlatanlar her şeyi ustalıkla gizliyor öyle mi?" diye sordum. dolan gözlerini kısıp gülerek onayladı. "bir de aramızda hiç konuşmadan, gerçek veya yalan hiçbir şey söylemeden çok şey saklayanlar var, onlara ne yapacağız?" diye sordum. suçluymuş gibi başını eğdi; "çözümü olmayan veya anlatıldığında mutlu etmeyecek hiçbir şey söylenmeye layık değildir, insan ile birlikte mezara gidip orada kaybolması gereken şeyleri başkalarının zihinlerinde yaşatmaya gerek yok" dedi. içime içime ağlamaya başladım. yutkunamıyor, kesik kesik nefes alıyordum sokaktan gelen sesler hem git gide yaklaşıyor hem de kısılıyordu. gözlerimi açtığımda hastanedeydim, herkese beni buraya getirenin nerede olduğunu sordum, cevap alamadım. çıktığımda kendisinden hiçbir şekilde haber alamadım, aylarca ulaşmaya çalıştım, gerçekten kaçıyordum bunu biliyordum ancak kabullenmem uzun zaman aldı. şimdi kimseyi rahatsız etmeden, olabildiğince naif ve mütevazı bir şekilde konup göçen gencecik biri, kendi acı gerçeklerini tarihe kazımadan onlarla birlikte 10 metre derinlikte 2 metrelik bir tahtanın içinde siz bunları okurken çürümeye devam ediyor. hayat da yaşam da budur.
devamını gör...