devr-i kebiri tersten çalan yazar profili

deutsch bahn’la gece yolculuk yaparsan tek trenle gideceğin yere iptaller ve gecikmeler sebebiyle minimum 3 trenle gidersin(fazlası da olabilir). özellikle bu soğuk günlerde de aktarma aralarında soğuktan aklın yerinden çıkar.

dümdüz terapi oluyorum. kendimi evin hengamesinden sıyırarak, dance macabre ya da hungarian rapsodi gibi tansiyonu yüksek bir eser de dinliyorsam iş bitince pamuk gibi oluyorum.

ekleme: tüm tezgah üstü tertemiz olduktan sonra davlumbazın sarı ışığı açılır ve sarı bez de alttaki arkadaşın dediği gibi ikiye katlanır ve musluğun üstüne aşağı sarkacak şekilde konur. bu durum cuma mesai bitişindeki yapılan tüfek temizlik kontrolündeki, tüfeğinin temizliğini yapıp komutanından aferin alacağına emin olan askerin gururuyla yarışacak gurura sahip bir durumdur.

bu arada babamın hiç böyle fantezileri ya da terapileri olmamıştır. tam anlamıyla zavallıyım.

bu şarkıyı çok güzel icra etmiş bir sürü klasikçi var. ancak tüm bunların yanında izel’in 2010 yılında çıkardığı jazznağme albümündeki yorumunu da dinlemenizi tavsiye ederim.

albüm ismi gibi tam olarak caz yorumlaması olmasa da farklı ve dinlenesi bir yorum olmuş diyebilirim.

ailevi akdeniz ateşi hastalarının düzenli olarak kullandığı kırmızı küçük haplardır. yaş ve kiloya göre günlük kullanım miktarı değişiyor diye biliyorum. ancak bu durumun daha teknik bir açıklaması eminim vardır. bu hastalığın ataklarının daha hafif atlatılmasını sağlayan bir hayat kurtarıcıdır.

bazı kamışlı çalgı yapımında da kullanılan bir türdür.

tedbire asla engel teşkil etmez.

link

makamı hicaz, usulü yürük semai olan “nideyim sahn-ı çemen seyrini cananım yok” isimli bu güzide eseri, istanbul kemençesinde derya türkan, solist olarak da eşi dilek türkan icra etmişlerdir. başındaki kemençe taksimi de harikadır. iyi dinletiler.

menderes’le torbalı arasında, tarım arazileri ve fabrikaların iç içe olduğu bir köydür. aliağa-selçuk(izban), denizli, nazilli, aydın, tire, ödemiş’e giden trenlerin geçtiği bir de tren istasyonu mevcuttur.

benim sevimli guilty pleasure şarkılarımdan biridir. arabada tek kaldığımda son ses dinlerken, şarkının “b” bölümünü(we only said goodbye…) yüksek sesle ama nağmeli bir şekilde, şarkının içine edercesine okumaktan büyük keyif alıyorum.

kuyumculuk sektöründe montür(bir takının taşsız ve en yalın haline denir. aynı zamanda sade de denir)’e taşı yerleştirme işlemine denir. zor ve riskli bir zanaattir. taşın yuvasının, mıhlama esnasında taşa uygulanması gereken basıncın ve basıncın yönlerinin çok iyi ayarlanması gereken bir iştir. aksi taktirde ortadan ikiye bölünmüş, bölünmeden önceki haline paha biçilmeyen bir elmasla birbirinize bakabilirsiniz.

ekleme: örneğin pırlanta mıhlamasında bu işin iyileri, mıhlama işlemini yaparken, taşı tutacak olan tırnakları pırlanta içindeki klivaj üzerine mıhlayıp, klivajı kapatırlar ki, bu sayede çıplak gözle bakılan pırlanta yüzük en güzel şekilde görünür.

seçim kaybedildi, zaten umutsuzdum ama tertemiz şekilde iyice umutsuz kaldım. facebook falan kullanan troller biraz gizli madde yazsalar da lozan’ın gizli madde inanıcısı facebook amcaları şu sıcak günlerde, yıllarca haklı olduklarının gururunu yaşasalar.

bulut servis sağlayıcıların dünya genelinde en çok kullanılanıdır. ancak diğer servis sağlayıcılarına nazaran biraz tuzludur.

hizmet alınacaksa mümkünse ekibe bu işin uzmanı olan sağlam bir bulut mimarı alınmalı ki maliyetleri minimuma indirebilsin. aksi taktirde kendinizi aws yetkilileriyle ağlamaklı şekilde yardımcı olmaları konusunda konuşmalar yaparken bulabilirsiniz.

docker’la her şeyi çözemez ama docker cidden birçok sorunu çözmüştür. allah gani gani razı olsun.

demesi kolay dostum. ama işler öyle yürümüyor. bu hayatta güzel imkanlarım olsaydı ve ben de sadece mahlasıma uygun olan işleri yapsaydım.

kullanıcı etkisinin en aza indirildiği sistem türüdür.

örneğin bir database ihtiyacınız var. ve bulut servis sağlayıcı olarak aws kullanıyorsunuz. bir ec2 içine database kurmanız ıaas(infrastructure as a serves) olur. ben bu iş için aws rds kullanayım derseniz paas(platform as a serves) olur. eğer ki bu database için tüm yönetimi aws ye bırakayım ve tercihimi aws aurora’dan yana kullanayım derseniz de saas(software as a serves) olur.

ekleme: aws aurora, aws’nin neredeyse her sertifika sınavında bir şekilde çıkar. “database, aws tarafından yönetilmeli, cost effective vs.” gibi kelimeleri görürseniz direk aurora’yı yapıştırın.

anlaşılması zor bir konu. kime anlatacaksın ve nasıl anlatacaksın? çok zor çoook…

suriyelilerle kıyaslayan olmuş. suriye’den buraya gelenler suriye’nin çeri çöpü. ama buradan sağa solan göçen gençler, ülkemizin güzel geleceğinin temellerini atabilecek kapasiteli gençler. 60’lar 70’lerdeki gibi diş kontrolü yapılıp, beynini kullanmasına gerek olmayan sadece fiziki gücü gerekli kişiler olarak alınmıyor bu gençler. zekiler, suça bulaşmışlıkları yok, mesleki ve kültürel donanımlarından dolayı alınıyorlar. yetmiyor, bir de bizim bu çocuklarımızı bir süre de oryantasyona tabi tutuyorlar. bizdeki gibi çeri çöpü içeri sokup saldım çayıra mevlam kayıra mevzusu yok. bu iki grubu aynı kefeye koyup tartmak da ne bileyim…

hee bu arada suriye’den farklı sebeplerden kaçıp türkiye’ye gelen başarılı tipler de ne pahasına olursa olsun türkiye’de durmuyor. sonunda ölmek olsa bile avrupa’ya, amerika’ya kaçıyorlar. yani biz yine kendimiz gibilerle başbaşa kalıyoruz. “hain” dilinden nefret etsem de “gitsinler” demenin de tek karşılığı buna çıkıyor.

tren raylarını döşeyen adam.

bastırmasalardı. akıllı olsalardı. kendi içlerinde ihtilafa düşmeyip kollektif bir şuurla hareket etselerdi. üretselerdi, güçlü olsalardı. devlet olarak da halk olarak da zengin olsalardı. teknolojik yenilikleri hem kullanan hem de yapan olsalardı. insan haklarına saygılı olsalardı. kadın erkek eşit haklara sahip olup bu özellikleri tüm halk olarak inşa etselerdi.

bu şekilde uzar da gider. eminim filistinlilerin tek derdi israillilerin mescidi aksaya girilmesi değildir. eğer biraz zeka kırıntısı varsa böyle de olmalı.

müzik, canlıların sesler ve sessizliklerle kendilerini ifade etme sanatıdır. müziğin temel bileşenleri armoni, melodi ve ritimdir.

her ne kadar tanım her dönemde sabit kalsa da bileşenleri çağa ayak uydurarak farklı şekillerde açıklanmıştır.

bu üç bileşenin üçü de korkunç kurallara sahiptir. “hani içten gelen bir şeydi, ne kuralı yahu” diyenler olabilir. haklılar da. ama sanatın ya da tabiatın her noktasında var olan o simetri burada da mevcut. ister istemez içimizde var olan altın oranı arama hissi müziğe de yansımıştır. ama gelelim tüm bunların her döneme ya da çağa ayak uydurmasına.

örneğin sanat dönemlerinin başlangıç-bitiş ve karakterini belirleyen resim sanatı, çağdaş döneme geçiş yaptığında müzik de diğer tüm sanat dalları gibi geçiş yaptı. kuralların aksine atonal çalışmalar oldu. farklı melodiler ortaya çıktı. bildiğimiz klasik armoni zaman zaman yerle bir oldu. bazı çalışmalarda ölçü kavramı bitti, ölçüsüz müzikler yapıldı. mesela debussy empresyonist besteler yaptı. cümle, bölüm geçişleri netliğini yitirdi. hatta john cage 3 dakika 14 saniye piyanonun başına geçip hiçbir şey çalmadan konser verdi. salonun sesinin, sessizliğin ya da o anda neyi hissettiyse onun dinletisini icra etti. bu şekilde birçok örnek de mevcut.

ama müziğe dair değişmeyen tek şey müziğin tanımı oldu. yine birileri kendini ifade etmeye, derdini anlatmaya, mutluluğunu, huzurunu, korkusunu karşı tarafa hissettirmeye çalıştı.