1.
kuran'ın piyasadaki incilleri düzeltmesi
çok önemli bir örneği de şudur:
sahte tevrat’ın yaratılış (tekvin) 11:1-9 pasajında şöyle bir hikâye anlatılır: yeryüzündeki bütün insanlar tek bir dil konuşmaktadır. bu topluluk şinar (bâbil) ovasına gelir, “göklere erişen” bir kule inşa etmeye koyulur ve “adlarını duyurmak” ister. tanrı bunu bir tehdit olarak görür; insanların “tek halk ve tek dil” oluşu onları sınır tanımaz kılacaktır. bu yüzden iner, dillerini karıştırır, birbirlerini anlayamaz hâle getirir ve insanları yeryüzüne dağıtır. çoğul dillerin ve ulusların kökeni böylece “ilâhî bir ceza” olarak açıklanır; kule yarım kalır, mekâna da “karışıklık” anlamında bâbel adı verilir.
bu rivayet üç büyük problem barındırır:
teolojik problem: tanrı, beşerî bir kıskançlık ya da tehdit algısına kapılmış gibi gösterilir; insanların teknolojik atılımından kaygı duyan, bunu engellemek için kaos üreten bir varlık tasviri sunulur.
ahlâkî-sosyolojik problem: dillerin ve milletlerin çoğulluğu, “lanetli bir kırılma”nın ürünü olarak damgalanır; kültürel çeşitlilik negatif kodlanır.
tarih-bilimsel problem: dilbilim ve arkeogenetik veriler, dillerin tek bir merkezde ani bir kopuşla değil, uzun bir evrim ve çoklu coğrafî odaklar üzerinden çeşitlendiğini ortaya koyar. “tek dil–ani parçalanma” modeli güncel verilerle uyuşmaz.
buna karşılık kutsal kuran bu anlatıyı üç cepheden kökten düzeltir:
rum 30/22, “dillerinizin ve renklerinizin farklılığı o’nun âyetlerindendir” diyerek çoğulluğu cezadan değil, ilâhî sanat ve rahmetten kaynaklanan bir mucize olarak niteler. dil ve ırk ayrımının amacı, hucurât 49/13’te açıklandığı gibi “tanışıp kaynaşmaktır”, üstünlük veya ceza vesilesi değildir.
kutsal kuran’da allah, insan çabasından korkan bir varlık olarak tasvir edilmez. o, mutlak kudret sahibidir; çeşitliliği bilinçli biçimde yaratır, sonra da ilâhî imtihanın bir parçası kılar. “dillerin karıştırılması” motifi yoktur; dolayısıyla tanrı’ya atfedilen beşerî zaaflar temizlenir.
ve yüksek kule yapma çabasını halka değil, hükümdarlara yöneltir kuran. yani toplum veya insanlık değil sadece kralları istemişti bunu.
sonuçta kuran, “bâbil kulesi” efsanesindeki üç katmanlı açmazı bir hamlede çözer: tanrı tasavvurunu insanî zaaflardan arındırır, kültürel-dilsel çeşitliliği rahmet olarak tanımlar, tarih-bilimsel bakımdan da “ani dil kırılması” yerine evrensel ve kademeli bir farklılaşmanın kapısını açar. tek bir düzeltme; teoloji, sosyoloji ve bilim ufkunu eşzamanlı rehabilite eder; kuran’ın “müheymin” (denetleyici-düzeltici) niteliğinin derin bir teyididir.
sahte tevrat’ın yaratılış (tekvin) 11:1-9 pasajında şöyle bir hikâye anlatılır: yeryüzündeki bütün insanlar tek bir dil konuşmaktadır. bu topluluk şinar (bâbil) ovasına gelir, “göklere erişen” bir kule inşa etmeye koyulur ve “adlarını duyurmak” ister. tanrı bunu bir tehdit olarak görür; insanların “tek halk ve tek dil” oluşu onları sınır tanımaz kılacaktır. bu yüzden iner, dillerini karıştırır, birbirlerini anlayamaz hâle getirir ve insanları yeryüzüne dağıtır. çoğul dillerin ve ulusların kökeni böylece “ilâhî bir ceza” olarak açıklanır; kule yarım kalır, mekâna da “karışıklık” anlamında bâbel adı verilir.
bu rivayet üç büyük problem barındırır:
teolojik problem: tanrı, beşerî bir kıskançlık ya da tehdit algısına kapılmış gibi gösterilir; insanların teknolojik atılımından kaygı duyan, bunu engellemek için kaos üreten bir varlık tasviri sunulur.
ahlâkî-sosyolojik problem: dillerin ve milletlerin çoğulluğu, “lanetli bir kırılma”nın ürünü olarak damgalanır; kültürel çeşitlilik negatif kodlanır.
tarih-bilimsel problem: dilbilim ve arkeogenetik veriler, dillerin tek bir merkezde ani bir kopuşla değil, uzun bir evrim ve çoklu coğrafî odaklar üzerinden çeşitlendiğini ortaya koyar. “tek dil–ani parçalanma” modeli güncel verilerle uyuşmaz.
buna karşılık kutsal kuran bu anlatıyı üç cepheden kökten düzeltir:
rum 30/22, “dillerinizin ve renklerinizin farklılığı o’nun âyetlerindendir” diyerek çoğulluğu cezadan değil, ilâhî sanat ve rahmetten kaynaklanan bir mucize olarak niteler. dil ve ırk ayrımının amacı, hucurât 49/13’te açıklandığı gibi “tanışıp kaynaşmaktır”, üstünlük veya ceza vesilesi değildir.
kutsal kuran’da allah, insan çabasından korkan bir varlık olarak tasvir edilmez. o, mutlak kudret sahibidir; çeşitliliği bilinçli biçimde yaratır, sonra da ilâhî imtihanın bir parçası kılar. “dillerin karıştırılması” motifi yoktur; dolayısıyla tanrı’ya atfedilen beşerî zaaflar temizlenir.
ve yüksek kule yapma çabasını halka değil, hükümdarlara yöneltir kuran. yani toplum veya insanlık değil sadece kralları istemişti bunu.
sonuçta kuran, “bâbil kulesi” efsanesindeki üç katmanlı açmazı bir hamlede çözer: tanrı tasavvurunu insanî zaaflardan arındırır, kültürel-dilsel çeşitliliği rahmet olarak tanımlar, tarih-bilimsel bakımdan da “ani dil kırılması” yerine evrensel ve kademeli bir farklılaşmanın kapısını açar. tek bir düzeltme; teoloji, sosyoloji ve bilim ufkunu eşzamanlı rehabilite eder; kuran’ın “müheymin” (denetleyici-düzeltici) niteliğinin derin bir teyididir.
devamını gör...