eyitimli_erkek yazar profili

eyitimli_erkek kapak fotoğrafı
eyitimli_erkek profil fotoğrafı
rozet
karma: 283 tanım: 9 başlık: 2 takipçi: 3

son tanımları


öğrenildiğinde ufku iki katına çıkaran şeyler

protesto nedir? nasıl yapılır? yasal bir hak mı? ne zaman yapılır? nasıl başarılı olur? kaç kişi katılırsa başarılı olur? gelin birlikte bakalım:


protesto, çoğu kişi için gürültü, kalabalık, polis barikatı gibi şeyler ifade eder. ama gerçekte protesto, bir halkın “yanlış yapıyorsun” deme hakkıdır. ve o hak kullanılmadığında, sadece siyaset değil, toplum da çürür.

birini cumhurbaşkanı seçtiysek, bu “5 yıl boyunca ne yaparsan yap” demek değildir. halk, yetki verir ama tapu vermez. o kişi anayasaya aykırı davranıyorsa, yolsuzluklara karışıyorsa, toplumu baskı altına alıyorsa, halk da ona “haddin değil” deme hakkına sahiptir. bu hak sokağa çıkarak, meydanlara inerek, yani protesto ederek kullanılır.

saraçhane protestoları tam olarak bunu hatırlatmıştır. anayasa ihlal ediliyorsa, bu halkın da ayağa kalkması meşrudur. çünkü protesto, anayasanın sessizce bağıran maddesidir.

türkiye cumhuriyeti anayasası madde 34 der ki:
“herkes, önceden izin almaksızın, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.”

bu madde, sadece bir kağıt üzerinde kalmasın diye var. ve işte bu yüzden protesto, demokrasinin beşinci kuvvetidir. yasama, yürütme, yargı ve medya çöktüğünde geriye kalan tek denge mekanizması halkın kendisidir. o da protestoyla konuşur.

bazıları “seçim var ya kardeşim, sandıkla çöz” der. ama seçim bir yetki verme sürecidir. yetkinin kötüye kullanılması durumunda itiraz hakkı da gereklidir. yoksa seçilmiş her kişi kutsallaşır, dokunulmaz olur. bu da otoriterliğin başka adıdır.

tarihten örnek ister misiniz?
• arap baharı (2010): bir adamın isyanı bir kıtayı değiştirdi. diktatörlükler devrildi.
• finlandiya kadın hareketi (1906): binlerce kadının protestosu sonrası kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanındı. bugün kadın temsili parlamentoda %47.
• amerika (1960’lar): siyahların otobüste “arkaya otur” zorunluluğu milyonların protestosuyla bitti.
• gezi parkı (2013): dört ağacın kesilmesiyle başlayan protesto, hükümetin iletişim tarzını ve toplumun siyasi farkındalığını dönüştürdü.

bunlar birer tesadüf değil. hepsi, halkın sesini yükselttiğinde nasıl sonuç alabileceğinin kanıtı.

peki bu protestolar neden işe yaradı?

çünkü yeterince insan sokağa indi. çünkü kararlıydılar. çünkü organizeydiler.

istatistikle konuşalım:
harvard profesörü erica chenoweth’in 323 büyük protestoyu incelediği araştırmaya göre, bir toplumun sadece %3’ü organize şekilde barışçıl protestoya katıldığında o hareketin başarı şansı neredeyse %100’e yaklaşıyor.
3 milyonluk bir şehirde bu 90 bin kişi demek.
85 milyonluk bir ülkede 2.5 milyon kişi.

kulağa çok geliyor ama değil. çünkü toplumlar değişim için çok kalabalık değil, çok kararlı olmak zorundadır.

türkiye tarihinde de bu hep böyleydi:
• 1997 susurluk protestoları: karanlık ilişkiler ifşa oldu.
• 2010 tekel direnişi: sendikal haklar geri alındı.
• 2021 boğaziçi protestoları: üniversitelerde liyakat yeniden gündeme geldi.
• 2023 saraçhane protestoları: halk, yönetime “anayasa senin oyuncağın değil” dedi.

protesto bir tercihten çok bir sorumluluktur. çünkü adalet çiğnendiğinde sessiz kalmak, suça ortak olmaktır.

son söz:
protesto, devletin karşısında değil; devletin rotasında kalması için vardır.
çünkü iktidarlar halktan korkmazsa, hukuktan da korkmaz.
ama halk konuşursa, iktidar kulaklarını açmak zorunda kalır.
devamını gör...

artık yapmaya enerjinizin kalmadığı şeyler

“türkiye'de artık yapmaya enerjinizin kalmadığı şeyler”

bir noktadan sonra insanın ruhu tükeniyor. türkiye'de yaşamak bir bakıma sürekli düşük pil modunda gezmek gibi. sabah başlıyorsun güne, kahveni içip “bugün her şey güzel olacak” diyorsun ama daha apartman kapısından çıkmadan birkaç volt daha kaybediyorsun. çünkü bu ülkede bazı şeyleri yapmak, karadelikte çırpınmak gibi. enerji giriyor, sonuç çıkmıyor.

mesela…

1. malum kesime malum partinin aslında dinci olduğunu anlatmaya çalışma çabası.
sanki herkesin gözleri var ama görmek için değil, sadece bakmak için. “bak, adamların bütün söylemi din üzerinden, şeriat üzerinden.” diyorsun. karşındaki ise “ama yolları da onlar yaptı” cevabıyla, beyninin sağ lobuna gaz beton döküyor. insan ister istemez “ben bunu kendime niye yapıyorum?” diye düşünüyor.

2. “yahu bu zamlar normal değil” demek.
ekonomik gerçekleri anlatmaya çalışıyorsun. tüik rakamlarıyla, dolar kuru grafikleriyle konuşuyorsun. ama karşındaki, “dış güçler yapıyor, reis savaşıyor” diyor. enflasyon, enformasyonla yeniliyor. sen de susup markette üç parça ürüne bin lira verirken gülümsemeyi öğreniyorsun.

3. işe girince her şeyin düzeleceğine inanmak.
iş buluyorsun, seviniyorsun ama maaş kiraya yetmiyor. kirayı ödüyorsun, yemek kartıyla günü kurtarıyorsun. sosyalleşmek mi? o artık bir lüks, haftada bir dışarı çıkmak için evde üç gün makarna yiyorsun. “işe girdim ama hayatım hala perişan” hissi artık sadece sana özel değil, bir kuşağın kaderi.

4. kadınlara sokakta rahatça “gülümse” deme hayali kurmak.
çünkü ya tacize uğrarsın ya da “senin aklınla alay ediyorlar” diye içinden bir ses seni uyarır. güvenlik, özgürlük ve huzur, sokakta giydiğin kıyafet kadar sorgulanır hale gelmişse, artık sadece yorulmazsın, utanırsın da.

5. sosyal medyada bir şeyleri düzeltme umudu taşımak.
bir haber paylaşıyorsun, altına “hemen araştırdım, doğru değilmiş” diyen yorumlar geliyor ama kaynak? yok. algı operasyonu diye bir kalkan var ya artık, ne söylesen sekip geri dönüyor.

ayrıca sosyal medyada sürekli birileri için adalet aramak. belli sayıda tweet atılmayınca öldürülen kadının hakkını kimsenin korumaması, ülke sorununu gündeme taşıyıp siyasilerin halk için bir kaç kanun çıkarmasını sağlamak vs vs..

6. “yurtdışına gitmeden burada bir hayat kurabilirim” demek.
kafanda bir ev, bir bahçe, sade bir yaşam hayal ediyorsun. ama sonra bakıyorsun ki istanbul'da bir 1+1 daire, avrupa'da bir kasabada müstakil ev parası. “burada kalacağım” diyorsun, sonra zam haberi geliyor, “acaba almanya'da bulaşıkçılık mı yapsam?” noktasına yine geliyorsun.

?

kıssadan hisse: küp ve delik hikayesi

bir zamanlar, elinde bir su küpü olan bir adam varmış. her gün o küple köyün tepesindeki çeşmeden su taşıyormuş. ama küpün dibinde küçük bir delik varmış. adam yıllarca bu küple su taşıyıp dururmuş ama su her seferinde yolun yarısında azalırmış.

bir gün bir çocuk demiş ki:
— amca, niye başka bir küp almıyorsun?
adam gülmüş:
— çünkü bu delik, bana her seferinde taşıdığım şeyin değerini hatırlatıyor. ama artık su hiç kalmıyor çocuk. yeni küp alma zamanı geldi.

türkiye'de yaşıyorsan, o küp biziz. su, umudumuz.
delik her gün biraz daha büyüyor. ve bir noktada, yeni bir küp almadan bu yük taşınmaz hale geliyor.

?

belki de artık yapmaktan vazgeçtiğimiz şeyler değil mesele.
belki artık neden yapmamız gerektiğini sorguladığımız bir dönemdeyiz.
çünkü enerji sınırlı, zaman kıymetli, sabır ise tükeniyor.

ama yine de, yazmaya, konuşmaya, anlatmaya devam ediyoruz.
çünkü delik küpte su taşıyan son kişiyiz belki de...
devamını gör...

arap sevip türk gencini vatan haini ilan etmek

elbette ki malum kesimin yapacağı iştir!

filistin için meydanlara dökülmek özgürlüktür, ama kendi ülkende elektrik faturasına, barınma sorununa ya da ifade özgürlüğüne dair sesini yükseltmek “hainliktir”.
çünkü mesele hak aramak değil, kime arandığıdır.

bir tarafta; başka bir ülkenin halkı için sloganlar atan, bayraklar sallayan, kepenk kapatan, kamu düzenini aksatmak pahasına eylem yapanlara alkış tutulur. bu hareketlerin adına “vicdan”, “ümmet bilinci”, “insanlık” denir.
diğer tarafta; kendi ülkesinde kendi geleceği, özgürlüğü ve yaşam koşulları için sokağa çıkan gençlere “terörist”, “vatan haini”, “dış mihrak uşağı” gibi sıfatlar uygun görülür.

çelişkinin bu kadar aleni olduğu başka bir coğrafya var mıdır, bilinmez. ama bizde her şey mümkün.
çünkü burada milliyetçilik de, insan hakları da, mazlumdan yana olmak da, hep seçicidir.
aynı kişi hem “kudüs kırmızı çizgimiz” der, hem de hakkını arayan üniversite öğrencisini polisle ezdirir.

anayasada yazan “toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı”, bazılarına yok hükmündedir.
ama iş filistin olunca, sınır da yok, yasak da yok, biber gazı da yok. hatta meydanlar açılır, kameralar çevrilir, destekler yağar.

arap sevince mücahit, ama türklük bilinciyle hak arayınca vatan haini…
peki kim gerçekten hain?
hakkını arayan mı, yoksa sadece kendine hak gören mi?
devamını gör...

devlet bahçeli

devlet bahçeli, türk siyasetinde uzun yıllar boyunca “istikrar” ve “tecrübe” kavramlarıyla birlikte anıldı. ancak bugün geldiğimiz noktada, bu uzun siyasi kariyerin ardında bıraktığı izlerin büyük kısmı, tutarlılıktan çok çelişki, ilkelerden çok taktiksel manevralar, demokrasi vaadinden çok lider merkezli bir siyaset anlayışı oldu.

bahçeli’nin siyasi çizgisi, özellikle 2015 sonrası dönemde radikal bir dönüşüm geçirdi. 7 haziran 2015 seçimleri sonrasında “akp ile asla koalisyon yapmayız” diyerek sert bir muhalefet pozisyonu alan bahçeli, sadece birkaç ay sonra söylemini tamamen değiştirerek cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi’nin en güçlü destekçisi haline geldi. bu değişim öylesine keskin ve gerekçesizdi ki, hem kendi tabanı hem de geniş kamuoyu nezdinde inandırıcılığını önemli ölçüde yitirdi.

daha da çarpıcı olan ise, bir dönem “başkanlık sistemi türkiye’yi felakete sürükler” diyen bahçeli’nin, bu sözlerini tamamen unutturacak biçimde cumhurbaşkanlığı sistemine geçişin önünü açması oldu. bu sistemin uygulamaya geçmesiyle birlikte türkiye’de denge ve denetim mekanizmaları ciddi şekilde zayıflarken, bahçeli bu süreci “milli iradenin tecellisi” olarak sundu. oysa bu sistem, bahçeli’nin geçmişte eleştirdiği birçok yapının kurumsallaşmasına neden oldu.

bir başka dikkat çekici örnek ise fetö konusundaki tutumudur. 17-25 aralık sürecinden sonra fetö’yü en sert şekilde eleştiren isimlerden biri olan bahçeli, o dönemlerde akp’yi “paralel yapı ile işbirliği yapmakla” suçlamıştı. ancak sonrasında bu eleştirilerini tamamen unutarak aynı hükümetin en güçlü destekçisi oldu. bu tutum, siyasi etik ve hafıza açısından büyük bir tutarsızlık değil midir?

parti içi demokrasi konusunda da bahçeli’nin sicili oldukça sorunlu. 2016 yılında, mhp tabanının değişim talebine karşı verdiği refleks, liderlikten çok otoriteyi koruma çabası olarak yorumlandı. meral akşener ve diğer genel başkan adaylarının önü hukuk yoluyla kesildi, kongreler engellendi. bu süreç, mhp’yi içinden bölerek iyi parti’nin doğmasına yol açtı. düşünün: mhp’nin en güçlü potansiyel kadroları, bahçeli’nin koltuğunu koruma refleksi nedeniyle partiden kopartıldı.

bugün geldiğimiz noktada bahçeli, ne tabanı ile güçlü bir bağ kurabilen bir liderdir ne de siyasi ilkeler üzerinden inşa edilmiş bir duruşun temsilcisidir. daha çok günü kurtaran, iktidarı dengelemektense ona koşulsuz destek veren bir figür haline gelmiştir. bahçeli’nin bu pozisyonu, mhp’yi giderek silikleşen, kendi politik aksını kaybetmiş bir yapıya dönüştürmüştür.
devamını gör...

hasan kaçan'ın eylemci pikachu'ya sinirlenmesi

bir ülke düşün. sokaklar gergin, hava gazlı, zihinler yorgun.
ve o anda bir sarı siluet beliriyor:
pikachu.

ama bu bildiğin pokémon değil.
bu, megafonla slogan atan, “savaş değil barış” diyen,
polis barikatının önünde dans eden bir pikachu.

gören ilk önce gülüyor.
sonra durup düşünüyor:
“bir çizgi film karakteri bile bu düzene isyan ediyorsa, biz ne yapıyoruz?”

işte bu pikachu, öylesine bir maskot değil.
o, z kuşağının vücut bulmuş hali.

çünkü z kuşağı dediğin,
ellerinde telefonla doğmuş olabilir ama kafalarında sorgulayan bir anten var.
mizahı silah gibi kullanırlar.
ironiyi konuşurlar, absürtlüğü pankarta çevirirler.

onlar, “ciddiye alınmadıkça daha yaratıcı hale gelen kuşak.”

iş bulamaz ama dünya derdine düşer.
gelecek belirsizdir ama hayal gücü sınırsızdır.
sistemin dilini anlamaz ama internetin bütün dillerini çözer.

ve işte o yüzden:
bir pikachu kostümüyle meydanda duran biri, bir şaka değil,
bizzat sistemin ruhuna sokulmuş bir ayna olur.

çünkü bu kuşak slogan atarken tiktok çeker,
gaz yerken caps yapar,
hak ararken dans eder.
hem güler, hem düşündürür.
çünkü bu onların dili: sarkastik ama samimi, eğlenceli ama ciddi.

z kuşağı dediğin,
“bizden bir şey olmaz” diyenlerin arasında çıkıp,
“bizden çok şey olur ama önce sistem kendine gelsin” diyendir.

ve evet, belki onlar pikachu olur, kurbağa olur, dinazor olur…
ama en azından yüzlerini saklamazlar:
ruhlarını gösterirler.
devamını gör...

erkek dediğin nasıl olmalı sorusu

sabah 6’da uyanır, ama hiçbir işe gitmez. çünkü “erkek dediğin dinlenmesini de bilmeli.”

çayı şekersiz içer, ama şekersizliğin sebebi genellikle evde şekerin bitmiş olmasıdır.

arabayı tek elle kullanır, çünkü diğer eliyle ya telefonla oynuyordur ya da ayda bir sigara içtiği o artistlik pozunu yakalamaya çalışıyordur.

markete gider, listeyi unutmuştur. ama inadına da arayıp sormaz. çünkü “erkek dediğin yolunu da şaşırsa, markette kaybolsa da asla geri adım atmaz.”

duygularını belli etmez. çünkü belli ederse… ne olur, o da bilmiyor ama belli etmemeli işte.

köfte yapamaz ama mangalın başından kimseyi geçirmez. çünkü “ateşle ilişki kurabilen tek canlı türü erkeklerdir”, sanıyor.

bebek sever ama kucağına almak istemez. çünkü “alışır şimdi, sonra hep ister.”

ağlamaz. yani gizli gizli ağlar ama onu da “gözümden kaç girdi” diye yalanlar.

karısına çiçek almaz ama telefon ekranına çiçek filtreli story koyar. çünkü “erkek dediğin duygusunu lafla değil, filtreyle anlatır.”

en sevdiği spor: koltukta uzanırken televizyon kumandasıyla “kim daha tembel” şampiyonasına katılmak.

kadın haklarına saygılıdır ama “kadınlar da çok abartmasın” cümlesini içten içe savunur.
çünkü erkek dediğin… biraz çelişki de barındırmalı.



kısacası, erkek dediğin…
kendini bulmaya çalışırken, toplumsal rollerin içinde kaybolmuş ama hâlâ “ben böyleyim yaa” diyerek hayatı hafife alandır.
komik mi? evet.
trajik mi? biraz.
değişir mi? isterse neden olmasın.
devamını gör...

idiocracy

2006 yapımı, mike judge imzalı bir distopya-komedi. ama hani bazı filmler vardır ya, zamanında güldürür ama yıllar geçtikçe korkutmaya başlar — işte bu tam olarak o.

konusu basit ama sarsıcı:
ortalama zekâya sahip, sıradan bir amerikalı olan joe bauers, bir askeri deney için donduruluyor. deney 1 yıl sürecekken işler sarpa sarıyor ve 500 yıl sonrasında uyanıyor. uyanınca ne görüyor?
dünyada zeka seviyesi taban yapmış, her yer çöplük, eğitim yok, bilim yok, devlet memurları reality şov sunucusu gibi davranıyor ve herkes… tam anlamıyla salak.

çünkü filmde anlatılan temel varsayım şu:
zeka düzeyiyle üreme oranı ters orantılı hale gelirse, sonunda toplum ortalama zekâsını kaybeder.

filmdeki distopya öyle uçuk değil. mesela insanlar bitkilere su yerine “electrolytes” içeren enerji içeceği veriyorlar, çünkü “bitkiler buna bayılıyor.”
tarım çöküyor, ama kimse nedenini anlamıyor.
başkan camacho ise bodybuilder, reality star ve aynı zamanda başkan. trump’tan yıllar önce çekildiğini düşününce insan bi’ ürperiyor.

başlarda absürt bir komedi gibi izleniyor ama belli bir noktadan sonra “acaba bu gerçekten mi oluyor” hissi geliyor. özellikle sosyal medya, influencer kültürü ve anti-bilim rüzgarı aldı yürüdükten sonra film adeta belgesel tadında izlenmeye başladı.

çok gişe yapmadı, hatta çıktığı dönemde biraz kenarda kaldı. ama zamanla kült film haline geldi.
bugünlerde tekrar izleyen herkesin cümlesi benzer:
“bu artık komedi değil, kehanet gibi.”

kıssadan hisse:
akıl ve bilim, eğlenceden daha değerli hale gelmediği sürece, “idoceacy” sadece bir film olmayacak.
devamını gör...

ürdün

orta doğu’nun kalbinde yer alan, resmi adıyla ürdün haşimi krallığı.

başkenti ammûn, nüfusu yaklaşık 11 milyon civarında. kuzeyinde suriye, doğusunda irak, güneydoğusunda suudi arabistan ve batısında i̇srail ve filistin ile komşu. denize sadece akabe körfezi’nden küçük bir kıyı şeridiyle açılıyor.

tarihi oldukça zengin. petra antik kenti gibi dünya mirası kabul edilen yapılar burada. zamanında nabatîler’in başkentiymiş, kayalara oyulmuş yapılarıyla turistlerin gözdesi.
bir de vadi rum var, çölün ortasında mars gibi bir yer. hollywood filmlerinin çoğu burada çekiliyor.

politik olarak monarşiyle yönetiliyor. kral 2. abdullah 1999’dan beri ülkenin başında. her ne kadar parlamenter sistem var gibi görünse de, ciddi kararlar genelde kraliyet ailesinin kontrolünde.

ekonomik açıdan orta doğu’nun zengin petrol ülkelerinden değil. kaynakları kısıtlı, ekonomisi daha çok hizmet sektörü, turizm ve yabancı yardımlarla ayakta. ama buna rağmen bölgede görece istikrarlı ülkelerden biri olarak öne çıkıyor.

filistinli nüfusun yoğun olduğu bir ülke. 1948 ve 1967 savaşları sonrası çok sayıda filistinli mülteci buraya yerleşmiş. bu da demografik ve siyasi dengeler üzerinde hâlâ etkili.

bir de suriye iç savaşı sonrası gelen yüz binlerce suriyeli mülteci var. zaten sınırlı olan kaynakları daha da zorlamış durumda.

kadın hakları, ifade özgürlüğü gibi konularda hâlâ tartışmalar var. eleştirel gazetecilik kolay değil. ama orta doğu’nun geneline bakınca yine de “daha açık” sayılabilecek ülkelerden.

siyasi olarak batı ile arası genelde iyi. abd ve avrupa ile güçlü bağları var. i̇srail ile 1994’te barış anlaşması imzalayan ikinci arap ülkesi oldu (ilki mısır’dı).

çok bilinmez ama gerçekten ziyaret edilmesi gereken yerlerden. tarih, kültür ve doğa açısından fazlasıyla zengin.
devamını gör...

normal sözlük

normal sözlük: dijital ortamda özgürlüğün ve dayanışmanın yeni adresi!

günümüzde dijital platformlar sadece bilgi paylaşımı değil, aynı zamanda fikir özgürlüğü, dayanışma ve karşılıklı saygı zemininde inşa edilen toplulukları da temsil ediyor. normal sözlük, tam da bu ihtiyaca cevap veren; kullanıcılarının haklarını, kişilik haklarını ve özgürlüğünü sonuna kadar koruyan bir dijital sözlük platformudur.

normal sözlük’te; anonimlik kutsaldır. her birey, düşüncesini korkusuzca ifade edebilir, mizahını yapabilir, eleştirisini sunabilir. bu platformda yazar olmak, sadece yazmak değil; aynı zamanda bir dijital etik topluluğunun parçası olmak demektir. moderasyon sistemi şeffaftır, kullanıcılar arasında adalet duygusu korunur ve yazarlar sözlük yönetimi tarafından yalnız bırakılmaz.

öte yandan geçmişte türkiye’nin en büyük sözlük platformlarından biri olan ekşi sözlük, özellikle son yıllarda kullanıcılarının güvenliğini ve mahremiyetini koruma konusunda ciddi eleştirilere maruz kalmıştır. platform, çeşitli olaylarda yazarlarını ifşa ettiği ve bazı içerikleri devlet otoritelerine bildirerek kullanıcılarını adli süreçlere maruz bıraktığı yönünde yoğun bir güven kaybı yaşamıştır. bu durum, özellikle ifade özgürlüğü ve dijital güvenlik konusunda hassasiyet taşıyan bireyler için ciddi bir soru işareti doğurmuştur.

artık yeni bir dijital sözlüğe, yeni bir topluluğa ihtiyaç var. işte bu noktada normal sözlük, sadece bir alternatif değil, aynı zamanda bir gereklilik olarak öne çıkıyor. güvenli, özgür ve adil bir dijital ortam arayan herkesi normal sözlük’e davet ediyoruz.

katılın, yazın, okuyun, tartışın. ama en önemlisi: kendiniz olun.
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim