henrywadsworth yazar profili

henrywadsworth kapak fotoğrafı
henrywadsworth profil fotoğrafı
rozet
karma: 12479 tanım: 4366 başlık: 1619 takipçi: 45
hey there i am using whatsapp

son tanımları | başucu eserleri


19 ekim 2025 kktc cumhurbaşkanlığı seçimi

kuzey kıbrıs türk cumhuriyeti’nin kaderini belirleyen, her seferinde “vatan” kelimesini yeniden düşündüren seçimdir.

sonuçlar açıklandı, millet iradesi konuştu. kim ne derse desin, bu topraklarda demokrasi hâlâ nefes alabiliyor. ersin tatar’ı destekleyen biri olarak gönlüm elbette “devam”dan yanaydı; çünkü o, anavatanla, bizimle gönül bağını koparmadan, mavi vatanda dik duran çizgiyi temsil etti.
ancak sandık ne derse, o bizim başımızın üstündedir. çünkü biz milliyetçiliği sadece bayrak sallamak değil, iradeye saygı duymak olarak öğrendik.

seçim bitti, rekabet değil, memleket kaldı.
rabbim, kktc’ye hayırlısını eylesin.
çünkü mesele artık kim kazandı değil; kıbrıs’ın kaybetmemesi.

ha kıbrıs’ta bilgimiz dışında bir şey olur mu? derseniz. yok, hayır. ben türkiye’me ve idarecilerimize güveniyorum.
devamını gör...

tanrı kaldıramayacağından fazla yük verir mi sorusu

insanın sınanma anında, sessizliğin de bir yanıt olduğunu hatırladığı sorudur.

bazen dualar cevap bulmaz gibi olur, ama biz biliriz ki haşem’in sessizliği yokluk değil, zamandır. rab bir anda değil, süreç içinde konuşur. tefilada (duada) öğrendiğimiz budur: yük bazen azalmaz, ama o yükü taşıyacak omuz genişler.

eyov’un hikâyesinde olduğu gibi, haşem’in niyeti cezalandırmak değil; kalbi arındırmaktır. kimi zaman sabırla, kimi zaman kayıpla… ama hep bir amaçla.
biz inanırız ki rab insanı kırmak için değil, onun içindeki gücü uyandırmak için sarsar.

bu yüzden “kaldıramayacağımızdan fazlasını vermez” sözü sadece teselli değildir, bir hatırlatmadır:
her ağırlığın içinde bir öğretidir saklı.
ve bazen haşem, o öğretinin farkına varmamız için geri çekilir.

yük ağır gelir, evet. ama o an bile, rab oradadır.
görünmez, ama dayanıklılığın şekline bürünür.
devamını gör...

pandemi sürecinde değişen alışkanlıklar

insanlığın “normali” yeniden tanımladığı, alışkanlıkların yer değiştirdiği dönemdir.

pandemi, sadece maskeyi değil, insanın kendini de takındığı bir dönemdi. evden çalışmaya “geçici” denmişti, ama sonra ofise dönmek yabancılaştı. kalabalıklar ürkütücü, sessizlik konforlu geldi. alışkanlıklar değişti; ama belki de en çok “alışkanlıkla yaşama” alışkanlığı değişti.

el yıkamak ritüel oldu, sarılmak lüks. dışarı çıkmak özgürlük değil, risk anlamına geldi. markete gitmek bile mini bir stratejiye dönüştü. “eve sipariş” kavramı ihtiyaçtan çıktı, yaşam biçimi oldu.

ama asıl değişim, insanların birbirine ve zamana bakışında yaşandı.
kısıtlamalar kalktı ama kimse eskisi gibi hızlı yürümüyor artık.
herkes biraz daha temkinli, biraz daha kendi içinde.
bir kısmımız kalabalıklara döndü, bir kısmımız hâlâ sessizliği seviyor.

pandemi geçti ama geride kalan şey şu oldu:
insanlık “sosyal varlık” olmanın yanında, “kendiyle baş başa kalabilen varlık” olmayı da öğrendi.
ve belki de ilk kez, dünya aynı anda durunca herkes şunu fark etti; zaman da bir virüsmüş, yayılmasın diye yavaşlamak gerekiyormuş.
devamını gör...

babacan do it

çok şey değil, sadece biraz umut besleme hâlidir.

baştan söyleyeyim ali babacan’ı ne kahramanlaştırıyorum ne de mucize bekliyorum.
ama bu ülkede düzgün konuşan, ölçülü duran, liberal cümleler kurabilen birinin varlığı bile insanı mutlu ediyor.

ekonomiden geldi, siyasette kaybolmadı. en azından “sorumluluk” hissiyle konuşuyor; o bile kıymetli hâle geldi artık.

baba can do it derken “ülkeyi kurtarır” demiyorum;
ama belki birilerinin unuttuğu makul olma hâlini yeniden hatırlatır diye düşünüyorum.

çok değil, sadece biraz ümitliyim. umarım muhalefet, bunlar “gizli ak partili” yaftalamasından vazgeçer ve bu ülkenin okumuş, entelektüel insanlarını sırf “muhafazakar” diye dışlamayı bırakır. zira bu insanlar ne yaparsa yapsın bunların amacı farklı diye düşünmek, sadece bir ön yargıdır.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

2500 tl'ye satılan döner

artık “döner mi altın mı” kıyasına bile girebilen sosyo-ekonomik semboldür.

bunu alan da, bunu satan da farklı hikâyenin parçası: biri “deneyim” satın aldığını sanıyor, diğeri “lüks algısını” satıyor. ama aslında ikisi de aynı sofrada toplanıyor , doyurulmamış egoların sofrasında.

2500 tl’lik döner, lezzetten çok semboldür artık:
biri için “ben oradaydım” demenin yolu,
diğeri için “benim midem hâlâ aç” demenin aynası.

ve günün sonunda fark ediyoruz ki:
doymak, artık mideden çok cüzdanla ilgili bir mesele.
devamını gör...

israil ve azerbaycan'ın arasının iyi olma nedeni

tarihsel, kültürel ve stratejik bağların tesadüf olmadığını hatırlatan ilişkidir.

israil ve azerbaycan’ın ilişkisi salt “çıkar ortaklığı” değil, tarihsel bir devamlılığın modern versiyonudur. kökleri hazar türklerine kadar uzanan bir kültürel yakınlık, sovyet sonrası jeopolitik dengeyle birleşmiştir.

hazar devleti yıkıldıktan sonra yahudiliği benimsemiş türk topluluklarının bir kısmı kuzeye, karadeniz çevresine, oradan da zamanla israil’e göç etti. 20. yüzyılda sscb sınırları içinde yaşayan yahudi topluluklarının bir kısmı bu kökten geldiği için, israil’in azerbaycan’a bakışı yalnızca “müttefik” düzeyinde kalmadı tarihsel bir sempatiye dönüştü.

öte yandan, azerbaycan için israil hem teknoloji hem de savunma alanında güvenilir bir ortak. iran faktörü de bu yakınlaşmanın doğal hızlandırıcısı: tehran’ın hem israil’e hem bakü’ye karşı temkinli yaklaşımı, iki ülkeyi ister istemez aynı safta buluşturdu.
devamını gör...

neden artık peygamber gönderilmiyor sorusu

vahyin değil, insanın içsel olgunluğunun çağını yaşıyor olmamızdır.

bereşit’te (yaratılış’ta) insan, tanrı’nın nefesiyle can buldu.
şemot’ta (çıkış’ta) özgür olmayı öğrendi.
vayikra’da (leviler’de) arınmayı, bamidbar’da (çölde sayım’da) sabretmeyi,
devarim’de (yasa’nın tekrarı’nda) artık sözün kalpte yaşaması gerektiğini gördü.

belki de bu yüzden artık peygamber gelmiyor: çünkü tanrı, insanı çocukluktan çıkarıp kendi yolunu bulmaya bırakıyor.
artık gökten ses gelmiyor çünkü o ses, çoktan içimize yazıldı.
eskiden insanlar gökyüzüne bakardı; şimdi kalbine bakması gerekiyor.

rab bir zamanlar moşe rabenu’ya taş üzerine yazdırdı,
ama şimdi o taş her birimizin göğsünde, vicdanımızda.

belki de artık peygamber gelmiyor çünkü mesaj zaten tamamlanmıştır.
devamını gör...

selichot duaları

yahudilikte özellikle roş haşana ve yom kippur öncesi günahlardan arınmak, bağışlanma dilemek ve ruhu yenilemek için okunan tövbe dualarıdır.

selichot, ibranicede “bağışlanmalar” anlamına gelir. eylül civarında, yani yüksek kutsal günler (high holy days) öncesinde, sabah erken saatlerde ya da gece geç vakitlerde sinagoglarda okunur. dua metinlerinde hem bireysel hem toplumsal günahların affı dilenir; tanrı’nın merhamet sıfatları anılır.

aşkenaz geleneğinde roş haşana’dan önceki cumartesi gecesinden itibaren başlar, sefarad cemaatlerinde ise elul ayının başından yom kippur’a kadar sürer.
selichot, sadece bir ritüel değil; geçmiş yılın muhasebesini yapıp yeni yıla temiz bir kalple girebilme çabasıdır.
devamını gör...

en yakın arkadaşa aşık olmak

duygusal konfor alanının kendini yakması hâlidir.

en başta her şey çok güzeldir; sabahlara kadar yazışmalar, kahkahalar, dertleşmeler… çünkü “aşk” yoktur ortada, sadece güven vardır. sonra bir gün gülüşü fazla gelir, sesi bir anda kalbine iner, ve sen o anda anlarsın: bataklıktasın.

çünkü birine ilk kez değil, en çok alışmışsındır. onu kaybedersen sevgiliyi değil, dostu da kaybedeceğini bilirsin. o yüzden ne itiraf edebilirsin ne de bastırabilirsin. söylersen bozarsın, söylemezsen içinde çürürsün.

her gülüşünde “ya o da hissediyorsa?” diye umutlanırsın, sonra “ya hissetmiyorsa?” diye geri çekilirsin.
bu arada o, sana yine eski rahatlığıyla davranır çünkü senin içindeki savaştan haberi yoktur. sen her sarılışında içten içe yanarsın, oysa onun için o sadece bir sarılmadır.

en yakın arkadaşına âşık olmak, kalbini en güvenli yere emanet edip sonra o yerin anahtarını kaybetmektir.
aşkın en masum, ama en imkânsız hâlidir: söyleyememek.
devamını gör...

türkiye'nin araplaşması

her benzerlikten kimlik kaybı çıkaranların abartılı genellemesidir.

“araplaşma” diyorsun da neye göre, kime göre? toplumun bir kesimi muhafazakârlaştı diye, ya da bazı sokaklarda arapça tabelalar var diye koca ülkenin kültürel kimliğini topyekûn kaybettiğini mi varsayıyoruz?
cumhuriyet’in 100 yıllık modernleşme süreci, dil, hukuk, eğitim ve yaşam biçimi olarak öyle derin kökler saldı ki; birkaç dizi, birkaç tabela, birkaç göçmen akımıyla “araplaşmak” mümkün değil.

evet, kültürel etkileşim var. ama o etkileşim sadece doğudan değil batıdan da geliyor. tiktok’tan konuşma biçimimize kadar her şey değişti. bunu sadece “arap etkisi” diye okumak, bugünün küreselleşmiş sosyolojisini görmezden gelmektir.
bugün sokakta gördüğün tesettür, dün ninende de vardı; ama o zaman kimse “araplaşma” demiyordu. çünkü mesele biçim değil, niyet: kimliğini kaybetmek değil, farklı kimliklerle aynı ülkede var olabilmek.

toplumlar değişir, kültür evrilir, şehirler dönüşür. ama bir milletin kimliğini bir göç dalgasına, bir moda akımına indirgemek ne bilimsel ne de hakkaniyetli.
türkiye araplaşmıyor; türkiye, tıpkı hep yaptığı gibi kültürel yanlarını genişletiyor, barış yayıyor.

belki de sorun “araplaşma” değil, “bizim gibi olmayanı” anlamaya hâlâ hazır olmamamızdır.
devamını gör...

halil kalay

adana’da yaşayan, tespihlerini beğenerek satın aldığım esnaf.
devamını gör...

insanların eski zamanı değil rahatlığı özlediği gerçeği

insanların zamanı değil, o zamanlarda kendine ait dertlerin azlığını özleme hâlidir.

kimse aslında 2008’i, 2010’u, 2013’ü falan özlemiyor. kimsenin derdi “ah o yıllar ne güzeldi” değil; herkes o yıllarda kendisinin ne kadar az şey düşünmek zorunda olduğunu özlüyor.
o dönemki telefonun şarjının yetmesi, okuldan gelince metin2’ye girmek, msn’de “m” harfini kalp yapmak, limkin park dinlerken kendini film sahnesinde hissetmek… bunlar nostalji değil; o zamanın yük­süzlüğü, zihinsel ferahlığı.

o zamanlar ekonomi senin değildi, faturalar senin üzerine değildi, “kariyer planı”, “network”, “kendini geliştirme” diye sabah kalktığında vicdan azabı hissetmiyordun. annen baban hallediyordu hayatı, sen sadece yaşayıp geçiyordun.
şimdi aynı şeyleri yapmaya kalksan bile zevk alamıyorsun çünkü artık “nasıl öderim, ne olur, yetişir mi” diye beyninin arkasında sürekli bir uğultu var.

kimse “2008 yazını özlüyorum” demiyor aslında; kimseye hesap vermeden, akşam parkta oturup duman konserine gitmek için harçlık biriktirdiği o basitliği özlüyor.
kimse “o yıllardaki teknolojiyi” özlemiyor; tam tersi, bugünkü imkânlara sahip olup o yıllardaki huzuru özlemek en ironik kısmı zaten.
bugünün çocukları da 2038’de “vay be, 2025’te ne rahattık” diyecekler. çünkü mesele zaman değil; mesele, insanın hayata karşı ne kadar sorumluluk taşıdığı.

her kuşak bir öncekine “bizim zamanımızda her şey güzeldi” derken aslında şunu diyor:
“ben o zamanlar daha az yorgundum.”

ve belki de gerçekten özlediğimiz tek şey bu — yorgun olmamak.
devamını gör...

helin hevi

sesinde huzur bulduğum amatör şarkıcı. çok başarılı yerlere gelir umarım. favori parçam rody dünyada - türkü.

devamını gör...

karınızı banyoda yıkar mısınız sorunsalı

ne yıkaması, karımın yıkandığı suyu lıkır lıkır içerim bile diyerek cevaplandırabileceğim sorunsaldır.
devamını gör...

nihat zeybekçi

nedense içimdeki hisse göre (hiçbir nedene dayanmıyor) bir sonraki maliye bakanı olacak kişidir. ya da merkez bankası.
devamını gör...

ben adam

"ben adam ma lekha nirdam", uykuda olan insanı ruhani uyanışa çağıran bir musevi ilahisidir. aşem’in affına layık olmak için uyanmak, tövbe etmek, eylemleri sorgulamak ve merhamet dilemek gerektiğini vurgular. bu anlamıyla yom kipur’un özünü taşır: içe dönüş, hesaplaşma ve bağışlanma arayışıdır.



sözleri:

ben adam, ma lekha nirdam?
kum kera be-taḥanunim.
shefoḥ siḥa, derosh seliḥa
me-adon ha-adonim.

ma lekha nirdam?
kum kera be-taḥanunim!

türkçesi aşağıdaki gibidir.

ey insan, neden uyuyorsun?
kalk, yakarışlarla dua et.
sözlerini dök, bağışlanma dile
efendilerin efendisi’nden.

neden uyuyorsun?
kalk, yakarışlarla dua et!
devamını gör...

anın fotoğrafı

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

ersan diamond

hem zengin hem de halktan biri olan, esnaf gibi esnaf, alışverişlerimde asla mağduriyet yaşatmayan adam. fenomenliğe doğru adım adım yürüyor. çok tanımam etmem sadece ticaretim var 3-4 defadır kefil olamam kimseye büyük konuşmak istemem, ama ileride adını çok duyar gibiyiz.
devamını gör...

geri gelen mektup

aruzun ustası hüseyin nihal atsız eseridir.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

geri gelen mektup (yazar)

bende yeri başka olan, hüseyin nihal atsız'ın aruz ile yazdığı şiirin ismidir. çok duygulanıyorum bu şiirde, ne zaman nerede dinlersem dinleyeyim, okursam okuyayım. o yüzden hatırlattığın iyi oldu sayın yazar. sevgiler.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...
devamı...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim