herkeslesmeyen yazar profili

herkeslesmeyen kapak fotoğrafı
herkeslesmeyen profil fotoğrafı
rozet
karma: 2500 tanım: 257 başlık: 56 takipçi: 38

son tanımları


accept

almanya çıkışlı heavy metal grubu accept, 1976 yılında solingen’de kurulmuştur. yani alman çeliğinin doğduğu şehirde... tesadüf değil. grubun müziği, 80’lerin başında judas priest ve iron maiden’la birlikte klasik heavy metalin temel taşlarını döşemiştir. kurucu gitarist wolf hoffmann, müziğe “rammstein disiplini + ac/dc enerjisi + beethoven’ın alman ruhu” karışımı bir çizgi getirmiştir.

grubun en ikonik dönemi; hiç kuşkusuz, vokalist udo dirkschneider’ın o zımpara sesiyle öne çıktığı 1980–1986 arasıdır. “restless and wild” (1982) ve “balls to the wall” (1983) albümleri, avrupa metalinin çehresini değiştirmiştir. özellikle “balls to the wall” 'ki neredeyse her alman metalcinin milli marşıdır' güç, özgürlük ve isyan temalarını taşır. klibiyle bile o dönemin mtv kuşağında “bu ne lan?” dedirtmiştir.

ama bence en baba parçaları kill the pain, the best is yet to come ve stalingrad parçalarıdır.
devamını gör...

sözlük yazarlarının kahveleri

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

aliya izzetbegovic

bosna’nın bilgesi, savaşın ortasında insan kalabilmenin mümkün olduğunu dünyaya hatırlatan adam. 1925’te bosna hersek, bosanski şamac’ta doğdu; daha genç yaşta kitapların arasında büyüyen, düşünceyle yoğrulan biriydi. “genç müslümanlar” adlı bir teşkilatta yer aldı diye yugoslavya döneminde yıllarca hapse atıldı. ama o hapishaneyi bile bir okul yaptı kendine; “islam deklarasyonu” gibi metinleri orada yazdı, düşüncelerini demir parmaklıkların arkasında bile olgunlaştırdı.

90’ların başında yugoslavya dağılırken bosna-hersek bağımsızlığını ilan ettiğinde, savaş ve soykırım kapıya dayandı. o günlerde herkes silah konuşurken, aliya sözle direniyordu. “biz savaşmak zorundayız ama barbarlaşmak zorunda değiliz” diyebilecek kadar güçlü bir vicdanı vardı. saraybosna bombalanırken bile, insanlıktan taviz vermedi. onun için zafer, toprağı değil, onuru korumaktı.

devlet başkanı olarak yıllarca savaşın, acının ve açlığın içinde halkının yanında durdu. ama o koltuğu hiçbir zaman bir “iktidar” olarak görmedi; aksine bir “emanet” gibi taşıdı. savaştan sonra da siyaseti bıraktı, sade yaşadı. 2003’te öldüğünde, arkasında devasa bir miras değil, temiz bir isim bıraktı.

aliya’yı tanımlamak kolay değil; çünkü o sadece bir lider değil, bir fikir adamıydı. hem müslüman hem avrupalı, hem realist hem idealistti. kendisini “doğu ile batı arasında bir yerde” görmesi boşuna değildi. o, iki dünyanın da değerini bilen, ama ikisine de ait olmayan bir bilgeydi.

ve belki de en çok şu sözüyle hatırlanmalı:
“biz ölmeye değil, yaşamaya ve yaşatmaya geldik.”

aliya izzetbegovic'in türk milletine yazdığı bir mektupta vardır. bosna savaşının en karanlık, en umutsuz günlerinde yazılmış bir mektup… ama içinde ne nefret, ne isyan var; sadece derin bir sükunet, kadere ve kardeşliğe dair bir inanç. aliya o mektupta türklere seslenirken, aslında bir milletin kalbinden konuşuyordu: “biz burada sadece bosna için değil, islam için, insanlık için direniyoruz” diyordu.

mektubun özü şuydu: “biz bosna’da sizin geçmişinizle savaşıyoruz, bizim geleceğimiz için. eğer düşersek, bir daha kimse bu coğrafyada müslüman kalamayacak.” bu, yardım çağrısından çok bir hatırlatmaydı aslında kardeşliğin, tarihin, vefanın hatırlatması.

aliya türklere kızmadı, sitem etmedi. ama yazdıklarında sessiz bir “sizi biliyorum” hali vardı. çünkü o, türklerin kalbindeki o eski duyguyu, o unutulmuş sahiplenmeyi biliyordu. “türkiye büyük bir devlettir ama ondan daha önemlisi, büyük bir kalbe sahiptir” demesi bundandı.

o mektup, bosna’nın kanla yazılmış tarihine düşen en sessiz, en onurlu notlardan biridir. çünkü aliya’nın satırlarında savaş değil, insanlık vardı. düşmanın topu, tüfeği vardı; aliya’nın ise kalemi ve duası.

bugün bile o mektubu okuyan herkes, aslında sadece bosna’nın değil, bütün bir ümmetin vicdanına hitap eden bir sesi duyar:
“bizimle değil, ama bizim için dua edin.”

yattığın yer seni incitmesin güzel insan. iyi ki vardın, hep var olacaksın...

"kalbinde bosna'nın sızısını hisseden herkes boşnaktır."
merhum bilge kral aliya izzetbegovic

mektubu dinlemek için
devamını gör...

anlamlı söz

"savaş ölünce değil, düşmana benzeyince kaybedilir."

aliya izzetbegovic
devamını gör...

sözlük yazarlarının ruh halini anlatan görseller

di’mi?

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

kaç yıllık emeğin boşa gitmesinden korkmak

maalesef hayat bana; hüzünlerimin mutluluklarımdan daha çok şey kattığını öğretti. iyi veya kötü, ne fark eder? bu bağlamda verdiğin o emeklerin boşa gitmesi de büyütür seni. sen büyümeye bak çocuk, onu kabullen. kaçtıkça kovalanacaksın, kovalandıkça yorulacaksın. insan nerede hata yaptığını elindekini kaybedince anlıyor. bırak, kaybet. onsuz var olmadın mı? onsuz da yaparsın... bırak, saatlerce uğraştığın o kumdan kale yıkılsın. onu sen yapmadın mı? daha iyisini yapamaz mısın?
devamını gör...

doğduğun şehri ismini vermeden anlat

"baba"
devamını gör...

anın fotoğrafı

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

combat medic

combat medic (muharebe sıhhiyecisi veya savaş alanı sağlık personeli), askeri-polisiye birliklerde görev yapan, çatışma ortamında yaralanan personellere ilk ve acil tıbbi müdahaleyi yapan asker-polis sağlık personelidir. nato sisteminde “68wcombat medic specialist” (abd ordusu) veya “combat medical technician” (birleşik krallık ordusu) gibi sınıflandırmaları vardır.

yaralı askere-polise ateş altında dahi tccc yani "tactical combat casualty care" protokollerine göre müdahale eder; kanama kontrolü (turnike, gazlı bez, hemostatik ajan), hava yolu açıklığı sağlama, şok önleme gibi kritik işlemleri yapar. yaralıyı medevac yani medical evacuation ya da casevac yani casualty evacuation için hazırlar, yaralıyı güvenli bölgeye taşıyabilecek ekipman (sedye, taşıma kayışı vb.) kullanır. görev dışı zamanlarda birliğin sağlık durumunu izler, aşılar, ilaç takibi, küçük tedaviler ve hijyen kontrolleri yapar. yaralanma ve müdahale kayıtlarını tutar, üst makamlara tıbbi durum raporları sunar.

uzman oldukları konular: tccc (tactical combat casualty care), trauma management yani travma yönetimi, iv/io uygulamaları yani damar içi sıvı tedavisi, cpr ve ileri yaşam desteği, silah ve muharebe eğitimi (ateş altında hareket, güvenli bölge oluşturma), nbc (nükleer, biyolojik, kimyasal) ortamlarda sağlık desteği.

türk silahlı kuvvetleri’nde benzer rolü genellikle muharebe sıhhiyecisi veya sıhhiye onbaşı/er üstlenir. emniyet birimlerinde ise polis özel harekat içerisinde her timde en az bir kişi olmakla yükümlü bir muharip sıhhiyeci bulunur.

hem savaşçı, hem sağlıkçı olmak zorunda olmak zor iş.
devamını gör...

üstteki yazara bir şey söyle

her şey ve herkes özeldir. biraz bakış açısı her şeyi değiştirir :)
devamını gör...

oban 14

1794’te kurulan oban damıtımevi, iskoçya’daki en küçüklerden biri. şehir neredeyse damıtımevinin etrafında kurulmuş. yani “kasabanın viskisi” dersek yanlış olmaz. bu küçük ölçek, üretime romantik bir zanaatkârlık havası katıyor. oban 14'e gelirsek ise, serinin 14 yıllık viskisi ve en baz modeli desek yerinde olur. diğer modelleri; oban 18, oban little bay ve oban distillers edition. oban 14 ise tam bir köprü viskisi; ne highland’in bal tatlılığına tamamen teslim, ne de islay’ın dumanlı isyanına boyun eğmiş. arada bir yerde duruyor, tıpkı doğduğu yer gibi: iskoçya’nın batı kıyısında; bir yanda deniz tuzu, diğer yanda granit dağlar. bu viski, o coğrafyanın haritasını bardakta gösteriyor diyebiliriz.

koku; ilk kokladığında deniz kenarındaki bir balıkçı limanı gibi: tuzlu rüzgâr, deniz yosunu ve portakal kabuğu. altından karamel ve biraz da kuru incir kokusu geliyor. biraz su eklersen, narenciye kabuğu iyice açılıyor; deniz kabuğunun mineralli havası daha belirgin hale geliyor. “tatlı ama ciddi” bir koku profili.
tat; ilk yudumda sıcak bir karamel ve kuru meyve patlaması. ardından belirgin bir meşe baharatı, biraz karabiber, biraz vanilya. fakat işin büyüsü burada: islay’ı anımsatan hafif bir duman, o tatlılığın arasından ince ince süzülüyor. ne çok tatlı, ne çok isli. denge ustalığı burada gizli.
bitiş ise; uzun, kuru ve tuzlu bir son. kapanışı hafif dumanla yapıyor, sanki denizden gelen bir sis gibi. damakta iz bırakıyor ama bunaltmadan. o kadar dengeli ki, bir yudumdan sonra ikinciyi istememek imkânsız.

oban 14, buzla içilince karakterini fazla kaybediyor; o yüzden oda sıcaklığı ya da bir-iki damla suyla içmek ideal. bir puroyla eşleştirmek isterseniz; orta gövdeli, hafif tatlı bir dominik puro mükemmel olur. mesela davidoff nicaragua veya romeo y julieta no.2.
devamını gör...

stüdyo ghibli tarzı normal sözlük yazarları

havalı ha?

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

bir üstteki yazar hakkında düşünülenler

elektronik sigarayı azaltmasını tavsiye edebileceğim, öne çıkan tanımlarını beğendiğim yazar. ayılar iyidir...
devamını gör...

şu an dinlenen şarkıdan bir cümle

"so, if she's somewhere near me, i hope to god she hears me,
there's no one else could ever make me feel i'm so alive.
i hoped she'd never leave me, please, god, you must believe me,
i've searched the universe and found myself within her eyes..."
devamını gör...

battefield 6

frostbite engine'nin sınırlarının oldukça zorlandığı battefield serisinin en yeni oyunu. battefield 3 ve battefield 4'ü serinin hala prime dönemi olduğunu savunan kemik kitle oyuncularının bile hayran kaldığı, grafiksel ve oynanış bütünlüğü olarak en gelişmiş battefield serisi desek abartmış olmayız.

en göze çarpan özeliklerinden birisi olan 128 (64 vs 64) kişilik harita özelliğinin geri gelmesi, haritalardaki binaların büyük bir çoğunluğunun yıkılabilir/çökebilir şekilde tasarlanması, yeni vuruş hissiyatını size hem sesli hem görsel olarak oldukça başarılı hissettirebilmeleri derken bu oyun bizim gibi oyun manyaklarını üzmedi. çünkü serinin battefield 6'dan önceki oyunu olan battefield 2042; bir fiyasko olarak görülüyordu ki*, yeni çıkacak olan battefield serisinin cidden daha oynanabilir ve oyuncuların istekleri doğrultusunda geliştirilmesi gerektiği kemik kitle olan bütün battefield severler tarafından dile getirilmişti. ea, bu bağlamda oyunculardan aldıkları geri bildirimleri ciddiye almış olacak ki, serinin son oyunu olan battefield 6 cidden oyuncuların tam istediği gibi bir oyun olmuştu. battefield 3 ve 4'ü prime dönem olarak gören çoğu oyuncu, artık battefield 6'ya yelkenlerini indirmiş durumda. kaldı ki oyunun yeni çıkmasına rağmen, ilerleyen süreçlerde alacağı güncellemeler ve dlc paketleri sayesinda çok daha iyi yerlere geleceği aşikar.
devamını gör...

aganorsa leaf

aganorsa leaf "eski adıyla casa fernández" tütün ve puro dünyasında saygı duyulan markalardan biridir. aganorsa, tam adıyla agrícola ganadera norteña s.a., eduardo fernández pujals tarafından kurulan bir tarım / puro şirketidir. markanın ilk adı casa fernández idi. ama 2018 civarında “biz artık sadece marka değiliz, yaprağın ta kendisiyiz” diyip adlarını aganorsa leaf yaptılar. böylece puro dünyasında kimlik değişimi yaşayan ender markalardan biri oldular. bir nevi “black sabbathheaven & hell” dönemi gibi düşünebilirsin. müzik aynı, ruh aynı, isim biraz daha fiyakalı.

bu abimiz, 90'ların sonunda "neden kendi tütünümü üretmiyorum?" diye düşünüyor, zaten kendisi de finans işlerinden gelme birisi ama aklı fikri toprakta. gidiyor nikaragua’ya, toprağı kokluyor, yağmuru dinliyor, diyor ki: “burası yeni küba olacak kardeşim...” ve başlıyor tohum işiyle uğraşmaya. ama öyle herhangi bir tohum değil, kuba kökenli tohumlar.
yani aganorsa tütünleri, teknik olarak “kuba genetikli nikaragua doğumlu çocuklar.”
öyle düşün: anası kuba, babası nikaragua, çocuk ise puro dünyasında “premium” diye geziniyor. bu adamın ve dolayısıyla markası aganorsa'nın bir diğer özelliği de “tohumdan kül’e” felsefesi, yani "seed to ash". bu markanın olayı tamamen kontrol manyaklığı. her şeyi kendi yapıyor; tohumu kendi ekiyor, güneşini kendi seçiyor, yaprağını kendi fermente ediyor, puronun külüne kadar karışıyor... öyle bir sistem kurmuşlar ki, “seed to ash” sloganı artık marka kimliğinin omurgası olmuş. adamlar öyle obsesif ki, bazı tarlalarda hangi bölgeye hangi yaprağı ekeceğine kadar bilimsel plan yapıyorlar. “bizim corojo yapraklarımız jalapa bölgesinde şöyle parlar, criollo estelí’de daha iyi yanar” falan… tam nerd işi.

marka olarak aganorsa; tipik “nikaragua topraklarından doğan ama küba ruhunu taşıyan puro” profilinde; toprağı bol baharatlı, aroması hafif tatlı ama asla bayık değil, dumanı dolgun, külü taş gibi... yani bu markanın serilerinden herhangi birini içtiğiniz anda, tohumdan külüne kadar özenle seçilip yetiştirilmiş bir yaprak içtiğinizi fark etmemeniz olağan dışı dersek abartmış olmam sanırım...
devamını gör...

aganorsa leaf rare leaf (reserve)

aganorsa leaf markasının son derece klas bir puro serisi. kısaca hikayesinden biraz bahsetmek gerekirse; “rare leaf” ismi, seride kullanılan tütünlerin daha sınırlı üretimden seçilen yapraklardan olduğunu fark ettiriyor. orijinal “rare leaf reserve” serisi genellikle nicaraguan cigar olarak tanımlanıyor; yani tütünün kaplaması, bağlayıcısı ve dolgusu (wrapper, binder, filler) büyük ölçüde nicaragua üretimi. ancak “maduro” varyantında kaplama yaprağı olarak meksika san andrés maduro kullanılıyor imiş...

ölçülendirilmelerine gelecek olursak; robusto (5 × 52), toro (6 × 54), lonsdale (6 × 44) ve birkaç varyantı da mevcut. benim rare leaf corojo için tat ve deneyimim ise; başlangıçta sedir, saman, toprak gibi 'klasik puro tatları'yla açılıyor. orta kısımlarda turunçgil, tatlılık, aromatik unsurlar (hafif baharat, belki yumuşak tatlı notalar) eklenebiliyor. sonlarda ise odunsu / toprağa dönük karakter daha baskın hale gelebiliyor; tatlılık geri çekiliyor.

artılarına gelecek olursak; bu seri daha “nadir” yapraklardan seçilerek oluşturulmuş; bu yönüyle koleksiyon değerine sahip. eksi verdiğim husus ise; fiyat ve bulunurluk noktasında “rare leaf” adı altında sınırlı üretim / seçici dağıtım söz konusu; bazı varyantlar her yerde kolay bulunmayabilir.

viski eşlikçisi yorumum ise, çok tütsülü ve tuzlu olmayan orta sertlikte bir iskoç single-malt'ı olabilir. benim seçimim the glenlivet 15 yıllık serisi idi, diğer single malt'lara nazaran daha yumuşak başlayışı ve meyvemsi notaları puronun tadını bastırmadı. dolayısıyla kanaatimce iyi bir seçimdi. sağlıcakla!
devamını gör...

ırkçılık bir çocukluk hastalığıdır

albert einstein'ın da söylediği gibi; "insanlar sadece 2'ye ayrılırlar: iyi insanlar ve kötü insanlar…"

gerisi cahillerin içi boş argümanlarına gülmek için bir sebep olabilir.
devamını gör...

nickelback

çocukluğumun mihenk taşlarından... all the right reason albümü ilk çıktığında okuldan koşarak eve gelip ablam ile tüplü televizyonumuzdan mtv kanalını açıp koltuğa tünerdik resmen. vay be, ne heyecanlı günlermiş... şimdi bakıyorum da, içi boş entelektüel eleştirilere fazlaca maruz kalmış. müzikle uğraşan birisi olarak şunu söylemeliyim ki; şarkılarının benzerliği onları basit değil, aksine bir noktada çok başarılı bir grup haline getiriyor. farklı duyguları hep aynı şekilde dinleyenlerine aktardıkları için konserleri yıllarca sold-out oldu. bu sebeptendir ki; en mutlu olduğum günde, en hüzünlü zamanlarımda da dinleyebildiğim yegane bir gruptur kendisi. ne mutlu...

nispeten orta yaşlarda olsam bile hala kendimi bazen bağıra bağıra lullaby, photograph, savin' me veya i'd come for you söylerken buluyorum. daha küçücük çocukken iyi ki bana zorla nickelback dinletmişsin be abla :)
devamını gör...

zermatt ski resort

zermatt, isviçre’nin valais kantonunda yer alıyor ve ünlü matterhorn (materyon) dağı etrafında kurulmuş avrupa'nın en ünlü kayak merkezlerindendir. benim gibi kayak manyakları için öldükten sonra gidilecek bir cennet misali, dünya'nın her yerinden gelen kayak tutkunları için son derece mükemmel imkanlar sunuyor.

kurulu olduğu kasaba araç trafiğine kapalıdır. zermatt ve bağlı alanları ile 322-360 km civarında pist mevcut, pistler, 1,562 metre ile 3,899 metre arasında yayılıyor. bu kayak merkezinin bir diğer harikası ise “matterhorn ski paradise” adıyla da bilinen yüksek bölgeleri sayesinde yılın 365 günü buzullarda kayak yapılabiliyor. ayrıca lift sistemleri dünyanın en iyisi olarak kabul ediliyor, 50'nin üstünde devasa liftleri var ve en yüksek lift rekorunu da klein matterhorn / glacier paradise istasyonları olarak yaklaşık 3,800 metre civarında elinde tutuyor. tabii bu imkanların getirdiği bazı olumsuzlardan da bahsetmek gerekirse; lift ve konaklama ücretleri son derece pahalı olabiliyor.
devamını gör...
devamı...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim