snowpiercer, hem konusu hem oyuncularıyla kaliteli bir distopik filmdir. yönetmen koltuğunda bong joon-ho vardır ve çoğumuz onu 'parasite' filminden biliyoruz. kesinlikle izlenmeli.
kaliteli, müzikleri güzel, ikonik sahneleri olan, orijinal karakterlere sahip olmasıyla beraber onların gelişimini başarıyla yansıtan bir anime. ortamın havası çok çeşitli ve renkliydi. ayrıca pek çok komik sahnesi var. izlemesi zevkliydi ve çizimler oldukça kaliteliydi. izlerken gözünüz şenleniyor diyebilirim. 26 bölümdür .aslına bakarsanız böylesine geniş bir evren için bu bölüm sayısı az kalır. fakat tadında bırakmışlardır. yine de pek tatmin olduğumu söyleyemeyeceğim çünkü son iki bölümün fazla hızlı geliştiğini ve çabucak bir sonuca ulaştığını düşünüyorum. doldurma bölümlerin fazla yer kaplamasına karşın son iki bölümün içine önemli olayları bir anda sığdırıp önümüze sunmaları hoşuma gitmedi ve biraz moralimi bozdu. yanlış anlamayın tüm bölümler güzel bir konuya ve işleyişe sahipti ama hikaye ilerleyişi daha ön planda olmalı diye düşünüyorum. yine de final, bu animeye yakışan türdendi. fakat buruk hissettim ve sevemedim. puanım 8/10
severek izlediğim güzel bir üçleme. he öyle şahane diyemem ama olay örgüsü gayet iyiydi. karakterler inandırıcı ve film, şoka uğratacak pek çok sahneye de sahip.
ilk filmin yeri ayrıdır, bu tartışılmaz fakat üçüncüyü ikinci filmden daha çok sevdiğimi belirtmek isterim. nedeni ise filmde entrikanın, akıl oyunlarının değil daha çok duyguların ön planda olmasıdır. michael in çöküşü, günah çıkarma sahnesi, apollonia ile ilgili hatıraları ve o sondaki sessiz çığlığı üçüncüsünü özel kılıyor benim için. şahsen bu seri bir mafya ailesinin hikayesinden ibaret değildi bence. 'bir karakter nasıl doğru bir şekilde işlenir?' sorusunun cevabını titizlikle diyemeyeceğim fakat tatmin edici şekilde veren bir yapımdı.
sanırım suç ve ceza- razumihin. o kadar güvenilir bir karakter ki size arkasını dönse de elinizi tutmaya devam eder. olgunluğu, cesareti ve geleceğe beslediği umut beni çok etkilemişti. asla yarı yolda bırakacak biri değil. karşılık beklemeden etrafındakilerin iyiliği için uğraşır. yazdıkça daha çok aşık oldum iyi mi.
önceden yaptığım, fakat sonra 'ne yapıyorum ya ben?' diye sorgulayıp bıraktığım bir hareket. gerçi pek bir şey fark etmiyordu ama insanda 'bu kahve bozuldu' hissiyatı vermiyor da değildi.
gayet tatlı bir kitaptır. beni çok etkiledi diyemem ama diğer iki kitabı (bkz: delifişek)(bkz: güneşi uyandıralım) okuma istediği uyandırdı. gayet güzel bir seriydi .zeze her kitapta farklı bir yönüyle karşımıza çıkıyor ve son kitapta(delifişek)büyüyüp koca bir adam oluyor. bir kitap karakterinin gözümün önünde büyüyüp serpildiğini görmek beni duygulandırdı açıkcası ve kitapta da bu karakter gelişimini iyi hissettim. eh tabi biraz da üzdü onu böyle geleceği için kaygılı görmek. neyse...gayet akıcı ve sürükleyici. sıkılmazsınız çünkü zeze çok delidolu ve ne yapacağı belli olmuyor. kısaca sarıyor.
(bkz: monster) şuan izlediğim animedir. vicdan muhasebesi yaşayan ana karakterimiz içinden çıkılmaz bir olaylar silsilesine dahil olur. ilk izlenimlerim gayet olumlu ve animenin kaliteli olduğu buram buram hissediliyor.
ortamın aurası muazzamdı. diyalogları ve karakterleri gayet başarılı buldum. zencilerin köle veya daha doğrusu bir 'mal' olarak görüldüğü, kolayca alınıp satıldığı dönemin o acımasız havası çok iyi hissediliyor. karakterimiz django (d söylenmez)ise karşısına çıkan ödül avcısı bir doktor ile beraber kendi özgürlük savaşını vermeye çalışıyor. başlarını harika bulmamla beraber sonlara doğru birkaç taşın yerine oturmadığını düşünüyorum. belki de aksiyon sahnelerinin fazlalığı bende böyle bir duygu yaratmış olabilir ki aksiyon sahnelerine lafım yok oldukça kaliteli ve heyecan vericiydi. kim bilir kaç ketçap harcanmıştır bu uğurda...fakat bu tür sahnelerden çok karakterlerin içinde bulundukları o tehditkar duruma ayak sağlamalarını izlemek veya sanki o an kurulmuş gibi bir doğallık hissi veren diyalogları takip etmek daha zevkliydi benim için. kesinlikle öneririm. 8.5/10
tarantino da filmde yer almıştır ve çok fiyakalı bir şekilde ölmüştür. yönetmen sonuçta tek bir kurşunla ölecek hali yok ya adamın.
ölümden korkan bir insanım fakat korkmamın sebebi daha görülecek pek çok güzel şeyin ve yaşanacak günlerin olması(ne kadar mümkünse). tabi hayalleri gerçeğe dönüştürme arzusu da var. ayrıca hayata bir kez geliyoruz. bu yüzden yaşama tatmin olmamış duygularla veda etmek istemezdim.
dizi gayet güzel fakat aşkı, suikast olayına nazaran daha ön planda tuttuklarını düşünüyorum. belki ana olay da budur, kitabı okumadım. karakterler samimi ve rollerine uygunlardı. mini bir dizi olması diğer bir avantajı. çünkü konuyu uzatıp dağıtmamışlar ve tadında bitirmişler.
kötü ithamları hak etmeyen bir karakterdir. şahsen diziye başlarken kadının gerçekten kötü biri olduğunu sanmıştım fakat yanılmış olmak beni sevindirdi. şahsen kocam yalanı kendine kalkan yapsa, gözümün içine baka baka palavralar savursa, üst düzey bir suç işleyip adam öldürse ben de skyler gibi kafayı yerdim. başlarda yaşadığı şok nedeniyle kocasından uzaklaşmak istese de (ki hak veriyorum) sonrasında ailesini bir arada tutmak için dişini tırnağına takmış, walter'in parasını zekice aklamış ve onu hank'e satmamıştır. yani önyargıları bir kenara bırakırsak ve kadını anlamaya çalışırsak onun hakkında daha sağlıklı yorumlar yapabiliriz diye düşünüyorum. ne de olsa ailesini mahveden kişinin o olmadığı çok net bir şekilde kesindir.
normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz.
Daha detaylı bilgi için çerez ve
gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.
online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.