merhaba poğaçacı - tüm tanımları (2. sayfa)
1.
the staircase
netflix’te bulabileceğiniz bir true crime belgeseli. evinin merdivenlerinin dibinde ölü bulunan kathleen peterson’ın şüpheli ölümünü konu alıyor. savcılık makamı kadının kocası michael peterson’ı cinayetle suçlarken savunma makamı michael peterson ve avukat ordusu olayın bir merdivenden düşme olduğunu iddia ediyor.
belgesel boyunca* iddia makamı da savunma makamı da tutarsız aptal saptal işler yaptığı için mike’ın suçlu olup olmadığına emin olamıyorsunuz. fena değil, tavsiye edilir.
öncelikle bir aile chart’ı çizeyim. michael ilk zamanlar patty’yle evli ve almanya’da yaşıyorlar, yan evlerinde yaşayan bir çift var george ve elizabeth (liz), george ve liz’in iki kızı var martha ve margaret, mike ve patty’nin iki oğlu var todd ve clayton. bu komşu george askerliği esansında mı ne ölüyor bi şekilde. martha ve margaret daha çok küçükken liz de ölüyor. mike ve patty bu ailenin iki kızını evlat ediniyor. daha sonra mike amerika’ya dönüyor, burada kathleen’le tanışıyor ve patty’den boşanıp kathleen’le evleniyor, kathleen’in de başka bir kızı var caitlin adında. mike bir şekilde kendi 2 oğlu ve 2 evlatlık kızını da yanına alıyor ve kathleen’le hiç ortak çocukları olmamasına rağmen 5 çocuklu bir çift oluyorlar. aile bu. aa ne karışıkmış ha yazarken şey oldum. neyse, epey mutlu mesutlar hiç sıkıntı maraz yok, yıllar yılı muhteşem evlilik sürdürüyorlar. sonra bu elim olay, kathleen merdiven ucunda ölü bulunuyor.
ben başta mike denen gebeşi aşırı poser buldum, ilk bölümlerde iddia makamı biseksüel ilişkisi var gibi mala davara değmez bir suçlamada(!) bulunduğu sırada mike’ın tavırlarına bakarsanız gerçek kesit sarı bıyık performansı sergiliyor. avukatı “bir adam seninle yattığını söylüyor” diyor buna, mike’ta hemen bir ses tonu inceltmeler, neee benimle kafa mı buluyorsun dostum’lar falan. kardeşim desene “evet yaşandı bunlar ama davayla ne alaka?” ne poz kesiyorsun hırbo. kesin mike öldürmüş dedim o kısımlarda.
sonra işler sarpa sardı, meğer bu almanya’da kapı komşuları olan rahmetli liz de aynı pozisyonda ölü bulunmuş, 15 yıl önce. diyeceksiniz ki tamam demek ki bu adam öldürüyor, seriye bağlamış, yoo alakası da çıkmıyor. çünkü liz aslında beyin kanaması geçirip ölmüş, ölünce düşmüş merdivenden. yani düşmeye bağlı bir ölüm yaşanmamış. savcılık tabii çok biliyor ya “ay aptalsınız siz aptal, bi sn ben bu ölüyü bir inceliicem, size hiç güvenmiyorum valla” diyor, açıyor bu liz’in mezarını, bedeni alıp tanıdık adli tıpçıya getiriyor ve bingo yalan yanlış rapor çıkarttırıyor. şaka mısınız koskoca amerikan savcılığı ya, mike’ın avukatı cingöz david’den kaçar mı bu geri zekalılar? bakın bakın liz’i de mike öldürmüş diyeceklerken bu iş ayaklarına dolanıyor. bunu yapmasalar ben de mike’tan şüpheleniyordum ama göz göre göre belgeyle cesetle oynayıp adamı dümene getirmeye çalışmaları savcılık makamına olan bütün güvenimi sarstı ve acaba gerçekten mike yapmadı mı diye düşündüm. iyi mi oldu şimdi? adi köpekler.
bu arada mike’ın evlatlık kızları martha ve margaret’a ananızı mike öldürmüş diyorlar ve kızlar şüpheye zerre yer vermeden babamız asla öyle bi şey yapmaz falan diyor, bu noktada da mike’tan şüphelenmeyi bıraktım. yani öz annenizi öldürmüş olabilecek bir üvey baba var ama adam demek ki gerçekten çok iyi birisi ki asla dinlemiyor bile kızlar, ki zaten yalan çıkıyor da yani ne bileyim, demek ki müthiş bir babalık yaptı kızlara, yoksa neden bu kadar şüphesiz olsunlar. bilemiyorum.
neyse sonra ay tamam yok mike yapmamış yaa derken hahah bilin bakalım savcılık makamı bu mesnetsiz rapor ve konuyla asla alakası olmayan biseksüellik konusuyla kimi manipüle ediyor? evet bildiniz, jüriyi. jüri mike’ı suçlu buluyor. mike 8 yıl yatıyor. asla kanıt delil tanık hiçbir şey yok. hiç ama. tam adam çok zengin ve müthiş avukatı var diye her şeyden yırtacağını sanan bir dümbük ve katil diyeceğim, tam ikna olacağım, iddia makamı adama o kadar kanıtsız şeysiz bodoslama bel altı giriyor ki suçluysa bile yaptıkları çok adice diyorum. çok tadımı kaçırdı bu belgesel.
neyse sonra adam çıkıyor falan filan tekrar başka bi belgesel yaptırıyor falan. yoruldum.
bu olayın çözülememesini çok garip buluyorum. bir de başımıza baykuş teorisi çıktı iyi mi?*
belgesel boyunca* iddia makamı da savunma makamı da tutarsız aptal saptal işler yaptığı için mike’ın suçlu olup olmadığına emin olamıyorsunuz. fena değil, tavsiye edilir.
öncelikle bir aile chart’ı çizeyim. michael ilk zamanlar patty’yle evli ve almanya’da yaşıyorlar, yan evlerinde yaşayan bir çift var george ve elizabeth (liz), george ve liz’in iki kızı var martha ve margaret, mike ve patty’nin iki oğlu var todd ve clayton. bu komşu george askerliği esansında mı ne ölüyor bi şekilde. martha ve margaret daha çok küçükken liz de ölüyor. mike ve patty bu ailenin iki kızını evlat ediniyor. daha sonra mike amerika’ya dönüyor, burada kathleen’le tanışıyor ve patty’den boşanıp kathleen’le evleniyor, kathleen’in de başka bir kızı var caitlin adında. mike bir şekilde kendi 2 oğlu ve 2 evlatlık kızını da yanına alıyor ve kathleen’le hiç ortak çocukları olmamasına rağmen 5 çocuklu bir çift oluyorlar. aile bu. aa ne karışıkmış ha yazarken şey oldum. neyse, epey mutlu mesutlar hiç sıkıntı maraz yok, yıllar yılı muhteşem evlilik sürdürüyorlar. sonra bu elim olay, kathleen merdiven ucunda ölü bulunuyor.
ben başta mike denen gebeşi aşırı poser buldum, ilk bölümlerde iddia makamı biseksüel ilişkisi var gibi mala davara değmez bir suçlamada(!) bulunduğu sırada mike’ın tavırlarına bakarsanız gerçek kesit sarı bıyık performansı sergiliyor. avukatı “bir adam seninle yattığını söylüyor” diyor buna, mike’ta hemen bir ses tonu inceltmeler, neee benimle kafa mı buluyorsun dostum’lar falan. kardeşim desene “evet yaşandı bunlar ama davayla ne alaka?” ne poz kesiyorsun hırbo. kesin mike öldürmüş dedim o kısımlarda.
sonra işler sarpa sardı, meğer bu almanya’da kapı komşuları olan rahmetli liz de aynı pozisyonda ölü bulunmuş, 15 yıl önce. diyeceksiniz ki tamam demek ki bu adam öldürüyor, seriye bağlamış, yoo alakası da çıkmıyor. çünkü liz aslında beyin kanaması geçirip ölmüş, ölünce düşmüş merdivenden. yani düşmeye bağlı bir ölüm yaşanmamış. savcılık tabii çok biliyor ya “ay aptalsınız siz aptal, bi sn ben bu ölüyü bir inceliicem, size hiç güvenmiyorum valla” diyor, açıyor bu liz’in mezarını, bedeni alıp tanıdık adli tıpçıya getiriyor ve bingo yalan yanlış rapor çıkarttırıyor. şaka mısınız koskoca amerikan savcılığı ya, mike’ın avukatı cingöz david’den kaçar mı bu geri zekalılar? bakın bakın liz’i de mike öldürmüş diyeceklerken bu iş ayaklarına dolanıyor. bunu yapmasalar ben de mike’tan şüpheleniyordum ama göz göre göre belgeyle cesetle oynayıp adamı dümene getirmeye çalışmaları savcılık makamına olan bütün güvenimi sarstı ve acaba gerçekten mike yapmadı mı diye düşündüm. iyi mi oldu şimdi? adi köpekler.
bu arada mike’ın evlatlık kızları martha ve margaret’a ananızı mike öldürmüş diyorlar ve kızlar şüpheye zerre yer vermeden babamız asla öyle bi şey yapmaz falan diyor, bu noktada da mike’tan şüphelenmeyi bıraktım. yani öz annenizi öldürmüş olabilecek bir üvey baba var ama adam demek ki gerçekten çok iyi birisi ki asla dinlemiyor bile kızlar, ki zaten yalan çıkıyor da yani ne bileyim, demek ki müthiş bir babalık yaptı kızlara, yoksa neden bu kadar şüphesiz olsunlar. bilemiyorum.
neyse sonra ay tamam yok mike yapmamış yaa derken hahah bilin bakalım savcılık makamı bu mesnetsiz rapor ve konuyla asla alakası olmayan biseksüellik konusuyla kimi manipüle ediyor? evet bildiniz, jüriyi. jüri mike’ı suçlu buluyor. mike 8 yıl yatıyor. asla kanıt delil tanık hiçbir şey yok. hiç ama. tam adam çok zengin ve müthiş avukatı var diye her şeyden yırtacağını sanan bir dümbük ve katil diyeceğim, tam ikna olacağım, iddia makamı adama o kadar kanıtsız şeysiz bodoslama bel altı giriyor ki suçluysa bile yaptıkları çok adice diyorum. çok tadımı kaçırdı bu belgesel.
neyse sonra adam çıkıyor falan filan tekrar başka bi belgesel yaptırıyor falan. yoruldum.
bu olayın çözülememesini çok garip buluyorum. bir de başımıza baykuş teorisi çıktı iyi mi?*
devamını gör...
2.
etkin rol oynar mısın
bir feyyaz yiğit eseri.
özellikle ülkenin gidişatını toplaya çıkara tarihi 1000 yılına düşürmesiyle insanı derin düşüncelere gark eder.
şöyle dolu dolu mana içeren boş işlere aç bırakıldık. günümüzün boş işleri dümdüz boş iş.
hayatımın nasıl değiştiğini soruyorlar,
bi gün evde oturuyordum dizi izliyordum salonda
cebime hiç tanımadığım bi numaradan mesaj geldi.
mesajda “faal misiniz?” yazıyordu, şaşırdım.
allah allah kim dedim bu hiç tanımadığım bi numara…
sadece faal olup olmadığımı merak ediyor,
cevap verdim, “faalim” dedim,
hemen geri döndü
“çok büyük bi projede etkin rol oynar mısınız?”
yani afalladım şimdi hani büyük projelere alışığım gerçi ama bi süredir faal değildim, şimdi bi anda etkin rol oynayabilir miyim bilmiyorum diye geri döndüm onlara.
vay efendim sen misin bunu diyen…
yerini biliyoz, adresini biliyoz, numaran bizde var, işte göreceksin sen, bilmem ne falan filan.
allah allah al başına belayı…
ben dizi izliyorum gayet keyfim yerinde,
hiç tanımadığım bi numara başıma bela oldu
bana yok etkin misin? faal misin? aktif rol oynar mısın? yerini biliyoruz falan filan…
dedim “sizi derhal şikayet ediyorum! hukuki işlem başlatacağım!”
bürokrasiyle aram hiç iyi olmadığı için, hani hukuki işlem nerden başlatılıyor falan, hiç bilmiyorum; kendi kendime başlatamam hukuki işlem*
hemen telefon defterimi çıkarttım, hani az çok bu işlerden anlayan bir arkadaşımı aradım,
dedim ki “böyle böyle bana bir telefon geldi, şey pardon bi mesaj geldi, mesajda faal misin diyo, evet dedim, etkin rol oynar mısın dedi, oynayamam deyince iş çığırından çıktı falan.
nasıl yapalım bunu,
ben bir hukuki işlem başlatmak istiyorum” dedim
bi durdu…
dedi ki,
sen boş ver huhuği işlemi.
allah allah!
şimdi biliyorsunuz, çok büyük bi havaalanı yapılacak.
şimdi onu istemiyorlar,
yani kim ister, istemiyorlar,
engel oluyorlar şimdi.
dünyanın en büyük havaalanı şimdi, nerden baksan türkiye 50 60 sene geriye gidiyor
önceden de oldu bu hani, dünyanın en büyük otobüs terminali yapılacaktı,
gene istemediler, istemiyorlar
yani engel oluyorlar istemiyorlar.
şimdi ordan topla ordan da bi 60 70 ekle.
şehir merkezine muazzam bi büfe yapılacaktı mesela,
tam yapılacak hani istemediler gene, istemiyorlar yani…
engel oldular.
ordan da bi 100 150 falan toplasan.
şimdi mesela bugünün tarihi 2014
ama hani türkiye’nin gerçek tarihi ne diye sorarsan
bin yılındayız.
bindeyiz şu anda biz
ama hani işin diğer tarafından da bakacak olursak misal şimdi yunanistan duysak mesela, çok büyük bi terminal yapacak,
nasıl bi şey hissedersin?
istemezsin yani,
sen de istemezsin yani,
şey dersin hani niye yapılıyor bu kadar büyüğü falan diye bi konuşulur aramızda, istemeyiz,
onlar çok büyük bi mesela çok büyük bi büfe yapacaklar mesela,
diyelim duyduk, yunanistanda,
sen ben vatandaş olarak, bi kötü hissederiz,
engel olmak isteriz ona, istemeyiz…
o yüzden anlıyorum.
özellikle ülkenin gidişatını toplaya çıkara tarihi 1000 yılına düşürmesiyle insanı derin düşüncelere gark eder.
şöyle dolu dolu mana içeren boş işlere aç bırakıldık. günümüzün boş işleri dümdüz boş iş.
hayatımın nasıl değiştiğini soruyorlar,
bi gün evde oturuyordum dizi izliyordum salonda
cebime hiç tanımadığım bi numaradan mesaj geldi.
mesajda “faal misiniz?” yazıyordu, şaşırdım.
allah allah kim dedim bu hiç tanımadığım bi numara…
sadece faal olup olmadığımı merak ediyor,
cevap verdim, “faalim” dedim,
hemen geri döndü
“çok büyük bi projede etkin rol oynar mısınız?”
yani afalladım şimdi hani büyük projelere alışığım gerçi ama bi süredir faal değildim, şimdi bi anda etkin rol oynayabilir miyim bilmiyorum diye geri döndüm onlara.
vay efendim sen misin bunu diyen…
yerini biliyoz, adresini biliyoz, numaran bizde var, işte göreceksin sen, bilmem ne falan filan.
allah allah al başına belayı…
ben dizi izliyorum gayet keyfim yerinde,
hiç tanımadığım bi numara başıma bela oldu
bana yok etkin misin? faal misin? aktif rol oynar mısın? yerini biliyoruz falan filan…
dedim “sizi derhal şikayet ediyorum! hukuki işlem başlatacağım!”
bürokrasiyle aram hiç iyi olmadığı için, hani hukuki işlem nerden başlatılıyor falan, hiç bilmiyorum; kendi kendime başlatamam hukuki işlem*
hemen telefon defterimi çıkarttım, hani az çok bu işlerden anlayan bir arkadaşımı aradım,
dedim ki “böyle böyle bana bir telefon geldi, şey pardon bi mesaj geldi, mesajda faal misin diyo, evet dedim, etkin rol oynar mısın dedi, oynayamam deyince iş çığırından çıktı falan.
nasıl yapalım bunu,
ben bir hukuki işlem başlatmak istiyorum” dedim
bi durdu…
dedi ki,
sen boş ver huhuği işlemi.
allah allah!
şimdi biliyorsunuz, çok büyük bi havaalanı yapılacak.
şimdi onu istemiyorlar,
yani kim ister, istemiyorlar,
engel oluyorlar şimdi.
dünyanın en büyük havaalanı şimdi, nerden baksan türkiye 50 60 sene geriye gidiyor
önceden de oldu bu hani, dünyanın en büyük otobüs terminali yapılacaktı,
gene istemediler, istemiyorlar
yani engel oluyorlar istemiyorlar.
şimdi ordan topla ordan da bi 60 70 ekle.
şehir merkezine muazzam bi büfe yapılacaktı mesela,
tam yapılacak hani istemediler gene, istemiyorlar yani…
engel oldular.
ordan da bi 100 150 falan toplasan.
şimdi mesela bugünün tarihi 2014
ama hani türkiye’nin gerçek tarihi ne diye sorarsan
bin yılındayız.
bindeyiz şu anda biz
ama hani işin diğer tarafından da bakacak olursak misal şimdi yunanistan duysak mesela, çok büyük bi terminal yapacak,
nasıl bi şey hissedersin?
istemezsin yani,
sen de istemezsin yani,
şey dersin hani niye yapılıyor bu kadar büyüğü falan diye bi konuşulur aramızda, istemeyiz,
onlar çok büyük bi mesela çok büyük bi büfe yapacaklar mesela,
diyelim duyduk, yunanistanda,
sen ben vatandaş olarak, bi kötü hissederiz,
engel olmak isteriz ona, istemeyiz…
o yüzden anlıyorum.
devamını gör...
3.
ikinci el kralları
içerisinde niyeyse yalnızca zencilerin kavga çıkardığı, beyazların 5000 dolarla pazarlığa başladıkları ürünü ne hikmetse munis munis 18 dolara falan bırakıp çıktıkları reality show. leş kurgu olmasına rağmen niyeyse izliyorum. bu yaz tesadüfen hangi evde bi 10 dk bulunduysam hepsi de izliyor. ashley denen çorafan buram buram terle karışık dolum chanel candy kokmuyorsa neyim btw.
devamını gör...
4.
çocuğunu 300 bin tl karşılığında satmayı kabul eden baba
video çok uzun izlemeyenler için özetliyorum: çocuğun yanında konuşuluyor bunlar. gayet çocuğu alıyor, “benimle yaşar mısın artık” falan diyor. kurgu olduğunu düşünüyorum her şeyden önce, fakat kurguysa bile çocuğa ne dediniz “oyun oynuyoruz şimdi” falan mı? adamın elini bile tutmuyor korkmuş, siz kafayı mı yediniz abi kafayı mı yediniz yaa? kafayı mı yediniz napıyorsunuz allah aşkına ne kadar aptalsınız yaa.
devamını gör...
5.
kasap havası
şenay gürler, inanç konukçu, cemre ebuzziya, hakan karahan isimlerinin yer aldığı, 2015 yapımı, yönetmen çiğdem sezgin’in ilk uzun metraj filmi.
genç bir taksicinin, dul ve kendisinden yaşça büyük terzi kadına amansız tutuluşu üzerine 2 saatlik davul bile dengi dengine mavrası diyebiliriz.
6. uluslararası malatya film festivali’nde en iyi erkek oyuncu,
3. altın defne film festivali’nde en iyi yönetmen,
3. altın defne film festivali’nde en iyi erkek oyuncu,
uluslararası mannheim-heidelberg film festivali’nde special newcomer,
22. sadri alışık tiyatro ve sinema oyuncu ödülleri’nde* yılın en başarılı kadın oyuncusu,
22. altın koza film festivali’nde en iyi müzik ödüllerini aldı.
en iyi müzik öldünü nasıl almış gerçekten aklım havsalam almıyor, filmin en başarısız kısmı müzikleriydi kanımca.
sa, yine hunharca karakter gömmeye geldim. ilk olarak tarafımızı belli edelim; şenay gürler cemre ebuzziya’yı, dolayısıyla leyla hülya’yı tekte alır arkadaşlar, yaş maş tatava yapmayın.
film gereksiz uzundu bence, semih karakteri filme o kadar geç girdi ki ben film bitmek üzere sanıyordum, ne katkısı olacak bu adamın diye düşündüm, anaa filmin daha 1 saati varmış. zaten de o saatten sonra film bayır aşağı yuvarlandı. ahmet ve leyla ekseninde devam etseydi, semih gelince dağılınsaydı yeterliydi. semih’in babasını, ablasını, ablasının kızını* sema’nın ölümü hikayesini falan bu kadar uzun uzadıya izlememize gerek var mıydı bilmiyorum. ya da açılıştaki mevlütte ve semihlerin evdeki cenazede duaları sonuna kadar dinlememize? rahat 40 dk kessen kesilir, kimse de burada bir şey atlanmış demez. hepiniz de nuri bilge olmayıverin birader, kotaramıyorsunuz işte.
bunların dışında biraz inanç konukçu övmek isterim. özellikle eve döndüğü sahne. o yedirememişlik hissi ancak bu kadar verilebilirdi.
filmin, leyla’nın eski sevgilisinin düğününün kasap havasıyla başlayıp yeni sevgilisinin düğününün kasap havasıyla bitmesi… leyla tuzcu baba türbesi gibi maşallah elini süren soluğu nikah masasında alıyor.
ve hülya’nın düğünde sürdüğü unicorn boku pembesi ruj… gerçekten tam bir mahalle arası kuaförü düğün makyajı, her şey bir yana yalnız bunun için bile ödülleri leblebi gibi toplayabilirdiniz ekipçe.
ayrıca filmde baştan sona bir kadraj kaygısı sezdim ama özellikle semih’le leyla’nın son rakı sahnesi artık at uzvunda kelebek. kadını yarım çekmişsiniz artık o kadar da olmaz lan. yıkık evlerinden boğaz manzarası görünsün diye manasız bir ‘hülya çamaşır seriyor’ sahnesi. niye gördük kardeşim bunu, iki kentsel dönüşüm cümlesi geçecek diye mi? az bi haliç maliç bi şey de görünsün diye hoop ‘semih yol ortasında taksiyi sağa çekiyor’ sahnesi. hadi buyur, gün ortası trafik saati, yaptığın iş mi kardeşim? biraz da ahmet balkona çıkıp çamaşır ipiyle oynasın onların da köşe balkonundan iki taraflı deniz görelim. tamam birader, güzel istanbul, ışıltılı kentin sönük hayatları, ikna olduk, sal bizi artık.
ve fakat ne rakı içildi be kardeşim…
6.5/10 diyelim.
genç bir taksicinin, dul ve kendisinden yaşça büyük terzi kadına amansız tutuluşu üzerine 2 saatlik davul bile dengi dengine mavrası diyebiliriz.
6. uluslararası malatya film festivali’nde en iyi erkek oyuncu,
3. altın defne film festivali’nde en iyi yönetmen,
3. altın defne film festivali’nde en iyi erkek oyuncu,
uluslararası mannheim-heidelberg film festivali’nde special newcomer,
22. sadri alışık tiyatro ve sinema oyuncu ödülleri’nde* yılın en başarılı kadın oyuncusu,
22. altın koza film festivali’nde en iyi müzik ödüllerini aldı.
en iyi müzik öldünü nasıl almış gerçekten aklım havsalam almıyor, filmin en başarısız kısmı müzikleriydi kanımca.
sa, yine hunharca karakter gömmeye geldim. ilk olarak tarafımızı belli edelim; şenay gürler cemre ebuzziya’yı, dolayısıyla leyla hülya’yı tekte alır arkadaşlar, yaş maş tatava yapmayın.
film gereksiz uzundu bence, semih karakteri filme o kadar geç girdi ki ben film bitmek üzere sanıyordum, ne katkısı olacak bu adamın diye düşündüm, anaa filmin daha 1 saati varmış. zaten de o saatten sonra film bayır aşağı yuvarlandı. ahmet ve leyla ekseninde devam etseydi, semih gelince dağılınsaydı yeterliydi. semih’in babasını, ablasını, ablasının kızını* sema’nın ölümü hikayesini falan bu kadar uzun uzadıya izlememize gerek var mıydı bilmiyorum. ya da açılıştaki mevlütte ve semihlerin evdeki cenazede duaları sonuna kadar dinlememize? rahat 40 dk kessen kesilir, kimse de burada bir şey atlanmış demez. hepiniz de nuri bilge olmayıverin birader, kotaramıyorsunuz işte.
bunların dışında biraz inanç konukçu övmek isterim. özellikle eve döndüğü sahne. o yedirememişlik hissi ancak bu kadar verilebilirdi.
filmin, leyla’nın eski sevgilisinin düğününün kasap havasıyla başlayıp yeni sevgilisinin düğününün kasap havasıyla bitmesi… leyla tuzcu baba türbesi gibi maşallah elini süren soluğu nikah masasında alıyor.
ve hülya’nın düğünde sürdüğü unicorn boku pembesi ruj… gerçekten tam bir mahalle arası kuaförü düğün makyajı, her şey bir yana yalnız bunun için bile ödülleri leblebi gibi toplayabilirdiniz ekipçe.
ayrıca filmde baştan sona bir kadraj kaygısı sezdim ama özellikle semih’le leyla’nın son rakı sahnesi artık at uzvunda kelebek. kadını yarım çekmişsiniz artık o kadar da olmaz lan. yıkık evlerinden boğaz manzarası görünsün diye manasız bir ‘hülya çamaşır seriyor’ sahnesi. niye gördük kardeşim bunu, iki kentsel dönüşüm cümlesi geçecek diye mi? az bi haliç maliç bi şey de görünsün diye hoop ‘semih yol ortasında taksiyi sağa çekiyor’ sahnesi. hadi buyur, gün ortası trafik saati, yaptığın iş mi kardeşim? biraz da ahmet balkona çıkıp çamaşır ipiyle oynasın onların da köşe balkonundan iki taraflı deniz görelim. tamam birader, güzel istanbul, ışıltılı kentin sönük hayatları, ikna olduk, sal bizi artık.
ve fakat ne rakı içildi be kardeşim…
6.5/10 diyelim.
devamını gör...
6.
yazarların unutamadığı film replikleri
-insanlar değişir.
+evet değişir, hıyarsa cacık olur, ama muhallebi çok zor…
baktığın zaman her hıyar muhallebi olmak ister. ama çok zor. *
+evet değişir, hıyarsa cacık olur, ama muhallebi çok zor…
baktığın zaman her hıyar muhallebi olmak ister. ama çok zor. *
devamını gör...
8.
merve akpınar'ın okuduğu okula alınmaması
clickbait haberciliktir.
kız habercilere okulunu göstermek için okula girmek istemiş, buna müsaade edilmemiş. ha bu da yanlış dersin, tartışılır, fakat kızın eğitim hakkı elinden alınmış gibi lanse ediliyor, hoş mu şimdi bu gaz verme çabası? zaten okullar kapalı şu an, haber yapmak için girilmek istenmiş, alınmamışlar. yapmayın allah aşkına.
sanliurfa.com'un haberine göre kendileri için bir spor salonu isteyen akpınar ve yanındaki basın mensupları, okul yönetimi tarafından okula alınmadı. idare, bu tavra gerekçe olarak haliliye ilçe milli eğitim müdürlüğü'nün talimatını gösterdi. merve'nin yanındaki gazetecilere okulu tanıtma çabası, idareciler tarafından bu şekilde engellendi.
kız habercilere okulunu göstermek için okula girmek istemiş, buna müsaade edilmemiş. ha bu da yanlış dersin, tartışılır, fakat kızın eğitim hakkı elinden alınmış gibi lanse ediliyor, hoş mu şimdi bu gaz verme çabası? zaten okullar kapalı şu an, haber yapmak için girilmek istenmiş, alınmamışlar. yapmayın allah aşkına.
sanliurfa.com'un haberine göre kendileri için bir spor salonu isteyen akpınar ve yanındaki basın mensupları, okul yönetimi tarafından okula alınmadı. idare, bu tavra gerekçe olarak haliliye ilçe milli eğitim müdürlüğü'nün talimatını gösterdi. merve'nin yanındaki gazetecilere okulu tanıtma çabası, idareciler tarafından bu şekilde engellendi.
devamını gör...
10.
bir şarkıda geçen en acı söz
oysa ben bu gece, yüreğim elimde, sana bir sırrımı söyleyecektim.*
devamını gör...
11.
pieces of a woman
2020 amerikan yapımı bir festival filmi. yayın hakları netflix tarafından alınmış. filmi beğendim açıkçası fakat metaforlar çok kör göze parmaktı sanki.
cast çok iyi kesinlikle, vanessa kirby ve iliza shlesinger gerçekten kardeş gibiler mesela, burun ve ağız yapıları, boy tip çok harika bir seçim olmuş.
buradan itibaren spoiler içerebilir, martha karakterinin yaşadığı buhran elbette ki yaşamayanın anlamayacağı türdendir fakat yaşananların üzerinden 5 ay geçmiş olmasına rağmen hala ilk günkü hırçınlıkla sağa sola saldırılır mı bilemiyorum ya, yani 5-6 ay boyunca gerçekten eşinle konuşmaz mısın, ailene gittiğin yemekte öyle boş çene çalınırken aniden bu kadar kontrolsüz ve yoğun bi şekilde sanki dün yaşanmış gibi sivrilir misin bilemedim.
evde doğum yapıyor, entel dantel işler kardeşim kusura bakmayın da, tamam saygı da duyduk buraya kadar da ok, ama sanki çocuk doğuracaktım alien doğurdum gibi de olasılıksız bi şey yaşamış tepkisi çok geldi bana. o kadar yüksek bir ihtimaldi ki, o kadar riskliydi ki zaten yaptığı, risk gerçekleştiği an “aa niye böyle oldu, olmamalıydı:dd” gibi bi şok geçirmesi çok garip.
dramdan, trajediden beslenen insanlar vardır, martha’yı biraz öyle buldum açıkçası. bin yıldır bunu bekliyormuş gibi dört elle sarıldı dramına. kendisini bir saniyeliğine dramından uzaklaştırmak isteyeni hunharca kovaladı yanından. en sevmediğim insan tipidir, gerçekten inanılmaz rahatsız oldum. çok büyük acı çekiyorum adı altında bütün çevrene zulmedemezsin yani, bizim de hayatımız akıyor, özür dileriz senin acın varken bizim hayati fonksiyonlarımız işlemeye devam ettiği için ya, çok pardon gerçekten.
gelelim büyük mecidiye camii konusuna. bunu ciddi mi yazmışlar yoksa zavallım sean post ejaculation syndrome mu yaşıyor anlayamadım. ne amerikası ne üçüncü büyüğü kardeşim nal gibi boğaziçi köprüsüne ya, deli deli yaptın kendini.
bu arada yeri gelmişken martha’ya gösterilen şefkat ve anlayışın zerresi sean’a gösterilmiyor bu beni çok rahatsız etti. kadın ne kadar çocuğunu kaybettiyse adam da o kadar kaybetti. kadın ne yaşadıysa adam da onu yaşadı. üstüne üstlük adam bi de eşini de kaybetti yani. zaten sürekli “sen fakirdin” “sen bizim gibi kültürlü müsün ki yoo hırbosun” falan diyen bir kayınvalide yanında kendine sevdiği kadın ve çocuğuyla yaşam kurmaya çalışıyor, ne çocuk kalıyor ne sevdiği kadından eser, dönüyor tekrar uyuşturucuya. martha’dan daha ağır bir yükü sırtlamış ama martha’dan daha gerçekçi ve çözüm odaklı ilerliyordu bence. bi yerde bozdu epey kötüledi falan ama tekrarlıyorum martha’ya gösterilen ‘ah zavallım ne yapsa yeridir’ iltiması sean’a gösterilmedi. çünkü neden, çünkü çocuk sadece martha’nındı galiba biz kaçırdık mı n’olduysa.
avukat suzanne’in ve despot annenin ebeyi günah keçisi ilan etmeleri ok, martha’yı kendini suçlamaktan uzak tutmaya çalışıyorlar ve bu, yanlı da olsa kendilerince mantıklı bir hareket fakat suzanne’in sürekli “halkın desteği” demesi :dddd gören de kuzenin cillop gibi doğurdu ebe gelip bebenin ümüğünü sıktı sanacak. çok çok çok olası bir şey vardı ve yaşandı abicim, ebe muhtemelen “ben ne alaka awq” olmuştur. neyse ki martha manipülasyonlarınıza yenik düşüp zavallım ebenin canını yakmadı.
neyse işte bu da böyle bir filmimizdi. 7.5/10 diyebilirim.
cast çok iyi kesinlikle, vanessa kirby ve iliza shlesinger gerçekten kardeş gibiler mesela, burun ve ağız yapıları, boy tip çok harika bir seçim olmuş.
buradan itibaren spoiler içerebilir, martha karakterinin yaşadığı buhran elbette ki yaşamayanın anlamayacağı türdendir fakat yaşananların üzerinden 5 ay geçmiş olmasına rağmen hala ilk günkü hırçınlıkla sağa sola saldırılır mı bilemiyorum ya, yani 5-6 ay boyunca gerçekten eşinle konuşmaz mısın, ailene gittiğin yemekte öyle boş çene çalınırken aniden bu kadar kontrolsüz ve yoğun bi şekilde sanki dün yaşanmış gibi sivrilir misin bilemedim.
evde doğum yapıyor, entel dantel işler kardeşim kusura bakmayın da, tamam saygı da duyduk buraya kadar da ok, ama sanki çocuk doğuracaktım alien doğurdum gibi de olasılıksız bi şey yaşamış tepkisi çok geldi bana. o kadar yüksek bir ihtimaldi ki, o kadar riskliydi ki zaten yaptığı, risk gerçekleştiği an “aa niye böyle oldu, olmamalıydı:dd” gibi bi şok geçirmesi çok garip.
dramdan, trajediden beslenen insanlar vardır, martha’yı biraz öyle buldum açıkçası. bin yıldır bunu bekliyormuş gibi dört elle sarıldı dramına. kendisini bir saniyeliğine dramından uzaklaştırmak isteyeni hunharca kovaladı yanından. en sevmediğim insan tipidir, gerçekten inanılmaz rahatsız oldum. çok büyük acı çekiyorum adı altında bütün çevrene zulmedemezsin yani, bizim de hayatımız akıyor, özür dileriz senin acın varken bizim hayati fonksiyonlarımız işlemeye devam ettiği için ya, çok pardon gerçekten.
gelelim büyük mecidiye camii konusuna. bunu ciddi mi yazmışlar yoksa zavallım sean post ejaculation syndrome mu yaşıyor anlayamadım. ne amerikası ne üçüncü büyüğü kardeşim nal gibi boğaziçi köprüsüne ya, deli deli yaptın kendini.
bu arada yeri gelmişken martha’ya gösterilen şefkat ve anlayışın zerresi sean’a gösterilmiyor bu beni çok rahatsız etti. kadın ne kadar çocuğunu kaybettiyse adam da o kadar kaybetti. kadın ne yaşadıysa adam da onu yaşadı. üstüne üstlük adam bi de eşini de kaybetti yani. zaten sürekli “sen fakirdin” “sen bizim gibi kültürlü müsün ki yoo hırbosun” falan diyen bir kayınvalide yanında kendine sevdiği kadın ve çocuğuyla yaşam kurmaya çalışıyor, ne çocuk kalıyor ne sevdiği kadından eser, dönüyor tekrar uyuşturucuya. martha’dan daha ağır bir yükü sırtlamış ama martha’dan daha gerçekçi ve çözüm odaklı ilerliyordu bence. bi yerde bozdu epey kötüledi falan ama tekrarlıyorum martha’ya gösterilen ‘ah zavallım ne yapsa yeridir’ iltiması sean’a gösterilmedi. çünkü neden, çünkü çocuk sadece martha’nındı galiba biz kaçırdık mı n’olduysa.
avukat suzanne’in ve despot annenin ebeyi günah keçisi ilan etmeleri ok, martha’yı kendini suçlamaktan uzak tutmaya çalışıyorlar ve bu, yanlı da olsa kendilerince mantıklı bir hareket fakat suzanne’in sürekli “halkın desteği” demesi :dddd gören de kuzenin cillop gibi doğurdu ebe gelip bebenin ümüğünü sıktı sanacak. çok çok çok olası bir şey vardı ve yaşandı abicim, ebe muhtemelen “ben ne alaka awq” olmuştur. neyse ki martha manipülasyonlarınıza yenik düşüp zavallım ebenin canını yakmadı.
neyse işte bu da böyle bir filmimizdi. 7.5/10 diyebilirim.
devamını gör...
13.
manga'nın eurovision'da 2. olması
yine hortlamış ömrümüzün yarası. (bkz: manga'nın birinci olamaması)
kardeşim ı can love you more than they hate’e karşı da yeni külot aldım, mavi’yi savunmazsın yaa. kıvrak dansı aksanıymış. tüm dünya kalitesizliğin köpeği olmuş, havar komşular havar.
kardeşim ı can love you more than they hate’e karşı da yeni külot aldım, mavi’yi savunmazsın yaa. kıvrak dansı aksanıymış. tüm dünya kalitesizliğin köpeği olmuş, havar komşular havar.
devamını gör...
15.
türkiye'nin en güzel kadını
arkadaşlar. alooo, şş arkadaşlar. bi saniye. 
bunu yazıyorum ve başlığı kilitliyoruz, üzerine bir ad söylenmesini kabullenemem, yazıp hemen başlığı falan engelleyeyim.
(bkz: yasemin kay allen)

bunu yazıyorum ve başlığı kilitliyoruz, üzerine bir ad söylenmesini kabullenemem, yazıp hemen başlığı falan engelleyeyim.
(bkz: yasemin kay allen)
devamını gör...
16.
ertan saban
canımın içi balkan güzelliği.
büyük hayranıyım kendisinin, zıpır aşık rolünden meczup deli rolüne, sayko oçe rolünden romantik delikanlı rolüne bütün oyunculukları kimse kusura bakmasın ders diye okutulmalı. acı kiraz gibi darmadağınık bir filmi bile -ki kadro şampiyonlar ligi gibi olmasına rağmen- tek başına sırtında taşımış. amirim erdal beşikçioğlu’nun bile pek esamesi okunmaz açıkçası ertan saban’ın yanında. *
gölgesizler filmindeki muhteşem köyün delisi performansıyla, limonata filmindeki olağanüstü oyunculuğuyla, gerçekten her şeyiyle çok çok başarılı buluyorum kendisini. neden bu kadar underrated kaldığını anlamış değilim, başlığı bile açılmamış.
kendisine olan hayranlığımı şu rezil anımla da gözler önüne sermek isterim. #829738
4 aralık 1977 yugoslavya, üsküp doğumludur. dedesinin dedesi osmanlı zamanında erzurum kars dolaylarından makedonya'ya göç etmiş. gençliğini üsküp'te geçirmiş ve pedagoji üzerine eğitim görmüştür. makedonya devlet konservatuarı ve tiyatro bölümünden mezun olup uzun yıllar kardeşi erman saban ile birlikte makedonya türk tiyatrosu'nda çeşitli oyunlarda sahneye çıkmıştır. konservatuardan çıktıktan sonra bir müddet almanya’da oynamıştır. fransa'da oynarken çalıştığı türk yönetmen mehmet ulusoy'un yönlendirmesiyle 2005'te türkiye'ye gelmiş, şehir tiyatrosunda birkaç oyun oynadıktan sonra da istanbul halk tiyatrosu'nda görev almıştır. türkçesi yeterli olmadığı için ilerletene kadar yönetmen yardımcılığı yapmıştır. sonrasında savcının karısı, sağır oda gibi dizilerde oynamıştır. şöhret kazanması, elveda rumeli dizisindeki aleksander makedonski rolüyle olmuştur. bu çıkışının ardından malt'ın deprem şarkısının klibinde de oynamıştır.
ilk eşi inci saban'ı 2009'da kanser nedeniyle kaybetti, 2016'da ebru özkan'la evlendi. çiftin biricik adında bir kız çocukları var.
büyük hayranıyım kendisinin, zıpır aşık rolünden meczup deli rolüne, sayko oçe rolünden romantik delikanlı rolüne bütün oyunculukları kimse kusura bakmasın ders diye okutulmalı. acı kiraz gibi darmadağınık bir filmi bile -ki kadro şampiyonlar ligi gibi olmasına rağmen- tek başına sırtında taşımış. amirim erdal beşikçioğlu’nun bile pek esamesi okunmaz açıkçası ertan saban’ın yanında. *
gölgesizler filmindeki muhteşem köyün delisi performansıyla, limonata filmindeki olağanüstü oyunculuğuyla, gerçekten her şeyiyle çok çok başarılı buluyorum kendisini. neden bu kadar underrated kaldığını anlamış değilim, başlığı bile açılmamış.
kendisine olan hayranlığımı şu rezil anımla da gözler önüne sermek isterim. #829738
4 aralık 1977 yugoslavya, üsküp doğumludur. dedesinin dedesi osmanlı zamanında erzurum kars dolaylarından makedonya'ya göç etmiş. gençliğini üsküp'te geçirmiş ve pedagoji üzerine eğitim görmüştür. makedonya devlet konservatuarı ve tiyatro bölümünden mezun olup uzun yıllar kardeşi erman saban ile birlikte makedonya türk tiyatrosu'nda çeşitli oyunlarda sahneye çıkmıştır. konservatuardan çıktıktan sonra bir müddet almanya’da oynamıştır. fransa'da oynarken çalıştığı türk yönetmen mehmet ulusoy'un yönlendirmesiyle 2005'te türkiye'ye gelmiş, şehir tiyatrosunda birkaç oyun oynadıktan sonra da istanbul halk tiyatrosu'nda görev almıştır. türkçesi yeterli olmadığı için ilerletene kadar yönetmen yardımcılığı yapmıştır. sonrasında savcının karısı, sağır oda gibi dizilerde oynamıştır. şöhret kazanması, elveda rumeli dizisindeki aleksander makedonski rolüyle olmuştur. bu çıkışının ardından malt'ın deprem şarkısının klibinde de oynamıştır.
ilk eşi inci saban'ı 2009'da kanser nedeniyle kaybetti, 2016'da ebru özkan'la evlendi. çiftin biricik adında bir kız çocukları var.
devamını gör...
17.
tuvalu
yes theory kanalından dünyanın en az turist alan ülkesi olduğunu öğrendiğim, 24 kilometresi sahil şeridi olan 26 kilometre karelik ince uzun ülke. o kadar ince ki yürürken hem sağında hem solunda okyanus var 24 kilometre boyunca. ülkenin en yüksek noktası 5 metre. aynen, yazıyla beş. başkenti funafuti imiş.
küresel ısınma nedeniyle deniz seviyesinin yükselmesi, başkenti deniz seviyesinden sadece 5 metre yüksekte olan tuvalu için hayatî bir tehdit oluşturmaktadır. eğer küresel ısınma nedeniyele sıcaklık 1 derece daha artarsa, tuvalu sulara gömülecektir. tuvalu halkı şimdiden avustralya ve yeni zelanda'ya göç etmektedir.
*
bu haliyle bm üyesi olması, internet alan adı uzantısının .tv olması ve bunu, 50 milyon dolar karşılığında 12 yıllığına kiralayarak kişi başı geliri 5 katına çıkarması enteresan bilgiler. ayrıca nüfusu da 11.600*. tahmini 2050 yılına kadar tamamen sular altında kalacağı düşünülüyor.
ülke sağ olsun türkiye’ye vize uygulamıyormuş fakat ülkeye yalnızca 3 günde 1 uçak iniyor ve o uçuş da fiji’den. fiji’ye de yalnızca los angeles ve seul’den uçuş var.* açıkçası refah seviyesi yüksek bir ülke insanı olsam kesinlikle gidip görmek isterdim. 20-25 yıla haritada tozu kalmayacak bir ülkeyi gezebilmek, varlığının denk geldiği bir dönem fırsatıdır ve değerlendirilmelidir diye düşünüyorum. paranız varsa gidin bakın şöyle bir ülke:
küresel ısınma nedeniyle deniz seviyesinin yükselmesi, başkenti deniz seviyesinden sadece 5 metre yüksekte olan tuvalu için hayatî bir tehdit oluşturmaktadır. eğer küresel ısınma nedeniyele sıcaklık 1 derece daha artarsa, tuvalu sulara gömülecektir. tuvalu halkı şimdiden avustralya ve yeni zelanda'ya göç etmektedir.
bu haliyle bm üyesi olması, internet alan adı uzantısının .tv olması ve bunu, 50 milyon dolar karşılığında 12 yıllığına kiralayarak kişi başı geliri 5 katına çıkarması enteresan bilgiler. ayrıca nüfusu da 11.600*. tahmini 2050 yılına kadar tamamen sular altında kalacağı düşünülüyor.
ülke sağ olsun türkiye’ye vize uygulamıyormuş fakat ülkeye yalnızca 3 günde 1 uçak iniyor ve o uçuş da fiji’den. fiji’ye de yalnızca los angeles ve seul’den uçuş var.* açıkçası refah seviyesi yüksek bir ülke insanı olsam kesinlikle gidip görmek isterdim. 20-25 yıla haritada tozu kalmayacak bir ülkeyi gezebilmek, varlığının denk geldiği bir dönem fırsatıdır ve değerlendirilmelidir diye düşünüyorum. paranız varsa gidin bakın şöyle bir ülke:

devamını gör...
19.
crossover talks
dün itibariyle sezon finaline girmiş sevenlerini boynu bükük bırakmıştır. son sahnede herkes bir şeyler konuşurken volkan adlı arkadaşın yine bi şeylerden şikayet etmesi, bok koklamış suratı, memnuniyetsiz tavırları gönüllerdeki tahtını sağlamlaştırmıştır. eminim o an yorekok bey de “denize bakınca titanik filmindeki şey geldi aklıma” falan diyordur köşede kendi kendine.
devamını gör...
20.
haz duyulan küçük sapıklıklar
erimiş, hafif soğumuş ama donuklaşmamış yani ılık likit haldeki muma parmak sokmak. her evresi müthiş. ılık sıvının parmağı yakması, donup şekil alması, sonra onu hırşşş diye parçalayarak parmağı özgürlüğüne kavuşturmak. bakın bu sadece parmak. bi de tüm elime falan dökünce zaten nirvana.
devamını gör...